19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 12 Kasım 2018 ÇOCUK GÖZÜYLE TASARIM: ECE KURTULUŞ dizi 9 Atatürk’ün naaşı Ankara’daAtatürk’ün naaşı Ankara’ya getirildikten sonra İkinci Meclis binasının önünde hazırlanan katafalka konuldu. Önünden hepimiz defalarca geçtik. Saygı duruşunda bulunduk, herkes hıçkırıklar içindeydi. Atatürk’ün naaşı İstanbul’da 19 Kasım gününe kadar kaldı. O gün, Saray’dan alınıp, Yavuz zırhlısına bindirildi. İzmit’e kadar deniz yoluyla götürüldü. Sonra trene nakledildi. Ve 20 Kasım günü Ankara Garı’nda trenden alınıp Türkiye Büyük Millet Meclisi önüne götürülüp orada hazırlanmış olan “katafalk”taki yerini aldı. Bundan sonrası, Öymen’in o günle ilgili anılarından: “Katafalk yapılırken gidip bakmıştık. Ulus’tan Meclis bahçesine giden yolun üzerinde Meclis binasının önündeydi. Tahta sütunların üstüne bir çeşit çatı kurulmuş, oradan aşağıya büyük uzun bayraklar indirilmişti. Yerde tabutun konulacağı bir yükseklik oluşturulmuştu. Katafalk oydu. O haliyle fazla etkilyici değildi ama, ertesi gün, cenazenin Ankara’ya getiri 7 lip yerine konulmasından sonra, onun önünden geçerken baktığımda, çok görkemli bir görünüşü vardı. Bayrağa sarılı tabut, çiçekler, çelenkler, her tarafta bayraklar... Ve tabutun kenarlarında dimdik, kımıldamadan nöbet tutan kılıçlı subaylar. Sıra sıra yürüyen kalabalığın içinde annemle babamın arasında o manzaraya bakarken, hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. Babam aile reisi ola rak kendini tutmaya çalışıyordu. Ama gözleri kırmızıydı. Annem de hıçkırıklar içindeydi. Yanındaki anneannem de öyle. Bizimle beraber yürüyenlerin her biri de benzer durumlardaydı. Evden çıkıp, katafalkın önünden geçiş aşamasına varmamız kolay olmamıştı. Sabahleyin resmî törenler vardı. Bizim sivil ve askeri devlet erkânımızla birlikte, yabancı devletlerin temsilcileri ve askeri birlikleri de törenlere katılıyordu. Onların arkasından devlet dairelerinin, okulların ve belirli kurumların mensupları da bir arada yürüyeceklerdi. Babam ve annem, katafalkın önünden önce o şekilde geçeceklerdi. Bizim okuldan da oraya büyük sınıflar topluca götürülüyordu. Ama küçük sınıflar veya en azından birinci sınıflar, o düzenlemenin dışında bırakılmıştı. Babamla annem şöyle yaptılar: Onlar memur ve öğretmen olarak gidip katafalkın önünden geçtiler. Sonra gelip beni ve anneannemi evden aldılar. Bizimle birlikte halkın yürüyüşüne katılıp, oradan bir kere daha geçtiler. Bu uzun sürdü. Sıraya girdikten sonra epey bekledik. Hava yağmurluydu. Islandık. Ama hava kararmadan önce meramımıza erdik. Ertesi gün öğrendik ki, halkın geçidi, hava karardıktan sonra da gece yarısına kadar sürmüş. Birçok kimse, geçide birkaç defa katılmış. Atatürk’ün cenazesi, bu geçişlerden sonra gene büyük bir törenle, Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrine o zamanın deyimiyle “muvakkat kabri”ne götürüldü. O törene katılan yabancı askerlerin katafalka doğru yürüyüşünü, Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) binasının üst kat penceresinden gördüm. Babam beni o gün “daire”sine götürmüş tü. Baktığımız pencere kendi odasının penceresi değildi. Bir arkadaşınınkiydi. Törenin katafalk önündeki bölümü olmasa da, ondan öncesi, en iyi oradan görülüyordu. Bakanlığın birçok mensubu o odaya toplanmıştı. Geçenleri hep birlikte izledik. Yabancı birliklerin her birinin giyimleri değişikti. Babam birliklerin bayraklarına bakarak, pencere başındakilere, şunlar İngiliz, bunlar Alman diye bilgi veriyordu. Atatürk’ün naaşının katafalktan alınıp istasyon yolundan Etnoğrafya Müzesi’ne gidişini oradan göremedik. Günler sonra sinemada yayımlanmaya başlayan haber filmlerinde görecektik. O gün törenden sonra Cumhurbaşkanı İnönü’nün Atatürk’e ‘Eşsiz kahraman Atatürk.Vatan sana minnettardır’ dediği ünlü ‘Millete Hitabe’si (seslenişi) yayınlandı.” Ezan okuma diliyle ilgili eski tartışma yeniden gündeme girdi BUGDÜÜNNDEEN CHP’ye hücum bahanesi MİYASE İLKNUR: Yeniden bir ler öne sürüyorlar. “Arapça ezanTürkçe ezan” polemi Ziya Gökalp, o dü ği başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, şüncesini şiirlerin Cumhurbaşkanlığı’nda düzenlenen de de ifade ediyor. “Atatürk’ü Anma” programındaki ko O dönem, malum, nuşmasında CHP’li bir milletvekilinin Osmanlı devletinde, o konudaki bir demecini vesile yapa “gayrimüslim” un rak CHP’ye hücum etti. Ezanın1932 yı surların yönetimde lından 1950 yılına kadar Türkçe okun daha etkili olduğu muş olmasını bir “zulüm” olarak nitele izlenimlerine kar Hafız Burhan di. Dedi ki: şı, Türk milliyetçili “Tek partili yönetim, elinden gelse ğinin harekete geç Türkiye’yi Alman Nazizmi, İtalyan fa tiği yıllar. Ziya Gökalp’in de, Türk milleti şizmi veya Sovyet sosyalizminden bi nin geleceğiyle ilgili olarak, bazı görüşle rinden birine sürükleyecek bir zihin ri var. Bunları bazı şiirlerinde anlatıyor. yapısına sahipti.” Ünlü bir şiirindeki mısralar şöyle: O dönemle ilgili tarih öğretimi için “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan oku de şunu söyledi: “Bize yalan söyleyen nur, / Köylü anlar manasını namazda bir tarih anlatıldı...” Bu konuda siz ne ki duanın /Bir ülke ki, mektebinde Türk diyeceksiniz? çe Kuran okunur / Küçük büyük herkes ALTAN ÖYMEN: O konuyla bilir buyruğunu Hüda’nın / Ey ilgili olayları üniversite öğrenci Türk oğlu, işte senin orasıdır si olarak izlemiştim. İzledikleri vatanın.” mi ve öğrendiklerimi “Değişim Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan Yılları” adlı kitabımda anlattım. ve Türkiye Cumhuriyeti kurul Anlattıklarımın hepsinin daya duktan sonra, yeni Türkiye’de nakları var. Millet Meclisi tu milliyetçilik akımının daha da tanakları var. Kitaplar var, bel geliştiği belli. Bir milli savaştan geler var. Yani, yazdıklarımın çıkılmış. O savaş sırasında, bir hepsi, “yalan” değil, “yanlış” da kısım “gayrimüslim” Osman değil, “doğru söyleyen tarih”in lı vatandaşlarının davranışla yansımasıdır. rı, Türkler arasındaki güvensiz Sizce de uygunsa, onlar Ziya Gökalp lik duygularını körüklemiş. “Va dan bir bölümünü burada da tandaş Türkçe konuş” kampan yayımlamak isterim. Çünkü, yaları başlamış. O kampanya “yanlış”ları tekrar tekrar söyleyerek, ya lar, Müslüman olan ama anadilleri başka zarak, meydanlarda, salonlarda “nutuk” olan vatandaşları da kapsar hale gelmiş. haline getirerek, sanki gerçekmiş gibi Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda ve algılatmayı hedefleyen bir yöntem var. sonrasında eski Osmanlı topraklarındaki Özeti de belli: “Ne söylersen söyle... Ama Araplardan bir kısmının tutumları da ha tekrar tekrar söyle. Söylediklerin gerçek tırlarda. Belirli cephelerdeki Osmanlı as dışı da olsa, tekrar tekrar işitilirse, ger kerlerine karşı sadece İngilizler değil, ba çekmiş sanılır.” zı Araplar da, Osmanlıya karşı savaşa ka M.İ.: “Değişim Yılları”, sizin “Anı tılmışlar. lı Kitaplar” dizinizin ikincisi... Konu O savaşlarla ilgili anılar da “Vatandaş su, 1940’lı yıllardan Türkçe konuş” kampanyasının hedefleri 1950’li yıllara geçiş ni daha da yaygınlaştırıyor. Cumhuriyet dönemi... Yani tek döneminin ilk bölümünde de, Rumcası, partili hayatın sona Ermenicesi, İbranicesi’yle birlikte Arapça erdiği yıllar. 1950’de da dahil, tüm yabancı dillere karşı, belir Demokrat Parti ikti li bir alerji var. dara geliyor. Ve her Ziya Göklp’in şiirinin “Bir ülke ki, ca alandaki icraatına miinde Türkçe ezan okunur” cümlesin başlıyor. O yıllar, ki deki temenni, öyle bir ortam içinde ge tabın başlığındaki lişmiş ve Atatürk’ün de isteğiyle Cumhu gibi: “Degişim Yılla riyet yönetiminin gündemine girmiştir. rı” yani... Önce dini açıdan bir çalışma yapılması A.Ö.: Evet, benim için de değişim yılla kararlaştırılmıştır. rı... Ben de çocukluktan gençliğe geçmi Sonrasını “Değişim Yılları” kitabından şim. Gazeteciliğe, henüz başlamamışım izleyelim: ama, heveslenmişim. Siyasal olayları iyi izlemeye çalışıyorum. 1932’deki komisyon Bu Arapça ezanTürkçe ezan konusu, “Atatürk’ün 1932’de yaptırttığı ça Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle bir lışma, önce ‘Türkçe ezan’ın din açısın likte hemen gündeme geldi. dan ‘caiz’ olduğu sonucunu verdi. Sonra Ama tabii, konunun hayli uzun bir geç bir komisyon kuruldu. Komisyon ezanın mişi var. Meşrutiyet döneminde başta Zi Türkçe çevirisini yapacak ve bunu ahenk ya Gökalp olmak üzere, bazı yazarlar ve içinde seslendirecekti. Ezan, camilerde politikacılar, ezanın Arapça yerine Türk bu örneğe göre okunacaktı. çe okunması gerektiği konusunda öneri Komisyonda, Hafız Burhan, Hafız Sa dettin Kaynak, Ha fız Nuri gibi döne min ünlü hafızla rı vardı. Önce eza nın birkaç çevirisi yapıldı. Hangisinin ahenginin daha mü sait olduğuna bakıl dı. Sonuçta ezanın Hafız Sadettin Kaynak Türkçe metni şöyle belirlendi: “Tanrı uludur, / Şüphesiz bilirim, bildiririm / Tanrı’dan başka yoktur tapacak, / Şüphesiz bilirim, bildiririm / Tanrı’nın elçisidir Muham med / Haydin namaza, haydin felaha / Namaz uykudan hayırlıdır.” Bu metnin okunuşu ve söylenişi tekrar tekrar denendikten sonra, Diyanet İşle ri Başkanlığı’nca kabul edildi. Başkanlık camilere genelge yayınladı. ‘Ezan Arapça değil Türkçe okunacak’ talimatını verdi. Arapça okuyanların bunun cezasını göre ceği bildirildi. Genelgenin tarihi 18 Temmuz 1932’ydi. O günden sonra Türkiye, Gökalp’in şiirindeki gibi ‘camiinde Türk çe ezan okunan’ bir ülke haline geldi. Buna yer yer tepkiler de ortaya çıktı. Atatürk devrimlerine zaten tümüyle kar şı olan gruplar ise, bunu rejime karşı mu halefet etmenin gerekçelerinden biri ha line getirdiler. Ülkede yer yer, uygulama ya direniş halinde Arapça ezan okuma gi rişimleri kendini gösterdi. Bunu yapanlar ceza gördü. Ceza var mı, yok mu? Cezalar, mahkemelerde Ceza Kanunu’nun 526’ncı maddesine göre veriliyordu. Gerçi maddede ‘Arapça ezan okumak’ diye bir suç yoktu. Somut olarak sayılan suçlar maddenin ikinci fıkrasındaydı. ‘Şapka Kanunu’ veya ‘Türk harflerinin kullanılması gibi kanunlar’a muhalefet etme suçlarından ibaretti. Maddeye göre, o suçların failleri üç aya kadar hafif hapis veya 10 liradan 200 liraya kadar hafif para cezasına çarptırılıyorlardı. Maddenin ilk fıkrasında bir ‘genel ifade’ vardı. Arapça ezan okuyanlar o ifadeye göre cezalandırılıyorlardı. Bunun metnini dili karmaşık da olsaburaya almalıyım. Çünkü Menderes hükümetinin ‘Arapça ezan’ operasyonunun anlaşılması için, bilinmesinde fayda vardır. O genel ifade şöyleydi: “Selahiyetli (yetkili) makamlar tarafından adlî muameleler (adaletle ilgili işlemler) dolayısıyla veya amme emniyeti (kamu güvenliği) veya amme intizamı (kamu düzeni) veya umumî hıfzıssıha mülahazasıyla (genel sağlığın korunması düşüncesiyle) KANUN VE NİZAMLARA AYKIRI OLMAYARAK VERİLEN BİR EMRE İTAAT ETMEYEN VEYA BU YOLDA ALINMIŞ BİR TEDBİRE RİAYET EYLEMEYEN KİMSE (...) bir aya kadar hapis veya 50 liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılır.” ‘Teşrin’ ve ‘Kânun’ MİYASE İLKNUR: Bu yazılarda ay adları belirtilirken “Kasım” yerine “İkinciteşrin” deniliyor. Bu ne kadar sürdü? ALTAN ÖYMEN: 1945’e kadar sürdü. Sadece Kasım için değil, dört ay için durum öyleydi. Ekim’e “Birinciteşrin”, Kasım’a “İkinciteşrin”, Aralık’a “Birinci Kânun”, Ocak’a “İkinci Kânun” denilirdi. “Kânun” üstüne “şapka” konulması şarttı. Yoksa, sözcük “Kanun” diye okunur, “yasa” anlamına gelirdi. Ama öyle denilmesi bile bir aşamaydı. O sözcükleri birinci, ikinci gibi de değil, daha da eski adlarıyla kullananlar vardı. Birinciteşrin yerine Teşrini evvel, İkinciteşrin yerine Teşrini sani diye kullananlar vardı. Tabii, “Kânun”lara da Kânunı evvel, Kânuni sani diyenler... Hele yaşlılar, hatta orta yaşlılar arasında da ay adlarının o eski halinden vazgeçmemiş olanlar çoktu. Benim babam bile zaman zaman öyle derdi. Çocuklar da bazen yaşlılara özenirlerdi. Onlar da “evvel”li, “sani”li konuşurlardı. Gazeteler bile Ekim’e, Kasım’a, Aralık’a alışmak şöyle dursun, “evvel”li, “sani”li sözcüklerden kurtulmakta güçlük çektiler. Şimdi burada 10 Kasım gününün üç gazetesine bakarken şunu gördük: Bazı gazeteler örneğin Cumhuriyet “10 İkinciteşrin” diye yazıyor. “Kasım”ı, bazısı mesela Akşam “Teşrini sani” demeye hâlâ devam ediyor. Buna karşı, daha reformist olan bir gazete var. O “Birinci Teşrin” aşamasını da geçmiş “İlkteşrinSonteşrin” söz 3 gazetede Kasım’ın adı farklı. Biri ikinciteşrin diyor, biri sonteşrin, öteki ise teşrinisani... cüklerini kullanıyor. O konu bizim aile içinde de tartış ma konusuydu. Dil devrimi sırasındaki kelime oluşturma çabaları sırasında, annem “Birinci Teşrinİkinci Teşrin” demeyi benimsemişti. Ama anneannem “Teşrini evvel, Teşrini sani”de ısrar ediyordu. Teyzem öğrenimine devam ediyordu. Edebiyat öğretmeni olmak üzereydi. Daha devrimci bir adım atmıştı. “Kelimeler, ne kadar kısa olursa o kadar iyidir” hesabıyla, o dört aya “ilk teşrinson teşrin ilk kânunson kânun” adını takmıştı. O kısaltmayı uygulayan başkaları da vardı. “Ekim – Kasım – Aralık – Ocak” aşamasına gelinmesinin kesinleşmesi ise, 1945’te Anayasa’nın Türkçeleştirilmesi sırasında oldu. Anayasa metninde sıra o ay adlarının geçtiği maddelere gelince, Behçet Kemal Çağlar’ın daha önce verdiği bir kanun teklifi akıllara geldi. Anayasa görüşmelerine ara verilip, o kanun değişikliği görüşüldü. Kabul edildi. Anayasa’daki eski ay adları da ona göre değiştirildi. 1941 yılına kadarki uygulama Evet, bir ay hapis veya 50 liraya kadar para cezası... Arapça ezan okuyanlar bu fıkraya göre cezalandırılıyordu. Tabii, büyük kısmı da haklarındaki soruşturmadan 510 liralık bir ‘hafif para cezası’ ödeyerek kurtuluyordu. Ama bu gene de caydırıcı oluyordu. Arapça ezan okumaya en fazla önem verenler de, 510 liralık cezayla kurtulacaklarını bilseler bile, bu yüzden karakola, jandarmaya götürülüp haklarında soruşturma açılmasını istemiyorlardı. Böylece, genelgenin üzerinden sekiz dokuz yıl geçti. Yeni bir önleme ihtiyaç duyulmadı. Fakat daha sonra 1941 yılında bir gelişme oldu. Anlattığımız maddeye göre para cezasına mahkum edilenlerden biri veya avukatı ‘Bu ceza kanunsuzdur’ gerekçesiyle Yargıtay’a başvurmuştu. Yargıtay da başvuruyu haklı bulup, mahkeme kararını bozmuştu. YARIN: CHP’NİN TUTUMU C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle