25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 15 Aralık 2018 EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: İLKNUR FİLİZ BOZKURT GÜVENÇ’E VEDA Öğrencilerinin omuzlarında uğurlandı Türkiye’nin kültür hayatının son 50 yılına damgasını vuran antropolog, akademisyen, mimar, eleştirmen ve yazar Prof. Dr. Bozkurt Güvenç (92), öğrencilerinin omuzlarında son yolculuğuna uğurlandı. Hacettepe Üniversitesi’nin kurucularından Güvenç için ilk tören Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kongre Merkezi’nde yapıldı. Törene Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haluk Özen, gazetemiz vakıf yönetim kurulu üyesi ve yazarı Mustafa Balbay ile yazarlarımız Orhan Bursalı, Özlem Yüzak ile Güvenç ailesi, Bozkurt Güvenç’in öğrencileri ve akademisyenler katıldı. Törende Güvenç’in öğrencileri ve ailesi yaşamından kesitlerle hocalarını anlattı. Güvenç’in son doktora öğrencisi Prof. Dr. Suavi Aydın, “Bizi inşa eden odur. Hocamız, eğitimcidir, mimardır, matematik hocasıdır. Bizler Bozkurt Hoca’nın sayesinde varız. 12 Eylül’de özenerek kurduğu bölümü kapatmaya kalktılar. Direndi ve bölümü korudu” dedi. Güvenç’in kızı Çağ Akyol, “Babamın beni en çok etkileyen yanı yaşam sevgisi, iyimserliği ve ilgi duyduğu her şeyi büyük bir adanmışlık ve heyecanla ele almasıydı. Bu çerçevede aklıma ilk gelen kendisine duyduğum hayranlıktır” diye konuştu. Tören’de salonda bulunan Güvenç’in naaşı önünde selam durduktan sonra konuşan Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haluk Özen de şöyle konuştu: “Siz olmasaydınız, Hacettepe Üniversitesi olmazdı. Siz olmasaydınız, Hacettepe bu kadar özgürlükçü genlere sahip sosyal bilimleri olmazdı.” l ANKARA / Cumhuriyet hafta sonu 9 Büyülü gerçekçilik Vedat ARIK “Hepimiz hikâye anlatıcısıyız. Ve sonunda anlatmaktan hoşlandığımız hikâyelere dönüşebiliyoruz. Bir de bakıyoruz, bunların ne kadarının gerçek ne kadarının kurmaca olduğunu ayırmamız imkânsız hale gelmiş...” Belki de “Başlarken şu tarzda yazacağım diye bir düşüncem yoktu. Ama bittiğinde gördüm ki roman, büyülü gerçekçilik denilen tarzı da yer yer barındırıyor. Rumeli’den kaçışta trenin içinde ilk defa görünen mavi bir hale var. O ışık zaman zaman çıkıyor. Buralar benim en sevdiğim yerlerdi diyebilirim. Gerçek olayları anlatırken bir metaforla gerçeklikten kopma izni veriyorsunuz kendinize. Kendiliğinden oldu. Çok keyif alarak yazdım, en zevkli tarafı yazmak kısmıydı. Hayatta olduğu gibi bir romanda da olasılıklar sonsuz. Yazmak ise bir ormana girmek ve yeni yollar keşfetmek, daha önce hiç düşünmediğiniz patikalara sapmak... Sonunda okurun ne kadar çok şeyin bir arada olabileceğini görsün isterim.” unutmak iyi geliyor insana... NECATİ SAVAŞ NÖBET TUTTULAR Tören boyunca Hacettepe Üniversitesi öğrencileri Bozkurt Güvenç’in naaşı başında nöbet tutarken, törenin ardından Güvenç öğrencilerinin omuzlarında son yolculuğuna uğurlandı. Güvenç, Ahmet Hamdi Akseki Camisi’nde kılınan cenaze namazının ardın dan Karşıyaka Mezarlığı Aile Kabristanı’nda gözyaşları ile defnedildi. Japon alfabesi ve Güvenç’in saati MUSTAFA K.ERDEMOL İki ayrı anlama Tüm yaşamı boyunca insanı, kültürü, eğitimi araştırıp öğrencilerine, ülke insanına gelen harf onun sayesinde anlaşılabilir oldu anlatan Bozkurt Güvenç Hoca’yı 10 Aralık 2018 tarihinde kaybet tik. Birçok kitabı olmasına rağ men, en azından ben, onu Türk Kimliği kitabıyla tanıdık daha çok. Dört bin yıllık bir tarihi sos yolojik olarak anlattığı bu kita bında günümüzde hâlâ sorduğu muz “biz nereli ya da kimiz” so rularına yanıtlar aramıştır büyük hoca. Ne muhteşem bir kitaptır gerçekten. Türk kimliğini sosyo lojik olduğu kadar hem teolojik hem de siyasi açıdan okumak is teyenler için çok önemli bir kay naktır Türk Kimliği. Antropolog olan hocanın başka ki tapları da var el bette. Ama arala rında Japon Kül türü adını taşıyan çok ama çok hoş bir deneme kita bı da vardır. Japon ya hakkında temel sayılacak bilgileri, Japonların alışkan Bozkurt lıklarını, tavırlarını çok güzel anlatmıştır hoca bu ki tabında. Kulaktan dolma bilgiler değil tabii bunlar, çünkü hoca bir dönem kalmıştır Japonya’da. Neden yazmıştır bu kitabı diye merak edenlere hocanın kitapta yer verdiği şu alıntıyı anımsatı rım; “Öyle şaşırtıcı bir ülkedir ki Japonya, birkaç hafta kalan ko nuk kitap yazar, birkaç ay kalan bilim adamı makale tasarlar, bir kaç yıl yaşayan bilge kişi yazma sevdasından kurtulur”. “Yazma sevdası”ndan öm rü boyunca kurtulamadığına(!), dolayısıyla Japonya konulu ki tap da yazdığına göre Bozkurt Hoca her halde uzun kalmamış Japonya’da. Bir dost meclisinde Bozkurt Güvenç’in kolundaki saat dikka tini çeker Erdal Hoca’nın. “Ta mam, altın kaplama idiyse de çok da albenili değildi. Ama çok orijinaldi” dediği saatin öyküsü nü öğrenir Bozkurt Güvenç’ten. O saat Japon hükümetince hedi ye edilmiştir Güvenç’e. Japonya’da Japon kültürünü incelemek amacıyla burslu ola rak bulunduğu sırada, Japon al fabesiyle de ilgilenmiştir Boz kurt Hoca. Akademisyen dikka ti işte, bir televizyon programın da bir harfin okunu şuna takılmış. Yazılı şı aynı ancak iki ayrı anlam ifade eden bir harftir bu. Japonlar ses/vurgu yardımıy la cümle içinde uy gun anlam hangisiy se kullanabiliyorlar ama bu dili öğren mek isteyenler için Güvenç kuşkusuz zor bir durum. Rehberi aracı lığıyla ulaştığı Japon yetkililere söz konusu harf için iki anlamı ayrı ayrı veren bir de ğişiklik önerir. Muhatapları din leyip, fazla bir şey söylemeden ama teşekkür ederek ayrılırlar yanından hocanın. Çok uzun sürmez, bir süre sonra hocayı arayan Japon yet kililer konuyu incelediklerini, sorunu fark ettiklerini, nihayet önerdiği değişikliği yaptıkları nı iletirler Güvenç’e. Uyarısı için teşekkür ettikleri hocaya bir de kol saati hediye ederler. O gün bugündür o sözcü ğü “hangi anlama geliyor aca ba?” korkusu duymadan oku yanlar bunu bir Türk akademis yenin dikkatine borçlular. O har O saatin öyküsü Erdal Atabek Hocamızın, her hafta bizi bilgi bombardımanına tuttuğu gazete içindeki muhteşem haftalık sohbetinde söz Bozkurt Güvenç’ten açılınca, Erdal Hocamız bir anısını paylaştı bizimle. O masada bunu duyan birkaç kişiydik. “O masada bunu duyan birkaç kişi” olarak kalalım istemedim doğrusu. fe eklenen küçük bir işaret nice zorluğu aşmıştır. Küçük bir katkı deyip geçmeyin, sandalın su almasını önleyen de küçük bir tıpadır. Kültürümüze, düşünce dünyamıza katkılarınız için çok çok teşekkürler Bozkurt Hoca. Nurlar içinde uyuyun. Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” derken sizin gibileri kast etmiş olmalı. Zeynep Göğüş’ten göç ve kimlikler üzerine büyülü bir roman HİLAL KÖSE Gazeteci yazar Zeynep Göğüş’ün ilk romanı “Işık Ülkesinden”, Everest Yayınları’ndan çıktı. Göğüş, Makedonya’dan Türkiye’ye göç eden bir ailenin serüvenini, köklerinden kopuşunu, dönüşümünü sinema tadında sunuyor. Gecenin karanlığında evini olduğu gibi arkada bırakarak tehlikeli bir tren yolculuğunun sonunda “yeni vatana” ulaşan aile, burada zeytin ağaçlarından aldığı güçle ayakta kalıyor. Kitapta arka planda işlenen zeytin, Göğüş’ün ikinci romanının da habercisi. Göğüş, günümüzde zeytinliklerde yapılan kıyıma tepki olarak bu konuya özel önem vermiş. “Yok olan her zeytinlik benim kolumun bacağımın kesilmesi gibi..” diyor. Göğüş, göç meselesini ise şöyle değerlendiriyor: “Yerleşmek zaman alan bir şey. Kiraladığınız apartman dairesine girip eşyaları odaya koymaktan farklı bir durum. Zihinsel olarak ve bütün ruhunuzla yerleşmekten bahsediyorum. Zaten belki de yerleşemediğimiz için bugün bu haldeyiz...” Bu bir kaçış... n Işık Ülkesinden’i okurken film izliyormuş gibi oldum... İlk söyleyen siz değilsiniz. Keşke bu romanın filmi de yapılsa diyenler çıktı. “Işık Ülkesinden”, Üsküp’ten İstanbul’a bir tren yolculuğuyla başlıyor. Bu bir kaçış. Geri dönüşlerle Rumeli’deki Osmanlı’nın son dönemine bakılıyor. Osmanlı bozgununa demek daha doğru belki. Roman boyunca devam eden bir Bektaşi damarına daha ilk sayfalardan girmiş oluyoruz. Rumeli’yi Bektaşilik tarafına bakmadan anlamak mümkün değil diye düşünüyorum. Romanın ikinci ve en uzun bölümü “Yeni Vatan”. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde başlıyor. Aile Göztepe’de bir köşke yerleşiyor. Ailenin öyküsünü okurken adeta Türkiye’nin de tarihini okumuş gibi oluyoruz. Bu perspektiften bakınca da köşkü Türkiye’nin bir metaforu, aile fertlerini de yeni Türkiye’nin vatandaşları olarak düşünmek mümkün. n Ailenin bütün kararlarını alan Veli Bayraktar, zeytin ağacıyla dertleşiyor. Bu diyalog sanki günümüze de bir gönderme yapıyor... Romanda bahsedilen aile Rumeli’de de Göğüş, Hilal Köse’nin sorularını yanıtladı. toprağa bağlı, o geleneği burada da sürdürüyor. Zeytin, sabun, zeytinyağı imal ederek Cumhuriyet’in ilk kuşak Müslüman Türk ticaret burjuvazisi içine giriyor. İkinci romanda ‘zeytin’ var n Zeytinliklere yapılanlar sizi oldukça etkilemiş görünüyor... Evet. Zeytin ölümsüzlüğü, sonsuzluğu temsil eden bir ağaç. Bugün büyük bir vahşet yaşıyoruz diye düşünüyorum. Yok olan her zeytinlik benim kolumun bacağımın kesilmesi gibi. Zeytinliklerle ve çevre meseleleriyle, iklim mücadelesiyle ilgili duyarlığın artması gerçekten çok hoşuma gidiyor. Edebiyata da yavaş yavaş girmeye başladı. Zaten benim de ikinci romanımın kahramanı zeytin ağaçları olacak. n Kitapta o dönemin bazı toplumsal yaralarına da dokunmuşsunuz... Dokunmadan olmazdı. Tabii ki Varlık Vergisi, 6 7 Eylül olayları var. Çok uzun ‘ASLINDA HEPİMİZ BİRER GÖÇMENİZ’ n Ülkemiz şu anda da yoğun bir göç rotası ve sığınak... Göç, başa çıkılması zor bir olgu olmuş her zaman için ama bu toprakların güçlü bir tarafı var. Mesela Avrupa ile kıyasladığınız zaman göçle baş edebilmeyi başarabilen insanlarız. Anadolu gelen giden insanlar anlamında karışık bir yer olduğu için, bunu sosyal genetik olarak özümsemiş olabiliriz. İbni Haldun’a atfedilen sözle coğrafya kaderdir. Belki de kaderimiz bu n Suriyeli göçmenlere karşı tepkisel çıkışlar da görüyoruz... Bunu düşündüm. Sosyal medyada takip ettiğim Rumelili göçmenlerin, göçe karşı duruşları o kadar sert ve acımasız ki... İnsanlar kendilerinin göçmen olduğunu aslında hepimiz birer göçmen olduğumuzu ne çabuk unutuyoruz. Rumeli göçmenleri ne kucak açan bir vatan olmasaydı ne yapardı o insanlar? Rumeli’den göç yeterince yazılmadı. Kağnılarla geliyorlar, perişanlar, çocuklarını yolda karda, soğukta bırakarak gelenler var. İki çocuğundan birini tercih etmek zorunda kalanlar var. Belki de unutmak iyi geliyor insanlara, acılarla başa çıkamayınca. Ama yazar olarak görevimiz de tam da o noktaları dürtmek belki de. n Sizin acıyla başa çıkma yönteminiz ne? Yazmak iyi geliyor. Bu dönemde edebiyatla uğraşmak başıma gelen en güzel şey. 30 yıl gazetecilik yaptım. Son iki yıldır yapmadığımı söyleyebilirim. Medyanın halini beğenmiyorum ama dünya değişiyor. Bir şekilde taşlar yerine oturacak ama zaman alacak. Türkiye çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Bunu atlatabilmeyi diliyorum. YERLEŞMEK ZAMAN ALAN BİR ŞEY... n Kitabın duygusu ne? Yola çıkarken kesinlikle Türkiye’nin kimlik meseleleri üzerine yazmak istiyordum. Çoğu zaman riyakâr bir toplum oldu ğumuzu düşünüyorum. Kendi mize biraz daha gerçekçi bakmamız gerekiyor ama herkes de bunu yapmak istemeyebilir. Onları da anlıyorum. Yerleşmek zaman alan bir şey. Ki raladığınız apartman dairesine girip eşyaları odaya koymaktan farklı bir durum. Zihinsel olarak, bütün ruhunuz la yerleşmekten bahsediyorum. Zaten belki de yerleşemediğimiz için bugün bu haldeyiz. Toprağınızla, şehri de kast ediyorum, vatanınızla aidiyet kurmak, zaman alan bir şey. Belki de o bağı kuramadığımız için, yaşadığımız şehirleri sevmeyip kötü davranıyoruz. İstanbul’da yaşıyoruz ama bir türlü buraya ait olmayı beceremiyoruz. Sosyal genetikten bahsettik ya belki de o geçici olma duygusudur hâlâ ağır basan. bir döneme yayılan roman. Romanın kahramanı Veli, kendisi Rumeli’de Sırp baskısı yaşamış biri olarak, burada azınlıklara yapılanları farklı bir gözle görebiliyor. Kimsenin duygularını incitmeden, öteki söylemi gözeterek söylemler arası diyebileceğimiz bir metin çıkarmak istedim. Bu yaklaşım zaman zaman okuru sarsmayacağınız anlamına gelmiyor. Herkesin bakış açısının değerli olduğunu düşünerek ilerledim. n Olaylara gazeteci gözüyle bakmanızın etkisi oldu mu? Olabilir. Farklı taraflardan bakmak gereği... Gerçi bugün pek yapılmıyor ama benim öğrendiğim gazetecilik öyleydi. n Rumeli’den Türkiye’ye göçü yazmak fikri ilk ne zaman düşmüştü aklınıza? Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları”nı okuduğum zaman ben de böyle bir roman yazsam keşke fikri yıllar önce aklıma düşmüştü. Bazen keşke bu kadar çok geç kalmasaymışım diyorum ama her şeyin zamanı varmış demek ki... Atatürk’ün ölümü... n Roman karakterleri arasında gezinen anlatıcı, her kahramanın iç çatışmalarını açığa çıkarıyor. Bu yolu izlemenizin özel bir amacı var mı? Toplumsal dönüşümün bireyler üzerindeki etkisini okura aksettirmek istedim. Zaten Türkiye’nin evrilmesi hepimizde bir iç çatışma yaratmıyor mu? Günlerimiz o iç çatışmalarla boğuşarak geçiyor. Göçmenlerin geldikleri ülkeyle bağ kurmalarında Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bir avantaj var. Romanın kahramanı Bektaşi Veli, geldiğinde dinsel aidiyetini gömüyor. Çünkü en önemli şey özgür bir vatanda yaşamak ve Cumhuriyet. Veli, Atatürk’ün ölümünü duyunca radyoyu bastonuyla parçalıyor. n Şimdiki Türkiye’nin fotoğrafını nasıl çekiyorsunuz? Romanda çektim zaten, anlatması sayfalar sürebilir. Biz demokrasiyi öğrenene kadar galiba demokrasi kavramının içeriği de başka bir tarafa doğru evrilecek. Gittiğimiz yerde tahakkümün azalacağını sanıyorum. Dijital devrim, yapay zekâ gibi yenilikler bunu kolaylaştıracak mı? Aslında belirsizlikler döneminden geçiyoruz ama sonunda tahakkümün azaldığı bir noktaya doğru gideceğiz. Tahakkümün güçlü olduğu devletlerde şiir yazılmaz demişti Umberto Eco. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle