19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 7 Temmuz 2016 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Sultan olmadanSİGYPAÖrSoLEGfT.ENTSEEİKNUİİMOAASNNMLNAATNTLII selatin cami yapamaz PINAR ÖĞÜNÇ Alman Türkolog, tarihçi Prof. Christoph Neumann, önce öğrenci, sonra hoca olarak 1980’lerden beri Türkiye’de “akademinin” içinde. En son derste gizlice yapılan ses kaydı vesile edilerek Prof. Zeynep Sayın’ın ilişiğinin kesilmesini protesto edip Bilgi Üniversitesi’yle olan bağını sitemkâr bir metinle noktalamıştı. Neumann’la hem akademiden, hem de günlük siyasette dolanan Osmanlı hayaletinden konuştuk. n İktidarın siyaseten yaşatmaya çalıştığı Osmanlı hayaleti, Osmanlı hâkikatini ne kadar yansıtıyor sizce? NEUMANN: Tek bir Osmanlı mazisi yok. Birkaç yüzyılda, farklı yerlerde, farklı topluluklarda yaşananı tahrif ederek tek bir Osmanlı’dan söz edilebilir ancak. Tarihçiler böyle bir şey yapmaz. Mazinin siyasi kullanımı her zaman amaçlı, eksik ve yanlıştır. Türkiye toplumunda çok dikkat çekici bir biçimde kamuda devam eden tartışmalarda haklılık tarihle gerekçelendiriliyor. Bu her ülkede yok. Mesela Almanya’da hukuk ve ahlak öne geçer. Amerika’da yapılabilirlik ve ekonomik kâr üzerinde tartışma döner. Türkiye’deki durum bir tarihçi için heyecan verici olduğu kadar, tarih maksatlı ve yanlış kullanıldığı için yeis verici de. Mazi çok önemseniyor n Şaşırdığınız, güldüğünüz hatalar yapılıyor mu? Tabii ki. Bu nasıl mümkün olur diyorsunuz. Mesela cinsellik ve cinsiyet üzerine çok şey Osmanlı tarihiyle gerekçelendiriliyor, insan gülüyor. Hem Kemalist kanatta diyelim, hem de muhafazakâr, siyasi İslama yakın kanatta Osmanlı’daki cinsellik rejimi tamamen sınırlandırıcı olarak algılanıyor. Tek fark muhafazakârlar bunu iyi buluyor, Kemalistlerse kötü. Ama iki taraf da yanılıyor. Yahudisi var, Ermenisi, Müslümanı, şehirlisi, eliti, mahallelisi... Tek bir gerçekten söz etmek zor. Osmanlı’yı hanedan olarak Türk görmek, mümkündür ama çaba ister. Osmanlı toplumunu Türk göstermekse saçmalıktır. Kesin olan iki husus var: İlki mazi çok önemseniyor, ikincisi de bundan dolayı çok saçmalanıyor. Hayal üzerine bir tarihle herhangi bir anlaşmaya varmak mümkün değildir. Kamuda tartışmaların bu kadar tarih zemininde yürümemesi lazım. Hafıza elbette önemli ama hafıza aynı zamanda başka şekilde cereyan eder. Ermeni konusunu alırsak, olanlar o zaman bu kelime yoktu ama bugünkü ifadeyle elbette ki soykırımdı. Tartışmayı nihayet buraya çekebildik ama ortak hafıza için toplumda gerçekten lazım olan başka bir şey; Müslümanların Ermeniler için matem tutması. Tutmadılar ve tutmadıkları sürece de bu bir yara olarak kalacak. Hatta bir hayalet, bir korkuluk gibi... n Demokrasiden ve hukuk devleti olmaktan uzaklaşılan pratikler Erdoğan’ın mizacıyla birleşmiş siyasetine dair “Padişah gibi” eleştirisini getiriyor. Erdoğan kendisini sultan gibi mi görüyor, öyle mi davranıyor sizce? Erdoğan’ın şahsi bir iktidarı hakikaten var. Bugün mesela Merkel’i çıkarsanız, çok şey değişir ama Alman sistemi değişmez. Bugünkü Türkiye’den Erdoğan’ı çıkarsanız sistem tamamıyla değişir. Ata Prof. Sayın’ın Bilgi Üniversitesi’yle ilişiğinin kesilmesini protesto ederek istifa eden Prof. Neumann, Batı’nın Erdoğan’ı sultan olarak göstermeyi sevdiğini, Erdoğan’ın da kendini Osmanlı motifleriyle sunduğunu söyledi İKİ YILDIR SAKALSIZ Fotoğraf çektirirken “Türkiye matbuatı artık matruşen (sakalsız) dolaştığımı kayda geçirsin” dedi. Evet, 33 yıllık meşhur sakallarını iki yıl önce kesmiş. letle unutuyoruz ama 20. yüzyılın ortasına kadar şahsi iktidarlar çok genelgeçerdi. Stalinler, Hitlerler, Mussoliniler, Enver Hocalar, bilmemneler... Bu artık dünyada sanki yok gibi düşünüyoruz; doğru değil. Aralarında fark olsa da bugün Erdoğan var, Putin var. Batı biraz oryantalist bir yaklaşımla da Erdoğan’ı sultan olarak göstermeyi seviyor. Bu Batı’daki Türkiye tahayyülünün fakirliğine de işaret. İşin ilginç yanı Erdoğan da bu hayal fakirliğine kurban gidiyor; kendisini Osmanlı motifleriyle sunmaya başlayabiliyor. Ne demek Taksim’e selatin cami yaptırmak... Hayal gücünün aczi n Selatin cami yapmak nasıl mümkündür? Sultan olarak... Ne bileyim parayı Katar’dan ya da Bahreyn’den alırsa, o zaman selatin cami olur; oradaki emirleri belki sultan olarak görmek mümkündür. Cidden, tabii ki selatin cami inşa etmek mümkün değil. Ne tarihi eser inşa etmek mümkün ne de sultan olmadan selatin cami yapmak. Tabiri caizse Taksim’in içine etmek mümkün sadece. Sultan gibi, diktatör kelimesi de hayal gücümüzün aczinin neticesi olabilir. Belki başka bir kelime bulmamız lazım. AKP, başta benim yine taraftar olmayacağım ama başka bir şeydi. Erdoğancılık ise son beş senenin mahsulü ve henüz pişmedi. Oturmuş bir ideolojik söylem değil, sürekli motifler deneniyor. Kendi tutarlılığıma bakmak zorundaydım n Zeynep Sayın’ın dersinde bir öğrencisinin yaptığı kayıt nedeniyle Bilgi Üniversitesi’yle ilişiğinin kesilmesi üzerine, üniversitenin “akademik özgürlük” iddiasını sitesinden kaldırmasını salık veden bir mektupla siz de bağınızı kopardınız. Neden? Altı yıl kadrolu çalıştığım, 2009’dan beri her sene iki aylık master dersi verdiğim Bilgi Üniversitesi’yle bağım bana hep manalı gelmişti. Ama bir noktada kendi tutarlılığıma bakmak zorundaydım. Barış deklarasyonuyla birlikte malum birçok üniversite, YÖK’ün diyelim telkiniyle çalışanlarına soruşturma açtı. Bunu kabul edilemez bulmuştum. O dönem biz Münih Üniversitesi’nin Yakındoğu Ortadoğu Araştırma Bölümü olarak Sakarya Üniversitesi’yle konferans tertipliyorduk. Üç asistana açtıkları soruşturma nedeniyle, kendimi iyi hissetmeyerek bunun bir müeyyidesi olması gerektiğine karar verip bu işbirliğini noktaladım. Bunun üzerine Zeynep Sayın’ın başına gelenleri görmezden gelmek bana tutarsız geldi. n Türkiye’de 1990’lardan beridir uzun bir akademik geçmişiniz var. Ermeni Konferansı vs gibi bazı köşe başlarına şahitsiniz. Nasıl bir sürece şahit oldunuz? Kallavi bir sual. Bu sadece Türkiye üniversitelerinin sorunu değil. Türkiye’de de akademik hürriyetlere tahdit ve tecavüzler her zaman ol du. Bazılarında daha çok, bazılarında daha az. Boğaziçi Üniversitesi gibi azında hiç böyle bir sorun olmadı. Bir dönem için, bir üniversitenin akademik hürriyetine dair fikir edinmek için başörtü meselesine bakmanız yeterliydi. Akademik hürriyetle doğrudan ilgili olmasa da önemli bir göstergeydi başörtüsü. Bu bir biçimde halledildikten sonra, öyle olduğunu o zaman bilmediğimiz güzel bir ara dönem geldi. Güzellik, kimsenin tek başına iktidar sahibi olmamasından ileri geliyordu. Ne hükümet, ne asker, ne Anayasa Mahkemesi... Özellikle taşra ya da taşra mantıklı büyükşehir üniversitelerinde sorun yaşanabiliyordu ama Bilgi hareket alanı geniş olanlardandı. 2011’den itibarense Türkiye’nin her alanında tek merkezli bir iktidar oluştu ve gitgide bu iktidar toplumun her alanına nüfuz etti. Kasım seçimlerinden sonra herhangi bir örgütlü direniş de kalmadı. n Sayın’ın söylediklerini müsamahakâr, eksik ve de elitist bulmuşsunuz... Zeynep Sayın’ın söylediklerini ne savunurum ne de eleştiririm. Bağlamından koparılmış bir metin üzerine konuşmak abestir. Cımbızlanan cümlelerine herhangi bir tepki de yersiz ve ilişik kesmek türünden bir tepki özellikle mesnetsiz. Benim için burada önemli olan, siyasî takibata uğrayan birinin yanında görüşlerinden dolayı değil, uğradığı yaptırımdan dolayı olmamdır. n Mezuniyet töreninde öğrenciler tarafından protesto edilen Bilgi Üniversitesi rektörü Mehmet Durman’ın istifasına ne diyorsunuz? İstifa unutulan bir mekanizma olduğu için takdir edenler var. Bu konuda son günlerde çok tevatür de oldu, asıl habisler rektör değil, mütevelli heyet üyeleriymiş, rektör aslında Zeynep Sayın’a karşı müdahale etmemiş filan. Bunun doğruluğunu bilmem zor. Fazla önemli olduğunu da düşünmüyorum; rektörün onayı olmadan böyle bir siyasi takibata girişilirse zaten rektör değildir. Hemen itiraz edip yaptırımı tersine döndürmesi veya istifa etmesi lazım. Susup günler sonra “son zamanlarda olup bitenlerle ilgisi yok” diye istifa ederse Zeynep Sayın’a reva görülen muameleyi tasvip ve mesuliyeti almış olur. Sonuçta onay o zaman mı vermiş, baştan mesul mi olmuş, zımnen sonra mı vermiş farketmez. Dışişleri’nde Somaliland skandalı 7vefat Türkiye temsilciliğinde yaşandığı öne sürülen taciz, mobbing, yolsuzluk gibi iddialar araştırılmadı haber 5 Bol ‘kaşarlı’ cehalet... İnsan hayatının, kayıpların önemsenmediği bir dönemden geçerken ister istemez şu soru aklınıza geliyor: “Bu gidişin sonu nereye varacak?” Ölümden öte ne var insan hayatında... Şehit cenazeleri, kayıp çocuklar, viran evler, yoksulluk. On binlerce asker kimi zaman ölümün kıyısında, kimi zaman içinde... Onların anaları, babaları, kardeşleri, eşleri, çocukları var. Hayatın kendi akışı içinde adaletsizliği umutsuzlukla yan yana koyduğunuzda, acıları zamanın içine yaydığınızda aklınız karışıyor. Düşünüyorsunuz uzun uzun... Çözüm süreci, barış, kardeşlik derken nereye geldiğimizi; kin, nefret duygularının neden bu denli arttığını, kör terörün nasıl tırmandığını anlamakta zorluk çekersiniz. PKK terörüyle mücadele ederken, IŞİD belasının Ortadoğu’da nasıl filizlendiğini, kimlerin destek verdiğini, emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesi için köktendincilerle nasıl pazarlık ettiklerini anlarsınız. Elbet birden değil... Suriye’yi Irak’laştıran zihniyetin Türkiye’yi Suriye’leştirmek istediğini neredeyse iki yıl önce yazmış, Suriye sınırının yabancı devletlerin istihbaratçılarıyla dolup taştığını anlatmıştım... Toplum derin bir kaygısızlık içinde olup bitenlerden habersizdi. Aslında Reyhanlı katliamı, ardından başlayan süreç, Adıyaman merkezli IŞİD yapılanması, dış ve iç güçler... HHH Kana kan, intikam sarmalında yaşayan toplumlarda demokrasi ve özgürlükler bir yaşam biçimi olmaktan çıkar... Şiddet, intikam, nefret duyguları toplumda egemen olur. Kardeş kardeşi öldürür. Mezhep savaşlarıyla yaşanılan topraklar kan gölüne dönüşür... Bu yüzden yakın tarihin sayfaları kanlıdır... Olan masum insanlara olur! Sinsi, Panamalı, örtülü, kutulu mutulu bir sömürü düzeni, din sarmalıyla birlikte gelişir... Askeri vesayete karşı çıkanlar bir bakarsınız sivil vesayetin göbeğindedir... Potansiyel tutsaklığın, boyun eğmenin mahkumiyetin gölgesinde yaşayan halk tüm katliamları görmezden gelir, Ankara Gar’ı katliamında canlar ölürken şiddet yanlıları açık açık “İyi oldu, solcular, Aleviler, Kürtler, Türkler, emekçiler, gençler geberdi” diye yazı yazabilir. Bu cehennem ateşini yakanlar, gün gelir Atatürk Havalimanı’nda yabancıları hedef alan katliamlar yapar... Devletin bu kanlı saldırıdan önce haberi yoktur... Bir günlük yas tutulur... Operasyonlar yapılır 30 kişi gözaltına alınır... Gözaltına alınlardan 15’i yabancı uyrukludur... Siz yaşananları sadece seyredersiniz. Ne Esad ne de IŞİD zulmü karşısında saf tutmak... İnsan sevgisiyle barış içinde yaşamak, içeriden ve dışarıdan destek alan terör örgütlerine karşı hazırlıklı olmak, istihbaratı güçlendirmek. Bunların hiçbiri bugüne dek yapılmadı, Esad düşman olarak görülürken köktendinci terör örgütleri, örtülü ya da örtüsüz desteklendi... Ne zaman ki Paris ve Brüksel saldırıları oldu onlarca masum insan öldü, Avrupa ülkeleri uyandı. O zamana dek akılları neredeydi? HHH Bu cehennemi, yangın yerini yaratanlara destek Körfez ülkelerinden mi geliyordu yoksa başka yerlerden mi henüz ortaya çıkmadı. Batı’nın ikiyüzlü politikaları, Körfez ülkelerinin kirli parası, barış olarak adlandırılan sürecin öteki yüzü neydi peki? Etnik ve mezhepsel savaşlar! Biz bu savaşların orta yerinde çaresizlik içinde kıvranıp duruyor, acılarımızı, hüzünlerimizi çoğaltıyoruz... Son İstanbul saldırısından, Bağdat, Medine katliamlarına bakın, Paris ve Brüksel katliamını düşünün... Nedir bu kanlı oyunun adı? Nedir! Hayat; bol kaşarlı tost, popülizm, cehalet değil ki! İŞTE ARAŞTIRILMAYAN İDDİALAR 1.Konsolosluk temizlik işlerinde çalışan yerel kadın çalışanlar Misyon Şefi’nin sık sık tacizine uğradığını söyledi. Aylarca süren “dokunma, sarılma ve uygunsuz görüntüler izletme” gibi iddiaların ardından yerli temizlik personeli Başkonsolos olmadığı dönem 2.de değiştirildi. Başkonsolosun, Konsolosluk inşaatını sürdüren Şirket sahibinin evine götürdüğü bir personel evde “hayat kadınlarının olduğunu ve uygunsuz 3.ortam gördüğünü” misyon şefine iletti. Konsolosluk için alım sırasında Başkonsolos’un yanında bir personele şirket sahipleri tarafından “oradaki masraflarını dert etme, biz kârımızdan karşılarız” denildi. Personel, resmi görevlendirme olmadan malzeme 4.alımına gitmeyi reddetti. İş teslimatındaki eksikliler üzerine Bakanlıktan teknik ekip talep edildi. İnşaat süreci bitmedi. Bu da Başkonsolosluğa güvenlik personeli nin gelmesini geciktirdi. Güvenlik riskinin fazla olduğu, mahrumiyet bölgesinde personel 18 ay boyunca koru 5.masız çalıştı. Cemaate ait olan ve Türkiye’nin devlete teslim edilmesi için çabaladığı ancak iknada başarılı olamadığı okuldan misyon şefi kasım 2015 tarihinde 10 adet Ranza, 13 adet yatak, klima ve nevresim takımları satın aldı. Faturanın başka şirket üzerinden kesil 6.mesi istendi. Türkiye’nin okulu kapattırmaya yoğunlaştığı 2014 yılında ise misyon şefi kurbanların bu okulda kesilmesini istedi. Misyon şefinin talimatıyla yapılan bu işlemler için de daha sonra çalışanlara ‘Cemaatçi’ suçlama 7.sında bulunuldu. Şikâyette bulunulan personel ise misyon şefinin kendileri için “Paralel örgütle ilişkili olabilir”, “PKK sempatizanı”, “bunlar Alevi” gibi ifadeler kullandığını şikayetlerinde dile getirdi. DUYGU GÜVENÇ Türkiye’nin resmen tanımadığı için Somali’ye akredite olacak şekilde açtığı Somaliland’deki Hargeysa Başkonsolosluğu’nda, “taciz, mobbing, yolsuzluk, Cemaat ile işbirliği” iddiaları için Teftiş Kurulu’nun görevlendirilmediği bunun yerine şikâyetçi olan personel hakkında soruşturma başlatıldığı ortaya çıktı. Ataşe yardımcısı Muzaffer Çelikkol hakkında Haziran ayında başlatılan soruşturmada 24 Şubat 2016’da Başkonsolos Muzaffer Yüksel’e “sözlü ve fiziki saldırıda bulunduğu” iddia edildi. Çelikkol ise disiplin cezasıyla ilgili 1 aylık sürenin geçtiğini anımsatıp sözlü tepki verdiğini ancak fiziki şiddet kullanmadığını açıkladı. Çelikkol’un, 2014’te Başkonsolosluğun kurulma aşamasından itibaren karşılaşılan ve birçok personel tarafından hem Mogadişu Büyükelçisine hem de Bakanlığa bildirilen şikâyetlere de savunmasında yer verdiği öğrenildi. Bu şikâyetlerle ilgili Bakanlığın Teftiş Kurulu’nun harekete geçirilmediği öğrenildi. Bakanlık ise konuyla ilgili açıklama yapmadı. Başkonsolosun “konutundaki kadın çalışanlara taciz, personele mobbing, yolsuzluk, Cemaat okulu ile işbirliği” gibi bir dizi iddia Türkiye’nin Mogadişu’ya akredite olan Hargeysa Başkonsolosluğu çalışanları tarafından hem misyon şefine hem de Dışişleri Bakanlığı’nın personelden sorumlu yetkilililerine iletildi. l ANKARA Vefat Gülhan ÖzGen İstanbul Üniversitesi’nden mezuniyetinin ardından, Fransa’da doktorasını bitiren, yurda dönüşünde Ege Üniversitesi Rektör Yardımcılığı yapan, KTÜ, Mersin Üniversitesi ve en son İzmir Üniversitesi öğretim üyesi olarak görev yapan Uluslararası Hukuk Profesörü, Cumhuriyet kadını Prof. Dr. Gülhan Özgen vefat etmiştir. Dost ve sevenlerine duyurulur, Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Ailesi 0505 441 1677 C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle