22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 14 Eylül 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN HDP’li Kürkçü, başından sonuna dek izlediği Cumhuriyet davasını anlattı: Suç imalat fabrikası HDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Cumhuriyet davasının Silivri’deki duruşmasını başın dan sonuna dek izledi. Kürkçü, davada gazetecilerden suç heyeti çıkarılmaya çalışıldığını belirterek “Meclis’ten da ha yüksek bir sesin böylesi bir davaya sesinin çıkması bekle nirdi. Ancak kendi hak larının kısıtlanmasına ses çıkarmayan millet vekillerinden böylesi bir davranış beklemek, SELDA GÜNEYSU rüya gibi... Silivri’de şunu gördüm: İnsan lık onuru, istibdata kar şı direniyor. Türkiye’de böyle onurlu gazetecilere sahip oldu ğumuz için çok şanslıyız” dedi. Cumhuriyet davasına, gazeteciler, sendikalar, sivil toplum örgütlerinin yanı sıra, siyasetçilerin de ilgisi büyük oldu. CHP ve HDP’lilerin yanı sıra AKP Milletvekili Mehmet Metiner de bir sü re duruşmayı izledi. HDP Grup Baş kanvekili Filiz Kerestecioğlu ile millet vekilleri Ertuğrul Kürk çü, Meral Danış Beş taş, Sırrı Süreyya Önder’in de ara larında bulundu ğu çok sayıda par tili davayı izledi. Kürkçü, öncelikle “mahkemenin ger çekleşme koşulları nın kabul edile bilir olma DURAKOĞLU: HALKA ADALET BORÇLANDIK Mehmet Durakoğlu Gazetemiz yönetici, yazar, muhabir ve çalışanlarının tutuklu bulunduğu Cumhuriyet Davası’nda söz alan İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu “Yargının kurucu unsuru avukatlar olarak halka adalet borçlandık” dedi. Duruşmada savcının mütalaasının ardından söz alan İstanbul Barosu Başkanı avukat Mehmet Durakoğlu, bu davanın Cumhuriyet davası olmaktan çok öte bir anlam içerdiğini söyledi. Durakoğlu, özetle “Avukat olan sanıkların, sanık olmayan avukatları olarak cezaevine ziyarete gittiğimizde bir kamera vardı. Bunu bir KHK yaptı. Bu dava OHAL ve KHK rejiminde götürülüyor. Bu rejim bizi başka bir noktaya götürüyor. Bu dava mahkemenizin davası olmanın ötesinde anlam içeriyor. Bu kadar avukat ondan, bu kadar kişinin izlemesi ondan. İnsanlar ‘bu dava hukuki falan değil, siyasi bir davadır’ diyorlar. Bu ülkede halkın yüzde 70’i yargıya güvenmiyor. Bu dava Cumhuriyet davası değil. Yargı bağımsız mı değil mi, onun kararı çıkacak. Biz çok borçlandık. Yargının kurucu unsuru avukatlar olarak halka adalet borçlandık. Bu ülkenin insanlarına bir şey söyleyelim istiyoruz. Ben sizden tahliye talep ediyorum da aslında talep ettiğimin tahliyenin çok ötesinde bir şey olduğunu söylemeye çalışıyorum” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet dığına” dikkat çekerek, davayla ilgili izlenimlerini şöyle anlattı: Sanki savaş tablosu Yargılama mekânı ve bu mekânda alınan önlemler “sanki bir savaş sonrası tablosu gibi.” Robokoplar, jandarmalar.... İnanılmaz... Üstelik bu durumu haklı gösterecek hiçbir şey de yok. Kapıdan içeriye girmeye çalıştığınız andan itibaren basının karşılaştığı engeller de dikkat çekiyor. Neresinden bakarsanız bakın, herhangi bir sıkıyönetim dönemine göre çok daha vahim. Savcının kozu kalmadı İddia makamının elinde ortaya sürebileceği hiçbir koz kalmadığını herkesin gördüğünü düşünüyorum. Cumhuriyet davası, gazetenin iç tartışmalarının bilgisine sahip olan savcılığın, bir tarafı diğer tarafla, insanları tuzağa düşürecek şekilde ve hangi sıfatla ifadelerine başvurduğunu belirtmeksizin, yaptığı uzun konuşmalar sonrasında işe yarayacağını düşündüğü hususla rın kayda geçirildiği bir dava. Bir yönetim kurulu üyesinin oyunu zarfla toplantıya yollayabilir mi, yollayamaz mı tartışması... Bunun da davada rolü yok. Gözyaşartıcı dayanışma Bu onurlu gazetecilerin bunca zulme rağmen kendilerini ve mesleklerini nasıl saygıyla savunduklarını, buna karşılık mahkemenin bütün safhaları içinde yaratılmak istenen ‘gerginlik’ atmosferine teslim olmadan, sükunetle ve büyük bir nezaketle verdikleri ifadelerini hayranlıkla izledim. Ailelerin ve davayı izlemeye gelenlerin gösterdiği dayanışma da gözyaşartıcı. Çağlayan’da büyük bir salon yokmuş gibi duruşmayı Silivri’ye almak da dikkat çekici. İlk celsede tahliye Onurlu gazetecilerden suç heyeti çıkarılmaya çalışılıyor. Bir sonraki celsede serbest kalacaklarını ümit ediyorum. Bu kadarı da olmaz. Dosyada bir şey kalmadı. Tabii yeni kanıtlar üretil meye çalışılmazsa... Suç imalat fabrikası gibi... Bu fabrika da bir ürün vermek isteyecektir. Siyaseten de işlerin iyiye gitmediği koşullarda hukukun ne kadar işe yaracağından da şüpheliyim. Vicdanlarda çöktü Bu sürdürülemez bir dava; kamu vicdanında da çöktü. Bakanlar bile bu konuda konuşmaya başladıysa, belli ki ortada bir çürüme var demektir. TBMM üyelerinin, milletvekillerinin de bu davada yeterince dayanışma içinde olmadıklarını söyleyebilirim. Bütün milletvekillerinin, her zaman gördükleri, görüşlerini almaları için telefonlarını bekledikleri gazetecilerle dayanışması gerekir. Meclis’ten çok daha yüksek bir sesin çıkması beklenirdi ama kendi haklarının kısıtlanmasına ses çıkarmayan milletvekillerinden böyle bir şey beklemek de rüya gibi. İnsanlık onuru istibdata karşı direniyor. Bunu kazanmak için her şeye sahipler. Türkiye’de böyle gazetecilere sahip olduğumuz için çok şanslıyız. l ANKARA Ertuğrul Kürkçü ‘Bilim kurgunun içindeyim’ CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Büyükada’da yapılan insan hakları eğitimi toplantısı sırasında gözaltına alınarak tutuklanan, insan hakları savunucularını Silivri Cezaevi’nde ziyaret etti. Aralarında Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şube Direktörü İdil Eser’in de bulunduğu tutuklular gözaltına alınışları ve sonrasındaki yaşadıklarını, “bilim kurgu filmi içinde gibiyiz” sözleriyle özetledi. Yaptığı görüşmelere ilişkin izlenimleri paylaşan Utku Çakırözer, tutuklu anlatımlarından “tutuklanmalarda bir gariplik olduğunı” söyledi. Çakırözer, “Her zaman yapılan ve hatta bakanlıklarla birlikte de yapılan bir eğitim. Ama bu kez basılıyor ve Türk ve yabancı hak savunucuları tutuklanıyor. İnsan hakları savunucularının hapiste tutulmasının Türkiye’ye faydası yok. Tam tersine zararı var. FETÖ ile, darbeyle, terörle mücadele böyle olmaz. Bu kişileri aylarca hapsetmek asıl darbecilerle, terör örgütleriyle verilmesi gereken mücadeleye gölge düşürür. Gazeteciyi, hak savunucusunu hapsetmek Türkiye’nin zaten iyice azalan itibarını daha da yok etmekte. Bu kişilerin bir an önce özgürlüklerine, ailelerine kavuşmaları gerekir.” Hak savunucularının mesajları şöyle: ARKADAŞLARIMI GÖRMEK İSTİYORUM l Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser: Hafta lardır haftada bir saatlik avukat görüşü dışında kimse ile görüşemiyorum. Ailem olmadığı için ‘En yakın arkadaşlarımı benimle görüştürün’ talebinde bulundum. Sadece Adalet Bakanı’nın izniyle Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri’nin hafta sonu beni ziyaret etmesine imkân tanındı. İsimlerini verdiğim ve ailem gibi gördüğüm üç yakın arkadaşımla görüşmeyi arzu ediyorum. Yanımda FETÖ davasından tutuklu bir kadın var. Yüksek şeker hastası. Hastaneye gidişinde sorun çıkarılıyor. Birlikte hak mücadelesi verdiğimiz Nalan ve Özlem ile kalmayı isterim. Bu arada Silivri’de erkeklere tanınan haklar kadınlara tanınmıyor. Spor hakkı, sosyal Büyükada’da gözaltına alınarak tutuklanan hak savunucularıyla Silivri Cezaevi’nde bir araya gelen CHP’li Çakırözer, 8 hak savunucusunun tutuklanmasında gariplikler olduğunu söyledi leşme hakkı yok kadınların. NEDEN CEZAEVİNDE OLDUĞUMU BİLMİYORUM l İsveçli eğitmen Ali Gharavi: Neden cezaevinde olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok. Bilim kurgu filmindeymişim gibi. Bizlerin ne terörle ne darbeyle hiçbir ilgimiz alakamız yok. Peter ile bu eğitimi başka ülkelerde de verdik. Öncelikli talebim için de bulunduğum tecrit halinin ortadan kalkması. Peter ile birlikte kalmak isterim. Bir an önce de özgürlüğümüze kavuşmak ve aileme kavuşmak isterim. YAŞADIKLARIMA İNANAMIYORUM l Alman eğitmen Peter Steudner: Yaşadıklarıma inanmakta güç lük çekiyorum. Daha önce birçok ülkede verdiğimiz insan hakları savunucularına stresle başa çıkma eğitimi vermek için Ali Gharavi ile birlikte geldik. Bizi HIVOS isimli Hollanda tarafından desteklenen İnsan Hakları Platformu davet etti. Ben hayatımda her zaman şiddetin karşısında olan biriyim. Teröre, darbeye destek vermem ya da terör örgütüne destek vermem gibi bir şey olamaz. On yıllardır hep şiddet içermeyen insan hakları savunucuları ile birlikte oldum. O gün toplantıda iki çevirmenimiz vardı. Bir tanesinin garip hareketleri dikkatimizi çekti. Biz İngilizce konuşuyorduk o çeviriyordu. Ancak İngilizce bilen bazı katılımcılar çevirileri çok uzattığı ve söylemediğimiz sözler söylediği için uyardılar. İsmini hatırlamıyorum. Ama bir önemli husus var: Ben buraya gelirken ‘ByLock’ diye bir şey duymamıştım. Bu toplantının konusu da değildi. Dijital bilgi güvenliği dediğimiz konunun içinde böyle bir şey yok. Ama ilginç bir biçimde bahsettiğim bu çevirmen ByLock konusunu gündeme getirdi. Ben ByLock’un ne olduğunu Türkiye’de cezaevine girince öğrendim. Türkçe bilmiyorum. Okuyamıyorum. Hükümete yakın basın organlarında ‘casuslukla’ itham edildiğimizi duydum. Asla doğru değil. Haftada bir saat avukatımla görüşebiliyorum. Anne ve babam Almanya’da. Çok yaşlı. Zaten üzüntülüler. Bir de buraya gelip daha da üzülmelerini istemem. Oğlum 16 yaşında ama onun da beni bu koşullarda görmesini istemem. Ayrıca gelip burada benzer bir muameleyle karşılaşmalarından da korkuyorum. O yüzden iki haftada bir telefon ile görüşerek özlemimi gideriyorum. Cezaevinde bana kötü davranmıyorlar ama bir önemli talebim var: Arkadaşım Ali (Gharavi) ile birlikte kalmak istiyorum. Silivri’ye gönderilmeden önce Maltepe Cezaevinde iki hafta aynı koğuştaydık. Bir de ailem ile hiç yüz yüze görüşmediğim için iki haftada bir olan telefon hakkımı haftada bire çıkarabilirler mi acaba? Bir an önce ülkeme dönmek istiyorum. ADALET DUYGUSU DAHA DA ZEDELENDİ l İnsan Hakları Gündemi Derneği’nden Veli Acu: Bizle rin tutuklanması Türkiye’de adalet duygusunu daha da zedeliyor. Bir an önce özgürlüğümüze kavuşmak istiyoruz. Ağır tecrit koşullarındayız. Toplantıya katıldığımız hak savunucuları ile birlikte kalmak isteriz. Savcılıkta bana sorulan sorular casuslukla falan ilgili değil. PKK davasında yargılanmış olan bir kuzenimle telefon görüşmesi. Bir de ByLock’çu olduğunu bilmediğim bir kişinin araması. Ben nereden bilebilirim ki? Sadece bu iki görüşme ve toplantıya katıldığımız için haftalardır tutukluyuz. TÜM TÜRKİYE GÖZALTINDA GİBİ l Yurttaşlık Derneği’nden Özlem Dalkıran: Yaşadıklarımız akıl alır şeyler değil. Herkese hukuk istiyoruz. Yaşananlara baktığımızda sadece biz değil aslında tüm Türkiye gözaltında gibi. İdil ve Nalan ile birlikte kalmak istiyoruz. Verdiğimiz dilekçelere haftalardır olumlu yanıt alamadık. İçeride tercüme yaparak vakit geçirmek istiyorum. Ama kaç gündür hâlâ kitap verilmiyor bize. TUTUKLANMAMIZ HİÇ NORMAL DEĞİL l Yurttaşlık Derneği’nden Nalan Erkem: Bizim tutuklanmamızda bir ga riplik olduğunu başından beri düşünüyorum. Biz bu toplantıları her yıl yapıyoruz. Programlaması aylar önce yapılır. Ayrıca biz devlet kurumlarıyla, AKP dahil birçok hükümetle, bakanlıkla yıllardır çalışmalar yapıyoruz. Bir konularda toplantılar yaptık ve yapıyoruz. Bu yüzden bizim gözaltı ve tutuklamalarımız gerçekten normal değil. Tutuklanıp serbest bırakılan sonra yine tutuklanan isimlerden biriyim. Serbest olduğum birkaç günlük dönemde bana danışmanı aracılığıyla ulaşan önemli bir AKP’liye de söyledim. Bizim tutuklanmamız hiç normal değil! Bizim hiçbirimizin ne FETÖ ile ne darbeyle ilişkimiz var. Ama hepimizin ortak özeliği insan hakları savunucusuyuz. Toplantını gizlisi saklısı yok! Ben instagramdan yayımladım. l ANKARA / Cumhuriyet haber 11 Siz ne deseniz de dünya yuvarlak Avrupa Birliği Komisyon Başkanı JeanClaude Juncker, Avrupa siyasetinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la en iyi ilişkisi olan isim. İki siyasetçi, birbirini uzun zamandır tanıyor ve bildiğim kadarıyla, aralarında hiçbir zaman Merkel ve Erdoğan’ın arasında hissedilen “soğukluk” yaşanmadı. Juncker, 15 Temmuz sonrasında darbenin Türkiye demokrasisine yönelik vahim bir eylem olduğunu teslim eden, Avrupalıların kendi aralarında yaptığı toplantılarda Türkiye’ye “zaman tanınması” gerektiği görüşünü dile getiren isim. Son Ankara gezisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’la 4 saat oturduğunu biliyoruz. Erdoğan, muhtemelen bu görüşmenin ardından “idam cezası” işini gündemden düşürdü. Geçen ilkbaharda ise Juncker, Erdoğan’ı ağırladı ve Brüksel’deki bu buluşma, ikili ilişkilerde “temiz sayfa” açmak niyetiydi. Belki de son dönemde Ankara’nın bir Batı başkentinde yaptığı en yapıcı ve olumlu görüşme oldu. Ancak Brüksel’de konuşulan “yol haritası” fikri, yani Türkiye’nin bir biçimde demokrasiye dönüş için atması gereken adımlar, hiçbir zaman hayata geçmedi. Neydi bu yol haritası? Özetle, Avrupa Konseyi’nin “izleme” kategorisinden çıkmak için, yani normalleşme yolunda, sembolik de olsa birkaç adım atılması. Çok değil yahu! Mesela artık ihtiyaç olmadığı apaçık olan OHAL’in kalkması ya da gazetecilerin serbest bırakılması. Ancak Ankara, şu ya da bu gerekçeyle, buna yanaşmadı. Tam tersine, tutuklamalar doludizgin devam etti, hatta insan hakları savunucularını ve yabancı uyrukluları da kapsayarak genişledi. Türkiye tüm dünyada “demokrasiyi askıya alan” bir ülke olarak anılıyor ve Türkiye’yi yöneten insanlar bundan bir gıdım gocunmuyor. Sıkıntı, sadece en tepedeki yöneticilerin algısı değil. Gazetecisinden milletvekiline kadar etrafta bir sürü Evet EfendimSepet Efendimci tip var ve bunlar, özel sohbetlerde ağlamalarına karşın, iktidarın önünde gıkları çıkmıyor. Herkes kendini “rejimi koruyoruz” masalıyla kandırmış durumda. Artık nasıl bir rejimse bu, sadece “ByLock’çulardan SMS aldı” diye neredeyse bir yıldır hapiste olan Kadri Gürsel’in cezaevinde kalması, o rejimi rezil etmek değil “korumak” anlamına geliyor. Dönelim Avrupa meselesine... Aslında Avrupa’nın Türkiye’den istediği birinci sınıf demokrasi falan da değil. Kimse Türkiye’den darbenin hesabını sormamasını ya da FETÖ’yle mücadele etmemesini istemiyor. Sadece, “Bu hesaplaşmayı fırsat bilip muhaliflere ya da gazetecilere yönelme. İyikötü bir demokrasi mirası olan bu ülkeyi otoriterlik parodisine dönüştürme. Türkmenistan’a çevirme” diyor. Ama olmuyor. Sistem, eline geçirdiği OHAL ve yargı oligarşisini bırakmak istemiyor. Ne demokrasiye dönüş için bir yol haritası ne de reform sözü var. Şimdi gelin AB Komisyon Başkanı Jean Claude Juncker’in dün Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı yıllık konuşmaya bakalım. Juncker, Avrupa’nın hukuk devleti kavramı üzerine kurulduğunu ve Ankara’nın bu rotadan uzaklaştığını söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Gazetecilerin yeri yazıişleri masasıdır; cezaevi değil. Türkiye’deki güçlere gazetecilerimizi serbest bırakması çağrısında bulunuyorum. Ve sadece bizim gazetecilerimizi değil.” Ne kadar hazin gelinen nokta. Hükümete yakın kalemler, tüm dünyanın Türkiye’de olan biteni ayıplamasını “Bunlar Erdoğan düşmanı”, “Vay efendim bu İslamofobi”, “Bunlar bizi bölmek istiyorlar”, “Avrupa irrasyonel” gibi tuhaf açıklamalarla yorumluyorlar. Ama hepsi de biliyor ki, anormal olan bizim halimiz. Kadınlardan Meclis’e çağrı Kadın Koalisyonu üyeleri koalisyonun kurucularından tutuklu hak savunucusu İlknur Üstün’ün serbest bırakılması için milletvekillerine çağrı mektubu gönderdi. Mektupta, bazı gazetelerde İlknur Üstün’ün “casuslukla, komploculukla ve darbecilikle suçlandığını” belirtilerek “I·lknur gizli kapaklı o¨rgu¨tlerle veya is¸lerle degˆil ancak tu¨m topluma kars¸ı duydugˆu sorumlulugˆu ile s¸iddete kars¸ıtlıgˆı ile go¨nu¨llu¨kleri ve iyiligˆi ile anılabilir” ifadelerine yer verildi. Milletvekillerine Üstün’ün serbest bırakılması için harekete geçme çağrısı yapılan mektupta, Üstün’ün kadın hareketinin saygın bir üyesi olduğu belirtilerek “Bu ülkede oluşturulan eşitlik mevzuatının hazırlanmasında emeği vardır, verdiği eşitlik eğitimleriyle kamu personelinin bu mevzuatı uygulayabilir hale gelmesinde pay sahibidir. Sadece ulusal ölçekte değil, uluslararası düzeyde de, özellikle Türkiye’nin Avrupa Kadın Lobisi’ne üye olmasını ve bu üyeliği bihakkın sürdürmesini sağlayan ekibin de bir parçasıdır” denildi. l İSTANBUL / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle