04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 14 Kasım 2017 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ haber 13 Atatürk olmasaydı, Ayasofya’da bugün çanlar çalacaktı 10Kasım 2017’ye geldiğimizde Erdoğan’ın kendi ifadesi ile, “değişmesine” memnun oldum. Yıl 1994, Erdoğan İstanbul belediyesi başkanlığına Refah Partisi’nden seçileli 23 ay olmuş. Japon Büyükelçiliği’nden bir davet alıyorum, İstanbul’daki Sheraton Oteli’nde 7 kişilik bir akşam yemeği, Erdoğan da 7 kişinin baş davetlisi. Benim davet edilmemin nedeni, o aylarda TürkJapon ilişkileri ile ilgili olarak sıkça yazmam ve konferanslar vermem. Oteldeki bir süitte verilen yemeğe Erdoğan, o zamanki YASED Başkanı Yavuz Canevi ve ben birlikte girip 7 kişilik yuvarlak masadaki isim yazılı yerlerimize oturuyoruz. Yanımda Erdoğan var, öbür tarafımda da Yavuz Canevi. Hazır yan yana oturmuşken yeni İstanbul Belediye Başkanı ile sohbet ediyorum. Erdoğan’a “Sizin Refah Partisi’nden Rize Belediye Başkanı Atatürk hakkında ileri geri konuşuyor: niye partiden çıkarmıyorsunuz, partinin imajını bozmuyor mu” sorusunu yöneltiyorum. Erdoğan bana, belediye başkanından yana sözlerle cevap veriyor. Bu sohbetin ayrıntılarını “Yolumun Kesiştiği Ünlüler” kitabımda yazdım. 10 Kasım 2017’ye geldiğimizde aradan 21 yıl geçmiş, Erdoğan (ve AKP) açısından işler değişmiş. ABD desteğinden, onunla şantaja dönüşmüş. 15 Temmuz FETÖ (ve ABD) darbesinden sonra “Amerikancılıktan Moskovacılık eksenine kayılmış”. 15 Temmuz 2016’dan üç gün sonraki Bıçak Sırtı köşemde, dev Atatürk posterinin AKP Genel Merkezi’ne asılması ile ilgili olarak, “AKP can havliyle Atatürk’e sığındı” ifadesini kullanmıştım. Her ne kadar Yılmaz Özdil kardeşimin geçen cuma akşamı Halk TV’de Schindler’in listesi misali sıraladığı “vukuat dizisi” insanı fazlaca ürkütse de, içimi de biraz olsun rahatlatmak için inanmaya kendimi zorluyorum. Sözler değil uygulamalar 1994’te Rize Belediye Başkanı’nı eskiden savunurken, “10 Kasım’daki sözleriyle” Atatürk’ü savunmaya başlaması, önümüzdeki aylardaki uygulamalar ile açıklığa kavuşacaktır. Birkaç örnek verelim: l Çocuklarımızı imam hatip okullarına zorla itelemek uygulamasına son verilip “normalleşmeye” dönülecek mi? l Atatürk adının çıkartıldığı kurum ve yerler tekrar eski adlarına kavuşacaklar mı? l 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim kutlamaları yeniden, eski görkemli uygulamalara dönecekler mi? l TBMM’nin başına bir Atatürkçü insane seçilecek mi? Bunlar dönüşün gerçek olduğunu kanıtlayabilecek sadece birkaç örnek. Bu konularda tekrar eski tas eski hamam gidilirse o zaman söylenenlerin gerçekle ilişkisinin olmadığı anlaşılmaz mı? Bu arada, en vurucu lafı acaba Akşener mi etti diye düşünmekten kendimi alamıyorum, “yersen…” “Bre Atatürk’e saldıran FETÖ’cüler ve yobazlar: ‘O’ olmasaydı bugün Ayasofya’da çanların çalacağını daha ne zaman anlayacaksınız” keşke… diye konuşan nifakçılara söylüyorum… (*) Kırmızı Kedi, 2017, sayfa 33 14 KASIM 2017 SAYI: 33641 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:13 05:57 06:18 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 07:43 12:56 15:30 17:56 07:25 12:40 15:17 17:43 07:45 13:03 15:43 18:09 Yatsı 19:18 19:04 19:28 Geçen yıl tüm Türkiye’de, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve 10 Kasım’da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anma törenleri görkemliydi. Bu yıl ise aynı yıldönümlerinde, 7’den 70’e kadar daha coşkulu, daha heyecanlı, alışılmışın dışında çok değişik biçimlerde anmalar yaşandı. HHH Devlet erkânı, Atatürk’ün ölümünün 79. yıldönümü nedeniyle Anıtkabir’i ziyaret töreninde Cumhurbaşkanlığı korumaları, özel olarak üretilen ve dünyada başka bir örneği bulunmayan “kamuflajları” bu yıl ilk kez bu törende kullandılar. Korumalar ayrıca, “dronesavar” denilen silahları da taşıyorlardı! Acaba kimin ya da kimlerin bir yerleri 3.5 atıyor? Başbakanlığı döneminde, 10 Kasım’da Ata’yı anma törenlerine Anıtkabir’e gitmeyen AKP Reisi Umumisi, 15 Temmuz olayının ardından 10 Kasım törenlerine katılmaya başladı! HHH Erdem Gül’ün AKP yanlısı MAK Danışmanlık Kurumu’nun Başkanı Mehmet Ali Kulat’la yaptığı söyleşiye göre AKP’de “oylarda düşme telaşı yaşandığı” ve bu nedenle “10 Kasım” bahanesi ile Ata’dan medet umulduğu anlaşılıyor. AKP Reisi Umumisi hemen CHP’ye saldırıya geçti: “Atatürk’ün mirasçısı olduğu iddia edilen CHP’nin Atatürk’le olan ilişkisi 10 Kasım 1938’de kesilmiştir. Atatürk ebediyete irtihal ettikten sonra o ana kadar yeni paralarla değişti rilmesini öngörüyordu. ÖzAgecanr 16 Mart 1926 tarihli 3322 sayılı kararname ile 50, 100, 500 ve 1.000 liralık banknotların ön yüzlerinde ‘reisi cumhur hazretlerinin resminin’ bulunması kararı Kavşak AKP’de panik! alınmıştır. Yasada Atatürk denilmiyor ‘reisi cumhur hazretlerinin resmi’ deniliyordu. Bu yasa gereğince, Türk Lirası üzerinde 1927 yılında basılan paralara Atatürk resimleri konuldu. Atatürk öldükten sonra Cumhurbaşkanı olan İnönü’nün resimlerinin Atatürk’ün resmini kim çıkarttı. Atatürk’ün resmi vardı. Sonra o resim paranın üzerinden kaldırılmış yerine İsmet İnönü’nün resmi konulmuştur. Onu yapan kim, o zamanki CHP’nin ta kendisidir…” Aynı sözleri 2008’de Hükümet Reisi iken de “CHP zihniyetinin, vefatından hemen sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün resimlerini Türk parasından nasıl çıkardığını gayet iyi biliriz!” demişti. basılması bu kanuna ve kararnameye dayanılarak yapıldı.” HHH Anımsayalım Büyük İskender Afganistan’a kadar giderken darphanesini de beraberinde götürüyordu. Sikkelerin bir yüzünde daima kendi resmi basılıyordu. Bu geleneği daha sonra Roma imparatorları da sürdürdü. İmparatorlar değiştikçe, her yeni gelen kendi resmini sikkelere bastırıyordu. Değil “gayet iyi bilmek”, bu sözlerde Osmanlı imparatorları da önceleri, cehalet kokuyor… “Berat, Menşur (atama kararnamesi) ve “30 Aralık 1925 tarihinde yasalaşan Fermanların” üzerlerine “tuğra” çekiyor 701 Sayılı ‘Mevcut Evrakı Nakdiye’nin lardı. Yenileriyle İstibdaline Dair Kanun’, Os Mehmet Celebi (15. yüzyıl) ile parala manlı paralarının tedavülden kaldırılarak ra padişahların tuğralarının konulmasına başlandı. Sonraları kendi resimlerini değil, paralarda “tuğralarını” kullandılar. 1926 1927 tarihli yasalara dayanarak ve dünyadaki tarihsel gelenek Özgen Adoğrultusunda, Atatürk’ün ölümü son rasında paralara 2. Cumhurbaşkanı İnönü’nün resmi basıldı… Bu uygulama DP zamanında kaldırıldı. HHH AKP Reisi Umumisi 2012’de, FETÖ’nün “Uluslararası Türkçe Derneği’nin” düzenlediği “Uluslararası Türkçe Olimpiyatları’nın 10. yılı” nedeniyle, Atatürk’ün resmi yerine liralara “İnsanlık El Ele” sözünü kazıtmamış mıydı? AKP Reisi Umumisi, “15 Temmuz olayı” anısına Atatürk resmi yerine, “Birlik bilincinin gelecek kuşaklara taşınması” amaçlı bir liraları piyasaya sürmemiş miydi? HHH Atatürk ile ilgili 2 siteyi tıklamanızı öneririm. Birincisi, Cumhuriyet gazetesi internet sitesinde, bu yıl panikleyen yandaş basınında Atatürk değişimi: http://www.cumhuriyet.com.tr/foto/ fotogaleri/863416/11/Yandasmedyada10Kasımfarki...Biryildanedegisti.html İkincisi, BBC’nin 1970 yapımı “Atatürk: Türklerin Babası” belgeseli ilk kez Türkiye’de izleyicilerle buluşuyor: http://www.bbc.com/turkce/haberlerturkiye41935211 Ceza hukuku can çekişiyorOlaylar ve GOrUSler EDİTÖR:NAZANÖZCAN [email protected] ORHAN GAZİ ERTEKİN Dr., Demokrat Yargı Eşbaşkanı Türkiye’de ceza yargılaması, bir kez daha şaşırtıcı performansı ile öne çıkmaya başladı. Türk yargı tarihinin en trajikomik iddianameleri ve karar gerekçeleri, seri halinde hukuksal geçerlilik talep ediyor. “Cumhuriyet Davası” bu yeni ceza soruşturması performansının zirvesi olarak görülebilir. Cumhuriyet gazetesinin yönetim sorunları ve iç gerilimlerinin kriminalize ediliş biçimleri, gazeteci Kadri Gürsel’in tweetretweet üzerinden örgütsel bağlantı keşfinin mantıksal doğası ve Ahmet Şık’ın radikal devlet eleştirisi hakkını kullanmasının iddianamedeki anlatım biçimleri, suç ve ceza düzeninin mesleki gelenek ve bağlayıcılıkları üzerinde derin bir hüzün ve teessürle durmayı gerekli kılıyor. Başka örnekler de var. Osman Kavala’nın “yoğun telefon bağlantıları” nedeniyle tutuklanması, İzmir’de ÇHD Genel Sekreteri Nergiz Tuba Aslan, üye avukatlar Dinçer Çalım, Yemen Cankan, Emel Diril, Bahattin Özdemir’in sosyal medyada hepimizin önünde yaptıkları beyanlar nedeniyle gözaltında tutulmaları, Büyükada’da sivil toplumun bütün kıdemli emekçilerinin istihbarat çalışmaları iddiası ile aylarca tutuklanmaları, sadece hâkimlik ve savcılık mesleğinin etik gelenekleri üzerinde değil aynı zamanda ceza yargılamasının içine çekildiği, ama asla başvurulamayacak geniş spekülasyon sahası üzerinde de düşünmeyi zorunlu kılıyor. Ve son bir şey daha: Ceza yargılaması olağanüstü politik risklerin refakatinde ilerliyor, ki bu durum iddianameler ve mahkeme kararlarının sadece cari iktidarın ömrü ile kaim hale gelmesine yol açarak hem hâkim ve savcılık mesleğini yürütenlerin hem de bütün bir toplumun ceza yargılaması üzerinden bir kumar oynadıkları gerçeğini ortaya koyuyor. Ceza yargılaması bir kez daha can çekişiyor. Yargının trajik geleneği Türkiye siyasi tarihi lanetli davalar tarihi olduğu kadar lanetli savcılar ve hâkimler tarihi de oldu. 1926 Yargılamaları, 1944 Türkçülük davası, 1959 “49’lar davası”, Yassıada yargılamaları, 1971 ve 1980 darbe yargılamaları ve dahi 28 Şubat yargılamaları, hakim ve savcıların parlak ışıklar altında başlayıp giderek karanlık izbe yerlere saklandığı bir resmi geçit töreni gibidir. Bununla beraber Türkiye ceza yargılaması tarihinde bugün şahit olduğumuz çapta trajikomik hallerine ancak üç tarihsel örnek verilebilir. Birincisi İstiklal Mahkemeleri, ikincisi Dersim harekâtı süreci ve üçüncüsü ise 1980 darbe yargılamaları. 1925 Takriri Sükun Kanunu ve özellikle İzmir Suikasti sonrası yaşananlar bugün yaşananlara pek benzer. Bu mahkemelerde hukuksal temel ve gerekçeden o kadar uzaklaşılmıştı ki, cezalar sanıkların oturdukları sıralara göre verilebiliyordu: İlk sıradakiler idam, ikinci sıradakiler müebbet... 1935 Dersim Kanunu ve Dersim harekâtı ise yargının bütün kararlarının özellikle askeri kurmay heyetinin izni ve onayı ile geçerlilik kazandığı dönemlerdi. 1980 darbe Türkiye ceza yargılaması tarihinde Cumhuriyet davasında da şahit olduğumuz çapta trajikomik hallerine ancak üç tarihsel örnek verilebilir. Birincisi İstiklal Mahkemeleri, ikincisi Dersim harekâtı süreci ve üçüncüsü ise 1980 darbe yargılamaları si sonrası iddianamelerde de benzer süreçleri görmek mümkün. 1980 iddianamelerinin birinde C. savcısı o kadar ileri gitmişti ki spekülasyonu bile terk edip hakaret etme hakkını kullanıyordu: “Bu Ermeni oğlu Ermeni...” diye başlıyordu iddianamesine. Temel karakteristik Buna karşılık bir ceza soruşturması faaliyeti diğer hukuk alanlarına göre bağlayıcılığı ve sorumluluğu en yüksek olan hukuk alanıdır. Bir suç soruşturması ve kovuşturmasını gerçek bir ceza yargılaması yapan birkaç temel nokta vardır. Ceza yargılamasını bir toplumsal kınamadan ayıran en temel nokta suçun bireyselliğidir. Suç ve cezada birey vurgusu, toplumsal ve siyasal analizlerin genelleyici üslubunu öncelikle reddetmeyi zorunlu kılar. Bütün kavramlar ve kurumlar, delil ve ispat mantığı birey üzerinde kurulmuştur. Diğer türlü toplumsal kınama ile ceza soruşturmasını birbirine karıştırmış olursunuz. İkinci unsur, ceza yargılamasının sadece suçluya ilişkin bir haklar alanı ifade etmemesi, bütün bir toplumun haklar alanına karşılık gelmesidir. Ceza hukuku nispi, yani “suçlunun hukuku” değil “yurttaşın hukuku”dur. Ve üçüncüsü ceza yargılaması devlet ile fail arasındaki eşitlik riskini göze almadan yürütülemez. Bu da sanığın en az iktidar kadar güçlü olması anlamına gelir. Gerisi ise sadece infaz olur. teorisi”ne dayanıyor. Kadri Gürsel işte o aradaki tek kişi için suçlanabiliyor! Eğer bu teori doğru ise bizler hepimiz dünyadaki herkese 6 kişi uzaklıktayken cemaate ise bir kişi uzaklıktayız. Hatta herkes cemaatçi. Eğer bu da doğruysa bu soruşturmayı yürüten savcılar ve hâkimleri cemaatçilik suçlamasından kurtaracak herhangi bir sınır ortada yok demektir. Oysa bir suç soruşturmasının dayanıklılığını gösteren ilk önemli unsur bizzat soruşturmayı yürütenlerin ve karar alıcıların kendilerini faillerden ayırabilecekleri bir hukuki sınıra sahip olmalarıdır. Kadri Gürsel ile hakim arasında bir fark yoksa yargılama da yok demektir. Aksi halde hakim ve savcılar kendileri de dahil herkesi sonsuz bir huzursuzluğun pençesine teslim etmiş demektir. Cemaat soruşturması, artık somut ve kamuoyunca da takip edilebilir bir örgüt çerçevesine oturtulmak zorunda. Bunu söylemek Demokrat Yargı Eşbaşkanı olarak benim açım dan oldukça hüzün verici. Çünkü daha beş yıl önce Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında yargıda cemaatin hâkim olduğunu kanıtlamak için kan ter içinde kalırken karşımızda bugün cemaat darbesini araştırma komisyonu başkanı olan Reşat Petek’in sert itirazları ile karşılaşmıştık. Bugün ise hiç “ter dökmeksizin” herkesin cemaatçi haline getirildiği bir dünyaya uyanmış bulunuyoruz. Şu halde tıpkı beş yıl önce yaptığımız gibi bir kez daha uyarmak borcumuzun borcu: Ceza yargılaması can çekişiyor ve cemaat soruşturması artık genel bir hak kaybı olarak yaşanıyor. Eğer beş yıl sonra da savunamayacaksanız neyi savunduğunuza dikkat edin. O halde başkan yardımcımız Faruk Özsu’nun 2012’de Fethullahçılara yaptığı uyarıyı bir kez daha hatırlamanın vakti: “Yasaları yerle bir ettiğinizde daha sonra esecek rüzgârlara karşı ayakta durabileceğinize inanıyor musunuz?” VEFAT CHP İstanbul Eski Gençlik Kolu Başkanı, Şişli Belediyesi Eski Başkan Yardımcısı, DİSK Toplu Sözleşme Eski Müdürü, Genelİş Sendikası Eski Eğitim Müdürü, Merhum Abdülkadir ve Hatice Alptekin’in oğlu, Eser Cemil, Orhan, Perran, Nilgün ve merhum İlhan Alptekin’in kardeşleri, Talat Çiloğlu ve Mükerrem Çiloğlu’nun yeğenleri, Türkiye’de ceza hukuku Türkiye’de ciddiye alınabilir bir ceza hukuku geleneğinin bulunmadığı açık. Buna karşılık 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, suç soruşturmasının mantığı ve delil kataloğu ile yeni bir politik inşanın ortak alanına dönüşmüş durumda ve bu haliyle tıpkı Amerikan yeni sağının 11 Eylül saldırılarının somut olay ve faillerini kendi politik çıkarları ile sonu gelmez ve belirsiz bir soruşturma ve hesaplaşma alanına taşıması gibi giderek temellerinden uzaklaşmaya başladı. En son örneği olarak Osman Kavala, cemaat soruşturmasına eklenebiliyor mesela. Kavala’ya atfedilen suç fiilinin dört yıl öncesine dayanması, Mithat Paşa’nın beş yıl sonra, İlker Başbuğ’un ise 2.5 yıl sonra suç işlediklerinin keşfedilmesinde olduğu üzere hukuken değil, siyaseten yapılan bir “yeni suç keşfi” olduğu şüphesini derinleştiriyor. Ayrımın altı derecesi Hasan Kerem Alptekin ve Aslıhan Alptekin’in can babaları, Jülide Öncü Alptekin ve Ethem Gül’ün kayınpederi, 40 yılık hayat arkadaşı İnciser Alptekin’in çok değerli eşi ERHAN ALPTEKİN 13 Kasım 2017’de Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 14 Kasım 2017 Salı günü (bugün) Teşvikiye Camii’den öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı aile kabristanına defnedilecektir. AİLESİ ACI KAYBIMIZ Sadeliğin, tevazunun, hoşgörü ve dostluğun sembolü, kendini sosyal demokrasi düşüncesine Suç soruşturmasının failleri aşarak “politik muhalif”lere kadar uzanması dosyaları içinden çıkılmaz bir yöne doğru sürüklüyor. Soruşturma, bir defa, dünya yargı literatürüne geçecek bir sosyal ilişkiler teorisinin üzerine oturuyor. “Six degrees of seperation/ayrımın altı derecesi” teorisi, dünyadaki herkese 6 kişi kadar uzakta olduğumuz tezine dayanır. Buna göre 6 kişi ile bağlantı kurarak dünyadaki herkese ulaşabileceğimize dair bir sosyal ilişkiler dünyası tarif edilir. Türkiye’deki cari cemaat soruşturmaları ise dünyadaki herkesin cemaate ya bir kişi uzaklıkta olduğunu ya da bizzat cemaatin kendisi olduğuna dair bir “sosyal ilişkiler ödünsüz ve karşılıksız adamış, inançlı, sevgili ERHAN ALPTEKİN Işıklar içinde uyu! DOST VE ARKADAŞLARIN: Cavit Savcı, Ahmet Güryüz Ketenci, Bozkurt Nuhoğlu, Ercan Karakaş, Gökhan Zeybek, Kazım Kolcuoğlu, Kemal Kumkumoğlu, Mahmut Sarıoğlu, Mehmet Durakoğlu, Miyase İlknur, Sabri Ergül, Tolga Yarman, Tunga Ungun, Ümit Sılan ve Zekeriya Temizel C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle