02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Çocuk onkolojisindeki çocuklara destek konseri Bodrum Oda Orkestrası çocuk onkolojisindeki çocuklara destek için 15 Nisan Cumartesi akşamı 20.30’da İzmir’deki Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde konser verecek. Naci Özgüç şefliği ve İdil Biret solistliğin de gerçekleştirilecek konserin geliri Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Çocuk Onkoloji Servisi’ndeki çocuklar için kullanılacak. Konserde Beethoven’in “5. Senfoni”si ile “5. Piyano Konçertosu” seslendirilecek. Perşembe 13 Nisan 2017 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] 15 Önce destek sonra köstek Sinema Genel Müdürlüğü’nün yeni filmi ‘Zer’e yaptığı sansürü, söz konusu sahnelerde perdeyi karartarak deşifre eden yönetmen Kazım Öz sansürü anlattı Yönetmen Kazım Öz, İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale Ulusal Yarışma bölümünde yarışan yeni filmi “Zer”in önceki akşam yapılan gösteriminde T.C. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü Üst Denetim Kurulu’nun filmine yaptığı sansürü ifşa etti. Yönetmen kurulun sansürlediği sahneleri kaldırmak yerine söz konusu sahnelerde perdeyi karartarak uygulamayı protesto etti. Evrensel gazetesinden Vedat Aydemir’in haberine göre Öz, gösterim sonrası karartılmış sahnelerle ilgili konu şarak, “Bu sahne T.C. Kül lamda filmin yaklaşık üç bu tür Bakanlığı Sinema Ge çuk dakikasının sansürlen nel Müdürlüğü Üst Dene diğini aktarıyor. Yönetmene tim Kurulu tarafından sa göre asıl çelişki, Bakanlık’ın kıncalı bulunduğu için iz sansürlediği filme üç yıl ön leyemiyorsunuz. Maalesef Türkiye’de sinemada EZGİ ATABİLEN ce yani henüz çözüm süreci devam ederken destek bir ‘Karanlık Sahneler Dö vermiş olması. Kazım Öz’e nemi’ başlatılmak isteniyor” açık göre bu, mevcut iktidarın “ihti lamasını yaptı. yaç duyduğunda demokrat ihti ‘Riyakârlık ortaya çıktı’ yaç duyduğunda despot” olduğunun bir göstergesi: “Dönemin Sansür sürecini gazetemize anla Başbakanı’nın zamanında ‘katliam’ tan Öz, filmde sansürlenen birkaç olarak niteleyip özür dilediği Der sahne olduğunu, hepsinin Der sim Katliamı’yla ilgili sahnelerin çı sim Katliamı’nı anlattığını ve top kartılması istendi. Bu da mevcut iktidarın o olayda ne kadar samimiyetsiz olduğunu gösteriyor. Çözüm süreci zamanında bu filme destek verirken şimdi sansürlemeleri riyakârlığı ortaya çıkarıyor. Şu anda gerçek kimlikleri ortaya çıktı demek ki. Bugün de söyledikleri bir sürü şeyle ilgili şüphe uyandıran bir durum.” “Zer” 21 Nisan’da gösterime girecek. Kazım Öz, filmi o sahneler olmadan gösterileceği için üzgün ama mücadelesinin bitmediğini söylüyor. Filmin Türkiye’de tüm sahneleriyle gösterilebileceği günlerin geleceğinden umutlu... ‘Hapishaneler ceTzehacaeapvvslüeezrdicfiülidllmeiğrioinldu toplumun küçük halleri’ Son yıllarda artan tecavüz vakaları beyazperdeye uyarlandı. Yönetmen İlker Savaşkurt uzun araştırmalar sonrası ‘damatlar koğuşu’ olarak bilinen bu cezaevlerinde yaşanan akıl almaz olayları gün yüzüne çıkardı. DEMET YALÇIN GÜNEŞ Türkiye hemen her gün yeni bir tecavüz vakasıyla güne başlıyor. Yeğenine ya da torununa tacizde bulunan dede, amca ve dayı gibi birinci derece akraba olayları sürekli artıyor. Tacize ya da tecavüze uğrayan mağdurlar ise neredeyse toplumdan dışlanıyor. Bu insanların idam ya da en azından hadım edilmesi isteniyor. Toplumda ciddi bir akıl tutulması yaşanıyor. Bu akılalmaz olaylara sinema dünyası da duyarsız kalamadı ve konuyu beyazperdeye taşıdı. Böylece tecavüzcülerin atıldığı koğuş olan damatlar koğuşu film oldu. Orada yaşanan olayları yıllar süren araştırmalar sonrası tüm çıplaklığıyla göz önüne seren yönetmen İlker Savaşkurt, “İnsanların bilinçlenmesi için bu konunun işlenip acilen anlatılması gerekiyordu” diyor. Başrolünde Barış Atay'ın rol aldığı "Damat Koğuşu" adlı film, 36. İstanbul Film Festivali kapsamında bugün saat 19.00’da Beyoğlu Sineması’nda gösterilecek. n Cinsel istismar bıçak sırtı bir konu... Bu filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?  Yılmaz Güney “Duvar” filminde, “Hapishaneler laboratuvardır” demişti. Ben de bu söze çok inandım. Hapishaneleri toplumun küçük halleri gibi görüyorum. Bu sebeple böyle bir film yapmak istedim. Elimizde 10 yıl öncesinden, damat koğuşunda geçen gerçek bir öykü vardı. Çünkü toplumun hassas konularından biri bu. Sürekli basında ve gündelik hayatta böyle haberler var. Bu adamlar kimdir? İçeride ne oluyor? Bunları işlememiz lazım dedim ve bu sebeple “Damat Koğuşu”nu yapmaya karar verdim. n Ağır ve hassas bir konu... Temelde nasıl bir kurgu yaptınız? Hiçbir şekilde ne sempati ne de em Barış Atay filmde başrol oynuyor. pati yaratmak istedik. İçeri girelim ve buradaki insanların hikâyelerine bakalım dedik.. Bu insanlar ne yapıyor? Adaletsizliğin içinde adaletlerini nasıl sağlıyorlar? Türkiye’deki hapisha nelerde olan bu. Adaletsizliğin getirdiği bir orman kanunu meselesi var içeride. Bizim filmde, bir tecavüzcünün başka bir tecavüzcüyü cezalandırması gibi bir şey bu. Dedem ünlü bir kabadayıydı n 70’li yıllarda dedenizin hapishane günlerinde kitap yazdığını söylediniz... Kim dedeniz? Dedem 60’lı 70’li yılların ünlü kabadayılarındandı. Arap Muarrem... O dönemin Robin Hood’uydu. Zenginden alıp fakire verirdi. Kürt İdris’lerin, Dündar Kılıç’ların daha onların yeğeni olarak olarak gezindiği yıllardı bu yıllar. Bu dönemde Yılmaz Güney ile tanışıp sıkı dost olurlar. Dedemin sert bir hayatı olduğu için haliyle hapislik yılları da çok olmuş. Çocuk tecavüzleri, tecavüzcüler ve çocukları zorla uyuşturucuya alıştırıp fuhşa zorlayanlara savaş açmış bir ka rakterdi. Bu konuda cinayet bile işledi. Yılmaz Güney’in “Zavallılar” filmindeki Arap karakterinin hikâyesi dedeminkiyle bire bir.  n Yılmaz Güney’in de bu filmde etkisi büyük o halde... Yılmaz Güney de dedeme bu konuda kitap yazması için çok ısrar etmiş. “Bizim Kafes” adlı bir kitap yazmış. Hatta dedem elindeki son parasını bile bu kitaba yatırmış. O dönem Yılmaz Güney, Türkiye’den kaçıyor. Dedem de ölüyor. Bu kitaptan da yola çıkarak hapishane filmleri ve insan hikâyeleri çekmekte boynumun borcu gibi hissettim. İlker Savaşkurt ve Demet Yalçın Güneş bir arada. n Filmi çekerken bir yönetmenden ziyade insan olarak ne hissettiniz? Böyle hislerin coğrafik olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bir linç kültürü var. “Damat koğuşuna atsınlar da bir cezasını versinler” diye. Oysa bu da hastalıklı bir düşünce. Çünkü zaten bir adalet sistemi var ve onu cezalandırması gereken bu sistem. n Filmde tecavüz sahneleri giyinik çekilmiş. Kendi oto sansürünüzü yapmış gibisiniz. Açıkçası yaptım. Bulunduğumuz yıllarda insanlar sansüre uğruyor. Eskiden de bu vardı. Bunu bile bile sansüre uğramak bana aptalca geliyor. Elbette ben de isterim otosansürümü yapmadan film çekmeyi. Ancak bu toplumsal bir devrim içeriyor. n Barış Atay son dönemde muhalif tavrı ile çok fazla ön planda. Genç bir yönetmen olarak bu sizi endişelendirdi mi? Bir önceki filmim “Sürgün Türküleri”nde de Yılmaz Güney’i canlandırdı. Bu karakteri Barış Atay’dan başkası canlandıramazdı. İnsanların siyasi kimliğinden çok iyi oyuncu olmaları ile ilgileniyoruz. Ortaçgil’den senfonik konser... Bülent Ortaçgil’in 2012 yazında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda verdiği Senfonik Konser CD ve DVD formatında müzikseverlerin beğenisine sunuldu emrah kolukısa Müziğimizin ikonik figürlerinden Bülent Ortaçgil neredeyse yarım asıra yaklaşan müzik kariyerinde iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda albüme imza atmış; buna rağmen az ama öz üretimiyle benzersiz bir hayran kitlesini peşinden sürüklemesini bilmiştir. Onun her konserini izlemiş olanlar vardır mesela. Ya da her konserini izlemek için çaba gösteren, kaçırdığı kayıtların peşine düşen fanatikleri vardır. İşte şu sıralar müzikmarketlerin raflarını süsleyen ve ‘Senfonik Ortaçgil’ başlığını taşıyan kayıt tam da onlar için... 2012 yazında Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda Ortaçgil’in şef İbra him Yazıcı yönetimindeki Yaylı Sazlar Orkestrası eşliğinde verdiği senfonik konser canlı olarak mikrofonlar ve kameralar tarafından kaydedilmiş ve yaklaşık dört yıllık bir çaba sonucu hem CD hem de DVD formatında piyasaya sürülmüş. “Bu iş için dört yılımı verdim” derken hiç de abartmıyor yani Ortaçgil. Özel bir basın buluşmasında bir araya geldiğimiz ünlü müzisyen “Özellikle DVD için çok uğraştık. Hiçbir zaman gönlüm tam ‘hah oldu’ diyemedi. Ama anlaşılan Ortaçgil de Ada Müzik de nihayet tatmin olmuş ki 2’şer CD ve DVD halinde ‘Senfonik Ortaçgil’ elimize ulaştı. Ada Müzik’in CEO’su Bülent Forta ve Ortaçgil yakın bir gelecekte muhtemelen 10 CD’lik özel bir koleksiyon kutusu çıkaracakları nın da müjdesini verdiler bu arada. Asıl bombayı ise bizzat Ortaçgil patlattı: “Ümit Tunçağ’ın İzmir Radyosu’nda 1969’da kaydettiği 78 tane şarkı var hiç yayımlanmamış. Ümit o kayıtları vermişti bana, bende duruyor. Tabii ilk deneyimler, birkaç tane İngilizce parça da var aralarında, İngilizce şarkı yazmıştık o zamanlar, onları da kullanırız herhalde.” Bu sözlerin masada bulunan bizler arasında (bizler derken Naim Dilmener, Murat Meriç, Yekta Kopan, Şafak Ongan gibi birçok ismin bulunduğu kalabalık bir gruptan bahsediyorum) ne kadar büyük bir heyecan dalgası yarattığını söylememe gerek bile yok herhalde. Merak ve hasretle bekliyoruz. Sanatçıların ‘HAYIR’ı... Nasıl bir Türkiye istiyoruz? Bunun yanıtını bizler, hepimiz vereceğiz... Üç gün sonra kullanacağımız oyla geleceğimizi belirleyeceğiz. Araştırmalar, “Evet” ve “Hayır”ın at başı yarıştığını söylüyor. Sonuç ne olursa olsun, toplumun yarısı mutlu, yarısı mutsuz olacak. Ama bir de şu var: Bunca yıllık AKP iktidarının sonunda geldiğimiz nokta korku egemenliğidir. İşini kaybetmekten, mal varlığını yitirmekten, suçlanmaktan, hapse düşmekten, vay sen de FETÖ’cüsün, PKK’lisin tehditlerinden korkan (ki içinde yaşadığımız bu koşullarda, korkmak çok doğaldır) aklı başında birçok insan seçiminin rengini gizlemek zorunda. Hayır oyu verecek çok insan son ana dek tam tersini söylüyor... Sürprizlere hazır olun! Sonuç ne olursa olsun... Birlikte yaşayacağız. Birlikte yaşamak zorundayız. Dün Özgür Mumcu’nun gerçekçi ve doğru yazısı “Hayır birleştirir, Evet dağıtır” yazısının ışığında, Türkiye çok kan kaybetse de, yaralanıp berelense de, çok acı da çeksek, birlikte yaşamanın yollarını aramaktan hiç ama hiç vazgeçmemek zorundayız... Sanatın özü muhaliftir! Son zamanlarda sanatçıların ve yazarların da referandumda kullanacakları oyu açıkladıklarına tanıklık ediyoruz. Benim hatırlatmak istediğim şu: Sanatın özünde muhalefet vardır. Sanatta tarafsız olamazsınız... Sanatta “tarafsız olmak” egemen taraftan olmak demektir, güçten, iktidardan yana olmak demektir. Ezilenin, sömürülenin, haksızlığa uğrayanın, sesini duyuramayanın karşısında olmak demektir. Korku ve tehdit ve baskı düzeninden yana olmak demektir... Sanat, sanatçının bilinçli eylemiyle, bilinçli bir faaliyetiyle, üretimine mutlak kendi kişiliğini, kendi aldığı tavrı getirecektir. Tavır almak, taraf olma zorunluluğunu getirir. Biz, yaratıcı olmayan sıradan insanlar, biz izleyiciler, bizler de bilinçli ya da bilinçsiz tavır alıyoruz. Okuduğumuz şiire, dinlediğimiz müziğe, bakmakla yetinmeyip gördüğümüz resme ya da yontuya, izlediğimiz filme ya da oyuna, kendi kişiliğimizle, kendi bilgimizle, kendi kültürümüzle, kısaca beni ben yapan tüm birikimlerimizle, temsil ettiğimiz her şeyin toplamıyla bakıyoruz ve değerlendiriyoruz... Hem zaten, “değer” dediğimiz şey, değer ölçülerimiz “taraf olmaktan” ayrılamaz. Stefan Zweig’den günümüze İstanbul Film Festivali’nde izlediğim nice film bu tema çerçevesinde gelişiyordu. Hele Stefan Zweig’in (18811942) son yıllarını işleyen “Şafak Sökmeden” filmi... Filmin eleştirisine girmeyeceğim. (Josef Hader’in muhteşem oyunculuğuna değinmesem olmaz!) Yıl 1936 Zweig, faşist Almanya’yı terk etmiş Brezilya’da yaşamaktadır. Buenos Aires’teki 14. PEN Kongresi’ne katılır. Ve susar... Hep susar... Hitler ve Almanya aleyhine bir şey söylemek mi, söylememek mi? Ve film felsefi tartışmaya dalar diyaloglar aracılığıyla... Neyse ki Zweig eserleriyle tavrını ortaya koydu... Muhteşem bir açılış sahnesi ve sadece aynalardan izlediğimiz intiharı seçmiş Zweig ve Lotte’nin görüntüleri arasında, benim aklıma hep şu soru takıldı: Acaba konuşsa, haykırsa, HAYIR için savaşsa, ölümü değil yaşamayı seçer miydi? Son günlerde en sevdiğim “Hayır”, Tülay Günal’ın harika yorumladığı Brecht’in dizeleri aracılığıyla oldu. Paylaşıyorum: “Böylesi çok iyi değiştirmeyelim hiçbir şeyi Bunu mu diyelim güle oynaya? Bardağı görelim de ölmeyi mi seçelim susuzluktan? Boşunu mu alalım dururken dolu bardak? Yani biz hep dışarıda mı kalalım? Titreyelim mi soğuktan içeri buyur edilmedik diye Bekleyelim mi hep nasılsa büyüklerimiz bizden daha iyi düşünür diye? HAYIR Bizce en iyisi kalkmak yeter artık demektir Vazgeçmemek için kırıntısından bile yaşamanın Karşı çıkmaktır vargücümüzle acıyı doğuranlara Yaşanır hale getirmektir dünyayı bütün insanlara. HAYIR” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle