23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler KÜLTÜR SANAT Cuma 28 Ağustos 2015 Kaostan çıkış var mı? Prof. Dr. Güngör Başer 16 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: ÇAĞLA SEVİNDİK u durum sıkça dillendirilen “Türkiye nereye gidiyor?” söyleminde somutlaşıyor. Ne acıdır ki, Türkiye bugün yalnızca Cumhuriyet’in 2. Dünya Savaşı öncesi dönemindeki değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki tartışmalara yeniden dönmüştür. İmparatorluğun yıkılışının ve toplumdaki dağılmanın nasıl önleneceği sorunu İstiklal Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde aşılmış, yerini toplumun nasıl çağdaşlaşacağı ve zenginleşeceği tartışmalarına bırakmıştı. 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde ise, güvenlik ve kalkınma sorunları paralelinde toplumun demokratik bir yaşam biçimine ve yurttaşların kişi özgürlüklerine nasıl kavuşturulacağı tartışmaları öne çıkmıştır. B Türkiye’de sorunların toplumun farklı kesimlerince algılanışındaki zıtlıklar, iç ve dış güvenlik tehditleri karşısında toplumun ve devletin farklı tepkileri, devlet kurumlarına güvensizlik ve belirtileri gittikçe artan sosyal bunalım, geleceğe dönük karamsarlığa yol açan bir kaos ortamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Celile Toyon Mustafa Alabora Zorba gider sanatçı kalır iyatro sanatçısı Levent Üzümcü, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan Belediye Üst Disiplin Kurulu kararı ile ihraç edildi. Konuştuğu, düşüncelerini açıkladığı, eleştirdiği, Gezi’ye katıldığı için... “Emir büyük yerden geldiği için”... Bu olay bana “Yeni Türkiye”nin “Eski Türkiye”den farklı olmadığını, hatta daha da beter olduğunu anımsattı. (İki gündür Ceren Çıplak’ın Levent Üzümcü’yle yaptığı konuşmaları okumuş olmalısınız.) Önce şunu açık açık söylemekte yarar var: Levent Üzümcü’nün, Tiyatro yönetimi, disiplin kurulu vb’ni yok sayarak tepeden inme bir karar ve iğrenç bir uygulamayla ihraç edilmesi, sanatçıya işkencedir, onu açlığa mahkum etmektir, süründürmeye çalışmaktır; öteki sanatçılara göz dağı vermek, onları da tehdit etmektir; ortalığa korku salmaktır. Sanatçıyı, demokrasi kültürünü yok saymaktır. Ama aynı zamanda bu kararı alanların, yaptıranların, o “büyük yerlerin” ahlaksızlığını, zavallılığını, korkaklığını, pespayeliğini de ortaya koyar. O zavallılara şunu anımsatmakta yarar var: Zorbalar gider, sanatçılar kalır! İktidarların, elinde sonsuz güç olduğunu sananların bu ne ilk ne de son müdahalesi sanata. 50’li yıllarda “komünist” diye Ruhi Su’nun, o günlerin en parlak bas bariton şancısı Ruhi Su’nun Devlet Tiyatroları’ndan, Türkiye’de Batılı anlamda tiyatronun kurucusu Muhsin Ertuğrul Hoca’nın Devlet Tiyatroları yönetiminden uzaklaştırılmalarını bu toplum unutmadı. Her ne kadar toplumumuz hızla cahilleştirilmeye, tüm sanatlardan ve eleştirel düşünceden, felsefe eğitiminden uzaklaştırılmaya çalışılıyorsa da Muhsin Ertuğrul da Ruhi Su da yaşıyor ve yaşayacaklar. Onları silmeye çalışanlar çoktan yok olup gittiler! Bugünkü iktidarın da istediği sadece saray soytarılığıysa boşuna beklerler! Avni Yalçın T Çözümsüzlüklerin sorumluluğunu halka yüklemek yanlıştır. durumlara yol açmaktadır. Devlet yönetiminde erkler ayrılığı konusundaki çelişkilerin ise, ilkesel mi, yoksa konjonktürden doğan bir sorun mu olduğu belirsizdir. Çoğunluğu yeterli eğitim alamamış geniş halk kesimlerinin asıl gündemininse, geçim sıkıntısı, işsizlik, sağlık, ulaşım ve eğitim olduğu görülmektedir. İktidar söylemleri ile muhalefet söylemlerinin zıtlığı, buna karşın büyük güçlükler içindeki kesimlerin iktidar partisine oy vermeyi sürdürmesi, partilerin siyasal yelpazedeki yerleri ile oy tabanlarının ülkenin sosyoekonomik yapısını yansıtmayan çelişkiler oluşturması, çözümsüzlüklerin kaynağı olup, siyesetin ülke yararına sonuçlar doğuracak biçimde evrilmesi zor görünmektedir. Kaosu yaratan, Osmanlı’nın son döneminden bu yana çokça tartışılıp belirli bir dengeye geldiği sanılan temel ilkelerin yeniden tartışmaya açılması, siyasetin tıkanmaya doğru sürüklenişidir. Ülke yönetimine ilişkin ilkesel düşünce düzeyindeki tartışmalar, geçmişte olduğu gibi, belirli bir eğitim düzeyine ulaşmış kesimlerin gündemidir. Dolayısıyla sorunların ve çözümsüzlüklerin sorumluluğunu halka yüklemek yanlıştır. Ne var ki, demokrasilerde sorunların çözümü halktan beklenir. Halkın isteği ise, tüm dünya halklarının istediği, özgürce ve Çok partili düzen Çok partili düzene geçildikten sonra hukuk devleti, devlet erklerinin ayrılığı, hâkim güvencesi, anayasa güvencesi, basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, insan hakları, kalkınma modelleri ve ekonomi politikaları gündemi oluşturmuştur. Halkın gündemi Gelinen nokta Aradan geçen 60 yılı aşkın süre sonunda gelinen nokta düşündürücüdür. Kalkınma modelleri ve ekonomi politikaları dışındaki konularda toplumsal bir uzlaşma olduğu sanılırken, bugün en keskin anlaşmazlıklar bu alanlardadır. İktidar uygulamaları tarafların üzerinde uzlaşamayacakları Güvenli gelecek güven içinde insanca bir yaşam, güvenli bir gelecektir. Halkın ülkeyi kaostan kurtaracak çözümleri üretmesi isteniyorsa, eğitimli kesimin ülkede gerekli düşünsel ortamı sağlayarak uzlaşmacı ve ilkeli bir anlayışla sorunlara eğilmesi, halka doğruları anlatması gerekir. Bu da ancak duygu sömürüsünden uzak, mantıksal ve bilimsel yaklaşımlarla ve bugünden ötesini görerek yapılabilir. Sorunlar toplumun güncel siyasetten ve medya koşullandırmalarından bağımsız yoğun bir düşünsel etkinlikle oluşturacağı ortak akılla çözülebilir. Unutulmamalıdır ki, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefi ancak yüksek bir halk kültürüyle sağlanabilir. Ülkemizi kaostan çıkaracak oluşumları yaratma göreviyse, herkese ve özellikle bilim insanlarına, sanatçılara, yazarlara, düşünürlere ve kendini aydın olarak tanımlayanlara düşmektedir. Çözüm sürecinde ‘silah bırakma’ İbrahim Genç Yüksekova Haber Yazarı aldıran zehrini içmek” kararlığıyla sürdürülen sürecin buzdolabına kaldırılması, beraberinde gencecik yaşamların sönmesini ve anaların gözyaşını getirdi. Çünkü çözüm sürecinin duygusal vurgular dışında çağdaş demokrasilerin ve reel politikanın gerektirdiği bir vasfa kavuşmaması, sürecin rasyonel ayağını zayıflattı. Dolayısıyla aşırı romantize edilen sürecin reel bir dayanağı olmalıydı. Bu, siyasetçilerin duygusal çıkışlarına karşı sürecin sigortası olurdu. Maalesef ki şu an çatışmalar devam ediyor ve acılar sürüyor. Her acı ve ölümün ardından aslında hiç de çözüm olmadığı açık beyan olan hamasi nutuklar atılıyor. Oysa siyaset aklının çağdaş demokrasilerin öngördüğü soğukkanlı bir yaklaşımı devreye sokması gerekir. Bu konuda HDP’den “Mandela modeli” önerisi gelirken AKP müzakere için “silah bırakma”yı ilk şart olarak öne sürdü. Her ne kadar erken seçim ve çatışmalar gündemde olsa da çözüm sürecinde dünya örneklerinin tek “B Türkiye’de güvenlikçi politikaların ağır acılarından sonra Mart 2013’te “analar ağlamasın” şiarıyla başlayan süreç, AKP’nin iktidar hesapları sonrasında donduruldu. rar tartışılması gerekiyor. Bilindiği gibi Türkiye’den içinde milletvekilleri, yazar ve akademisyenlerin olduğu bir heyet benzer süreçleri yerinde görmek için İrlanda ve Güney Afrika’ya gitmişti. Bu heyette yer alan siyasi parti temsilcileri raporlarıyla, aydınlar ise yazılarıyla gözlemlerini kamuoyuyla paylaşmışlardı. Bu gezilerde yer alan AK Parti milletvekilleri de hazırladıkları raporda Kuzey İrlandaIRA ile Güney AfrikaANC örneklerine yer verdiler. Bu çalışmalarda ANC ve IRA deneyimi, Türkiye açısından dikkate alınabilir olarak öne çıkıyordu. Özellikle bu iki deneyimde tarafların, çözüm süreçlerinde samimi ve şeffaf olması, adımların karşılıklı ön açıcı şekilde atılması sürecin hızını etkilemiş ve bunun neticesinde başarıya ulaşılmıştı. AK Parti içinde hazırlanan bu raporların dışında akil insanların hazırladıkları rapora da tekrar dikkat çekmek gerekir. Bildiğimiz kadarıyla Hükümet, akil insanların da çalışmalarını boşa çıkaracak bir tutum sergilemişti. Dünya örneklerine bakıldığında; Norveç Barış İnşası Merkezi’nin 2012 yılı raporu, silahsızlanma koşulunun ya müzakerelerin ortasında ya da sonunda belgelere girdiğini söylüyor. Burada İrlanda örneğine bakmak gerekir. 1980’li yıllarda İngiltere Başbakanı ‘Demir Leydi’ lakaplı Thatcher, devletin IRA ile görüşmesini ‘silahların susması’ şartına bağladı. Ama bu, hiçbir sonuç getirmedi. Buna karşın İşçi Partili Tony Blair’in İngiltere başbakanı olmasıyla her şey değişti. Blair önceki hükümetlerin aksine hiçbir önkoşul öne sürmeden IRA’nın siyasi kolu Sinn Fein’le görüştü. İngiltere’nin IRA mahkumlarını serbest bırakması ve Kuzey İrlanda’ya otonomi vermesi de IRA’nın silah bırakmasını sağlamıştı. Aynı şekilde Güney Afrika’da da De Klerk’in Eylül 1989’da devlet başkanı olmasına kadar güvenlikçi politikalar uygulandı. De Klerk’in ANC üzerindeki ya Dünya örnekleri Hamasi nutuklar sağı kaldırması, af ilan etmesi ve Mandela’nın ev hapsine alınması; bunun sonucunda da De Klerk’in bizzat Mandela ile görüşmesi kalıcı çözümü getirmişti. Dikkat çekicidir ki sürecin sonunda 1994’te ilk eşit seçimde De Klerk iktidarını bile kaybetmişti. Bu iki deneyimin dışında Filipinler’de de 40 yıl süren ve 120 bin kişinin öldüğü Devlet ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) arasında çatışmalar, Türkiye’nin müdahil olduğu bir süreçle sonlandırılırken ‘silah bırakma’ son adım olarak görüldü. Buna göre MILF, özerklik şartlıyla silah bırakmaya razı olurken bu sürecin 2016 baharında tamamlanması amaçlanıyor. Aynı şekilde Kolombiya’da FARC, İspanya’da ETA, Endonezya’da GAM ve El Salvador’da FMLN örneklerine de bakıldığında; silah bırakma aşamasından önce somut adımların atıldığını görüyoruz. Burada anayasal güvence, genel siyasi af, otonomi (özerklik), hakikatleri araştırma komisyonu gibi adımların beraberinde silahı bırakmayı getirdiğini söyleyebiliriz. Bu örnekler üzerinden Türkiye’de acılara son vermek adına tekrar çözüm ve barış amacıyla masaya oturulması için tarafların bir an önce adım atması gerekiyor. Dünden bugüne ha sekteye uğratacaktı. Yasaklanan oyunlar: Fakir Baykurt’tan Taner Barlas’ın uyarladığı “Tırpan”, E. Robles’in Erol Keskin’in sahnelediği “Montserrat”; Sofokles’in “Antigone”si, Erol Toy’un “Menekşeciler” vb... Ama asıl felaket 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’yla geldi. Gençler anımsamaz: Yasanın açılımı şöyle: “... Genel güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen kamu personelinin, yerel yönetimde çalışanların görevden uzaklaştırılması veya işlerine son verilmesi hakkındaki istemleri ilgili kurum ve organlarca derhal yerine getirilir...” Şehir Tiyatroları’nın başına getirilen Vasfi Rıza Zobu, bu “derhal yerine getirilir” faslını fazlasıyla ciddiye alıp “Ben bu tiyatronun başına müfettiş olarak geldim” diyerek derhal temizliğe başladı. İlk atılanlar şöyleydi: Zihni Küçümen, Başar Sabuncu, Macit Koper, Avni Yalçın, Mustafa Alabora, Celile Toyon, Haldun Ergüvenç, Gökhan Mete, Taner Barlas, Ersan Uysal... Liste uzayıp gidiyordu. Dayanışmayı unutmadım 12 Eylül faşist darbeyle tiyatro yaşamımızı bir kez da Faşist darbe döneminde Biz, kimi tiyatro eleştirmenleri onların hakları için mücadele ederken, Dostlar Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Gülriz SururiEngin Cezzar Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu eşsiz bir dayanışmayla onlara kapılarını açıyorlardı. Hiç unutmadım! Kenan Evren ve şüraekası gitti. Yukarıda saydığım isimler bizimle. Şu sırada İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yönetiminde bulunan ekibe, “Sıkı durun, sakın istifa etmeyi düşünmeyin. Bu onurlu duruşunuzu sonuna dek sürdürün” diyorum. Çünkü; zorbalar gider, sanatçılar kalır! ANMA T.C. ŞABANÖZÜ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN ESAS NO: 2012/68 Esas Davacılar SADETTİN DOĞAN, BEKİR DOĞAN, BAYRAM DOĞAN, AKKIZ DOĞAN ile ŞENAY TOKLU arkadaşları arasında mahkememizde görülen Çankırı ili, Orta ilçesi Yaylakent kasabası Hürriyet Mahallesi Mahalle İçi mevkii 261 ada 11 parsel sayılı taşınmazın tapu iptali ve tescil davasında, davalı Şenay TOKLU için yapılan tüm soruşturmalara rağmen adresi tespit edilememiş olmakla, dava dilekçesinin ilanen tebliğine karar verilerek ilanın yayım tarihinden itibaren 15 gün sonra dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmiş sayılacağı, tebliğinden itibaren iki hafta içinde cevap vermediği taktirde HMK 128/1 maddesi uyarınca dava dilekçesinde ileri sürülen vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağınız ve duruşmanın yapılacağı 21/10/2015 günü saat 14:00’a bizzat hazır bulunmanız veya kendinizi bir vekille temsil ettirmeniz aksi halde yokluğunuzda duruşmaya devamla karar verileceği hususu tebliğ yerine geçmek üzere ilanen tebliğ olunur. 22/07/2015 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 127571) T.C. SELÇUK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN KAMULAŞTIRMA İLANI Esas No: 2015/188 Esas KAMULAŞTIRILAN TAŞINMAZIN BULUNDUĞU YER: İzmir ili, Selçuk ilçesi MEVKİİ: Köyiçi mevkii PAFTA NO: ADA NO: 3002 PARSEL NO: 2 VASFI: Arsa YÜZÖLÇÜMÜ: 1.307,46 m2 MALİKİN ADI VE SOYADI: EMEL BALCI GÜLAY TÜRK GÜLER BALCI NÜKET TEKİN ÇAKIROĞLU GÜLAY YAMAN ÇAKIROĞLU MUSTAFA ÇAKIROĞLU HATİCE ÇAKIROĞLU KAMULAŞTIRMAYI YAPAN İDARENİN ADI: İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI KAMULAŞTIRMANIN VE BELGELERİN ÖZETİ: Taşınmazın İzmir Büyükşehir Belediyesi adına tapuya tescili. Kamulaştırmayı yapan davacı idare, malikleriyle cinsi ve niteliği yukarıda yazılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili için davacı idare tarafından mahkememizin 2015/188 Esas Esas sayısında dava açılmıştır. 2942 Sayılı Kamulaştırma Yasası’nın 10. maddesinin 4. bendi uyarınca ilan olunur. 02/07/2015 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 122362) Gazetemiz İzmir Bürosu'nun ayaklı tarihi Devrimci Tayyar'ın (Tayyar Eraslan) yokluğuna aradan bir yıl geçse de alışamadık. Seni hep özlemle anıyoruz, arıyoruz. Işıklar içinde yat! C Çalışanları Tayyar Abimize, bugün saat:12.00’da Karşıyaka Doğançay’daki mezarı başında anıyoruz. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle