18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 15 Aralık 2018 bilim ve teknolojiHerkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 15 Nasıl bir ülkede doğduğumuz kişiliğimizi de etkiliyor BİLİMİN MERCEĞİNDEN . . Bozkurt Hoca’nın Ulkeni söyle kim ardından... olduğunu söyleyeyim “Bilim, insanoğlunun soru sormasıyla başlamıştır, denilebilir” Bozkurt Güvenç İnsan ve Kültür. Kültürel değerlerin kalıcı ve çocukların zaman içinde kişilikleri üzerinde bir etkisi olduğu açık. vizm nesilden nesle aktarılıyor Yaptıkları çalışmada iki ana dav ranış tarzı (bireyselcilik ve kolektivizm) ön plana çıktı. Buna göre ABD ve Hollanda gibi bazı toplumlarda Araştırmacılar bunu ebeveyn davranışlarıyla açıklıyor. Ebeveynler toplumsal değerlerden güçlü bir şekilde etkilenerek büyük olasılıkla bu değerlerin bir nesilden diğerine sürdürülmesini sağlıyorlar. Beşinci yüzyılın başlarında, Yunan filozofu Tucydidler, Spartalıların özdenetim ve stoikizmi ile Atinalıların hoşgörülü ve özgür ruhlu kişiliklerini karşılaştırmıştı. Günümüz de kimi kültürlerin kendilerine özgü karakteristikleri ve davranış özellikleri olduğunu biliyoruz. Örneğin İtalyanlar el kol hareketleri ile konuşmayı çok severler; Hollandalı çocuklar sakin, az telaşlı görünüm sergiler. Ruslar topluluk içinde fazla gülümsemezler... “Akdeniz insanı sıcak, Ruslar ve İskandinavlar soğuktur” gibi genellemeler yapmayı çok severiz. Peki, ama bunların bir bilimsel açıklaması var mı? Bowdoin College’dan Prof. Dr. Samuel Putnam ve Washington State Üniversitesi’nden Prof. Dr. Masha A. Gartstein içine doğduğumuz kül türel ortamın kişiliğimizi nasıl etkileyebileceğini araştırdılar. Gelişme fizyoloğu olan Putnam ve Gartstein, “Yeni yürümeye başlayan çocuklar, Ebeveynler ve Kültür” adlı çalışmalarında toplumsal değerlerin, annebabaların çocuklarını yetiştirmeleri üzerindeki etkilerini ve bunun çocukların kişilik özelliklerine nasıl yansıdığını irdelediler. 14 ülkeden meslektaşlarıyla birlikte çalışan ikili, önce ebeveynlerin çocuklarını yetiştirme tarzlarını etkileyen toplumsal değerlere baktılar. Ardından bu farklı ebeveynlik biçimlerinin çocukların davranışlarını ve kişiliklerini nasıl şekillendirdiğini incelediler. Bireyselcilik ya da kollektivizm Bunu da öncelikle, dünyanın dört bir yanındaki ebeveynlere, günlük rutinlerini, çocuklarına yönelik umutlarını ve disiplin yöntemlerini açıklamalarını istedikleri anketler uygulayarak gerçekleştirdiler. Daha sonra çocuklarının davranışlarının ayrıntılarını sordular. Sonuç: Bireyselcilik veya kolekti doğan ve büyüyen insanlar büyük ölçüde kendilerine yarar sağlayan (kişisel tanınma ve zenginleşme) arayışlarda oluyor. Güney Kore ve Şili gibi daha kolektivist toplumlarda yetişen insanların ise büyük bir grubun tipik olarak ailelerine, aynı zamanda onların işyerine ya da ülkesine refahına yönelik yüksek değerler atfettikleri ortaya çıktı. Kısacası, kültürel değerlerin kalıcı olduğu ve çocukların zaman içinde kişilikleri üzerinde bir etkisi olduğu açık. Araştırmacılar bunu ebeveyn davranışlarıyla açıklıyor. Ebeveynler toplumsal değerlerden güçlü bir şekilde etkilenerek büyük olasılıkla bu değerlerin bir nesilden diğerine sürdürülmesini sağlıyorlar. Bu araştırmaların ilk önemli adımı 2005 yılında atılmıştı. Psikolog Robert McCrae ve meslektaşları, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanların kişiliklerindeki belirgin farklılıkları belgelemeyi başarmışlardı. Örneğin, Avrupalı kültürlerden gelen yetişkinler, Asya kültürlerinden gelenlere göre yeni deneyimlere açık olma eğilimindeydiler. Ayrıca Kuzey Avrupalı insanların Güney Avrupa’daki akranlarından daha vicdanlı olduklarını keşfettiler. Alzheimer beyne 25 yıl önce yerleşiyor Çağımızın en korkulan hastalıklarından biri Alzheimer. Dünya genelinde her 10 kişiden 1’i Alzheimer hastası. Bahçeşehir Üniversitesi (BAU) Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sinirbilim Anabilimdalı’nda öğr. görevlisi Uzm. Dr. Selen Gür Özmen, Alzheimer hastalığı’nın insan beynine 25 yıl öncesinde yerleştiğini belirterek hastalığın genetik faktörlerden oluşmasının yüzde 2 oranında olduğunu söyledi. Özmen, “Alzheimer hastası unutkanlıkla hekimin karşısına ilk geldiği zaman aslında hastalığa dair her şey olmuş bitmiştir. Alzheimer hastasının, son 25 senesinde beynindeki patolojiler, yavaş yavaş oluşmuştur ve son haline ulaşmaya yakın hastada gözle görülür değişiklikler yaratmaya ancak başlamıştır. Yani o dakikadan sonra aslında yapacak çok fazla bir şey yoktur. O yüzden tedavi olarak o aşamada yapılacak tek şey hastayı biraz rahatlatmak, elimizdeki ilaçlarla hastalığı çok az da olsa yavaşlatabilmek.” Özmen’in hastalığın oluşmasını önlemeye yönelik önerileri de var. Özetleyelim: 4 Emeklilik beyni çok olumsuz etkiliyor. 4 Etrafımızdaki negatif insanlar da beynimizin sağlığını etkiliyor. 4 Akdeniz tipi beslenme koruyucu. Özellikle de antioksidan içeriği olan kakaonun beyin hastalıklarından koruyucu etkisi olduğu düşünülüyor. Karınca insandan daha duyarlı Hastalandıklarında yuvadaki diğer karıncalardan uzaklaşarak hastalığın yayılmasını önlemiş oluyorlar Yuvanın dışında yiyecek arayan karıncaların, hastalık yapan mantarlara maruz kaldıklarında yuvadaki diğer karıncalarla olan temasını azalttığı anlaşıldı. İsviçre Lozan Üniversitesi’nden Nathalie Stroeymeyt ve ekibi otomatik karınca takip sistemi ile siyah bahçe karıncası (Lasius niger) kolonisini izlemeye aldı. Bu kolonideki işçi karıncaların yarısı yuvadaki yumurtalara bakıcılık yaparken, diğer yarısı da yuvanın dışında yiyecek aramaya çıkıyor. Ve dışarı çıkan karıncalar hastalık kapmaya en müsait olanlar. Öldürücü mantar Araştırmacılar, yiyecek peşindeki karıncaların birazını mantar sporuna (Metarhizium brun neum) maruz bıraktı. Karıncanın kabuğuna tutunan sporlar bir iki gün içinde hayvana nüfuz ederek ölümüne neden oldu. tYuva dışında çalışan karıncalar, hastalık yapan unsurlara maruz kalır kalmaz, hastalık daha tam baş göstermeden sağlıklı karıncalardan uzak durmaya başladılar; davranışları da değişti, dışarıda daha çok zaman geçirmeye başladılar ve diğerleriyle teması kısıtladılar. Davranış değişikliği hastalanmayan ikinci grupta da görüldü: ken dilerini izole ettiler ve hatta yuvada kalan “hemşire” karıncalar da yumurtaları daha güvenli bir yere taşıdı. Karıncaların hastalığı nasıl tespit ettiği henüz belli değil. Sadece kendi vücutlarındaki değil, diğer karıncaların üzerindeki sporları da algılıyor olabilirler. Bu davranış değişikliği sayesinde hastalık yayılmıyor, sağlıklı karıncalar ve kraliçe karınca da korunmuş oluyor. Bu gibi tepkiler, sadece kraliçenin ürediği koloni halinde yaşayan böceklerde görülebiliyor. Evrim, tüm koloninin yararına olacak şekilde bireyi kayırıyor. Kaynak: https://www.newscientist.com/article/2186140sickantsstayclearoftheircoworkerstostopdiseasespreading/ Bilimin merceği bu hafta bu köşeyi 10 Aralık’ta günlerde yitirdiğimiz Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’e ayırdı. 92 yaşında yitirdiğimiz bir aydınlanma bilgesini.. Türkiye’ye antropoloji bilimini getiren kişi olarak da anılır hoca. Ama daha ötesi de var... Yurt sevgisi, tüm yaşamını bilgi birikimlerini başkaları ile paylaşmaya, öğretmeye adaması, eşi Melda Hanım’a olan büyük aşkı, çocukları, öğrencileri ile kurduğu olağanüstü ilişki... Bunları dün karlarla kaplı Ankara’da toprağa verilmeden önce Hacettepe Üniversitesi’nde düzenlenen bir törende, gencecik öğrenciler sahnede bayrağa sarılı tabutunun başından nöbet tutarken, hocayı anlatan son derece anlamlı, duygusal konuşmalardan öğrendim. Prof. Dr. Tayfun Atay, Bozkurt Hoca’nın doktora öğrencilerinden biriydi. Hoca ile sürekli yakın temasta olan Atay Hocayı “Kültürün mimarı” olarak adlandırırken “Bozkurt Hoca, kültürel değişim, toplumsal dinamizm ve bunlara bağlı sorunlar, çatışmalar üzerine kafa yormuş, araştırmalar yapmış, kitaplar yazmış biri. Tüm bunları bu ülkenin insanlarına, aydınlarına, siyasetçilerine ve bürokratlarına tane tane anlatmaya ömrünü verdi” dedi. İlk doktora öğrencilerinden Prof. Akile Gürsoy Bozkurt Hoca’nın derslerini diğer bölümlerden ve başka üniversitelerden de dinlemeye öğrencilerin geldiğini anlatırken “12 Eylül dönemiydi ve hoca tıpkı kültürel çatışmalara çözüm olarak uzlaşıyı temel aldığı gibi öğrencilere de uzlaşı öğütlüyordu. Baktık aynı dönem oturdu önce Erich Fromm’un Özgürlük Sorunu, Özgür İnsan kitabını, ardından Octavio Paz’ın Yalnız Dolambacı kitabını Türkçeleştirmiş” diye anlattı. Düşünsenize bir, kendi görüşlerini aktarmak ile yetinmeyip onca uğraşı arasında Türkiye insanın konuyu daha iyi anlaması için kitap çeviriyor.. Kızı Çağ Akyol babasını gözyaşları içinde “zarafeti, bilgeliği, bana kazandırdıkları dışında beni en fazla etkileyen sanırım yaşam sevgisi, akılcı iyimserliği, ilgi duyduğu her şeyi büyük tutku ile ele almasıydı” diye tanımladı. Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haluk Özen, Prof. İhsan Doğramacı tarafından kurulurken yanındaki 23 kişiden birinin Bozkurt Güvenç olduğunu, hoca sayesinde Hacettepe Üniversitesi’nin sosyal genleri güçlü özgürlükçü bir üniversite haline geldiğini anlattı. Bozkurt Hoca artık aramızda yok ama bize bıraktığı eserler, öğretiler daima var olacak. Ama söylemeden yapamayacağım, gönül isterdi ki o koca konferans salonu gençlerle, öğrencilerle dolup taşsaydı keşke. Eminim o gençler hayatlarının en önemli derslerinden birini orada Bozkurt Hoca’yı tanıyarak alacaklardı... Basmakalıp düşünme, evrimin dayattığı bir tuzak Ormanlık alanlarda yaşayan atalarımızın hayatta kalmak için karşılarına çıkan her şeyi ilk izlenimlerine göre değerlendirmekten başka şansı yoktu. Ne var ki şimdi kentsel alanlarda yaşıyoruz ve ilk izlenimler yanıltıcı olabiliyor.. Doğduğumuz andan itibaren insanları görüntülerinden tanımak üzere evrildik; beynimizde yüz tanımaya odaklı çok özel bağlantılar var ve doğumdan kısa bir süre sonra bebekler her şeyden daha çok insan yüzleriyle ilgilenir. Yaşamın ilk yılında sezgisel güçler biraz daha gelişir ve dost yüzleri güvenilmez olanlardan ayırt etmeye başlarız. Yetişkinler için ise birinin karakterini ve statüsünü anlamak için 10 saniye yeter de artar bile, adeta hepimiz insan sarrafı kesiliriz! Mesela bebek yüzlü birini güvenilir olarak değerlendirirken, iri ve köşeli çeneli birinin baskın karakterli olduğunu düşünürüz. Bu yaklaşım doğruyu yansıtmaz elbette ancak evrimsel açıdan anlamlı. İnsanlar aşırı sosyal bir tür, dolayısıyla birinin dost mu düşman mı olduğunu, gücü 4 nü bize yardım etmekte mi yoksa bizi yok etmekte mi kullanacağını bilmek hayatta kalmak için büyük önem taşıyor. Ancak, bu noktada bir sorunumuz var; Princeton Üniversitesi’nden psikolog Alexander Todorov, ilk izlenimlerin genellikle yanlış olduğunu belirtiyor. Bunun nedeni tam olarak anlaşılamasa da Todorov, insanlardan aldığımız geri bildirimin yetersiz olduğunu ve tarihöncesi atalarımıza göre çok daha fazla sayıda yabancıyla tanıştığımızı, dolayısıyla ilk izlenimlere dayanan değerlendirmelerin yanlış çıktığını belirtiyor. Asıl sorun ise insanları teker teker değil, gruplar halinde sınıflandırmamız ve içgüdüsel olarak davranışlarımızı bu sınıflamalara göre ayarlamamız. Princeton’dan bir diğer araştırmacı Susan Fiske dış dünyaya ve insanlara bakış açımızın onları güvenilirlik ve sosyal statülerine göre, başka bir deyişle “güvenilir” veya “rakip” olarak görüp görmememize bağlı olarak etiketleyerek şekillendiğini söylüyor. Şekilde görüleceği üzere araştırmacılar insanlara bakış açımızı 4 kategoride değerlendirdiler ve bu dört kategorinin her birini “acıma”, “tiksinme”, “gururlanma” ve “haset” olarak dört duygu ile ilişkilendirdiler. Bulgular şaşırtıcı değil Aslında bulgular çok da şaşırtıcı değil. Bizler kendimizi yakın hissetmediğimiz grupları dışarıda bırakma eğilimindeyiz ve kendimizden yüksek seviyede gördüklerimize karşı olabildiğince gaddar davranırız. Fiske, “Tarihsel olarak birçok soykırım haset kısmına düşen gruplara karşı uygulandı” diyor. Düşük statüde olanlara karşı “acıma” hissiyle olumlu davranışlarda bulunsak da bir yandan onlara tepeden bakmaktan kendimizi alamıyoruz. Kendi grubumuz içinde olanlara karşı hissettiğimiz “gurur” da adam kayırmaya varan yaklaşımlara yol açabiliyor. Eğer kendinizin bu tip düşünceleri aştığınızı ve bu duygulardan uzak olduğunuzu düşünüyorsanız, tekrar düşünmenizi öneririz. Çünkü insanları kalıplara soktuğunuzu bilinçli olarak reddetseniz bile içinde yaşadığınız kültür buna izin vermiyor ve yapılan deneyler kendimizi bile doğru tanımadığımızı gösteriyor. Mesela bir deneyde ırkçılık belirtisi göstermeyen beyaz Amerikalılar standart testlerle incelendi ve bilinçaltlarında siyah insanlara karşı olumsuz duygular besledikleri anlaşıldı. Bu evrimsel tuzaktan kaçmanın en iyi yoluysa at gözlüklerimizi çıkarıp dış dünyadaki insanları gerçekten tanımaktan geçiyor. Birlikte ortak bir proje üzerinde çalışmak çok güzel bir yol mesela, çün kü bu durumda ilk izlenimlerden kurtulup insanları daha fazla tanıma fırsatı doğuyor. Ve kendi ulusal klişeleriniz olsa bile asla sosyal kalıplara güvenmeyin! Yapılan araştırmalar diğer insanları değerlendirmek şöyle dursun kendimizi değerlendirirken bile aslında çok da başarılı olmadığımızı gösteriyor. Kaynaklar: Kaynak: https://www.newscientist.com/article/ mg23631560600effortlessthinkingwhystereotypingisanevolutionarytrap/ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle