22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Cuma 12 Ekim 2018 kultur@cumhuriyet.com.tr İlk konuk Evin İlyasoğlu FMV Işık Okulları’nın 5 yıldır düzenlediği FMV Kültür Konferansları dizisinin bu eğitim öğretim dönemindeki ilk konferansı, Evin İlyasoğlu ile başlıyor. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve gazetemiz müzik yazarı Evin İlyasoğlu 19 Ekim’de FMV Işık Okulları Nişantaşı Kampusu’nda, “İstanbul’un Sesleri” konulu bir konferans verecek. Katılımın herkese açık ve ücretsiz olduğu konferans, 19 Ekim Cuma günü saat 18:00’de FMV Işık Okulları Nişantaşı Kampusu, Sacit Öncel Konferans Salonu’nda gerçekleştirilecek. EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: FUNDA YAŞAR ER 13 umhurbaşkanlığı bünyesinde oluş Fazıl Cturulan 9 ayrı politika kurulundan biri olan Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’na ünlü besteci ve piyanist Fa Say’dan zıl Say’dan itiraz geldi. Say, kendi Instagram hesabından yaptığı açıklamada kurulu “Geçerli değildir ve ciddiye alına kurul maz” ifadeleriyle değerlendirdi. Hatırlanacağı üzre geçen salı Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan bir açık tepkisi lama ile 9 ayrı politika kurulu oluşturul yiğit), yazar Prof. Dr. İskender Pala, hattat Mehmed Özçay, tarihçi, yazar Murat Bardakçı, Orhan Gencebay, yazar Rasim Özdenören, Cemil Meriç’in kızı sosyolog Prof. Dr. Ümit Meriç. Fazıl Say tüm bu isimleri sıraladığı ve ‘Umarım yazdıklarım bir yere ulaşır’ ibaresini de eklediği bir görseli paylaştığı Instagram hesabında şu açıklamaya da yer verdi: “Üzülüyorum. Umarım bu kurul, bu seçim yeniden düşünülür. Bu çünkü ka lentim olmadan Türk halkının iyiliği için söylüyorum.” Fazıl Say’ın açıklaması şu sözlerle devam ediyor: “Ben ‘Türk kültür sanatı dünya yarışında varolsun’ istiyorum, bu kuruldaki kimsenin de kalbini kırmak istemem, mesele sanırım onlarda değil onları seçenlerde... Ne ben böyle bir kurulda zaten yer almak istemezdim (ne kurulu? Bırakın yapalım sanatımızı), böyle bir kurul olmasını bile doğru bulmuyo Dünyaca ünlü bestecimiz Fazıl Say, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulan Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’na karşı tepkisini sosyal medyadan dile getirdi. Say, ‘Böyle bir kurulun olmasını bile doğru bulmuyorum’ dedi. duğu kamuoyuna duyurulmuş ve Kültür Sanat Politikaları Kurulu’na da şu isimlerin getirildiği açıklanmıştı: Alev Alatlı, Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Havva Hümeyra Şahin, Hülya Soydan (Koç bul edilebilir değildir... Maalesef ‘Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’ adı altındaki bu liste tüm etik standartlarda benim için; geçerli değildir ve ciddiye alınamaz. Bunu samimi olarak ve hiçbir bek rum... Böyle bir seçimin Türk halkının gelecekteki kültür sanat anlayışına iyi yansımayacağını düşünüyorum. Naçizane fikrim budur. Rahatsızlık verdiysem kusuruma bakmayın.”l Kültür Servisi Zıt kutupların Ursula ve Yusuf Katipoğlu çiftinin ‘Birikim’ adlı sergisi Galeri Diani’de 27 Ekim’e kadar görülebilir. Sergi, yolları ‘Birikim’i Türkiye’de 38 yıl önce kesişen iki sanatçının sanatta ve yaşamda birlikteliklerindeki ‘Birikim’lerinden oluşuyor Ursula ve Yusuf Katipoğlu çiftinin ‘Birikim’ adlı sergisi Galeri Diani’de yatım da çok önemli. Gezerken her yerde renk ararım ve hafızama kaydederim. Rengi bil açıldı. 27 Ekim’e kadar süre mek ve uygulamak bir tecrübe cek serginin adından da an ve zekâ işi. Hayatımda ilham laşıldığı gibi sergi, yolları Türkiye’de 38 yıl önce kesişen iki sanatçının sanatta ve ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK veren en önemli şey renk ve resimlerimde beni tanımlayan ve yansıtan en önemli unsur” yaşamda birlikteliklerindeki ‘Biri olarak kendini tanımlayan Ursula kim’lerinden oluşuyor. İsviçre’nin Katipoğlu ile yeni sergileri “Birikim”i Wallis yöresi dağlarından gelip, Ka konuştuk. radeniz Trabzon’da yolları kesişen n Serginin oluşum sürecinden Ursula ve Yusuf Katipoğlu çifti için bahseder misiniz? zıt kutupların yaşamda birbirini kuv Sanatçı tabiatın bir parçasıdır ve ay vetle çekmesi bir başarı kaynağı ol rı tutalamaz. Tıpkı bir ağaç gibi me muş adeta. sela vişne ağacını düşünün zamanı Ursula Katipoğlu İsviçre’nin karlı gelince çiçek açar sonra meyveler ve yamaçlarda kayan bir kayakçı, Yusuf rir. Ağaç var olduğu sürece çiçek aç Katipoğlu yerinde duramayan ve sü maya devam edecektir. Serginin olu rekli gezen bir ressam. şumu da bunun gibi kaçınılmazdır. “Bana beni sorarsanız; ben bu yaş İkimizde sergi sürecinde tabiatın, ha ta anladım ki sanatçılık genetik kro yatın oluşumlarını inceledik. Karak mozomdan geliyor. Sonra onunla ya terlerimiz birbirimizden çok farklı ve şamaya alışıyorsunuz” diyen Yusuf farklı bakış açılarımız var ama bera Katipoğlu ve “Benim için renk her ber sergi açacağımız için ortak bir dil şey. Resimlerimdeki gibi günlük ha oluştumaya çalışıyoruz. Yusuf Katipoğlu Ursula Katipoğlu nResim serüveniniz nasıl başladı? Y. K.: Ressam olmaya karar verişim ya da bunu fark edeşim D.Y.O’nun 10. yıl resim yarışmasını kazanmamla başladı. O zamanlar dürüst ahlaklı yarışmalar vardı. Ben ilk kez o zaman resimden para kazandım. İnsana bir özgüven geliyor. Düşündüm ki Türkiye genelinde 15 ressamdan biriyim. Kaderim ressam olmak o zaman dedim. U. K.: Yurtdışında klasik bir eğitimi bitirdikten sonra Türkiye’ye yerleştim. Soyut resim yapmaya başladım.. Bana daha özgürce geliyor ve heyecan veriyor. n Sergide yer alan yapıtlarınız ayrı ayrı biliyoruz ama merak ediyorum hiç birlikte resim yaptınız mı? Y. K.: Biz birlikte hiç resim yapmadık. Birçok zaman birlikte sergiler açtık. Onun dışında sırf eğlence amaçlı sanat olmadan bazı resimler yapmışızdır ama birlikte sanat olmaz. Tabii ki birlikte gezdik, gördük birbirimizden beslendik ama sanata gelince ayrı bireylerdik. U. K.: Kırk sene önce turist olarak Türkiye’ye gezmeye geldim. Trabzon’da eşim ressam Yusuf Katipoğlu ile tanıştım. Ve birbirimizden sanat anlamında çok etkilendik. SADELİK VE ŞEHİR Ursula Katipoğlu, sanatsal dilinin tuvale aktarımında her zaman için öncelikle renklerle düşünüp, sonrasında renklerin uyum ahenk ve zıtlığını, açık koyu dengelerini kurup formlarını ona göre yerleştirdiğini belirtiyor. İstanbul’da yaşadığı otuz yılı aşan zaman diliminden sonra ilginçtir ki, o bu şehrin kentsel değişim olgusuna, farklı bir açıdan bakıyor. Şehrin her bir yöresini kaplayan gökdelenlere hafif bir hayranlık duyarak bir tür anıtsal heykel tadında şehir manzaraları yapıyor. Yusuf Katipoğlu ise, “Her resmim benim için taze bir nefes, ses, koku ve dokulu olmalıdır’’ diyecek kadar heyecanla bir tabloya başlar. Her ne kadar “Resimde ve yaşamımda meselem sadelik üzerine kurulmuştur” dese de hayallerinin define avcısı olduğundan tuvalini, aradığı defineyi bulana kadar kazırcasına işler. 48 yıllık buluşma Ankara yeni sanat galerisine kavuşuyor Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği (BRHD), 48 yılın ardından kendi dernek merkezinde bugün sanatseverlerle buluşacak. Köklü bir geçmişe sahip olan ve sanat dünyasına önemli katkılarda bulunan BRHD, 48 yılın ardından kendi dernek merkezinde faaliyet göstermeye devam edecek. Ankara Yıldızevler’deki dernek merkezi ve sanat galerisi, galeriye isminin de verildiği Tuğrul Velidedeoğlu`nun yapıtlarından oluşan “Anlar, Anılar Resim Sergisi” ile bugün açılacak. Tüm Ankaralı sanatseverlerin davetli olduğu açılış, saat 18.00’de yapılacak. Tuğrul Velidedeoğlu’nun resim sergisi ise ay sonuna kadar, pazartesi günleri hariç, her gün 10.30 ve 19.00 saatleri arasında gezilebilecek. BRHD, seramik sanatçısı Profesör Doktor Hamiye Çolakoğlu’nun evinde 1970 yılında, kendisi, Fethi Arda, Kayıhan Keskinok, Lütfü Günay, Muammer Bakır, Nevzat Akoral, Osman Zeki Oral ve Turan Erol tarafından kuruldu. Derneğin 48. kuruluş yıldönümü geçen nisan ayında kutlanırken, BRHD Yönetim Kurulu Başkanı, ressam Hüseyin Yıldırım, “Varlığımızı var etmek, var ola nı duygu ve düşünce dünyamızın süzgecinden geçirerek, farklı oluşumlar sunmak, geleceğe eser bırakmak, bir anlamda yaşadığımızın da kanıtı niteliğindedir. Genç yaşta resme sevdalanan, çok iyi sanat eğitimcisi ve ressamlardan ders alan Tuğrul Velidedeoğlu, bu dışavurumu gerçekleştirme, farklı oluşumlar sunarak, geleceğe eser bırakma konusunda azmini ve heyecanını hiç kaybetmemiştir” dedi. l ANKARA/Cumhuriyet Evin direği Dede Korkut Kitabı’nda Dirse Han’ın, eşini överken söylediği deyiş, “Kadunum, ziregüm, dölegüm” dizesiyle son bulur. Dizede yer alan “ziregüm” sözcüğü; “hünerli, akıllı, anlayışlı”, anlamına gelir. Semih Tezcan, Dede Korkut Oğuznameleri Üzerine Notlar adlı incelemesinde, “direğim” sözcüğünün yanlışlıkla “ziregüm” diye yazıldığı olasılığından söz ediyor. Tezcan’ın konuya yetkinliğinden güç alarak, yazıma “Evin direği” başlığını uygun buldum. 45 kadın! Eylül ayında, 45 kadın öldürülmüş. Cinayetlerin 11’i şüpheli ölüm olarak kaydediliyor. 12 kadının öldürülüş nedeni saptanamamış. Kadınların 13’ü kendi hayatına dair karar almak isterken, 16’sının faili meçhul, 11’i evli olduğu, 6’sı birlikte yaşadığı erkek, 5’i akraba ya da tanıdığı kişiler, 2’si babası, 2’si tanımadığı, 1’i ayrıldığı erkek, 1’i erkek kardeşi ve 1’i de imam nikâhlı eşi tarafından öldürülmüş. 27 kadın da cinsel saldırıya uğramış... Bu ulus yüzyıllarca nelere katlandı! Türkiye’yi paramparça etmek isteyenlere karşı verdiği Kurtuluş Savaşı dünya tarihinin ilk sayfalarında yer alıyor. Nasıl oldu da ülkesini kurtarma yolunda canını veren soylu insanlarımızın arasında canavar ruhlu soysuzlar türedi! Ana Canını vermekte kadınımız erkekten geri kalmamıştır. Kültürümüzün ölümsüz anlatısı Dede Korkut Kitabı’nda kadın, güzelliğiyle, eşiyle bütünleşen erdemi, çözüm üreten aklıyla yer alır. “Boğaç Han” öyküsünün başkişisi Dirse Han, eşine “başımın bahtı, evimin tahtı, servi boylum, topuğuna inen kara saçlım, çatma kaşlım, iki badem sığacak kadar dar ağızlım, güz elmasına benzer al yanaklım, kadınım, evimin direği, anlayışlı eşim” diye seslenir. “Boğaç Han” öyküsünde, kadının nasıl bir ana olduğu, yoldaşlarının Dirse Han’a ihanetinden sonra anlaşılır. Dirse Han, yoldaşlarını yanına katıp oğlu Boğaç’la ava çıkar. Yoldaşları, azgın boğayı tepeleyen oğlunun bir fırsat kollayıp onu öldüreceğini gammazlar. Dirse Han, onlara kanar, av alanında hünerlerini gösteren oğlunu okuyla iki omzu arasından yaralar. Akşam olur. Dirse Han’ın avdan oğulsuz döndüğünü gören ananın içine sızı düşer. Yoldaşlar, “Oğlun bugün yarın gelir” diye onu avutmaya kalksalar da, ana kırk ince kızını yanına alır, atına atlayıp oğlunu aramaya çıkar. Kanlara bulanan oğlunu bir derenin içinde bulur. Boğaç, gözü yaşlı anasını merakta bırakmaz, “ana sütüyle dağ çiçeklerinin karışımından oluşan merhemin onu sağaltacağını” söyler. Bunu duyan kırk ince kız çevreye yayılır, kucak dolusu dağ çiçekleriyle dönerler. Belli yaştaki ana, sütü kesilmiş emceğini (emcek: meme) bir sıkar süt gelmez, iki sıkar yine gelmez, üçüncüsünde sütle kan birlikte gelir. Kızlar tez elle merhemi hazırlayıp oğlanın yarasına sürerler. Kısa sürede kendine gelen Boğaç’ı atına bindirip obanın yolunu tutarlar. İnsanın içine ihanet girmeye görsün; babayı oğlundan eden kırk yoldaşlar, oğluna güç yetiremeyince, bu kez ellerini ardından bağlayıp kıl sicimi boynuna doladıkları Dirse Han’ı götürür düşman topraklarına atarlar. İçini acılar saran ana sezer ihaneti. Oğlunu önüne oturtur. “Oğul” der, “baban sana kıydıysa, sen babana kıyma!” Anasının sözünü tutan Boğaç, savaş giysilerini kuşanır, atına atlar, düşman topraklarında öldü ölecek babasını tutsaklıktan kurtarır. Erdemli olmak Erdemli olmak, kin beslemekte değil, bağışlamayı bilmekte aranmalıdır. Bir, “evin direği” anayı getirelim gözümüzün önüne, bir de boğazı kesilerek, kurşunlar sıkılarak, kanlı bıçaklarla bedeni delik deşik edilerek sokak ortalarında can veren, “korkunç ve mübarek elleri/ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle/anamız, avradımız, yârimiz” olan anaları... Sırtlarında çantalarıyla okula gitmeleri gerekirken, tecavüz edilip su kıyılarına atılan, taptaze bedenleri toprak altında çürüyen daha ergenliğe ermemiş çocuk kızları... O çağlarda, Dede Korkut ağzıyla “Göz gördü, gönül sevdi” deyip evin direği saydığımız kadın bu hallere mi düşürülmeliydi... Bir toplumun kültürü ulusal bilinçle beslenip geliştirilmedikçe evrenselliğe ermenin bütün yolları ona tıkalı kalır. Atatürk’ün Cumhuriyetin 10. Yıl Söylev’inde 85 yıl önce söylediklerine kulak verilmesi gereken günler yaşıyoruz: “Yurdumuzu en bayındır ve en uygar ülkelerin düzeyine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah olanak ve kaynaklarına sahip kılacağız. Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.” Özerkliği yok edilip sıkı denetim altına alınan üniversitelerle mi? Her gün ayrı bir değişikliğe uğratılan eğitim düzenimizin başıboşluğuyla mı? İnsanımızı bir lokma ekmekten yoksun bırakmaya yüz tutan ekonomik çöküntümüzle mi? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle