23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 23 Mayıs 2017 12 ÖzAgecanr ‘Yolumun Kesiştiği Ünlüler’ mi? “Yolumun Kesiştiği Ünlüler” adını verdiğim kitapta “bazı özel anılarımı” yayımlamak ihtiyacını duydum.(*) Bunların çoğu hiç yayımlanmamış ve kamuoyu tarafından bilinmeyen gerçeklerdir. Siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları bulunuyor. Mizahi boyutu olanlar da yok değil! Bir akademisyen ve yazar olarak çok şanslıydım. 1960’lı yıllardan itibaren hayatım çok ilginç insanlarla kesişti. Aynı masada yemek yedik, sohbet ettik, evlerine ve ofislerine davet edildim, uluslararası toplantılarda yoğun beraberliklerimiz oldu. Seminerlerde ve televizyonlarda tartıştık. Kendileriyle, TürkiyeAvrupa ilişkileri başta olmak üzere pek çok meseleyi konuştuk. Bir kısmı şahsi dostlarımdı, ahbaplıklarımız vardı, hatta ailece bile görüşürdük. Toplam 31 insanla olan kimi özel anılarımı, ilginç sohbetlerimizi kitapta topladım. Bazıları hiç bilinmeyen veya Türkiye’de az kişinin bildiği şeylerdi. Yakın tarihimize bir not düşmek istedim. Ben yazmasam, belki hiç bilinmeyecek, saklı kalacak şeylerdi bunlar. Kimileri trajikomik, çok önemli bazı olaylara göre seçimimi yaptım. İş, siyaset ve kültür hayatından bazı insanların pek bilinmeyen özelliklerini de, “mahremiyete saygılı kalarak” aktardım. Güzel, tatlı şeylerdi: Sakıp Sabancı’nın “TRT cimriliği (!) konusunda takışmamız” gibi. Evet, biraz da bilinmeyen ve benim de şahit olduğum, gizli kalmış bazı olaylarda olduğu gibi: Johnson mektubundan sonra ünlü aktör Kirk Douglas’ın İstanbul’a 1964’te geldiğinde, Ankara’ya gidip başbakan İnönü ile gizli görüşmesi. Asil Nadir’in İngiltere’de hapsedilmesinin, tamamen Kıbrıs sorununa bağlı siyasi bir olaydan kaynaklanması. İstanbul Dünya Ticaret Merkezi 1979’da benim Ecevit’e önerim üzerine kurulurken, altında başbakan Ecevit’in imzasıyla düğmeye basılması. Oyak’ın Volvo ile anlaşacak iken Prof. Feridun Ergin’in baskıları ile nasıl Renault’ya kaydığı. 1980’li yıllarda eski İngiltere başbakanı Edward Heath ile Boğaz’da teknede yemek yerken, “bugünkü Brexit’in özlemini nasıl duyduğu”. FETÖ’nün düzmece Ergenekon kumpasında beni “sorgulayan” kaçak Zekeriya Öz ile olan atışmalarımız. Turgut Özal’ın ANAP’ı kurarken beni Yeniköy’deki evine davet ederek “yaptığı ilginç öneri”. Abdullah Gül ve Tansu Çiller’le olan “inişliçıkışlı ilişkilerimiz”. Vehbi Koç ile Yeniköy’deki evinde görüşmemizden sonra Dışişleri, Devlet Planlama Teşkilatı ve TÜSİAD arasındaki “ilginç görüş ayrılıkları ya da beraberliği”. Washington Uzlaşısı’nın ilk defa Turgut Özal tarafından Pera Palas’ta 20 Aralık 1977’de nasıl ortaya konduğu ve 12 Eylül darbesi sonrası hangi amaçla uygulanmaya başlandığını birinci elden, şahısların kendi ağızlarından yazıldı. 15 Temmuz 1974’te Atina Albaylar Cuntası ve ABD destekli, Makaryos’a karşı faşist darbe sürerken Samson’un Rauf Denktaş’a götürdüğü hangi önerinin Denktaş tarafından nasıl reddedildiği gibi pek bilinmeyen gerçekler kitapta yer aldı. Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan, Denktaş, Çiller, Yılmaz, Gül, Perinçek, Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Şarık Tara, Asil Nadir, Attilâ İlhan, Müjdat Gezen ve daha birçokları, tam 31 kişiyle yolum ilginç bir biçimde kesişti. Tatlısı ve acısı ile aynı mekânda bulunduk ve sohbet ettik. İçlerinde 56 tane de yabancı var. Kimileriyle temasım yıllar boyu sürdü, kimileriyle birkaç saatlik yemeklerde sohbet ettik. Bu acı tatlı anılar ve fikir tartışmaları aynı zamanda, Türkiye’nin yaşamakta olduğu “dönemeçte” az bilinen ya da hiç bilinmeyen bazı şeyleri gün ışığına çıkarıyor. Sade iç sorunlara değil, dış ilişkilere de ışık tutan, saklı kalmış şeyler. Yer alanların büyük bir bölümü halen hayattalar. Bu yol kesişmelerinin Türkiye’de bilinmeyen bazı önemli noktaları içermesinin, okurlara ilginç geleceği kanısındayım. Kendimi biraz da, ev ödevini yerine getirmiş bir izci gibi görüyorum, ekşisi ve tatlısı ile birlikte... (*) “Yolumun Kesiştiği Ünlüler”, Kırmızı Kedi Yayınları, Mayıs 2017 23 MAYIS 2017 SAYI: 33466 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.40 03.32 04.03 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.33 13.08 17.03 05.20 12.52 16.46 05.47 13.15 17.06 Akşam 20.31 20.12 20.31 Yatsı 22.13 21.51 22.06 yorum TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Dünyaya, “dolar gözlüğü” ile bakan ABD Başkanı, milyarder işadamı Donald Trump, ilk dış ziyaretini “geleneksel kılıç dansına” katılımı ile Suudi Arabistan’a yaptı. Trump, Suudilerle 350 milyar dolarlık ticaret anlaşması imzaladı. (laTKmüardkvaiyşe3a’4nk1inm2i0ly1a6r’ddaoldarışotlimcaurşettui .t)op ABD Suudi ticaret anlaşmasının en önemli kalemini, 110 milyar dolarla silah anlaşması oluşturdu. Türkiye’nin geçen yıl toplam ihracatı ise 142 milyar dolar idi. ABD’nin Suudilere silah satışında 6 milyar dolarlık bölümü 150 adet “Karaşahin” helikopteri oluşturuyor. HHH Trump’ın ilk ziyaretini İngiltere’ye yapacağı açıklanmış, ancak sonra iptal edilmişti. Ondan önceki başkanlar genellikle dost komşular olan Kanada ve Meksika’ya yaparlardı. Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’in karşıladığı ve konuştuğu Trump, Körfez ülkelerinin başkanları ile de buluştu. Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad Al Sani ile “özel silah anlaşmasını” görüştü… Bu buluşmalar 20’şer dakikadan fazla sürdü! Trump, protokolce kademe kademe aşağı inilerek, 55 Müslüman ülkenin yöneticileri ile düzenlenen bir toplantıda konuştu. Bu toplantıda Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu temsil etti. Trump “Terörle mücadele; farklı inançlar, mezhepler ya da uygarlıklar arasında bir mücadele değildir. Bu, insan yaşamını yok etmeye çalışan barbar suçlularla, tüm dinlerden Özgen Acar Kavşak Trump Ortadoğu’da... bunu korumaya çalışan alçakgönüllü insanların, iyiyle kötü arasındaki bir savaştır” dedi. Toplantıya İran ve Suriye davet edilmemişlerdi! Suudi Arabistan Kralı Selman da “İran rejiminin, Humeyni devriminden bu yana küresel terörizm bayrağını taşıdığını!” söyledi. Trump ise, İran hakkında, “Barış için ortaklık yapmaya karar verene kadar, vicdan sahibi tüm uluslar, İran’ı yalnız bırakmalı, yalıtılmalı! Bir Sünni NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) kurulmalıdır!” dedi. Herhalde, böylece bu orduya silah satışını da ABD gerçekleştirecek! HHH Sonrasında “Troya’nın” değil, ABD’nin Ortadoğu’da, “tahta atı” konumundaki İsrail’e geçen Trump’ı, havaalanında Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin değil, Başbakan Binyamin Netanyahu karşıladı. Trump, türbansız eşi Melania ve türbansız kızı Ivanka ile aşırı dinci, Ortodoks Yahudi’si olan eşi Jared Kuschner da heyette bulunuyordu. Kuschner, dinsel inancı nedeniyle cumartesi günleri iş yapma ması gerektiğinden, hahambaşından izin alarak, o gün Trump’ın uçağına binebilmişti! HHH Trump, “artık son anlaşma olsun” dediği İsrailFilistin barış görüşmelerini yeniden başlatmayı umuyor. Ancak, ABD büyükelçiliğini de Tel Aviv’den Kudüs’e taşımaya da olumlu bakıyor. İsrail, bakanlıklarını 1980’de başkent ilan ettiği Kudüs’e taşımıştı. Tek yanlı bu kararı, Türkiye ile birlikte başka ülkeler tanımadıkları için ABD’nin de büyükelçilikleri Tel Aviv’de bulunuyor. Trump’ın, İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria’nın Beytullahim kentine bugün geçerek, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile buluşması öngörülüyor. Filistin ile barış görüşmeleri, İsrail’in 1967 sınırlarını ve yerleşim alanlarında yeni yapılanmaya son vermeyi kabul etmemesi nedeniyle 2014’te kopmuştu. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleriyle ilgili olarak Trump’ın izleyeceği tutum merakla bekleniyor. HHH AKP’nin yeni “Reisi Umumisi”, Vaşinton’da Trump ile 20 dakika konuşmuştu. 10 dakikası çeviri ile geçen görüşmede karşılıklı “hal hatır” sorulmuş, sonrasında heyetler yemeğe oturmuşlardı. AKP Reisi Umumisi, ABD’nin PKK yandaşı YPG terör örgütüne silah yardımını görüşmeye Vaşington’a gitmeden önce, “Virgül değil, nokta koymaya gidiyorum” demişti. Ne var ki, Beyaz Saray görüşmesinin ertesi sabahı, ABD’nin “IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi”  Brett McGurk’un, Şanlıurfa’nın Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın tam karşısındaki “Aynel Arap’ta (Kobani)”, YPG ve PKK’nin üst düzey komutanlarıyla toplantı düzenlediği ortaya çıkmıştı! Sonuçta Beyaz Saray görüşmelerinden bırakın noktayı, noktalı virgül bile değil, virgül çıkmıştı. HHH Ayrıca, Türkiye Vaşington Büyükelçisi’nin konutunun önünde, silah çekerek göstericilere müdahale eden AKP Reisi Umumisi’nin korumalarının müdahalesindeki çatışmada 11 kişi yaralanmıştı. Büyükelçi Serdar Kılıç, ABD Dışişleri’ne çağrılarak bu tepkiden dolayı Türkiye kınanmıştı. Aynı nedenle Amerikalı senatörler de mektupları ile tepki göstermişlerdi. Tepkilerinin temelinde “Burası ABD, Türkiye değil… Türk polisi burada saldırganlık yapamaz!” bildirimi yatıyordu. Son Dakika: Dışişleri Bakanlığı, 17 Mayıs’ta Vaşington Büyükelçilik konutu önündeki olaylara tepki olarak ABD Büyükelçisi John R. Bass’a yazılı ve sözlü nota verildiğini açıkladı. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Bizim büyük kayıtsızlığımız NEVAL OĞAN BALKIZ *Yard. Doç. Dr, Hukukçu İçinde bulunduğumuz süreçte, siyasal yönü belirgin bir şiddet sarmalı, ideolojik ve hegemonik bir araç olarak, günlük yaşamımızı kuşattı. Bu durum, toplumsal hafızamızı ve her birimizin kişisel belleğini darmadağın ediyor. Etik duyarlılığımızı sarsıyor, ahlaki anlayışımızı parçalıyor. Kişisel ve toplumsal yaşamda psikolojik ve sosyolojik yaralar açıyor. Tarihsel önyargıların ve kültürel kategorilerin günümüz politik, felsefi, etnik, dinsel ve cinsel kimliklerle birleştirildiği, yaygın bir nefret söylemine dönüştürüldüğü ve ayrımcılığın halkı kutuplaştırdığı bu toplumsal koşullarda, güvenlik kaygıları giderek tedirginlik ve korkuya dönüştü. Suruç, Ankara, İstanbul, Diyarbakır ve diğer kentlerde gerçekleşen saldırı ve katliamlarla Hrant Dink, Tahir Elçi, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Uğur Kurt, Dilan Doğan, Kemal Kurkut, panzerin girdiği evde ezilerek, uykularında ölüme giden Silopili Furkan ve Muhammed kardeşler ve benzerlerine ait fotoğraflarda donup kalan kareler bize, “öldürmenin sınırsız bir eylem halini” anlatıyor. Bunu kavramanın, onu hatırda tutmanın yoğunlaşmış bir formunu gösteriyor. Bu ve benzer görüntülerin “yoğunlaştırdığı” izlek “formları”, toplumsal ve siyasal belleğe katılıyor ve etkisinin eylemsel boyutu oluşmadan, dağılıyor. Giderek sıklaşan bu olaylar ve yarattığı dramlar gözümüzün önünde uzayıp giderken, sahneleri korkunçlaştığı ve dehşet oranları arttığı ölçüde, iç dünyamızda bunları yaşama ve duyumsama yeteneğimiz azalıyor. Bu koşullarda, başka yerlerde yaşanan ve biriken acıların farkında olmak, adeta ‘kurgusal bir farkındalık’ haline dönüşüyor. Bizler, tek tek kişiler ve toplum olarak, ahlaki yükümlülük anlayışımızı, etik bir tepki olarak duyarlılığımızı yitirme noktasına sürükleniyoruz. ‘Duyarlılık yitimi’ S. Zweig’in Yarının Tarihi adlı eserinde dile getirdiği gibi, sürekli bu olaylara tanıklık etmek “düşünmeyi yıkıyor ve zamanımız bizden olup bitenleri duyumsamamızı talep ettiği ölçüde, artık bitkin düşen ruhumuz, bu talebi gittikçe daha az yerine getirebiliyor. Çünkü trajik olan ölçüsüzce yoğunlaştığında, bizi sarsma yeteneğini artıracak yerde azaltır. Güçlü ve sürekli heyecanlar, derecesi kaçınılmaz olarak yükse İnsanların öldürülmesi veya Foucault’un dolaylı öldürme dediği, insanların “basitçe ölmeye bırakılması”, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevinde kendini gösteriyor. Gülmen ve Özakça önceki gece evleri basılarak gözaltına alındı. len bir yorgunluğa yol açar, aşırı gerginlik fazla sürdüğünde bir tür felce dönüşür”. Böyle sürekli bir yüksek gerilimin üstesinden gelebilmek için, bu zamanın tanıkları olan bizler, zamana katılma ve onun dehşetini, acısını ruhumuzun en derin noktasında duyumsama yolunda olabilecek en dürüst niyete sahip olmamıza karşın, zamanı yaşamaktan çok unutmak için çaba harcamaya başlarız! Bunun nedeni, yeterince duyumsamamak değil, insan oluşumuz! Zira, “her birimiz ancak tek bir yüreğimizle, yıkımın belli bir derecesinden fazlasını içinde barındıramayan küçücük, daracık yüreğimizle insanız”. Bu bizim insani gerçekliğimiz elbette. Ancak, böylesi tarihi zamanlarda, çok fazla şey olup bitiyor ve kimi zaman düşüncelerimizi bir süre için olanlardan uzaklaştırdığımızda ve duygularımız artık yanıt vermediğinde, ihtiyaç duyacağımız şey iyi niyet değil, güç oluyor! İnsani acıları birlikte duyumsama gücü! Ancak bu güç, birey ve toplum olarak bizi “duyarlılık yitimine” karşı koruyabilir. Yaşamı savunmak Bir yönetme aracı olarak biyopolitika, yaşam alanında “yaşaması ile ölmesi gereken arasında kesinti/ kopukluk” yaratılmasına dayanır. İnsanların öldürülmesi veya Foucault’un dolaylı öldürme dediği, insanların basitçe ölmeye bırakılması, bu kopukluğun görünümleri olarak ortaya çıkar. OHAL düzeni içinde Kanun Hükmünde Kararnameler ile hukuk süreçleri işletilmeksizin gerçekleşen yargısız işten atmalar, emekçilerin yaşam hakkını ihlal eden bir tür “ölmeye bırakmaya” dönüşmüş bulunuyor. TİHV’nin açıklamalarına göre, OHAL’in ilanından bugüne kadar geçen süreçte, görevlerinden ihraç edildikleri için intihar eden kişi sayısı 37. Görevlerinden ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça da, Ankara’nın merkezinde, Yüksel Caddesi’nde uzun süredir açlık grevindeler ve sağlıkları, yaşamlarını sürdürme kapasitesinin etkilenmesi bakımından tehlikeli, kritik bir aşamaya geldiler. Dün akşam ise evlerinin kapıları kırılarak gözaltına alındılar. Şiddeti engelleyebilecek, kontrol altına alabilecek yegâne güç ve aynı zamanda şiddeti yasal olarak kullanabilecek tek yapısal kurum olarak devlet, bu amaçsal ve işlevsel paradoks içinde, yurttaşlar ve hangi sıfat altında olursa olsun bu ülkede bulunan insanlar olarak, bizleri öncelikle yaşatma, biyolojik, psikolojik ve moral yönleri olan birer varlık olarak yaşamda tutma ve haklarımızı güvence altına alma görevini yerine getirmeli. Devletin öldürmesi Devletin varlık nedenlerinden biri olan bu “yaşatmacılık” görevinin gerekçesini, tanım ve içeriği anayasada ve evrensel insan hakları belgelerinde düzenlenmiş olan başta “yaşam hakkı” olmak üzere, insan hakları oluşturuyor. Bu hakların her birimiz için güvenceye alınması öncelikle her türlü hak ve özgürlüğün askıya alınabildiği, her yerde gözü ve kulağı olan devletin aygıtlarının uyguladığı şiddetin de yasal duruma getirildiği, hukuki güvenlik ilkesinin zedelendiği, hatta bütünüyle kaldırıldığı koşulların değişmesine bağlı. Böyle bir değişim de eksiksiz bir kitle demokrasisinin oluşması, insan hak ve özgürlüklerini temel alan bir güvenlik anlayışının kurumsallaşması ile olası görünüyor. Bu kurumsallaşma için de, “güvenlik devleti” yerine kişi ve toplum güvenliğini hukuki güvenceye bağlayan, etkin hukuki mekanizmalar ile her türlü ihlalle karşı koruyan, devletin her türlü eylem ve işleminin içeriğini ve sınırlarını anayasa ve hukukun belirlediği, denetim mekanizmalarının etkin olarak işletildiği, hukuki güvenliğin sağlandığı “hukuk devletini” savunmak ve sürdürmek gerekir. Ölüme ve öldürmelere karşı durmak, insan olarak birbirimizi ölümden uzak, hayatta tutabilmek ancak, acıları birlikte duyumsama gücü gösteren tüm toplum kesimlerinin bir araya gelmesine, dayanışma içinde, her türlü demokratik araç ve yollarla, bu amaçlarla bir söylem ve eylem birlikteliği içinde olması ile olanaklı olabilir. Unutulmamalı ki, “hayatın karşıtı ölüm değil, kayıtsızlıktır”. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle