20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Salı 23 Mayıs 2017 Basquiat’ya 110 milyon dolar Hayattayken bu kadar parayı rüyasında bile görmüş müydü bilinmez ama 1988 yılında 27 yaşında hayata veda eden Amerikalı sanatçı Basquiat’ya ait bir tablo Japon yatırımcı Yusaku Mae zewa tarafından 110 milyon dolara satın alındı. Servetini eticarete borçlu olan Maezawa’nın Basquiat’nın 1982 tarihli “İsimsiz” tablosuna verdiği bu meblağ bugüne kadar müzayedelerde Amerikalı bir sanatçının herhangi bir eseri için ödenen en yüksek fiyat olarak da kayıtlara geçti. Daha önceki rekor 105 milyon dolarla Andy Warhol’un “Silver Car Crash” tablosuna aitti. EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] 15 Zeynep Oral için saygı gecesi... Kültür, sanat, edebiyat ve Keskiner, Doğan Hızlan, Halil düşün dünyasındaki us İbrahim Özcan, Hıfzı Topuz, ta isimlerin çeşitli yönleriy Mine Kırıkkanat, Nazım Alp le izleyici ile buluşmasını he man, Yazgülü Aldoğan’ın da defleyen Beşiktaş Belediye bulunduğu Zeynep Oral dost si “Ustalara Saygı” toplantıla ları müzikle, şiirle, sözle anı, rı, 26 Mayıs Cuma akşamı ga duygu ve düşüncelerini pay zetemiz yazarı Zeynep Oral’a laşacaklar. saygı gecesi ile sürüyor. 1972’de arkadaşlarıyla bir Gazeteci, yazar Faruk likte Milliyet Sanat Dergisi Şüyün’ün ha ni kuran, Ab zırladığı gecede di İpekçi gaze Türkiye Tiyat teciliğini yaşa ro Eleştirmenle tan, insan hak ri Birliği, Nâzım ları, kadın so Hikmet Vakfı, runları ve ge Türkiye Yuna zi yazılarıyla, nistan Dostluk araştırma dizi ve Barış Derne yazı ve seri rö ği, KADER (Ka portaj dalların dın Adayları da sayısız ödül Destekleme ve kazanan, edi Eğitme Derneği), Ana Kültür Vakfı, “WINPEACE” (Türki Zeynep Oral saygı gecesine bazı sanatçılar video mesajlarıyla katılacak. törlüğünden, muhabirliğine, röportajcılığından yazarlı ye ve Yunanis ğına kültür sa tan Kadınları Barış Girişimi) nat gazeteciliğinin ustası Zey gibi kuruluşların kurucuların nep Oral gecesine aralarında dan olan, halen PEN Yazarlar Joan Baez, Sunay Akın, Yekta Derneği Türkiye Başkanlığı’nı Kara ve Zülfü Livaneli’nin ol sürdüren Zeynep Oral için Fa duğu sanatçılar da video me zıl Say, Genco Erkal, Gülriz Su sajlarıyla katılacaklar, Müj ruri, piyanist Saki Çimen eşli dat Gezen ise geceye telefon ğinde Zuhal Olcay, piyanist Pa la bağlanacak. Akatlar Kültür olo Villa eşliğinde mezzosopra Merkezi’ndeki etkinlik saat no Aylin Ateş, Ali Sirmen, Arif 19.30’da başlayacak. Cannes’ın ‘Poster kızı’ Türkiye standındaydı Cannes Film Festivali’nin afişindeki fotoğrafıyla 70. yıla damgasına vuran efsane oyuncu Claudia Cardinale, önceki gün son yıllarda sinema endüstrisinin buluşma noktası olan Türkiye standında kendisi için düzenlenen özel davete katıldı. Luchino Visconti’nin “Leopar” ve Federico Fellini’nin “8 1/2” misali sinema tarihinin başyapıtlarının starı Cardinale, alkışlarla karşılandığı davette son derece keyifliydi, önce ‘Evimde gibiyim” dedi, sonra ardı arkası kesilmeyen ‘selfie’ tekliflerini ve festival posterini imzalatmak için sıraya girenleri kırmadı, sohbetlere neşeyle katıldı. 2010 tarihli “Sinyora Erica ile İtalyan Olmak” filmindeki performansıyla Altın Portakal kazanan 79 yaşındaki oyuncu ile yönetmen Ali İlhan yıllar önce kurdukları dostluk bağını koparmamışlar ve bu yılın afişi de Cannes buluşmasına vesile olmuş. Uluslararası basın ve sinema endüstrisinden oluşan davetli kalabalığı artınca komşu Arjantin standı terasını açarak ortamı rahatlattı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü Erkin Yılmaz, 60 ve 70’li yılların efsane oyuncusuna bir teşekkür plaketi sundu, Marsilya Başkonsolusumuz Feriba Hokkacı Esirgen ise kaftan biblo hediye etti. 80’lerde Werner Herzog’un “Fitzcarraldo”suyla taçlanan kariyeri malum Cannes’la yükseldi. İlk kez 1961 yılında “Girl With a Suitcase ve “The Lovemakers” adlı iki filmle birden festivale gelen oyuncu, 63’te de “The Leopard” ve “8 1/2” filmleriyle kırmızı halıda yürüdü. 1959 yılında, henüz 21 yaşında Roma’daki bir çatıda çekilen fotoğrafındaki fügürünün Cannes afişi için fo Claudia Cardinale toshopla inceltildiği eleştirilerini ‘Sıkı bir feminist olarak bunları boş ve nafile tartışmalar olarak niteliyorum. Afişte yapılan düşsel bir et ki yaratmak için tonlamadır’ yanıtıyla susturan Cardinale, botoks misali estetik müdahalelere karşı oluşuyla tanınıyor. Yine Cannes’a karıştık Festivalde ülke sinemalarının standlarla tanıtıldığı Uluslararası Köy’deki yerimiz bu yıl da Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle Ankara Sinema Derneği’ne emanet. Gezici Festivali de yapan Ahmet Boyacıoğlu ve Başak Emre’nin organizasyonuyla kısasından uzuna kitapçıklarımız ve DVD’lerimiz hazır, sinemamız layıkıyla tanıtılıyor. Günün her saatinde uluslararası ziyaretçinin eksik olmadığı standımızda iki sohbet arası Türk kahvesi ve lokum ikramı da var. İstanbul Film Festivali yönetmeni Kerem Ayan ve yardımcısı Bulgu Öztürk, Köprüde Buluşmalar yönetcisi Gülin Üstün, Başka Sinema’nın direktörü Azize Tan’ın yanı sıra yağımcı ve dağıtımcılarımız yeni filmler ve fırsatlar peşinde buradalar. Michael Haneke ile Isabelle Huppert, Cannes Film Festivali’nde bir arada. Haneke’den sessiz çığlık Avusturya sinemasının ustası Michael Haneke’ye fazlasıyla hak edeceği üçüncü Altın Palmiye’yi getiremeyecek belki ama, jürinin “Mutlu Son”u unutması düşünülemez. Unutmak istemek, sinema sanatını aşağılayan bir devekuşu politikası ürünü olabilir ancak... İki Altın Palmiye sahibi Michael Haneke (1942), inatla aynı izi sürmekte. Giderek daha keskin gözlerle deştiği bireysel ve toplumsal çıkmazları, bir nebze ödün vermeden sergiliyor yine... İnat bu ya, neoliberal kapitalist düzenin etkisiyle çürümesi hızlanan ‘küresel medeniyet’in hızla gömüldüğü bataklığın üzerine üzerine gidiyor. Mülteciler sorunundan, kırılganlaşan Avrupa Birliği’nin siyasal çaresizliğine dek güncel gerçeklere eleştirel göndermelerde bulunuyor. Geniş seyirci kitlelerinin ortak paydasına seslenmek kaygısından özellikle sakınırcasına, yeri geldiğinde alabildiğince kışkırtıcı olmaktan kaçınmıyor. Tam tersine, soğuk bir neşter gibi kullandığı mesafeli sinema dili, bir puzzle gibi sabırla inşa ettiği senaryonun çok katmanlı dokusunu daha da çarpıcı kılıyor. Bu yapıcı ve incelikli kışkırtıcılığı, diyaloglarla harmanlamak yerine, görüntülerin yo ğun içeriği ve özenli estetiği üzerine inşa ediyor. Yeni teknolojileri çok yerinde kullanan mizanseniyle izleyicisini derinden sarsarak uyarıyor. Adıyla bile kışkırtıcı olan “Happy End”, bir noktada, 2012’de Altın Palmiye kazanan “Amour “un (“Aşk”) devamı: Yine babakız rolüne soyunan Isabelle Huppert ile JeanLouis Trintignant’ın son derece duyarlı yorumlarıyla güç kazanan bir film. Yine karısını çektiği acılardan kurtarmak için boğarak öldürmüş yaşlı bir adamı canlandıran Trintignant, bu kez taşra burjuvazisinin temsilcisi zengin bir işadamı. Gözlemlediği çürümüşlükten kökten kurtulmanın yolunu arıyor yine ama, onulmaz bir hastalığa yakalanma dığı için, İsviçre’deki özel klinikler bile ötanazi isteğini geri çeviriyorlar. Şirketinin yönetimini devrettiği kızı yine anlayışsız, katı ve soğuk bir insan; küresel finansın tuzaklarına kolayca düşen başarısız bir iş kadını; evlenmeye hazır landığı Londra’da yaşayan, Fransızca bile konuşmayan sevgilisi tipik bir neoliberal... İh tiyar adamı anlayabilen tek aile ferdi, 13 yaşındaki torunu Eve’dir (Havva). Annesi intihar eden Eve, sevgisiz babasının yeni eşini de müzisyen bir kadınla aldattığını, bilgisayarındaki mesajları okuyunca tüm çiğliğiyle daha iyi anlar. Yazılım hatası olmayan, neredeyse incelikli bir edebi dilin gerisindeki şehvet ateşi, güncel pornografinin kaba yansımalarıyla doludur. Bu dünyada yaşamak gerçekten olanaksızdır. Annesinden geri kalan ilaçları dener Eve, ama başaramaz; sonra dedesine yardım eli uzatır... Ancak, duyarsız, sevgisiz, anlayışsız ve bencil yetişkinler, dedeyle torununun arzuladıkları “Mutlu Son”a bile izin vermeyeceklerdir... Michael Haneke, mutsuz sonların kaçınılmaz olacağı hassas sürece girdiğimizi, dönüşü olmayan noktayı belki de geçtiğimizi sessiz bir çığlıkla haykırıyor. Bu imdat zilini duymamak, derinlemesine duyumsamamak olanaksız. Ancak, “Aşk” (2012) ve “Beyaz Bant” (2009) örneklerinde görülen birleştirici klasik öğelerin bu kez yok denecek kadar az olması, Avusturya sinemasının ustası Michael Haneke’ye fazlasıyla hak edeceği üçüncü Altın Palmiye’yi getiremeyecek belki ama, jürinin “Mutlu Son”u unutması düşünülemez. Unutmak istemek, sinema sanatını aşağılayan bir devekuşu politikası ürünü olabilir ancak... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle