23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 25 Aralık 2016 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN haber 11 Roboski 5 yıldır adalet bekliyor Roboski’de 19’u çocuk 34 kişinin savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmesinin üzerinden 5 yıl geçti. Yaşananlar aydınlatılamadı, katliamın hiçbir faili yargı önünde hesap vermedi. Roboski Derneği Başkanı Veli Encü, “28 Aralık’ta ülkedeki hukuksuzluklara, adaletsizliklere ve baskılara karşı ortak mücadele çağrısı ile herkesi Roboski’de buluşmaya davet ediyoruz” dedi. Şırnak’ın Uludere ilçesinin Irak sınırında 28 Aralık 2011’de 19’u çocuk 34 köylü, kaçaktan dönerken savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürüldü. 34 kişinin cansız bedeni olay yerin den katırlarla taşınırken, ölenlerin kimlikleri ancak DNA testiyle belirlenebildi. İktidar ve medya sessizliğe bürünürken olaydan yaklaşık 20 saat sonra açıklama yapan dönemin hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik’in “operasyon kazası” sözleri tepki çekti. Aileler Başbakanlık tarafından önerilen 123’er bin liralık tazminatı kabul etmeyerek hukuk mücadelesi başlattı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, başlattığı soruşturmada 2013 yılında “görevsizlik kararı vererek dosyayı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdi. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı 7 Ocak 2013’te “kaçınılmaz hata” diyerek takipsizlik kararı verdi. Bunun üzerine aileler 18 Temmuz 2014’te Anayasa Mahkamesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Adalet Bakanlığı, AYM’ye gönderdiği savunmada, olayın bir hata olduğunu iddia ederek, “Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına görevlerini yaparlarken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet yüklemek olur” ifadesini kullandı. AYM, Roboskili ailelelerin yaptığı bireysel başvuruyu “eksik belge” gerekçesiyle reddetti. Bunun üze rine Roboskili aileler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. Roboski Derneği Başkanı Veli Encü, 260 haftadır sevdiklerinin mezarları başında yaptıkları basın açıklamalarıyla adalet talep ettiklerini belirterek, “28 Aralık’ta, Roboski katliamının 5. yıldönümünde ülkede yaşanan hukuksuzluklara, adaletsizliklere ve baskılara karşı ortak mücadele çağrısı ile herkesi Roboski’de buluşmaya davet ediyoruz. Ortak mücadele sesimizi yükselterek roboski için adalet herkes için adalet’ şiarıyla anmaya ve adalet arayışına çağırıyoruz” dedi. l Yurt Haberleri Dedem çekti, babam çekti, ben çektim, Babadan oğulaçocuklarım kalançekiyor... gözaltı mirası Hüseyin Metin, Diyarbakır’da 90’lı yıllarda defalarca gözaltına alındı. Şimdi de iki oğlu aynı suçlamalarla karşı karşıya. Çocukları, Kürtçe türkü söyledikleri için tutuklu İstanbul Esenyurt’taki Recep Tayyip Erdoğan Parkı’nda, Kürtçe türkü söylerken dövülerek gözaltına alı nan Mazlum Metin (25) ve Zana Metin (19), yaklaşık beş aydır tutuklu. Soruş turma sürüyor. Dava ne zaman açılacak belli değil. Baba Hüseyin Metin de 26 yıl önce benzer suçlama larla karşılaşmıştı. 90’lı yıllarda Silvan’da birçok CANAN COŞKUN kez gözaltına alınmıştı. Keyfi tutuklama gelene ğinin çocuklarına miras kalması nedeniyle üzgün. Doktorlarının söylediğine göre stres, sol gözünü kör et ti. Çocuklarının anadilleri uğruna tutuk landığını, bundan gurur duyduğunu söy lüyor. Metin, “26 yıl önce beni aldılar da ne çözüldü ki... Mazlum’u Zana’yı alıyor lar ya şimdi ne çözülecek?” diye soruyor. Çocuklarının tahliyesini isteyen baba Hüseyin Metin ve anne Besiya Metin ile Esenyurt’taki evlerinde bir araya geldik. Esenyurt’ta, 7 Ağustos’ta, saat 16.30 sıralarında parkta türkü söyleyen 2’si çocuk, 14 genç, polislerce gözaltına alınmış, şiddete maruz kalmışlardı. Tutuklananlardan Mazlum Metin, sav cılık sorgusunda, parka gittiğinde, ar kadaşı İsmail Gazanfer’in bir grupla türkü söylediğini gördüğünü ifade ede rek, “Yoldan geçen bir birkaç kişi de gruba dahil oldu. Dıl Disoje, Şemle ve Gesi Bağları şarkılarını söyledik. Gesi Bağları’nı yandaki ailenin isteği üze rine söylemiştik” demişti. Baba Hüse yin Metin, çocukları alındığı günün sa bahı Mazlum’la beraber kahvaltı yap tıklarını söyleyerek, “OHAL’deyiz. Mazlum dikkat et oğlum” dedim, san ki içime doğmuştu... Kıraç’ta karakola gittiğimde polis ‘Slogan atmışlar, Kürt çe türkü söylemişler’ dedi. Güldüm ben de. ‘Kürtçe şarkı yasak mı’ diye sordum. ‘Yok’ dedi. ‘E o zaman ben de bir tane söyleyeyim. Kürttür başka ne söyleyecek. TRT 6, 24 saat yayın yapı yor. Kürtçe onlara yasak değil de bana Can erok Besiya ve Hüseyin Metin tutuklu olan oğulları Mazlum ve Zana Metin’in serbest bırakılmasını bekliyor. mı yasak’ dedim” diye anlatıyor. Dedem de çekti... Hüseyin Metin, yedi çocuk babası. 90’lı yıllarda, Silvan ve Batman’ın faili meçhul cinayetler ‘pilot bölge’si olduğu dönemde çok defa gözaltına alınmış. Metin, “Üç kez gözaltına alındım ama öldüremediler beni. İlkinde Mazlum iki yaşındaydı. Kürt’üm diye gözaltına alındığımı biliyorum. Potansiyel suçluyuz zaten” diyor. Mazlum’un geçen yıl HDP’li gençlere yönelik operasyonlarda da tutuklandığını dile getiriyor. O dönem ev aramasına gelen polislere de şöyle demiş: “Mazlum Kürt diye gözaltına alıyorsunuz. Aradan 26 yıl geçmiş. Beni alırken ne çözdün? Şimdi Mazlum’u alırken ne çözeceksin?” Metin’e göre, bu durum, devlet geleneği olarak ‘babadan oğula geçen kötü bir miras.’ Ancak gurur duyulacak bir olay. Metin, “Diyarbakır’ın bir avuç toprağını dünyaya değişmem. Kürt olmak suç mu?” diyor ve ekliyor: “Ya Kürt olmayacaksın, ya da yaşamayacaksın” dayatması var. Artık, insanca yaşamak istiyoruz. Dedem çekti, babam çekti, ben çektim, çocuklarım çeksin istemiyorum ama çekiyorlar.” Hukukçu olmak istiyor Baba Metin, oğlu Zana’yı ise ‘çok birikimli yetenekli bir çocuk’ diye anlatıyor. Zana, hukukçu olmak istiyormuş. Baba Metin, “Eğer benim çocuğum suçluysa, hırsızlık yaptıysa, bir insana zarar verdiyse ben de devlete destek vereyim. Ama benim çocuklarım anadille ri yüzünden yargılanıyorsa bunun peşini bırakmam. Ben alındığımda benim ailem de arkamda durdu. Benim de başım dik. Benim çocuğumun kanı başkalarının çocuğunun kanından kırmızı değil” diyor. 90’yı yıllarla şimdiyi karşılaştırarak, şunları söylüyor: “O dönemlerde çocuk ölmüyordu. Tansu Çiller döneminde köyler yakıldı, yıkıldı ama o tankla topla bize vurmadı en azından. Güneydoğu’da hendekleri bahane ediyorlar şimdi. Bu hendekler kazılırken devlet neredeydi?”. Dilimiz Kürtçe... Anne Besiya Metin ise titreyen sesiyle, “Anadilimiz Kürtçe. Tabii ki konuşacağız, türkü söyleyeceğiz. Zana 19 yaşında. Bu yıl üniversite sınavlarına hazırlanacaktı...” diyor. İsmail Bahçeci nerede? Cumartesi Anneleri, dün, Galatasaray Meydanı’ndaki 613. oturma eyleminde, 22 yıl önce gözaltına alındıktan sonra kendisinden haber alınamayan İsmail Bahçeci’nin akıbetini sordu. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon’nun basın açıklamasını okuyan Vasile Ocak, “İsmail Bahçeci güzel konuşan, karikatür çizen, şiir yazan, saz çalan, türkü söyleyen, espritüel, özgüveni yüksek bilgisi ve donanımı yüksek bir gençti. Marmara Üniversitesi Basın Yüksek Okulu’nda öğrenciydi. Türkiye Öğrenci Dernekleri başkanıydı, bu nedenle polisin hedefindeydi. Defalarca gözaltına alındı ve ağır işkenceler gördü. 24 Aralık 1994 tarihinden gözaltına alındı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü. Emniyete başvuran ailesine ‘Biz almadık bizde yok’ denildi” diye konuştu. İsmail Bahçeci’nin kardeşi Umut Bahçeci, abisini en son 1992 yılında gördüğünü belirterek, “Başka acı çekmek, başka kayıp ailelerinin olmasını istemiyoruz” dedi. Eyleme CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve HDP Milletvekili Ayşe Acar Başaran da destek verdi. l İSTANBUL / Cumhuriyet Ahmet Türk bırakılsın İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi tarafından cezaevlerindeki hasta mahpusların serbest bırakılması için her hafta düzenlenen eylemde kalp rahatsızlığı olan 75 yaşındaki Mardin Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün rahatsızlığına dikkat çekildi. Galatasaray Lisesi önünde 248. Hafta F oturmasında basın açıklamasını okuyan İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu’ndan Hatice Oran, Ahmet Türk’ün siyasi geçmişinden söz ederek 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevinde tutuklu kaldığını hatırlattı. Kalbindeki rahatsızlığından dolayı kalbinde pil bulunan Türk’ün xray cizahlarından geçmesinin sakıncalı olduğunu ve tedavisinin kelepçeli yapılmak istendiğini aktaran Onaran, Türk’ün bu uygulamayı kabul etmemesinden dolayı tedavisinin aksadığını vurguladı. Açıklamanın ardından söz alan avukat Zeynep Celal Toprak, Ahmet Türk’ü ziyaret ettiğini belirek, tedavisi için Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’na yaptıkları başvuruların herhangi bir gerekçe gösterilmeden reddedildiğini ifade etti. l İSTANBUL/Cumhuriyet AKP’ye biçilen rol Farkında mısınız, devlet, yavaş yavaş fabrika ayarlarına dönüyor. Eskiden iktidar partisine ‘Ankaralılaştınız’ dendiğinde, müthiş alınırlardı. Şimdi ise alınmıyorlar çünkü Türkiye, hızla 90’lı yıllardaki devlet modeline geri dönüyor. Bunun temel aktörü de evet iktidardaki İslamcılar. Demokrasi ve İslamcılık vaadiyle iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidardan düşmemek için hızla devletleşiyor, devletleştikçe de 1516 yıl önceki kuruluş iddialarından bir bir vazgeçiyor. Bundan neyi kast ediyorum? 90’lı yıllarda karşımızda, baskıcı, kontrolcü, Kürt hareketiyle mücadele eden devlet modeli vardı. Buna o yıllarda ‘statüko’ deniyordu. Yüzeyde hafif bir Kemalizm esintisi olsa da aslında devletin temel karakterini tanımlayan, ne laiklik ne de Kemalizmdi. 90’lı yılların devleti, ‘tehdit’ tanımlarıyla kendini şekillendiren ve toplumu özgürleştirmek değil onu ‘kontrol etmek’ için dizayn edilmiş bir devletti. Hukuk da, ekonomi de bu, ‘kontrolcü devlet’ ya da o gün sıkça kullanılan tabiriyle ‘ceberut devlet’ anlayışının bir uzantısı olarak şekillenmişti. ‘Milli ekonomiye’ uygun bir iş dünyası profili doğdu, buna uygun ‘sanatçılar’ oluştu ve tabii ‘yerli ve milli’ medya o dönem üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi. 90’lı yıllarda devlet değişemiyordu ve düşünemiyordu. Bir akıl tutulması içinde, vasatlığa teslim olmuş, herkesin yanlış olduğunu bildiği şablonlarla patinaj yapıyordu. Örnek mi istiyorsunuz? ‘Manisalı çocuklar’ olayını hatırlar mısınız? Gençlerin çoğu Manisa davasını hatırlamaz. Yıl 1995. Çoğunluğu lise çağındaki 16 çocuk, duvara yazı yazmak ve bildiri dağıtmak suçundan gözaltına alınmış ve akıl almaz işkenceler görmüştü. Örgüt üyeliği ve terör suçundan. 16 yaşındaki bir çocuğa işkence yapmak bir devlete ne fayda sağlar? Hiç. Ama düşünemiyordu sistem. Gençlerin gördüğü eziyet, tüm Türkiye’yi ‘sistem’ denilen ceberut ve baskıcı yapıdan iğrendirmişti. Manisalı çocuklar, Türkiye’de yanlış giden her şeyin sembolü oldu. Ve ardından büyük deprem geldi. 1999. Sistem, depremle birlikte yerle bir oldu. Çöktü. İşte Adalet ve Kalkınma Partisi, ilk çıkış ve yükseliş döneminde bu kokuşmuş düzenin karşıtı olarak kendini tanımladı ve bu sayede rağbet gördü. Ceberut devletin karşısına demokrasi ve İslamcılık karışımı bir değişim hareketi vaat ettiği için toplumda bir karşılık buldu. AKP, bir protesto hareketiydi. Ancak bugün gelinen noktada iktidar partisi, hem gerçek İslamcılık hem de demokrasiden uzaklaştı ve daha da uzaklaşmaya mahkum. Bilerek ya da bilmeyerek, iktidar partisi bugün devletin ‘fabrika ayarlarına’ dönüşünün temel enstrümanıdır. O fabrika ayarları, Türkiye’nin aynı zamanda küresel sistem içinde belli bir rol oynamasını öngörüyor. Ve içeride demokrasiyi işletemeyen AKP’nin artık bu rolü oynamak dışında başka seçeneği kalmadı. Siz bakmayın görüntüdeki ‘İslamcılık’ sosuna. O aynı 1990’lı yıllarda ‘Kemalizm’in suiistimal edilmesi gibi kamuflaj amaçlı ve yüzeyde seyreden bir durum. Tuhaf bir İslamcımilliyetçi ideoloji. Ama gerçek İslamcılık değil çünkü değişim iddiası yok. Bugün karşımıza İslamcılık diye sunulan, bildiğimiz devlet tapınmacılığı. Ama iş burada da bitmeyecek belli ki. Adalet ve Kalkınma Partisi, önümüzdeki dönemde İslamcılıkla mücadele etmek zorunda kalacak. Kontrol ettiğini sandığı, açıp kapama vanasını elinde tuttuğunu düşündüğü İslamcılık kartı, ciddi bir cihatçılık tehlikesi olarak Türkiye’yi vurmaya başladı. Bu yüzden artık kaçarı yok. IŞİD’ciler, Nusracılar, iki gün sonra diğerleri bir bir evlerinden alınacak. IŞİD’i karşısına alan Türkiye, bundan sonra cihadizm ve radikal İslamla mücadelenin temel üssü olacak. İslamcılık vaadiyle ortaya çıkan AKP’nin bundan sonraki misyonu, global anlamda selefi İslamcılık ve radikalizmle mücadelede koçbaşı olmak olacak. Kısacası dünya, Selefi cihatçılık akımıyla mücadeleyi yıllardır burada İslamcılık havası estirenlere yaptıracak. Ankara ister Rusya’yla ittifakını genişletsin, ister Trump Amerika’sına dönsün. Dünya Türkiye’ye bu rolü dayatacak. Aynı Pakistan gibi diyeceğim ama dilim varmıyor. Edirne’ye Şeyh Bedrettin heykeli Edirne’ye Şeyh Bedrettin heykeli dikecek olan Edirne Belediyesi, yazar ve araştırmacılar İhsan Eliaçık, Cemal Canpolat, Erdem Çevik’in de aralarında bulunduğu akademisyen ve vatandaşların katılımıyla, “Ölümünün 597. Yılında Şeyh Bedreddin’in Yaşamı ve Felsefesi” paneli düzenledi. Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ın Şeyh Bedreddin’in kente heykelinin dikileceğini açıklaması üzerine farklı tepkiler geldi. Heykelin dikilmesine karşı olanlardan Edirne Barosu Başkanı Özgür Yıldırım, sosyal medya hesabından Şeyh Bedreddin’i dönemin FETÖ’sü diye niteledi ve heykelin dikilmesine karşı çıktı. l Yurt Haberleri C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle