28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 1 Kasım 2018 TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Almanya’da Hitler Avrupa’da 1922’de Mussolini’yi iktidara getiren İtalya’dan 10 yıl sonra Almanya Adolf Hitler’in liderliği altına girmişti dizi 7 Çocuk gözüyle İki ayrı alfabe MİYASE İLKNUR: Dün Avrupa’ da 1920’lerdeki, 30’lardaki geliş meleri anlatırken, savaş yanlısı iki ülkeden ilkinin liderini anlattı nız. 1922’de iktidara gelen Faşist Parti’nin “Duçe”si Mussolini’yi... Bugün sıra, Almanya’da 1933’te iktidara gelen Almanya’nın “Führer”i Hitler’de... Onu anlata caktınız. Nasıl geldi o, iktidara? ALTAN ÖYMEN: Almanya’da Hitler’in iktidara gelişi veya geti rilişi, seçim yoluyladır. 1889’da kuzey Avusturya’nın Braunau şehrinde bir gümrük memuru nun oğlu olarak doğan Adolf Hit ler, ilköğrenimini doğduğu şehir de bitirdikten sonra, orta öğreni mine Linz şehrinde başladı. Ressam olmak istiyordu. Okuldaki klasik derslerle ilgili değildi. Da 1933’te başbakan olan Adolf Hitler, 1934’te Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümünden sonra onun da görevini üstlendi. Ve iki görevi de kapsayan bir kelime olarak, sadece “Führer” unvanını kullanmaya başladı. Fotoğraflarının altında da şu ifade yer almaya başladı: “Tek millet, tek devlet, tek Führer”. ha çok resimle meşgul oluyordu. Naziler’in “Heil Hitler” diye ellerini kaldırarak verdiği selam ise, devletin “resmi selam”ı haline geldi. Babasının 1903’te ölümün den bir süre sonra inşaat işçisi olarak çalıştı. Sonra Viyana’ya geçti. Oradaki Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazılmak için sınavlara girdi, kazanamadı. Gene de resim yapmaya devam etti. O yolla para kazanmaya başladı. Sonra Münih’e geçti. 1914’te Birinci Dünya Savaşı çıkınca, gönüllü olarak Bavyera ordusuna katıldı. Onbaşı oldu. Savaşta yaralandı. Madalya aldı. Savaştan sonra ise siyasete ilgisi arttı. Önce “Alman İşçi Partisi” adındaki küçük bir partiye girdi. Orada topluluklara hitap etmekte başarılı olduğu saptandı. Partideki görev yerleri yükseldi. Sonuçta tüm partinin başkanı oldu. Partisinin adına “Nasyonal sosyalist” sözcüğünü ekledi. Türkçesiyle “Milli Sosyalist Alman İşçi Partisi” oldu o partinin adı. “Nazi” adı, o adın Almancadaki sözlerinden çıktı. Almanca ad, “Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei” idi. (Kısaltılmışı: NSDAP)... Partinin yandaşlarına kısaca “Nazi” denilmeye başladı. Dış düşman Fransızlar, iç düşman Yahudiler Sonra, Mussolini’nin “Karagömlekliler” topluluğunu andıran SA (Sturmabteilung) birliklerini kurdu. (Sturm, Almanca’da hem hücum, hem de fırtına anlamına geliyor.) SA birliklerinin resmi görevi, “partinin toplantılarını düzenlemek ve korumak”tı. Ama bu, fiilen, başka gruplara ve kişilere karşı saldırılar düzenlemek anlamını da taşıyordu. Parti, Almanya’nın genel seçimlerine 1924 yılından başlayarak katıldı. İki seçimin yapıldığı o yılın Mayıs’ında, önce yüzde 6.5 oranına ulaşarak 32 milletvekili çıkardı. Ama 7 Aralık’taki ikinci seçimde oy oranı yüzde 3’e, milletvekili sayısı 14’e indi. 1928’de ise o oran yüzde 2.6’ya, o sayı 12’ye düştü. İnişten sonraki çıkış Daha sonra ise 1929 dünya ekonomik buhranıyla birlikte başlayan büyük işsizlik dalgasının da etkisiyle, partinin oy oranı ve milletvekili sayısı, hızla yükselmeye başladı.1932’nin 6 Kasım’ındaki seçimde oy oranı 37.27’ye, milletvekili sayısı önlemi alınmasının gölgesi altında yapdı. Sonuçta Hitler’in partisi oyların yüzde 43.9’unu aldı. Alman Meclisi’nin 647 üyeliğinden 288’ini kazanarak birinci parti oldu. Ve Meclis’te kendisine yakın sağcı partilerin de katkısıyla mutlak çoğunluğu elde etti. Almanya’nın gelişmeye başlamasının en önemli adımı Avusturya’nın ilhakıydı. Avusturya, Hitler’in vatandaşı olarak doğduğu ülkeydi. Birleşmenin afişlerinde Avusturya haritasıyla birlikte Hitler’in resimleri de yer alıyordu. o ülkenin vatandaşlarının Alman olduğunu, dolayısıyla topraklarının da Almanya’ya geçmesi gerektiğini öne sürüyordu. Bu konu Avusturya vatandaşları arasında tartışmalıydı. Ama konu, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra, Alman gizli ve açık servislerinin etkisi ve baskısı altında, Hitler lehine sonuçlandı. Hitler’in orduları, bir sabah vakti harekete geçti. Avusturya’ya girdi. Ülke, Almanya’ya katılmış oldu. Südet bölgesinin işgali Hitler’in bir başka hedefi, Almanya’nın komşusu Çekoslovakya’nın Südet bölgesinin Almanya’ya katılmasıydı. Bu da savaşa gerek kalmadan çözüldü. O çözüm şöyle gerçekleşti: Hitler, Birinci Dünya Savaşı sonunda oluşturulan Çekoslovakya’nın Südet bölgesinde yaşayanların Alman olduklarını öne sürerek o bölgenin Almanya’ya katılmasını istiyordu. Hitler’in yayılmacılığını önlemek için barış yollarını deneyen İngiltere ve Fransa’nın başbakanları Chamberlain ile Daladier, o konuyu Hitler ile konuşmayı kabul etti. İki başbakan Almanya’ya geldiler. Partinin hücum hedefleri, dışta Almanya’ya kabul ettirdikleri ağır barış koşulları dolayısıylaFransa başta olmak üzere, Birinci Dünya Savaşı galipleriydi. İçerdeki hedefler ise “Yahudiler” ile “kömünistler”di. Yahudiler, ırkları yüzünden suçlu sayılıyordu, komünistler de siyasal görüşleri yüzünden... Tabii, “komünistler” denilince, Almanya’nın “sosyal demokrat”ları 230’a kadar yükseldi. Aynı yılın ikinci seçiminde o sayılar düşse de, Hitler’in partisi, Meclis içinde, gene en güçlü parti haline gelmişti. Cumhurbaşkanı Mareşal Hindenburg, Hitler’i bir koalisyon hükümeti kurması için başbakanlığa tayin etti. 1919’da kurulan Alman Cumhuriyeti’nin anayasasına göre, cumhurbaşkanının yetkileri genişti. Gerekli gördüğü za Gerçi, seçime milletvekili adayı olarak katılan politikacılarından bir kısmı (o arada Komünist Partisi’nin 81 milletvekili ile Sosyal Demokrat Parti’nin 20 milletvekili) tutuklu oldukları için toplantıya katılamamıştı. Ama katılsalar bile sonuç değişmeyecekti. Hitler, hükümeti kurma yetkisi aldıktan başka, Anayasa’nın temel hükümlerini de fiilen değiştiren genel bir Hitler de, kendisine yakın bir politikacı olarak Mussolini’yi çağırdı. Dört politik lider olarak Çekoslovakya konusunu görüştüler. Ve Hitler’i haklı buldular. Çekoslovakya hükümetine sormaya bile gerek duymadan, Hitler’e “Tamam” dediler. Hitler de hemen hareket etti. Çekoslovakya’nın Südet bölgesini işgal etti. Çekler, buna fazla ses çıkarmadılar. O ko da kömünistlerin yoldaşları sayılı manlarda, anayasanın bazı mad olağanüstü hal kanunu çıkarma nu da bitti. (Bir süre sonra Hitler, yor ve “vatan haini” sınıfına soku delerini yürürlükten kaldırıp, imkânı da buldu. Çekoslovakya’nın Çek bölgesinin luyordu. Onlarla birlikte de, siya “Cumhurbaşkanı kararnamesi” O kanun yoluyla, tüm kanunla geri kalanını da işgal altına aldık sal yelpazenin “sol”unda oldukla çıkarma yetkisi vardı. rı Meclis yerine hükümet olarak tan başka, Slovakya bölgesinde de rı varsayılan tüm kişiler... Sonuçta, ülkedeki siyasi çatış (fiilen Başbakan olarak, tek başı kendisinin etkisi altında bir devlet Hitler’in başkanlığındaki malardan ve son olarak çıkan ün na) çıkarma yetkisi dahil, birçok kurduracaktı.) NSDAP, kısa zamanda büyüdü. lü Reichstag (Alman Parlamen yetkiyi kendisinde topladı. Ve Sonra Mussolini’nin yaptıkları 1924’te Bavyera’da, hazırlıksız tosu) yangınından sonra, koalis Nazi Partisi’nin dışındaki siya nın hepsini yapmaya başladı. ve biraz da çocukça bir hükü yon Hükümeti Başbakanı Hitler, si partiler ile bir kısım dernekle Ertesi yıl 1934’te Cumhurbaş met darbesi girişiminde bulundu. Cumhurbaşkanı Hindenburg’u, ri ve yayın organları dahil, birçok kanı Hindenburg ölünce, onun Başarısız oldu. olağanüstü yetkiler kullanmasına kurum ve kuruluşu kapattı. da yetkilerini üstlendi. Tam bir Hitler tutuklandı. Hapse imkân veren kararnameleri çıkar Birinci Dünya Savaşı’ndan son “tek adam rejimi” kurdu. Kendisi mahkum oldu. Bir yıl kadar ce maya ikna etti. ra parçalanan AvusturyaMaca ni Almanya’nın “Führer”i (lideri) zaevinde kaldı. Fakat cezaevinin 6 Mart 1933’te yapılan yeni se ristan İmparatorluğu’nun ortadan ilan etti. şartları iyiydi. Orada, kendisi gi çimler, o kararnameye göre mil kalkmasından sonra, imparator 1938 yılının sonbaharına gelin bi hapsedilen arkadaşlarına dikte letvekilleri dahil, şüpheli görü luk topraklarının başkent Viya diğinde, Hitler artık, ülkedeki ka ederek oluşturduğu ünlü “Mein len herkesin tutuklanabilmesi na çevresindeki bir bölümü Avus yıtsız şartsız egemenliğini pekiştir Kampf” (Benim Savaşım) adlı ki ne imkân veren yetkilerin kulla turya haline gelmişti. Kendisi de miş ve dış politikadaki yayılmacı tabını yayına hazırladı. nılmasının ve daha birçok baskı doğuştan Avusturyalı olan Hitler, adımlarını sürdürmeye başlamıştı. TürkAlman ilişkileri 1922 yılının Alman basınında İzmir’in kurtuluşu haberleri. Türkiye’nin aslında Hitler Almanyası’yla bir alıp veremediği yoktu. Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılmıştı. O savaşta yenilgiye uğrayan ülkeler arasında, kendisine dikte edilmek istenen koşulları reddeden ve kendisini işgal kuvvetlerine karşı yeni bir devlet kurup savaşarak koruyabilen tek ülke vardı. O da Türkiye’ydi. İşgalden kurtardığı toprakları üzerinde, padişahlığı kaldırmış, “Türkiye Cumhuriyeti”ni kurmuştu. Lozan’da imzaladığı barış antlaşmasından sonra geride kalan sorunlarını, barış içinde çözmeye çalışıyordu. Türkiye’nin bu durumu, Avrupa ülkelerinin çoğunda, 1920’li yıllardan beri çok olumlu izlenimler bırakmıştı. Hele Birinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki Almanya’nın basınında, gerek Mustafa Kemal Paşa, gerek komutası altındaki Türk ordusu hakkında övgü dolu yayınlar yapılmıştı. Türkiye’nin 192223 yıllarındaki Mudanya Mütarekesi ve Lozan Antlaşması sı rasında yoğunlaşan yayınlar daha sonraki yıllarda da devam etmişti. Sonuç olarak, 1930’lu yıllarda, dünya yeni bir büyük savaşın eşiğine geldiği sıralarda, Türkiye’nin Almanya ile bir sorunu yoktu. Ama Türkiye’nin, Almanya’nın yanında olan İtalya’yla önemli bir sorunu vardı: Mussolini İtalya’sı ile Hitler Almanya’sının birlikteliği ise giderek pekişiyordu. SONRAKİ YAZI: 12 ADADA SİLAHLANMA Aynı yaştaki çocuklara iki ayrı alfabe... Şehir çocuğu ile köy çocuğunun giyimleri gibi atları da farklı. Şehir çocuğu Altan’da “anasının kuzusu” hali var. Köy çocuğu Altan ise hem de kimseye ihtiyaç olmadan çıplak ata bile binebiliyor. Altan Öymen’in çocukluk anılarından okula başlayışıyla ilgili bölüme devam ediyoruz. Bizim sınıfa önce bir erkek öğretmen geldi, son (o zamanki adıyla 29 Birinci Teşrin’de) veya biriki gün önce okulda törenler yapıldı, şiirler okundu. Öğretmenler, padişahlar zamanıyla Atatürk zama ra da genç bir hanım öğret nını karşılaştırdılar. Özel men... Sonra gene bir deği likle okulların eskiden na şiklik oldu. Öğretmenlerimin yüzünü hatırlıyorum, ama isimlerini hatırlamıyorum. İkinci sınıfa geçin sıl olduğunu anlattılar. Bunun karşılaştırmalı resimleri de vardı. Okulda da vardı, evde babamın getir ce okulum değiştiği için diği kitaplarda, dergilerde onları bir daha görmedim. de vardı. Öğretmenler benim hatmettiğim alfabe kitabından, okumayı öğretmeye çalışıyorlardı. Alfabedeki Ancak, tabii Cumhuriyet’in o yıldönümünü kutlama havası hayli buruktu. Her 29 Ekim’de Ankara’da Altan’lı cümleler sayesin bulunan Atatürk,bu de de adım, herkes tarafından fa İstanbul’daydı. Hastay kısa zamanda öğrenilmişti. Sadece bizim sınıfta değil, koca okulun hiçbir sınıfında benden başka “Altan” yoktu. Bu da tanınmamı dı, gelemiyordu. Hipodrom’daki tören gene coşkulu oldu ama, onsuz yapıldı. Şehir ve köy kolaylaştırıyordu. Ama alfabe sayesindeki bu “şöhretim” teneffüslerde oyun oynarken benimle dalga geçilmesine de yol açıyordu. “Altan ata atla” veya “Altan ata ot at” diye tempo tutanlar oluyordu. Altan adı, babamın adı gibi, hiç yaygın olmayan bir addı. Daha yeni “icat” edilmişti. Öyle ki, ben alfabe kitabını görene kadar adı Altan olan başka birini bilmiyordum. Hatta var olacağını da sanmıyordum. Gerçi bana bir de “Mehmet” diye “göbek adı” koymuşlardı. Nüfus kâğıdımda adım Mehmet Altan olarak yazılıydı. Ama beni çağırırken, kimse Mehmet’i kullanmıyordu. Tabii, adım sorulunca ben de kullanmıyordum. Sadece “Altan” diyordum. Şunu daha sonraları öğrenecektim. Bizim alfabelerimiz şehirlerde okunan alfabelerdi. Köylerdeki okullarda ise, biraz değişik bir alfabe vardı. Yazıları aynıydı. Çocukların adları da öyleydi. Altan ve Suna’ydı. Ama çocukların kıyafetleri ve hareketleri farklıydı. İki alfabenin aynı konudaki sayfaları karşılaştırılınca şu görülüyordu: Şehirlerdeki alfabenin çocukları, biraz “ana kuzusu” görünüşündeydi. Mesela, “Altan ata atla” yazısının üstündeki Altan’ın atı, tahtadan bir oyuncak attı. Üzerinde oturunca, bir öne bir arkaya, hareket haline geçiyordu. Tabii, o ata evde, annebaba gözetiminde binilmesi esastı. Köydeki köy çocukları ise, çıplak sDoilnDraevrimi’nden Şunları tabii, sonradan öğrendim: (Altan adı, Dil Devrimi’yle birlikte ortaya çıkmış bir addı. O devrimle dil, Arapça ve Farsça’nın etkisinden kurtarılıp Türkçeleştirilmeye çalışılıyordu. Soyadları gibi adlarında Türkçe kökenden gelmesi özendiriliyordu. Çocuk bekleyen anababalar için, gazetelerde, “Türkçe adlar” listeleri yayımlanıyor, bunları toplayan rehber kitaplar basılıyordu. Altan adı da, o akımın ürünüydü. Anlaşılıyor ki, bunu ilk seçip kullananlardan biri babamdı. Alfabe kitabının tüm okullarda tek tip ders kitabı olması daha sonraydı.1935’te bunun için bir yarışma açılmış, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kurduğu bir komisyon 46 aday arasından o alfabeyi seçmişti. 1936’dan itibaren (sanırım 1945’e kadar) ilkokulda okuyan tüm çocuklar okuma yazmayı artık o kitaptan öğreniyorlardı. Altan adının anlamı basit. Çocukken resmini yapardım. İki dağın arasındaki”tan” yerinden bir güneş doğuyor. Rengi kırmızı. Altan... Başka bir iddiası yok. Bundan ibaret.) Cumhuriyet’in 15’inci yıldönümünü okula başladığımın ikinci ayında yaşadık. Okulda da her yer süslendi, caddelerde, meydanlarda da. 29 Ekim’de ata bile tek başına hâkim olabilen usta biniciler pozundaydı. KreöfyorEmnustniatüdsoüğru Gene sonradan öğrenecektim: Alfabe basımlarındaki bu şehirköy ayrımının nedeni şuydu: Ülkede, şehirlerin, gerek ekonomik, gerek sosyal durumların köylere göre çok daha hızlı geliştiği belliydi. Köylerin o hıza ulaşması, epey zaman alabilirdi. O süre içinde köy çocuklarına, şehir çocuğu imajlarıyla hitap etmek, hem güçtü, hem de sakıncalıydı. Türkiye’nin her yerini bir an önce aynı olanaklara kavuşturma hedefine, elbet bir gün ulaşılacaktı. Ancak o vakte kadar, köylerin şehirlerden ayrı özelliklerini göz önünde tutmak, gerçekçiliğin gereğiydi. Şehir ve köy farklarına, 1930’lu yıllardaki bakış açısı böyleydi. Bunun sonucu olarak da, köylerde yaşayan halkın, şehirlere göç etme eğilimlerine gerek bırakmayacak önlemler alınmasına çalışılıyordu. Bu, ülkede uygulanmasına çalışılan “tarımı geliştirme” seferberliği açısından da önemliydi. Köylerin kalkınması için, köy koşullarına uygun eğitim olanakları sağlayacak projelerin temelinde de aynı görüş vardı. Bunların uygulaması eğitmenlik kurslarıyla başlamıştı. Birkaç yıl içinde Köy Enstitüleri hamlesine geçilecekti. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle