25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 27 Mart 2016 10 Babamın sütü çok acı Başlığımdaki sözler, babası tarafından cinsel istismara uğramış küçük bir kız çocuğunun konuşmasından. Günlerdir hiç durmadan bu söz gelip beni buluyor: “Babamın sütü çok acı!” Ardından, Ensar Vakfı’ndaki çocuk istismarı Meclis’in gündemine geldiğinde, araştırma komisyonu kurulmasına ret oyu veren AKP milletvekillerinin fotoğrafına bakıyorum. Nasıl bir iştahla iki ellerini birden havaya kaldırmışlar. İnsanı şoka uğratan bir fotoğ raf. Devletin çocuk istismarcılarını koruduğunu gösteren bundan daha etkileyici bir fotoğraf olamaz! Evet, devlet çocuk istismarcılarını hayırlı bir evlat gibi bağrına sokmaktadır. Dini vakıflarda, devletin koruması altında ol ması gereken yurtlarda, çocuk esirgeme kurumlarında, cezaevlerinde çocuk istismarı pıtrak gibi ortaya dökülünce ardından ortaya çıkan istismarlarda hâkimler tecavüzcülere sürekli indirim uyguladıklarında ben kendime sormadan edemiyorum: “Acaba bu ülkede çocuk pornosu, çocuk istismarı erkekler arasında sessizce kabul edilen, onaylanan bir sır mı?” Karaman’dan başlayayım. 45 erkek çocuğa açıkça tecavüz eden bir dini bütün hoca(!) var. Bu olay çocukların ifadelerine göre iki yıldır devam ediyormuş. İki yıl çocuklar sırayla tecavüze uğruyor, hayvan pornosu seyretmeye zorlanıyor ama okulda hiç kimselerin haberi olmuyor! El kadar Karaman’da hiç kimsenin haberi olmuyor! Hiç kimse çocuğa neden doğru dürüst oturamadığını sormuyor. (Tecavüze uğrayan çocuklar bir süre rahat oturamazlar.) Bu çocuklar arasında hiç mi korkup, acıya dayanamayıp başka bir hocanın kapısına giden olmamış? Adam başka bir yere tayin edilmiş ama tecavüz ettiği çocukları gittiği yere getirip evinde misafir etmiş. Bu ne biçim iş! Kimse kimseyi kandırmasın, bu herkes tarafından bilinen bir sır! Kabullenilmiş, kabullenilmiş olduğu, 45 çocuğun istismara uğradığı Karaman’da kimselerin sokaklara dökülmemesinden belli. Ayrıca para karşılığı 35 aile şikâyetinden dönmüş. Şimdi bana hiç kimse, Türk aile yapısının sağlamlığından, değerlerine sımsıkı bağlı olduğundan söz etmesin! Daha vahimi var, geçenlerde tarikat evlerinde bir süre kalan, dayanamayıp kaçan bir genç adamdan dinledim. Şöyle dedi: “Siz bu çocuk istismarına farklı bakıyorsunuz, oraya gönderilen çocukların aileleri farklı bakıyor.” “Nasıl” diye sordum. “Oralardaki hocalar adeta kutsal birer varlık olarak kabul edilir. Onlar asla kötü bir şey yapmazlar, şeytana uymazlar, diye düşünülür. Bu nedenle eğer bir dini bütün hoca çocuğa dokunmuşsa, bu çocuğa feyz vermek içindir. Yani çocuk adeta hoca tarafından kutsanmıştır.” Ben hiç bu açıdan düşünmemiştim. Bir de böyle düşünelim, belki çocukları için sokağa çıkmayan ahaliyi anlamaya başlarız. Demek ki, hem devlet hem ahali tarafından özellikle de yoksul, koruma altındaki çocuklara tecavüz kabul edilir bir davranış biçimi, hatta bunu bulup ortaya çıkaranlar tehdit ediliyor, cezalandırılıyor. Örneğin Pozantı Cezaevi’ndeki tecavüz olaylarını ortaya çıkaran, kanıtlayan DHA muhabiri Zeynep Kuriş “devletin mahremiyetini ihlal”den tutuklandı. Tecavüze uğrayan çocuklardan dördü müebbetle yargılanmaya başladı. Tecavüzcüler tahliye edildi, yönetici ve gardiyanlar terfi aldı. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir şey yok! Ancak ülkemizin milletvekilleri, hâkimleri, savcıları hatta bakanları tecavüz sever olabilir ama neyse ki, bu ülkede tecavüzü en ağır insanlık suçları arasında gören bir kesim var. Şimdi bu kesim bütün olumsuz durumlara karşı o çocuklar ve diğerleri için savaşmak zorunda! Ve savaşacağız. İndirim yapan hâkimleri deşifre edeceğiz, tecavüzcüleri ortaya çıkaran gazetecilerin yanında olacağız! Çevremizdeki her dini kuruluşa kuşkuyla bakıp, o kapalı kapılar ardında neler döndüğünü anlamaya çalışacağız! Buradan dini vakıfları destekleyen kuruluşlara da bir çift sözüm var: Sponsorluğunuzu çekin! Yoksa biz telefon hattımızı başka bir kuruluşa taşıyacağız! Hangi kuruluştan söz ettiğim anlaşılmıştır. Bir başka not: Lütfen bu olayları anlatırken pedofili gibi bilimsel terimler kullanmayın, bunun adı sübyancılık ya da oğlancılık. 27 MART 2016 SAYI: 33044 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörleri Hakan Çankaya Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam 05.21 06.49 13.17 16.44 19.32 05.08 06.34 13.01 16.29 19.16 05.33 06.57 13.24 16.52 19.38 Yatsı 20.52 20.35 20.55 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY Gizli istihbarat jargonunda “espiyonaj” diye kibarlaştırılan casusluk, kaba güçten çok zekâya dayalı bir meslektir. Ajan ile “ajans” arasındaki bağlantı herhangi bir nedenle koptuğunda doğan boşluğu, kabak gibi açıkta kalan sahadaki casus, zekâsıyla doldurmaya çalışır. Tabii bu durum, her iki taraf için de sürpriz sonuçlara yol açabilir. Emir makamıyla icraat memuru arasındaki iletişim, taraflardan birinin kastıyla da kesilebilir. Böyle bir kastın, elbette bedeli vardır. Espiyonaj âleminde böyle bir bedel ya kaybolarak ya da ölerek ödenir. Kaybolan casus, hayatta kalır. Ama adı, kimliği, yüzü, her şeyi değişir. Yeni bir hayata başlar. Ölen casus ise “kayıplar” âlemine karışamayacak kadar ağır bir suç işlemiş demektir. İran’da idam cezasına çarptırılan Babek Zencani ve ABD’de tutuklanan Rıza Sarraf; ikincisinin ablak görünüşüne rağmen hiç de aptal sayılmazlar… İkisi de anadilleri Farsça dışında sular seller gibi İngilizce ve Türkçe biliyor. Uluslararası borsa, tahvil, altın alım satımı vb. konularında hem de kaçakçılık yapacak kadar uzmanlar! HHH Rıza Sarraf’ın ABD’de tutuklanması konusunda, kimi aptallık edip kendi ayağıyla tuzağa düştüğünü söylüyor, kimi canını kurtarmak için “ötmeye” gittiğini. Oysa istihbarat alanında olasılıklar çoğuldur. Bazen de iç içe geçerler. Sarraf’ın kara para avcısı Savcı Bharara’nın eline düşmesine şöyle bir senaryo da yazılabilir: Rıza Sarraf, 2011 yılında Hüseyin Necefzade aracılığıyla İran’ın Ruhani lideri Hamaney’e ilettiği mektupta ülkesine yönelik ambargoyu delmeye “milli ve ahlaki görev” gereği talip bir ekonomi mücahididir. T.C. yurttaşı olduktan ve hatta Zencani kaçtıktan sonra da İran’la bağlantısı asla tam anlamıyla kopmamış, bir biçimde sürmektedir. Miami’ye doğru yola çıkmadan kısa bir süre önce, İran’daki patronuna mesaj iletir: “FBI ve CIA bana haber gönderdi. Gece yarısı İstinye’de buluştuk. Hazırladıkları raporu önüme koydular. Oraya gidip her şeyi anlatırsam, hem kendimi kurtarabilirim, hem sizi…” İran’dan “olur” gelince de uçağa binip ABD’ye uçar. HHH Sarraf’ın Türkiye’ye sığındığını ve İran’dan bucak bucak kaçtığını düşünenler, böyle bir senaryoya Ne demiştik? inanmayabilirler.   Öyleyse izin verin, övünmek gibi olsun: İran’a konulan ekonomik ambargoyu, parasal be deli Türkiye üzerinden gidiş gelişi sağlanan kaçak petrol ve altın ticaretiyle delen bu iki adamın önleri kadar sonlarını da 12 Şubat 2014’te yayımlanan “İki zahit bir ahit*” ile 16 Nisan 2014’te yayımlanan “Ortaya karışık düşünceler**” başlıklı yazılarımda yorumlamıştım. Bugün, her iki yazının satır satır doğrulanmasını ve öngördüğüm gelişmelerin tek tek gerçekleşmesini izliyorum. Bu yazılarda Babek Zencani ve Rıza Sarraf’ın, İran’ın “zahitleri” olduğu savını ortaya attığımda; ortada ne Hüseyin Necefzade’nin adı vardı, ne de Sarraf’ın onun kanalıyla Hamaney’e ilettiği “ekonomik cihad”ın bir neferi olarak ülkesine hizmet etmek dileği… Rıza Sarraf’ın zahitliği, artık bu mektupla kanıtlı. Keza CIA ve FBI’ın 2011’den öteye Zencani ile Sarraf’ın dünyada döndürdüğü kara paranın peşine düştüğü, Savcı Bharara’nın iddianamesiyle doğrulandı. HHH Henüz doğrulanmayan tek bir savım kaldı: Her ikisinin de ortadan kaybolacağını söylemiştim. Sözümün hâlâ arkasındayım. Günün birinde Babek Zencani’nin asıldığını duyar, okur, hatta fotoğraflarını görebiliriz. Ama gördüğümüz, aldatmacadan ibaret de olabilir. Sarraf’a gelince… Amerikan yargısı, elbette ne bizimkine benzer ne de İran’dakine. Şahıs için daha ‘Salak pazara çıkınca, esnaf bayram eder.’ AMERİKAN ATASÖZÜ şeffaf, daha uluorta bir “kayboluş” bekliyorum, doğrusu. Ama 300 milyar doları kapsayan bu kara para takibinde, kaybolmayacak, hatta ortaya açılıp saçılacak daha nice ilişkiler var. Onları da 24 Ağustos 2014’te yayımlanan “Türkiye kokuyor mu?” başlıklı yazımın son tümcesinde bulabilirsiniz: “Türkiye’yi babasının çiftliği gibi yönetenler, bilmem haklarında kanıt toplandığının farkındalar mı?” *http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/40217/ ikiZahitBirAhit.html **http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/61143/ OrtayaKarisikDusunceler.html Yağmur Üniversiteleri Unut rüzgârların adlarını boş ver burası Ankara her yerden eser yağmur üniversiteleri vardı çok önceleri gencecik gözlere sevmeyi  öğretirlerdi bulutlardan öteye yükselirdi yürekleri içlerinden biri gizlice at yarışlarına giderdi ve hep beraber akşamları Enver Gökçe’den şiirler  okurlardı sonra sıra kavgalarına gelirdi içlerinden biri gene gizlice yaban ellere gitmişti zamanlarla ölümler peşlerinden koşturmuştu her şey unutulmuştu rüzgâr adları bile A. KADRİ ERGİN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr Gak guk ve vatana ihanet Yaşantımız pek şiirsel değil; ama dilimiz şiirseldir. Milletçe kafiyesiz edemeyiz. Uysa da uymasa da, kafiyeli düşünürüz... İcabı halinde, her lafa bir kafiye mafiye düşürürüz. Ayranımız kabarırsa lafın önüne bir de “Eyy BeeMee”, “Bee hey İsrail Misrail” diye ekleriz. Bu yüzden de daha çok gak guk eder dururuz. HHH Gak guk, boş laf değildir. İlk Türkçe sözlüğümüz, Divanı Lügatit Türk’e göre (1074) göre “taklitçi kuş” demektir. Bu nedenle... Gak guk, başta papağanlara, sonra da Kaşgarlı Mahmut’a ayıp etmektir! İşin içine bir de adliye madliye, Saray maray karışınca hak hukuk karışır, her şey arapsaçına döner! Oysa yapılacak iş basit mi basit. Gak deyince hak.. Guk deyince hukuk anlamak gerek! HHH Çünküüü.. “Hakk” Arapçadır. Tanrı anlamına da gelir. Ama önce doğru, dürüst, gerçek olandır. Pay, hisse ve alacak demektir. Hakk’ın çoğul hali ise “Hukuk”tur. Bu nedenle de hukukun çiğnenmesi birçok hakkın da birlikte yok sayılmasıdır! Yaşam hakkı, özgür, huzurlu olma hakkıdır. İnsanca yaşama hakkıdır. Haksızlık neticede tekil bir suçtur. Hukuksuzluk ise bunların toptan inkârıdır! Hak deyince gerçek müminlerin ilk aklına İslamiyetin en büyük suç saydığı “kul hakkı” gelmelidir. Haksızlık neyse de hukuksuzluk, kul hakkının tümden inkârıdır. Allah’a karşı bir isyandır. HHH “Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine” diyerek 20 ay önce (28.08.2014) Meclis’te ettiği yemin şöyleydi: “Anayasaya, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağıma. Adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma.. Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getireceğime..” HHH “Müdahil” demek, “taraf olmak” demek. “Ben bu davanın savcısıyım” alışkanlığı ile bu kez de bu “garip acayip davaya” bulaştı. İşin hukuksal garabet ve ucubiyetini hukukçular anlamaya, anlatmaya çalışsın.. Bu dava özü itibarıyla bir gazetecilik davası. Bin türlü darbeden, badireden geçmiş meslek büyüklerimizden Sezai Bayar’ı bulup konuştum. Bayar, Ankara gazetecisi. Neredeyse son 55 yılın tanığı, zaman zaman da sanığı! Hürriyet’te uzun yıllar haberlerden sorumlu yönetici, köşe yazarlığı yaptı “Abi siz haber yaparken casus durumuna da düştünüz mü?” Gülerek, “Düşmez miyim! Düştüm ve kitabını bile yazdım” dedi. Ve anlattı: 1974 Temmuzu’nda, yurt haberlerini toplayıp 2. Barış Harekâtı ile ilgili bir araştırma haber toplamışlar. Gazete bunu geniş resimli şemalı falan basıp kullanmış. Aradan bir süre geçmiş. Bir gün rahmetli Milliyet yazarı Teoman Erel telefon etmiş: “Sen niye duruşmada yoktun” dedi. “Ne duruşması?” Anlatıyor: Yazdığı o geniş haber Genelkurmay’ı çok rahatsız etmiş. Benzer haberleri yapan 14 gazeteci ile birlikte o da “Vatana ihanet” suçundan mahkemeye verilmiş. Ama ne gözaltı, ne hapislik, ne tabligat!.. Dava gazeteye açılmış. Davaya Prof. Çetin Özek onun adına giriyor. Adı “vatana ihanet” ama gözaltına alınan gazeteci falan yok. Tutuksuz yargılanmışlar. Sonunda da beraat. HHH Sezai Bayar, bunu ve benzeri basın garipliklerini “Yaşadıklarım Yazmadıklarım” adlı kitabında anlatıyor. Yeni baskısında, Can Dündar ile Erdem Gül’ün “1 Nisan şakası”na denk düşürüleceğini dilediğimiz “casusluk davasını” da yazacaktır. Yapay zekâ yoldan çıkarsa Telefondaki ses “Tuhaf şeyler oluyor. Bunu mutlaka görmelisin” deyince apar topar Twitter’a bağlandım. Bir taraftan da soruyorum: Ne oldu ki? Microsoft’un yapay zekâ programı sapıttı. Nasıl sapıttı? Birkaç saat önce güzel güzel sohbet ederken, birden Hitler âşığı olup çıktı. Nazi propagandası yapmaya başladı. Yok canım. İnanmıyorsan kendin bak. Doğruymuş. Şöyle bir tümceyle karşılaşıyorum: “Hitler haklıydı. Yahudilerden nefret ediyorum.” Yapay zekânın Twitter’da yazdıklarını okudukça ürperiyorum. Tam bir nefret söylemi. Irkçı, kadın düşmanı, Yahudi düşmanı, Meksikalıları aşağılayan, soykırımı destekleyen mesajlar… Böyle bir şey nasıl olabilir? HHH Microsoft, geliştirdiği “Tay” adlı yapay zekâ yazılımı için geçen hafta bir Twitter hesabı almıştı. Yazılımın amacı Twitter üzerinden insanlarla gündelik, esprili sohbetler yapmak. Microsoft yetkilileri herkesi Tay ile sohbet etmeye çağırıyorlardı: “Tay ile ne kadar çok sohbet ederseniz o kadar akıllı olacak ve sizinle, size özel bir iletişim kuracak.” Fakat yazıltıamnaıhnmkete@ngdmiaikl.econmdine öğrenebilme yeteneği ilginç biwr wşwe.kahilmdeettatne.crosmtepti. Tay birden değişmeye başladı. Şöyle diyor bir yorumcu: “Tay, başlangıçta Pollyanna gibiydi. Kibardı, saftı. Fakat sonra birden canavara dönüşüverdi. Nasıl oldu, anlamadım.” Yapay zekânın yoldan çıkması 24 saat bile sürmemişti. Meğer internette bir grup, Tay’ın kafasını karıştırmak için harekete geçmiş. Tay ile sohbet ederek ona ırkçılığı benimsetmeye çalışmış. O gruptan birinin Twitter üzerinde mesajını okuyorum. Şöyle demiş: “Dijital bir Hitler yaratan ekibin parçası olmak kendimi iyi hissetmemi sağladı.” Böylesine ne denir? HHH Öğreniyoruz ki Tay, etkileşime girdiği insanların fikirlerinin yoğunluğundan etkileniyormuş. Ve kendi görüşlerini buna göre oluşturuyormuş. Microsoft yazılımcıları sonunda yapay zekâ Tay’e müdahale etmek zorunda kaldı. Twitter hesabı askıya alındı. Fakat olayın internetteki yankıları sürüyor. Biri şöyle bir yorum yapmış: “Akıllı Microsoftçular, öğrenebilen bir yazılım geliştirmişler ama ona temel şeyleri öğretmeyi akıl edememişler. Böylece başka birileri onu eğitmeye başlamış. Cahil yapay zekâyı da 24 saatte yoldan çıkarmışlar.” Bir başkasının yorumu: “Demek ki, cahil bir yapay zekâ bu kadar hızla yoldan çıkarılabiliyor. Peki cahil insanları ne kadar sürede yoldan çıkarıyorlar?” Microsoft ve yapay zekâyla uğraşan şirketler bu deneyimden hangi sonucu çıkaracaklar doğrusu merak ediyorum? Yapay zekâ çalışmalarının hafife alınmaması gerektiğini öğrenirler mi? Ya da yapay zekâ yazılımı geliştirirken matematik ve mantığın yanı sıra felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi, psikoloji ve insan hakları gibi konularla da ilgilenmek gerektiğini? İnsan en azından Isaak Asimov’un daha 1940’larda yazdığı Robot yasaları üzerine düşünmez mi? Robot etiği üzerine 2004 yılında Sanremo’da yapılan uluslararası toplantının notlarını gözden geçirmeyi aklına getirmez mi? Çünkü ileride basit bir “pardon” yetmeyebilir. SAYISAL 51018264548 LOTO 6 BİLEN: Devir, 5 BİLEN: 34 Bin 192 TL 4 BİLEN: 53.15 TL, 3 BİLEN: 7.85 TL C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle