22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 15 Ocak 2018 10 haber TASARIM: EMİNE BİLGET Bir eşik aşıldı: Orman Kanunu Önce Anayasa Mahkemesi pek de (hatta: Hiç de) beklenmedik bir karar verdi. Şahin Alpay, Mehmet Altan ve bizim Turhan Günay’ın tutuklanmalarının bir hak ihlali olduğuna hükmetti. Heyecanlandık. “Yoksa Anayasa Mahkemesi hukukun evrensel ilkelerine uymaya, adalet arayışlarına cevap verecek en yüksek yargı kurumu olmaya mı karar verdi” diye şaşırdık. Ardından gazetenin bir odasında toplaştık, “Yav galiba bizimkilere de tahliye yolu gözüktü” deyip hem gülüştük, hem sarılıştık. Hatta ipin ucunu kaçırıp sevinçten ağlayanlarımız bile oldu. Kısa sürdü. Önce apar topar Şahin Alpay’ın tahliyesi için yapılan başvuruya 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Gerekçeli karar bize ulaşmadı” mazeretiyle topu taca atıp tahliye talebinin reddedildiği haberi geldi. Yargı piramidinde “Mahkemeden büyük Yargıtay, hepsinden büyük Anayasa Mahkemesi var” diye bilirdik. Öyle değilmiş. Anayasa Mahkemesi süs olsun diye kurulmuş. Birkaç saat sonra bizim Turhan Günay hakkındaki kararın gerekçesi geldi. Turhan Günay hakkındaki “hak ihlali” kararı, Turhan Günay Cumhuriyet’in herhangi bir yönetim organında (Cumhuriyet Vakfı, Yenigün Anonim Şirketi) yer almadığı, köşe yazısı filan yazmadığı için verilmiş. Geri kalan sanıkların durumu tek tek incelendikten sonra karar verilecekmiş. Yani Turhan Günay’la ilgili “hak ihlali” kararı bir emsal oluşturmayacak, Cumhuriyet’in tutuklu ve tutuksuz öteki sanıklarını kapsamayacakmış… İki üç saatlik sevinç dalgasının ardından içimizden biri homurtuyla mırıltı arası konuştu: Haydi arkadaşlar işimize bakalım. Yarınki gazeteyi bitirelim. Masalarımıza dağılıp günlük düzene geçtik… 15 aydır süren ve daha ne kadar süreceğini kestiremediğimiz günlük düzene… HHH Biz kendi derdimizdeyken ertesi gün art arda hukuk bombaları patladı. Gerekçeli karar kendisine ulaşan 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin yetki gaspı yaptığını ileri sürdü ve Şahin Alpay’ın tahliyesini reddetti. Mehmet Altan’ı yargılayan 26. Ağır Ceza Mahkemesi ise suskunluk duvarını daha da yükseltti. Hukuk devletinde tutukluluk halini kaldıran bir yüksek mahkeme kararından sonra bir saat, hatta bir dakika bile geçirmeden tutuklunun tahliyesini emreden (Evet: Emreden) temel hukuk ilkesini yok saydı. Aynı gün, bir zamanlar nedenseAdalet Bakanlığı yapmış bir zat “… Anayasa Mahkemesi, anayasa ve yasaların çizdiği sınırı aşmış, kendini ilk derece mahkemesi yerine koyarak vaka ve delil değerlendirmesi yapmış; suçun oluşumunu ve delil durumunu değerlendirmiştir” buyurdu. Bir mahkemenin, hele bir yüksek mahkemenin “suçun oluşumunu ve delil durumunu” değerlendirmeden bir hak ihlali kararını nasıl verebileceği sorusu da hukuk tarihine yazıldı. Gelecekte hukuk fakültelerinin “saçma hukuk yorumları” dersinde örnek olarak okutulacak… Bununla da kalmadı. Büyük Türk büyüklerinden, büyük Türk hukuk bilgini Binali Yıldırım da topa girdi ve “Doğru kararı verecek olan birinci derece mahkemedir. Dosyanın içeriğini Anayasa Mahkemesi bilmiyor” buyurdu. Dosya içeriğini bilmeden karar verip hüküm kesen bir yüksek mahkeme öyle mi? Bize “Bir sen eksiktin Binali Bey” demek kaldı… HHH Fark ettiniz mi? Siz etmediyseniz bile ben buraya kadar yazdıklarımı okudum ve fark ettim. Türkiye Cumhuriyeti hukuk tarihinin en keskin dönemeçlerinden birini yaşıyoruz. Bu konuyu ele alan Tırmık ise hepimizin günlerdir adeta ezberlediği olayları art arda sıraladı ve söylenecek sözü söylemeden yazıyı bitirmeye çabaladı. Neden? Çok basit: Suç işlememek, bir savcının, ardından da tutuklama makinesine dönüşmüş sulh ceza hâkimliklerinden birinin karşısına çıkmamak için. Suç işlememek “Bir eşik aşılıyor ve hukuk devletinden orman kanunlarının egemen olduğu bir düzene geçiyoruz” dememek için… Demedim di mi? Sevgili Osman Kavala, Birçok kez sizinle İstanbul’da karşılaşmak, kültür ve özgürlük tutkunu dikkatli bir evsahibi olarak ağırladığınız ve desteklediğiniz sanatsal/entelektüel/siyasal etkinliklere katılmak şerefine nail oldum. Önyargılarıyla çoğu zaman hareket etmeye hazır birçok Avrupalıya, Türk toplumunun özlemlerinin derinliğini, otantik çeşitliliğini, gizemlerini ve tarihinin zenginliğini, ki bu aynı zamanda Avrupalıların tarihidir, görmelerini sağladınız. Hak savunucularına daha fazla kapasite, yurttaş hareketlerine daha fazla dinamizm ve kalite veren verimli karşılaşmaları desteklemekteki sürekliliğinizi hatırlıyorum. Hiçbir demokratikleşme fırsatını ihmal etmek istememekle beraber, kurumlara karşı temkinli dikkatinizi ve ay nı zamanda, kuvvetler ayrılığı ve bunların bağımsızlığı, özellikle çok derin iç çatışmaların yaşandığını bildiğiniz yargı bağımsızlığı konusundaki endişelerinizi hatırlıyorum. Avrupa ile Türkiye arasındaki kardeşçe ilişkileri, demokrasi, adalet ve özgürlükler ortak umudunu beslemeyi çok güzel başardınız. Türkiye’nin hümanist yüzünü temsil ediyorsunuz! Sizin hapiste olduğunuzu hayal ettikçe, grotesk ve uydurma suçlamalara maruz kalan dostları düşündükçe, o kadar sık paylaştığımız ve şim di hapsedilmiş olan Avrupalı Türkiye hayali için ağlıyorum. Öfkeleniyorum da. Avrupa’nın ve Türkiye’nin sinik milliyetçileri ve popülistleri, birbirlerini taklit eden nefretleriyle ABTürkiye ilişkilerini bir güzel kirletip, istedikleri sonucu elde ettiler. Yararlı budalalar, yerine getirilmeyen sözler, korkaklık ve vazgeçme eşliğinde sahneyi onlara bıraktı. Şimdi Türkiye’de iktidar, ve Avrupa hükümetleri de, nepotizmin iğrenç maskesini taşırken, özgürlüğü ayaklar altı na alınan, varlığı tehdit edilen sizsiniz. Siz ve diğer vicdan ve güven insanları... Denizin mavisi şişeye girmez, hapishane duvarları ortak umutları hapsedemez, ne durdurabilir. Ne de gönül hamlelerini ve kardeşlik bağlarını engelleyebilir. Sevgili Osman Kavala, bulunduğunuz uğursuz ve kasvetli mekânda ne kadar mümkünse, kendinize ihtimam edin. 2018’de sizi özgür görmek umudu ve tüm dostluk ve dayanışma duygularımla. l AB Parlamentosu eski milletvekili, ABTürkiye Karma Parlamento Komitesi eski eşbaşkanı ve İnsan Hakları Alt Komisyonu eski başkanı. Osman Kavala Özgür avukatları Muhaliflerin suçlandığı davaları üstlenmesiyle bilinen Halkın Hukuk Bürosu’nun tutuklu olmayan avukatı kalmadı. Büroyu, dayanışma kalmadı!gösteren avukatlar nöbetleşe açıyor. Halkın Hukuk Bürosu’nun (HHB) İstanbul’da görev yapan bütün avukatları tu tuklandı. Büroyu meslek taş dayanışması için her gün başka bir avukat açı yor. Büro, en son 18 Ara lık 2018 günü basıldı. Gö zaltına alınan avukat Yap rak Türkmen, 20 Aralık Çarşamba günü savcılık ta rafından ifadesi alınmadan hâkimliğe sevk edilerek tu tuklandı. Umut Hukuk Bü rosu ve Ezilenlerin Hukuk Bürosu (EHB) çalışanı çok sayıda avukat da tutuklu. Tutuklu avu katlar iddia SEYHAN AVŞAR name bekliyor. Avukatlara yönelik baskıyı değerlendiren hukuk çular, istenenin muhalifleri savun masız bırakmak olduğunu söylüyor. Kararlar önceden veriliyor Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube Başkanı Avukat Gökmen Yeşil, “Bir kişiyi yasadışı örgüt üyeliği veya propagandası ile suçlamak ve tutuklamak için özel hiçbir delile gerek kalmıyor. Şayet iktidar birilerini susturmak, etkisizleştirmek istiyorsa konu hemen ilgili emniyet birimlerine aktarılıyor. Polis tarafından hazırlanan dosya yine iktidarın idari bir infaz memurluğuna dönüşmüş olan savcılığa iletiliyor. Savcılık da tutuklanması gereken, zaten karar çoktan verilmiştir, kişileri Sulh Ceza Hâkimliği adını kullanan İnfaz Mahkemesine sevk ederek tutuklama yönündeki infazı gerçekleştirmiş oluyor. Gizli tanık da varsa suçlu olduğunuza ‘kesin’ gözüyle bakılıyor. Kısacası meslektaşlarımızın tutuklanma sebebi, bir tarafında devletin, kamu görevlilerinin veya patronların olduğu dava ve olaylarda mağdurun, muhalifin avukatlığını üstleniyor olmalarıdır. Esasen OHAL adı verilen karanlık içinde, grevsiz bir işyeri, hesabı sorulmayan işçi cinayetleri, işkence merkezine dönüşen hapishaneler bir bütün olarak hak gaspları biraz da avukatların ve hukuk örgütlerinin susturulması ile mümkün. İktidar da bunun için bizi susturmaya çalışıyor” dedi. ‘İşkence görüyorlar’ HHB’nin, avukatları özgür olana dek nöbetleşe açılacağını da söyleyen Yeşil, şöyle devam etti: “Bu eylem sembolik. HHB’nin dört duvardan ibaret olmadığını, bir avukatlık yapma biçimi olduğunu ve tutuklamaların bu pratiği engelleyemeyeceğini hepimiz biliyoruz. HHB’li arkadaşlarımızdan Engin Gökoğlu’nun, tutulduğu Tekirdağ Hapishanesi’nde gördüğü işkence sonucu kolu kırıldı. Avukat Gürkan İstekli’ye Urfa Emniyeti’nde uygulanan işkence doktor raporu almasının önüne geçilerek gizlenmeye çalışıldı. İşkence genel olarak ve sistematik bir şekilde uygulanıyor. İşkenceci kamu görevlileri ise hükümetin en yetkili ağızlarından verilen cezasızlık taahhüdüne güveniyor.” ‘Rahatsız ediyoruz’ Özgürlükçü Hukukçular Platformu Hukuk bürosuna, uğradığı baskıları protesto etme ve duyurma şansı da çoğu zaman tanınmadı. Fotoğraflar, geçen sene İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nde avukatların yargılandığı duruşmanın hemen sonrasından. Adliye önünde açıklama yapmak isteyen ÇHD’li ve HHB’li avukatlar, polisin şiddetine maruz kalmıştı. ‘Mussolini düşledi Türkiye ise yaşıyor’ Umut Hukuk Bürosu avukatlarından Berrak Çağlar ise OHAL bahane edilerek 200 bine yakın kamu personelinin işten atıldığına dikkat çekti. ÇHD ve ÖHD’nin aralarında olduğu çok sayıda derneğin kapatıldığını hatırlatan Çağlar, “Mussolini’nin bir sözü var. ‘Eğer avukatlar olmasaydı bu ülkeyi daha iyi yönetirdim’ diye. O sözün vücut bulduğu günlerden geçiyoruz. Devrimci avukatlar tutuklanıyorlar. Niçin? Yapılan onca baskıya kimsenin ses çıkarmaması için. Siya si iktidar kendisine karşı çıkan tüm farklı sesleri susturmak istiyor. İşte o farklı seslerin yanında olan avukatları tutuklayarak yapıyor bunu” diye konuştu. Çağlar, avukatlar hakkındaki iddianamenin ne zaman hazırlanacağını bilmediklerini de dile getirerek, “Biz bu süreçte meslektaşlarımızla omuz omuza olacağız. Sözlerimi sevgili Selçuk Kozağaçlı’nın sıkça vurguladığı bir sözle tamamlamak isterim. ‘Biz haklıyız, biz kazanacağız’” dedi. l İSTANBUL ÇHD İstanbul Şube Başkanı Gökmen Yeşil ÖHP üyesi avukat Sinan Zincir ÖHP üyesi avukat Nagehan Avçil (ÖHP) üyesi avukat Sinan Zincir ise muhalif avukatların her dönem güç ve iktidar odaklarının hedefinde olduğuna dikkat çekerek, “3 aylık süre içinde HHB iki defa basılmış, 19 avukat tutuklandı. Bir gecede 8 farklı cezaevine sürgün edildiler. Ayakta sayım vermediği için Barkın Timtik, 35 yılı aşkın görüş yasağı aldı. Platformumuz üyesi olan EHB avukatları Özlem Gümüştas ve Sezin Uçar, Gezi direnişçilerinin ve sosyalistlerin avukatlığını yaptıkları için tutuklandı” dedi. HHB’li avukatların Berkin Elvan, Soma Katliamı, Dilek Doğan, Nuriye ve Semih davası gibi toplumsal davalarda avukatlık yaptıkları için hedef haline geldiklerini söylen Zincir, “Meslektaşlarımızla HHB’yi açma kampanyası başlattık. Tutsak arkadaşlarımıza halkımıza söz verdik. HHB açık kalacak, ezilenler savunmasız kalmaya cak. Hem HHB, hem de EHB ile birlikteyiz. Tutuklu avukatlar için başlatılan Adalet Nöbeti şimdi tüm tutsak avukatlar ve gazeteciler için devam ediyor. Bu iktidar ve kapıkullları bizden nefret ediyorlar çünkü biz OHAL’e karşı etkin ve güçlü bir mücadele yürüttük. Arkadaşlarımız tutsak edilse de halklarımızı yalnız bırakmayacağız” ifadelerini kullandı. ‘Barolar Birliği sessiz’ Avukatlık yapma şekillerinin sistemi rahatsız ettiğine değinen Zincir özetle şunları söyledi: “Etkin hukuki yardımda bulunduğumuz, işkenceye karşı mücadele ettiğimiz, ezilenlerin, emekçilerin, mevcut AKP sistemine karşı olan muhaliflerin avukatlığını yaptığımız için hedef oluyoruz. Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Akın Atalay, Mustafa Kemal Güngör ve Bülent Utku arkadaşları mız da tutuklanmıştı. Adeta siyasal bir rehine olarak Akın abinin tutukluluk hali hâlâ devam ediyor.” ÖHP üyesi avukat Nagehan Avçil ise OHAL’le birlikte tüm muhalifetlere yönelik baskı ve sindirme politikasının yoğunlaştığına, iktidarın savunmayı da susturma yolunu seçtiğine dikkat çekti. “HHB’li tüm avukatlar mesleki faaliyetleri kriminalize edilerek hapishanelerle ‘uslandırmaya’ çalışılıyor” diyen Avçil, özetle şunları söyledi: “Avukat arkadaşlarımız savunmanlıklarını yaptıkları müvekkilleri nedeniyle gözaltında. Savunma üzerindeki baskıların arttığı bu günlerde baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) sessiz kalması politik bir tutum. Baroların ve TTB’nin bu sessizliği ve hatta Barolar Birliği Başkanı’nın açıklamaları karşında biz mesleği ve meslek onurunu korumaya devam edecegiz.” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle