16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 2 Ağustos 2015 EDİTÖR: MİNE ESEN TASARIM: BETÜL BERİŞE pazar yazıları 17 Perdeyi kapatmayın amsterdam MAHMUT ŞENOL Aracısız satışa geçit yok B ugünlerde Teksas, kişisel özgürlükler, liberal ekonomi, serbest ticaret kavramları ile ticari hayata devlet müdahalesi kavramları arasında ikiye bölünmüş bir tartışmanın tam ortasında. Ünlü fizik bilgini Sırp asıllı, Amerikalı Nicolai Tesla’nın adını taşıyan ve dünyanın tamamen elektrikle çalışan ilk otomobillerini üreten ve satan Kaliforniya’daki Silikon Vadisi’nde kurulu şirketin Teksaslılara doğrudan satışına Teksas eyalet dallas TEVFİK DALGIÇ tın alıp Teksas’a getirmesi gerek. Teksas Otomobil Satıcıları Derneği bir anlamda otomobil satışlarında tekelci kuruluş niteliğinde. Onlardan geçmeyen hiçbir Tesla aracının doğrudan satılması mümkün değil, Teksas’a kaydolup orada vergi vermeyen bir aracın da trafiğe çıkması oldukça sıkıntılı. Ünlü serbest rekabet ve ekonomik liberalizm taraftarı kuruluşlar ve Reagan döneminin iktisatçıları fabrikadan doğrudan satışı önleyen eyalet hükümetine ateş püskürüyor. Tanınmış ekonomist ve Reagan yönetimi görevlilerinden Dr. Timothy P.Roth, Teksas Temsilciler Meclisi’ne sunduğu raporda konuya; devletin koyduğu yasak, ekonomik özgürlükler, anayasal haklar ve tüketicinin uğradığı zararlar açısından bakıyor. El Paso Üniversitesi’nde Ekonomi ve Finans Bölümü Başkanı Prof. Roth bu uygulamayı insan beynine bir çeşit engel koyma olarak yorumlarken şu görüşleri ileri sürüyor; 1 Doğrudan satışa konan yasaklar tüketiciyi değil, belirli bir grup otomobil satıcısının çıkarını gözetiyor ve korumacı bir uygulamayı ortaya koyuyor, rakebetin önüne geçiyor. Mantık olarak ekonomik olmayan ama siyasal bir karar. 2 Geçerliliğini yitirmiş eski dağıtım kanalları yenilikleri önlemek suretiyle daha verimli ve etkili dağıtım yöntemlerinin gelişmesini durduruyor. 3 Tüketiciye daha fazla bir yük getiriyor. Ayrıca eyaletler arası ticaretin önüne anlamsız bir kısıtlama getiriyor. ABD’li ünlü muhafazakâr ve liberal ekonomi savunucusu TV yorumcusu, yazar Glen Beck, Tesla otomobilini denemiş ve Teksas hükümetinin kararına “Teksas’ın Tesla’ya Zulmü” diyor ve teknolojik ilerlemenin yoluna taş koymakla suçluyor. Yine ABD’nin kişisel özgürlükler savunucusu muhafazakâr düşünce kuruluşu Heritage House’da bu uygulamayı serbest ticaret anlayışına ters bir durum olarak görüyor ve Tesla’ya rekabet etmede fırsat eşitliği tanınmasını istiyor. Halen Teksas eyaletinde başka eyaletlerden satın alınan, kayıtlı 1800 adet Tesla otomobili bulunmakta. Tesla otomobil şirketinin CEO’su Elon Müşk aynı zamanda şirket kurucularından ve yeni teknolojilerden sorumlu bir uzman. Geçenlerde yaptığı bir konuşmada Tesla şirketinin iş modelinin aracısız dağıtım yöntemi olduğunu söyledi. Tesla otomobili satın almak isteyen Teksaslılar ise Tesla Teksas’ta isimli bir internet sitesi kurarak kendi görüşlerine taraftar toplamaya ve otomobil dağıtım lobisine karşı çıkmaya karar verdiler. [email protected] ‘İnsan beynine engel’ H ollanda’nın NPO1TV kanalında tesadüfen kameralara yakalanıp ekrana misafir oldum. Aslında ben kaldırımdan adım atıp karşıya geçecektim ama kendimi 200, haydi haydi olsun 250 kişilik protestocu arasında buldum. Kalabalığı artırmak istediklerinden, koluma yapıştılar bırakmadılar, yoksa benim ne işim var Amsterdam’ın hayat kadınları ve destekçilerinin protesto yürüyüşünde? Dedim ya, tamamen tesadüf! Amsterdam’da, Kırmızı Fenerli MahalleDe Wallen’e gidişime ve artık esnaftan sayılmakta bulunan hayat kadınları arasına düşüşüme dair tesadüf, Zeedjik caddesi129 numarada, yani tam da mahalle içindeki bir balık büfesine ayak alışkanlığım yüzündendir; itiraf ederim. Bu, Taksim’de bir büfeye uğrayıp sandviç yemeye benzer. Vishandel ZeedjikZedcik balıkçısını işleten karıkoca, Madam Saskia ve eşi Ger’in tadına doyulmaz balık köfte, ızgara, tava gibi ürünlerini yemeden kenti terk edemezdim. hükümeti karşı çıkıyor. Oldukça pahalı bir fiyatla satışa sunulan otomobiller Amerika çapında dağıtıcı ağ yerine, fabrikadan halka satış –doğrudan pazarlama yöntemi uyguluyor. Ama Teksas eyaleti otomobil dağıtıcısı şirketlerin yoğun lobisi yüzünden Tesla’nın tekerine taş koydu. Herhangi bir Teksaslı aracı satın almak isterse mutlaka bir aracı şirket yoluyla başvurmak zorunda veya başka bir eyalette sa İstanbul’da Göteborglu bir gelin... stockholm OSMAN İKİZ ‘Kırmızı Fenerli’lerin eylemi O gün, yani Amsterdam Belediyesi’nin Kırmızı Fenerli dükkânların sokağa bakan camekânlarını perdeyle kapatıp hayat kadınlarının kendilerini sergilemesini önlemek üzere aldığı kararı protesto eden kalabalığa denk geleceğimi bilemezdim. Saskia ve Ger, kaldırıma yüksek ayaklı masa atmıştır; içeriden aldığınız enfes şeyleri orada yersiniz ama içecek satmazlar; ruhsat yok. İçecek için sağ köşedeki Molensteeg Sokağı’na gitmeyi tavsiye ettiler; en yakın bakkal orada. Bira veya ufak şişe şarap almak üzere oraya koştururken, kalabalığa yakalandım. Ekranlara da orada çıktım; sağ kolumda bir dilber, ötekinde bir âfet... Koldan kola geçip karşı kaldırımdaki büfeye zıpladım, içeri kendimi zor attım. Yürüyüş kolu Molensteeg’den uzaklaşıp Kırmızı Fenerli dükkânlarla dolu sokaklardan gelen diğer gruplarla buluşarak, Oudezisjds Kanalı boyunca bir büyük asfalta yöneldi, oradan şehrin meydanı sayılan, Madame Tussauds Mumya Müzesi’nin kapılarını açtığı Dam Meydanı’na geçti. Bense geride kalıp esnafla ve balıkçı Saskia’yla haberin dedikodusunu yaptım. ‘S eyahat etmekten, evimden çok uzaklarda yeni bir hayata atılmaktan hiç çekinmedim. 22 yaşındaydım ve İstanbul’da mutlulukla geçen 23 yıl yaşadım.” Göteborglu AnnMari 22 yaşındayken Oxford’da Orhan Yamanlar ile tanıştı. İki genç masallardaki gibi ilk bakışta birbirlerine âşık oldular. Yıl 1952 idi. Toprak erozyonunu önleme konusunda uzmanlaşan Orhan Yamanlar, İstanbul Orman Fakültesi’nde akademisyendi. Oxford’a iki yıllığına araştırma için gelmişti. İstanbul’a dönmek zorundaydı. AnnMari’ye evlenip kendisiyle İstanbul’a gelmesini teklif etti. İsveçli genç kız düşünmeye gerek duymadı. Orhan’a aşıktı, onunla nerede olsa yaşardı. Oxford’dan ayrılma zamanı gelince beraberce İsveç’e gelip durumu AnnMari’nin annesine ve babasına anlattılar. Baba Lasse ile Anne Bollan, kızlarının Türkiye’ye gitmesine gönüllü olarak ‘“Evet” diyemediler ama yapacak bir şey yoktu. Kızları koyu renk gözlü, yakışıklı Türk’e âşıktı. Ve mutlu çift 1953’te İstanbul’da Levent semtine yerleşti. Ann–Mari, İstanbul’a yerleşir yerleşmez günlük tutup annesine, babasına gönderdi. Annesi de kızından gelen bütün mektupları sakladı. İnanılmaz bir iradenin ürünü olan yüzlerce mektup 60 yıl sonra ortaya çıktı. Küçük oğlu Kemal bütün mektupları elden geçirdi. Okudukça şaşırdı. Annesinin yazı tekniğine, üslubuna hayran oldu. AnnMari İstanbul’a geldiği günden itibaren yaşadıklarını, gördüklerini olduğu gibi kâğıda geçirmişti. Aileden, komşulardan, tanıdıklardan söz ediyor, Türkiye’deki sosyal, politik yaşam konusunda da annesine bilgi veriyordu. Kemal Yamanlar, annesinin bir edebiyatçı gibi kaleme almış ‘Teksas’ın Tesla’ya zulmü’ Yüzlerce mektup... Belediye başkanının talimatı De Wallen mahallesinde 500 civarında düz ayak, vitrinde evvela kendisini iç çamaşırıyla, şayet müşterisiz kalırsa tamamen çıplak sergileyen kadınların bulunduğu dükkânlar bulunuyor. Bu dükkânlar iki, üç katlı, en azından 300 yıllık, eski ama restorasyonu tam, daracık binaların alt katındadır. Bir kişinin içine sığacağı kadar vitrin, yanında bir kapı, hepsi o; arkasını görmedik! Amsterdam’ın 5 yıldır görevde bulunan sosyalist Belediye Başkanı Eberhard van der Laan’ın imzasıyla, De Wallen fuhuş mahallesine camekânlarınızı perdeyle kapatın talimatı gelmişti. 13. yüzyıldan beri kepenk açan, neredeyse tarihi misyonu için UNESCO tarafından yakında koruma altına alınması beklenen, sokakları kadar kanalları da meşhur, 6 km. karelik bir mahallenin geleneksel camekân güzelleri “perdelenecekti.” Bu karar üzerine dükkân sahibi, o dükkânda çalışan ne kadar De Wallen’li kadın varsa sokağa döküldü. Sloganları, “Bizi korumaya kalkma, camekânımızı koru!” idi. Hayat kadınları perde arkasında kalmak istemiyorlardı. 7 yüzyıldır perdesiz teşhirin, sergilemenin yasaklanmasına direniyorlardı. Protesto böyle nazik bir konuya ait olunca, destekleyicisi LGBTİ ve radikal gruplar da bayrağa sarıldı. Sokak ve meydan protestosu barışcıl biçimde, rengârenk, âhenkle, sanki Brezilya Karnavalı gibi neşeyle geçti, tamamlandı. Şimdilik Amsterdam Belediyesi’nin ahlakçı memurlarıyla Kırmızı Fenerli sokakların esnafı arasında çekişme askıya alınmış görünüyor. Soruna çare arayışı sürüyor: Perde yerine belki jaluzi asarlar, aradan “röntgenlemesi” kolay olsun, diye... [email protected] olduğu mektupları kitap haline getirmeye karar verdi. 1080 sayfadan oluşan iki cilt kitabı geçen gün getirdi. “İstanbul’da Göteborglu bir kız Boğaziçi kıyılarındaki hayatım” adlı kitabın arka kapağında bu yazının girişindeki iki tümce yer alıyor. İlk mektubun tarihi 13 Haziran 1953. İlk iki tümcesi de şöyle: “Adresim Karanfil sok 4, yani Nejlikegatan 4. Buraya geleli sadece dört gün oldu. Henüz çok şey görmedim ama gördüklerim harika.” AnnMari kocasından Monty diye söz ediyor. Takma ad Monty, Oxford yıllarından kalma. Siyah Bask kepi ile Lord Montgomery’i andırdığı için İngilizler Orhan Yamanlar’a Monty adını takmışlar. Mektuplarda kocasının üniversite yaşamı, doçent ve profösör oluşu, toprak erozyonunu önlemek için yurt çapında gösterdiği gayretleri okuyoruz. Bir İsveç gazetesinde Türkiye’de erkeklerin birden fazla kadınla evlendiği, kadınları eve kapattıkları yazıl mış. AnnMari yazılanlara bayağı sinirlenmiş; 30 Kasım 1953 tarihli mektubunda şöyle yazıyor. “Kadınlar meslek sahibi olabiliyor. Doktor, avukat, diş hekimi olarak çalışıyor. 1928’de oy kullanma hakkını kazandılar. Bu İngiltere’den bile önce. Üstelik Atatürk 30 yıl önce erkeklerin birden fazla kadınla evlenme hakkını kaldırdı. Parlamentoda 30 dolayında kadın var.” 12 Ocak 1961 tarihli mektubunda, Bebek açıklarında çarpışan Yunan ve Yugoslav tankerlerinin İstanbul için yarattığı tehlikeyi usta bir röportajcı gibi anlatmış. 1970’deki kolera ve ardından tifüs salgınını da sayılar vererek detaylarıyla yazmış. Mehmet ve Kemal adlarında iki çocukları olan çift, mutlu bir aile olarak yaşayıp giderken Orhan Yamanlar 1970’de aniden yaşamını yitirmiş. AnnMari Türkiye’de kalmak istemiş ama çocukların eğitimlerinin daha kolay olacağını düşünerek 1976’da Göteborg’a dönmüşler. AnnMari şimdi 84 yaşında. İstanbul anılarıyla, kitaplaşmış mektuplarıyla mutlu yaşıyor. [email protected] ‘Deli’ kralın düşsel sarayı üssen’de bir doğum gününe davetliyiz. Emekli olduktan sonra Güney Bavyera’ya yerleşmiş Stuttgartlı bir tanış 70. yaşını bu güzel kentte kutluyor. Yaklaşık otuz kişi öğle yemeğinde bir arada. Kimileri bizler gibi uzaklardan gelmiş. Lokantanın dağlara bakan bahçesinde oturuyoruz. Garson kızların getirdiği tabaklar Bavyera mutfağının leziz yemekleriyle dolu. Hava güzel, insanlar keyifli. Çene çalanlar, gülenler, kahkahalar atanlar... Daha önce tanışmayanlar kısa sürede dost oluyor. Yemeğin sonunda, biz tatlıları, meyveler beklerken iki müzisyen ortaya çıkıveriyor. Kadın akordeon çalıyor, erkek keman. Bavyera lehçesi köy şarkıları birbirini izliyor. Anlamakta zorlanıyorum. Sanırım benim gibi masadakilerin çoğu da. Ancak bu pek önemli değil. Karınları doymuş misafirler daha da keyifleniyor. El çırpanlar, ayağa kalkıp dans etmeye çalışanlar... Az sonra müzik susuyor. Doğum gününü kutladığımız kadın tanış ayağa kalkıyor, geldiğimiz için hepimize teşekkür ediyor. “Şimdi yemeğe iç F STUTTGART AHMET ARPAD tim. Onlarca yıl geçmişti aradan. Fakat değişen pek bir şey yok. Doğa aynı, güzelliği hiç bozulmamış. Az sonra karşımızda yükselen yapı bir saray mı, yoksa bir şato mu? Bir düşler dünyasındayız. “Eksantrik” Kral II. Ludwig’in karşımızda yükselen “eseri” sarayla şato karışımı bir yapı. Milyonlarca Markı, ülkesinin hemen hemen tüm olanaklarını, gerçekdışı gibi görünen, 200 odalı bu olağanüstü saraya harcamış. İçinde bir mağara bile var. Ona “deli”’ diyenler olmuş. Salonlar, odalar, merdivenler, yine odalar. Her yerde kraliyet sembolü kuğu figürleri... Altın, gümüş, emaye, mozaikler, şamdanlar, mumlar, sayısız kuğu heykeli. Belki de Avrupa’nın en güzel şato sarayı. Bavyera kralı II. Ludwig insanlarla bir arada değil, kendi yarattığı bir düşler meye bir ara vereceğiz, gezinti yapacağız” diyor. “Buyrun bizi bekleyen şu otobüse binelim. Yolculuğumuz kısa olacak.” Biniyoruz, yola koyuluyoruz. Biraz sonra otobüs Hohenschwangau kasabına ulaşıyor. Bir an düşünüyorum: Yoksa saraya mı gidiyoruz? Buralara Tegernsee kıyısında yaşadığım yıllarda birkaç kez gelmiş Mağaralı saray dünyasında yaşamış. İçine kapanık, utangaç, fakat kendini hep en büyük hissetmek isteyen bir Kral. İnsanlardan uzak olmayı yeğlediği için masalımsı bu sarayın duvarları ardına çekilmiş. Ancak zamanla onun bu yaşamından rahatsız olmaya başlayan yakın çevresi bir doktor heyetinin verdiği “psikolojik yetersizlik” raporuyla Kralı tahtından indirmiş. II. Ludwig Starnberg Gölü’ndeki Berg Şatosu’na sürülmüş. Kısa süre sonra da gölde boğulmuş olarak bulunmuş. Arkasında büyük borçlar bırakarak. İşte düşler dünyasında yaşamış bir insanın hazin sonu. Dönüş yolunda otobüste yanına oturduğum yaşlı kadınla Bavyera’nın bu çılgın Kralı’ndan söz ederken aniden: “Benim de babamın sonu hazin olmuştu” diyor. Ben sorar gibi yüzüne bakınca, babasının 1930’lu yılların sonunda Starnberg Gölü’ne yakın Bad Tölz’deki SSJunker Okulu’nda eğitim görmüş olduğunu söylüyor. Ve laf lafı açıyor. Yetmiş altı yaşındaki kadının anlattıkları bir başka yazıya kalsın... www.ahmetarpad.de C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle