26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 6 Eylül 2017 6 ‘Şiddet ve taciz kaderimiz değil’ Minibüste giydiği şort bahane edilerek taciz ve darp edilen Asena Melisa Sağlam, kadınların taciz ve tecavüzlere sessiz kalmamasını istedi İstanbul’da bir minibüste şort giydiği için darp edilen ve tacize uğrayan üniversite öğrencisi Asena Melisa Sağlam ile o olaydan sonra değişen hayatını, ka dın mücadelesini ve geleceği ni konuştuk. Sağlam sorula rımızı şöyle yanıtladı: n Kendi nizden bize bahseder mi siniz? Asena Me lisa Sağlam. ZEHRA ÖZDİLEK 21 yaşındayım. Trabzon Beşik düzülüyüm. Pendik’te ai lemle oturuyorum. Gelişim Üniversitesi’nde İngilizce Psikoloji öğrencisiyim ve aynı zamanda fuarlarda İn gilizce tercüman olarak ça lışıyorum. n Tehdit alıyor musunuz? Olay sosyal medyaya yansı dıktan sonra beni darp ve ta ciz eden şahsın zihniyetinde ki insanlardan rahatsız edi ci mesajlar alıyorum. Alenen bir tehdit anlam ifade etmese dahi bu tür davranışları hak gördüklerini, böyle giyinen insanların bu tür şiddete ma ruz kalmasının normal oldu ğunu, böyle giyinerek bunu bizlerin hak ettiğine dair söy lemlerde bulunuyorlar. Olası bir durumda o insanların da bana yapılan davranışı ger çekleştirebilecek pozisyonda olduğunu görüyorum, kendi lerini gösteriyorlar. n O olaydan sonra hayatı nızda neler değişti? Asena Melisa Sağlam ‘CEZALAR ARTIRILMALI’ n Kadına şiddet ile sizce nasıl mücadele edilir? Kadına şiddetle mücadele etmek istiyorsak önce bazı zihniyetteki erkeklerin algı larını değiştirmemiz gerekiyor. Bu tür zihniyetler dü şüncelerinin yanlış olduğu gerçeğini ancak kendilerinin uyguladığı zorbalıklarla bir yanıt alırlarsa görürler. Asla tam anlamıyla anlayıp destekleyecek lerini sanmasam da en azından yapmaktan vazgeçeceklerini sanıyorum. Bu tür davranışların ciddi cezalarla durdurulmaya çalışması demek bu tür zihniyetteki insanların düşüncelerinin de durdurulmaya çalışılması olarak değerlendirmeli ve ona göre cezalar verilmelidir. Her şeyden önce ise kadınların değerinin ve öneminin daha anlaşılır ve kesin hatlarla işlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Olaydan sonra toplu taşıma araçlarına karşı antipati duymaya başladım. Karşı cinse paranoyak bir tutum sergiliyorum, her ne kadar bu durumu bir cinsiyete genellemenin doğru olmadığı görüşünde olsam da malesef yaşadığım bu üzücü ve şok edici olay iç dünyamda birçok şeyi olumsuz etkiledi. Bir kız çocuğu olarak büyürken ilk olarak bakışlardan rahatsız olarak büyüyorsunuz, daha sonra sözlü tacizlere maruz kalıyorsunuz ve maalesef ki fiziki tacizler de bu silsilenin peşini bırakmıyor. Bu döngünün her ne kadar böyle olmaması gerektiğini düşünsem de günümüz şartları maalesef ki bu kısırdöngüyü tasdikleyecek şekilde sonuçlar doğuruyor ve bizlere gösteriyor. Artık bana bakan biri hakkında ‘Bakıp ne düşünüyor? Ba kıp laf atacak mı? Bakıp taciz edecek mi? Ve son olarak bu olay neticesinde bakıp saldıracak mı’ şeklinde paranoyak bir düşünce içerisindeyim. Olduğumdan daha öfkeli ve kin doluyum. n Bundan sonraki adımlarınız nasıl olacak? Gelecek planlarınız nedir? Bu tür şiddete veya tacize maruz kalmış kadınların, çocukların yanında olmayı hedefliyorum. Her zaman onların sesi olmayı, onlarla sesimizi daha çok yükseltmeyi istiyorum. Ayrıca okumuş olduğum bölümümde gerekli eğitimlerimi tamamlayıp profesyonel şekilde de yardım etmeyi istiyorum. Bu olay başıma gelmeden önce de düşüncelerim bu doğrultudaydı fakat olay sonrası birlikteliğin beraberliğin gücünün ne derece etkili olduğunu gördükten sonra elimden gele nin fazlasını yapacağıma inanıyorum. n Kadınlara buradan mesaj vermek ister misiniz? Birlikte olmaya devam edelim. Başımıza gelen olaylarda artık çekinmeden ses çıkaralım. Bazılarımız yaşadıklarından utandığı için, bazılarımız adalete inancı olmadığı için, bazılarımız tanınmaktan çekindiği için sessiz kalabiliyor. Daha kötüsü ise bazılarımız sessiz kalmaya mecbur bırakılıyor ama elimizden geldiği kadar bu olaylarda sesimizi duyuralım. Sonuna kadar hakkımızı arayalım. Bizim adımız değil onların adı lekelenecek emin olun. Bizler bu davranışa maruz kaldığımız için değil onlar bu davranışı yaptıkları için utanacak. Lütfen artık sessiz kalıp, bu durum kaderimizmiş gibi davranmayalım. l İSTANBUL haber EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: ZARİFE SELÇUK Makineyle aşk ölümsüz mü, ölümcül mü? İnsanlık tarihi, üç büyük “aşk”a tanıklık eder. İnsanın ilk aşkı “taş”tır! 2 milyon yıl önce karşımıza çıkan taş alet yapımı, doğa karşısında insanı üstün kılan “kültür”ün başlangıcını işaret eder. Bu, türümüzün “maymunlar arasında bir maymun” olmaktan çıkmasının önünü açan bir devrimdir. O yüzden “Taş Devri” yerine “Taş Devrimi” demek daha doğrudur!.. Bunun gibi bir diğer devrim, 10 bin yıl önce gerçekleşen “Tarım Devrimi”, insanı bu defa “toprak”la tutkulu bir aşkın içine soktu. Bu aşkın en has dillendirilişine Âşık Veysel’in dizelerinde şahit oluruz: “Dost dost diye nicesine sarıldım// Benim sadık yârim kara topraktır”. Sonra “makine” gelir! 18’inci yüzyıl ortasında buhar makinesinin icadından istim alan “Endüstri Devrimi”, insanı bugün de devam eden bir aşkla makineye bağladı. Öyle ki insan, makineyle bir olmak, var olmak, “makineleşmek” istedi. Bu “aşk”ın da yine bu topraklardan müthiş bir ifadesi için bu defa Nâzım’a kulak verelim: “trrrrum,//trrrrum,//trrrrum!//trak tiki tak!//makinalaşmak istiyorum!// beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!//her dinamoyu//altıma almak için çıldırıyorum!//tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,//damarlarımda kovalıyor// otodirezinler lokomotifleri!//trrrrum,// trrrrum,//trrrrum,//trak tiki tak!//makinalaşmak istiyorum!” Nâzım’ın endüstriyel sosyalizme inançla harmanlanmış, 1920’lerin başına giden bu “iyimser” dizelerini elbette sorgulamaksızın zikretmek olmaz bugün... Makine ile “aşk”, sorunsuz değil ve pek çok soruyu beraberinde getiriyor: Makineleşme nereye varacak? İnsanlar makineleşirken, makinelerin insanlaşma ihtimali ve imkânı da var mı? İnsan zihninden daha randımanlı ve üstün çalışabilecek makineler üretildiğinde, bunların insanlarla ilişkisi nasıl olacak? Yapay zekâ, doğal insan zekâsını aşacak, bastıracak, ezecek mi?.. Yani insanın makineyle hâlâ büyük tutkuyla devam edegelen “aşk”ı ölümsüz mü olacak, ölümcül mü olacak?! Tüm bu soruların cevapları üzerine düşünme yolunda bir yapım, geçen pazar günü National Geographic ekranında seyrimize sunuldu. Kanalın 6 bölümlük yeni belgesel dizisi “Geleceğe Doğru” (“Year Million”), yukarıda belirttiğimiz 2 milyon yıllık insanlık tarihinin ötesinde, önümüzdeki “Milyon Yıl”a bakma teklifiyle geliyor karşımıza. Bir milyon yıl sonra insanın nasıl bir dünyada nasıl bir hayat yaşayacağını sorgulayarak... Belgesel kurgusunda “sıradan bir Amerikan ailesi” karşımızda… Sıradanlığın ölçüsünü netleştirmek için ailenin android bir kızları olduğunu belirtelim!.. Bu, bizim “yeninormal”imiz! Bir yandan, makine ile aşkın evliliğe dönüşüp “meyve” verdiğinin fantezisi denilebilir, ama dizinin akışı bunun çok yakında “gerçek” olmasına ramak kalmış bir fantezi olduğunu düşünmeye kışkırtıyor İlk bölümden hareketle açalım: Diyelim ki bir trafik kazasında trajik şekilde çocuğunuzu kaybettiniz, ama hayır, kaybetmediniz!.. Çünkü eğer 5 dakika içinde çocuğunuzun beynini dijital kopya için taratıp yükletirseniz, 72 saat sonra o, aynı görünüm, davranış ve mizaçla yapay zekâlı bir android olarak karşınızda olacaktır! Üstelik bu, dünyanın tüm bilgisine sahip, yürüyen, kanlıcanlı bir bilgisayardır da artık!.. Dolayısıyla, makine sizi artık ölümü yenme noktasına taşımayı vaat etmektedir; bir “yeni tanrı”nın yeni bir insan vaadidir aslında bu!.. Dizinin ilk bölümünün adı, bu vaadi yansıtırcasına çarpıcı, heyecan verici ve tabii ürpertici: “Homo Sapien 2.0”, yani teknoloji, yani “Makine” (artık büyük harfle yazmak gerek!) marifetiyle yeni, daha geliştirilmiş sürümüyle İnsan!.. Meşhur bilimkurgu dizisi “Black Mirror”u hayli yankılayan bir dizibelgesel bu, ama onun gibi “distopik”, yani gelecekten ümidini kesmiş bir içerikle karşımıza çıkmıyor. Fakat öte yandan Nâzım’ın makineleşme arzusuna, adeta ona “Müjdeler olsun” diye seslenircesine karşılık veren bir iyimserlik de havasına hâkim değil!.. Sonuçta izlemeye değer, “gerçekçi” bir “gelecek öyküsü” bu. Ceza değil korku evi! Menemen R Tipi Cezaevi’nde hasta mahpuslara kötü muamele ve darp iddiası Avrupa’ya taşındı HİLAL KÖSE Menemen R Tipi Kapalı Cezaevi, ağır hasta mahpusların tutulduğu aslında bir rehabilitasyon merkezi. Kurumun internet sitesinde, fiziksel ve ruhsal engelli hükümlü ve tutukluların barındırıldığı, 24 saat sağlık hizmeti sağlandığı ve öz bakımlarını yapamayan hükümlü ve tutuklulara yaşantılarını sağlıklı, temiz bir ortamda sürdürebilmeleri için, beslenme ve temizlik ihtiyaçları konusunda yardımcı personelin destek verdiği anlatılıyor. Ancak mahpusların başvuruları ise cezaevi idaresini yalanlıyor. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) 12 Mayıs’ta cezaevinde incelemelerde bulundu. İki eli olmayan ve tek başına tutulan hasta hükümlü Ergin Aktaş’ın, AİHM’ye yaptığı başvuru henüz sonuçlanmadı. Menemen’deki keyfi uygulamaları anlatan avukat Gülizar Tuncer, “Türkiye şu anda insan haklarını askıya almış durumda. Bunu da Avrupa’ya bildirdi. Bu, ‘adil yargılama ve işkence yasağı gibi konularda her türlü hak ihlalinde bulunabilirim’ anlamına geliyor” dedi. Menemen’i en son temmuz ayında ziyarete gittiğini dile getiren Tuncer, Ergin Aktaş’ın durumunu şöyle anlattı: “7 ay boyunca hiçbir mahpus hastaneye sevk Hasta bezi bile günler sonra Ahmet Hani’nin kimsesi olmadığı için hiç ziyaretçisinin de olmadığını belirten Tuncer, “Ahmet bez bağlıyormuş. Günlerce idareye bez lazım, bez lazım diye söylüyor. En sonunda getiriyorlar ama az.. Ahmet’in sürekli yatmaktan vücudunda yaralar oluşmuş. Hücre o kadar küçük ki tekerlekli sandalyeyle hareket etme imka nı yok. Tuvalete nasıl gidecek bu insanlar? En azından yanlarında bir insan daha olmalı onlara bakabilecek... Ahmet, tekerlekli sandalyeye geçerken bazen yere düşüyormuş. Kış boyunca soğuk suyla banyo yapmışlar. Yazla birlikte sıcak su gelmiş. Burada şartlar her zaman ağırdı ama OHAL’le korkunç boyuta ulaştı” dedi. l İSTANBUL edilmemiş. Ergin’in durumu daha da ağırlaşıyor. Kollarındaki yumuşak dokularda sorun var. En son renkli ultrason çekmişler ve ‘Kolunu daha yukardan keseceğiz’ demişler. Sürekli ağrı, sızı içinde. Diyor ki; diş ağrısı için bile hastaneye gitmek mümkün değil. Aylardır dişi ağrıyor. ‘Bir kalem almak için bir ay boyunca gece gündüz uğraştım’ diyor. Yazı yazabilmek için kendine bir sistem kurmuş. Plastik bilekliğe mandal takıp, kalemle yazabiliyormuş. O bilekliği ve mandalı almışlar ve bir daha vermemişler. Giysilerini kendisi yıkamaya çalışıyor, tuvalet açık. Hücre lağım kokuyor. AİHM’de dosyası. CPT’den gelen heyetin ardından, görevliler gelip pis su ve paspaslarla, hücreye ağır kokular yayarak, temizlik adı altında tutanak tutup gitmişler...” Siyasi mahpuslar Özal Korkmaz’ın üç, Ahmet Hani’nin yedi ve Yusuf Bulut’un sekiz aydır Menemen’de olduklarını kaydeden Tuncer, “Ahmet tutuklu. Özal ve Yusuf’un iki, üç yıl cezaları kalmış. Üç mahpus ortak havalandırmaya çıkabiliyor. Ergin’in böyle bir hakkı yok. Yusuf’un ağır psikolojik sorunları var. Ahmet ve Özal felçli. Tekerlekli sandalyedeler. Yaklaşık iki ay önce, üçü havalandırmadayken ve süre dolmamışken gardiyanlar ‘Sizi içeri alacağız’ diyor. Onlar da gitmemek için pasif direniş yapıyor. Sonrasında, yerlerde sürüklenerek içeri alınıyorlar. Revir doktorunun verdiği darp raporunu alıp suç duyurusunda bulunmuşlar ancak bir sonuç çıkmamış. Adli kadınların da ağır şartlar altında olduklarını söylüyorlar” diye konuştu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle