12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 6 Temmuz 2015 haber 7 ÇGD’NİN RAPORUNA GÖRE GAZETECİLERE 3 AYDA 26 SORUŞTURMA AÇILDI Basın hep hedefte Ç ağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), 2015 Nisan Temmuz dönemi Medya Raporu’nu yayınladı. Gazetecilerin ‘Kamuoyunun doğru haber alma hakkı’ çerçevesindeki kamusal görevini Türkiye’de hangi şartlar altında sürdürüldüğüne ilişkin tespitlerin yer aldığı raporda Cumhuriyet’e geniş yer verildi. ÇGD Ankara Şube Yönetimi’nin Mülkiyeliler Birliği’nde basına tanıttığı ve 4 ana başlıktan oluşun raporda, 2015 yılının ikinci 3 ayında gazetecilere 26 yeni soruşturma açıldığı ve bu soruşturmalarda 19 gazeteciye hapis cezası talebi olduğu verileri yer aldı. Raporun “Sansür ve baskılar” başlığı altında, son 3 ay içerisinde iktidarın medyaya karşı tutumu aktarılırken, Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeninden yazar ve muhabirlerine kadar nasıl hedef haline dönüştürüldüğü gözler önüne serildi. ki muhalif gruplara silah desteği verdiği yönündeki iddialar, Cumhuriyet Gazetesi’nin 29 Mayıs 2015 tarihli manşetiyle iddia olmaktan çıkarak, ispatlandı” ifadelerine yer verilen raporda ayrıca 30 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ı “Hesabını verecekler” diyerek tehdit etmesi de yer aldı. Erdoğan’ın talebiyle Dündar için 2 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis istenmesine, Dündar’ın Twitter hesabından Erdoğan’a “Bu suçu işleyen kişi, bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmayız onu” yanıtına ve Cumhuriyet’in “Susmak yok” başlıklı yazısına geniş yer ayrıldı. Raporda, Cumhuriyet gazetesi yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya hakkında Charlie Hebdo dergisinin karikarürlerini yayımladıkları gerekçesiyle açılan davanın iddianamesinin şikâyetçi listesinde Bilal Erdoğan, Sümeyye Erdoğan, Berat ve Esra Albayrak, Erdoğan’ın danışmanı Mustafa Varank ile Erdoğan’ın avukatlarının da bulunduğu 1280 kişi ve kurumun yer almasının da altı çizildi. Ayrıca Özgür Mumcu, Meriç Velidedeoğlu ve 23 Haziran’da kaybettiğimiz Cüneyt Arcayürek’e yazıları sebebiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şikâyeti üzerine savcılık tarafından başlatılan soruşturmalar da raporda yer aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin raporuna göre, 19 gazeteci için hapis talep edildi. ‘Sansür ve baskılar’ başlığında ise Cumhuriyet’in hedef gösterildiği vurgulandı Gazetesi muhabiri Canan Coşkun’un, 13 Eylül 2014 tarihli “TÜRGEV’e Hediye Konak” haberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla 2 yıl hapis istemiyle yargılandığı davadan beraat etmesi ve “Bilal’in Hedefine Bir Yılda Varıldı” haberi nedeniyle Cumhuriyet Gazetesi muhabirinin MEB basın müşaviri tarafından tehdit edilmesi de yer aldı. Raporun son bölümünde Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) yaptığı yazılı açıklamayla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tepki göstererek Can Dündar destek vermesi ve komitenin “gazetecilere gözdağı vermekten vazgeçmeye çağırıyoruz” ifadelerine yer verildi. l ANKARA / Cumhuriyet S Şirketler Avrupası emeğin Avrupası Soma, vali ve TÜRGEV 301 madencinin hayatını kaybettiği Soma’da görev yapan Cumhuriyet muhabirleri Emre Döker ve Oğuz Yıldız’a saldıran güvenlik görevlileri ile Urfa Valisi İzzettin Küçük’ün gazetecilerin sorularını beğenmediği için gözaltına alınan 4 gazeteciden biri olan Cumhuriyet muhabiri Pınar Öğünç de raporda kendisine yer buldu. Cumhuriyet ‘Yüzde 52 ile idam’ polemiği Mısır’ın devrik lideri Mursi’ye idam cezasını “Yüzde 52 ile idam” başlığıyla haberleştiren Hürriyet Gazetesi’nin, seçim döneminde Cumhurbaşkanı’nın Mursi yaptığı mitinglerde gazeteyi hedef haline getirmesi ve Erdoğan’ın “Türkiye’de de bu haberi Doğan Medya Grubu nasıl verdi? ‘Şok karar, yüzde 52 ile idam’. Ey Doğan Grubu, seni muhatap almam, ama şunu bilmen lazım, siz affedersin hayatınızı korkuyla geçiriyorsunuz. Doğan Grubu, sen avucunu daha çok yalarsın” ifadelerine de yer verdi. Hürriyet, 19 Mayıs’ta birinci sayfasından Erdoğan’a yanıt amacıyla “Sayın Cumhurbaşkanı’na Sesleniyoruz” başlıklı yazısında “Amacınız nedir? Bizden ne istiyorsunuz?” soruları da Erdoğan ile Doğan Grubu arasındaki polemiğin bir parçası olarak raporda yer aldı. MİT TIR’larına ayrı başlık Cumhuriyet’in yaptığı MİT TIR’ları haberleri sonrası karşılaştığı uygulamalar ise raporun bir diğer bölümünü oluşturdu. “AKP iktidarının Suriye’de Ü Gazetecilere özgürlük platformu gazetecilerin varlığı ile mümkün olabilir. Meslek örgütlerimizin son yıllarda kendi aralarında güç birliğine gitmeleri de yine aynı nedenle çok yerinde olmuş, siyasi iktidarların, karanlık odakların, cemaatlerin, bağatılan adımlar hem kapsayıcılığı açısından nazlığın saldırıları karşısında ayakta kalahem de etkinlik bakımından eski dönembilmelerini, mücadele edebilmelerini mümlere göre ileridir. Son yıllarda örgütlenmekün kılmıştır. Bu kapsamda, İstanbul’da 25 de önemli adımlar atıldı. Ama hâlâ en zayıf Ağustos 2010 tarihinde Türk basın tarihiolunan nokta gazetecilerin sendikalaşma nin en geniş katılımlı meslek örgütleri topdüzeyindeki geriliktir. Bu alanda en önemli lantısı yapılabilmiş, Türkiye’de basın ve düengel, özellikle gazete patronlarının sendi şünceyi ifade özgürlüğüne yönelik tehditkalaşmanın gazetelere, gazeteciliğe yapa lere karşı ortak ve sürekli bir mücadele için cağı olumlu katkıyı hâlâ anlamamış olma“Gazetecilere Özgürlük Platformu” adıylarıdır. Gazete işverenleri gerçekten işlerila bir basın meslek örgütleri platformu kune sahip çıkmak, baskılara karşı durabilrulabilmiştir. Platform bugüne kadar birçok mek istiyorlarsa, gazetecilerin sendikalarda yürüyüş, toplantı gerçekleştirdi; baskılaörgütlenmesinin bu açıdan da büyük önem ra dikkat çekti; iki kez uluslararası katılımtaşıdığını kabul etmelidirler. Güçlü gazete lı Gazetecilere Özgürlük Kongresi düzenleler, baskılara karşı direnme gücü yüksek di; son 10 yılda cezaevine giren 300’e yagazeteler ancak örgütlü, güvencelere sahip kın gazetecinin duruşmalarını izledi, cezaevi ziyaretleri yaptı; Türkiye’deki basın özgürlüğü, düşünceyi ifade özgürlüğü ve tutuklu gazeteciler sorununu dünya gündemine taşıdı. Gazetecilere Özgürlük Platformu’nda meslek örgütleri iki ayda bir dönüşümlü olarak dönem sözcülüğünü üstleniyor, çalışmaların eşgüdüm içinde yürütülmesini sağlıyorlar. Son iki ay Dönem Sözcülüğü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından yürütülüyordu. 29 Haziran’da dönem sözcülüğünü Basın Konseyi üstlendi. İktidarların gazetecilik üzerindeki baskısının kendiliğinden ortadan kalkacağını düşünemeyiz. Çünkü bu baskılar büyük ölçüde kurumsallaştırılmış, yasalara, yönetmeliklere yerleştirilmiş, yürütmede, yasada, yargıda ağır basan eğilim haline gelmiştir. Bu nedenle bizleri bekleyen süreç daha fazla mücadeleyi, mücadeleyi yoğunlaştırmayı zorunlu kılıyor. Yandaş medya tarafından hançerlenen gazeteciler seçimlerden sonra artacağı umulan nefes alma olanağının da kendiliğinden gerçekleşmeyeceğinin bilincindedir. Bu bilinci yaygınlaştırmada hepimize görev düşüyor. lkemizde gazetecilik hep baskı altında oldu. Siyasal iktidarlar gazetecileri, gazeteleri hiç benimseyemediler. Onları sürekli olarak baskı altında tutmak, kendi politikalarının sorgu sual etmeyen savunucuları olarak görmek istediler. İktidarların bu tutumuna paralel olarak devletin derinliklerinde kendilerine hayat alanı bulmuş karanlık çevreler ise zulmü cinayetlere, suikastlara kadar götürdüler. Cumhuriyet gazetesinin toplantı odasının duvarları öldürülen yazarlarımızın fotoğrafları ile kaplıdır. Gazetecilere yönelik en yaygın saldırı ise onları sudan bahanelerle gözaltına almak, tutuklamak, hapsetmek, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun açıklamasındaki çok yerinde tanımla “rehin almak” olmuştur. Ne yazık ki gazetelere, gazetecilere yönelen baskı, tehdit, zorbalık sürüp gidiyor. Buna karşı gazetecilerin, meslek örgütlerinin mücadelesi de sürüyor. Örgütlenmede büyük bir başarı çıtasını yakaladığımız belki söylenemez ama yoğun, ciddi bir çabanın söz konusu olduğunu da teslim edelim. Gazetecilerin dernekleşmesi konusunda Aleviler dizisi üzerine Cumhuriyet gazetesini büyük bir titizlik ve özenle takip ediyorum. 3 Temmuz 2015 tarihli gazetenizi okurken dikkatimi birkaç cümle çekti. Sayın Zülfü Livaneli yazılarında bizim kültürümüzden bahsetmekte, biz de okudukça gururlanmaktayız. Uzun yıllar boyunca ezilen ve baskı altında kalan Alevi kesimi olarak bizim kültürümüzü tanıtmanız gerçekten çok onur verici. Fakat dikkatimi çeken birkaç husus oldu. Bir noktayı düzeltme ihtiyacı duydum. Dikkatimi çeken cümle şöyle başlıyordu: “Dualarını kadın ve erkek bir arada dans ve müzikle yapıyorlar.” Dualarımızı dans ve müzikle değil deyiş (duazı imam) ve semahla yapmaktayız. Bizim kültürümüzü bilmeyen ve bu yazıyı okuyan çoğu insan farklı şeyler düşünebilir. Aynı şarkı ve türkü arasındaki fark gibi semahdans, müzikdeyiş arasında da fark bulunmaktadır. Kültürümüzün temel öğelerinin başında semah ve deyiş gelmektedir. Sayın Zülfü Livaneli’ye ve size hep başarılar diliyor, saygı ve sevgilerimi gönderiyorum... Saniye Efe Dizel, yakıtın adı değil 29 Haziran, ekonomi sayfası, “Türkiye benzine vergide birinciliği kaptırmadı” başlıklı haber... Hem çizelgede hem de çizelgenin altında bir “dizel”dir gidiyor. Dizel bir motor türüdür. Burada söz konusu olan motorun değil, onun yaktığı akaryakıtın fiyatı oysa. Yani mazotun ya da motorinin... Metinde geçen “dizel yakıt” tamlaması da yanlış. “Dizel yakıtı” olacak. “Giga” tıpkı “kilo”, “santi” gibi bir önektir. İzleyen birime bitişik yazılır. Yani “giga jul” değil, gigajul olmalı. “Avro” bütün öteki para birimleri gibi özel bir ad değildir. Dolar, lira, frank, sterlin küçük harfle başlarken avro niçin büyük harfle başlıyor, anlamak olanaksız. Yeni Zelanda’da tek bir “l” bulunur, Yeni Zellanda yanlıştır. Kısa bir habere bu kadar yanlışı sığdırmak beceri ister doğrusu. Nasıl “başarıldı” acaba? Emre Yazman iz bu yazıyı pazartesi günü okuyorsunuz. Yunanistan’daki halkoylaması çoktan sonuçlandı. Sonucu, Yunan halkının ABIMF elebaşılarının dayatmalarına evet mi, hayır mı dediğini biliyorsunuz. Oysa bu yazı pazar günü yazılıyor. Yunanlı seçmenler henüz sandık başındalar ve sandıklar henüz açılmadı. Umurumda değil. Çünkü tartışmak istediğim AB IMF reçetelerine karşı Yunan halkının tercihinin ne olduğu değil. Tutun ki referandumda “evet” oyu ağır bastı ve SYRİZA yenildi. İktidar yeniden serbest piyasa ekonomisini bütün Avrupa için geçerli tek sistem olarak benimsemiş bankaların ve AB’nin lokomotifi Almanya ve Fransa’nın her dediğine “Başüstüne” diyecek siyaset bezirgânlarına geçti. Ya da tersi… Tutun ki Yunanlılar “hayır” dedi ve SYRİZA taşınamayacak kadar ağır bir yükün altına girdi ve taşıyamadı. Yunanistan yıllar sonra yeniden hiperenflasyonun pençesine düştü. Yarım ekmek için yarım kilo Drahmi banknotları vermek zorunda kaldı. Olan “şirketler Avrupası”ndan “emeğin Avrupası”na geçmek için verilen mücadelenin bir aşamasından ibarettir. Bir sonuç değil bir adımdır. İleri ya da geri bir adım… HHH Şirketler Avrupası’nın izlediği uğursuz rota belliydi: Yunanistan’a (İspanya’ya, Portekiz’e, hatta İtalya’ya) kredi ver, o krediyle senin mallarını satın alsınlar, para tükenince yine ve yeni kredi ver. Böylece borçlandır, borcu katmerlendir, ülkeyi iyiden iyiye AB finans sermayesine bağımlı kıl. SYRİZA bu ahlaksız ve insansız saldırıya karşı güçlü bir itirazdı. SYRİZA kendini Marksist ve siyasal rotasını da sosyalizm kuruculuğu olarak tanımlamadı. Böyle bir iddiaları da yok. SYRİZA, şirketler Avrupası’nın dediklerine itirazsız boyun eğen ve bu arada kendileri de küplerini dolduran çürümüş siyasal partilere karşı halkın bağrından fışkırmış bir itiraz hareketiydi ve bir itiraz hareketi. O kadar… AB’yi tanımlayan, adeta AB anayasası denebilecek ağırlık ve geçerlikte iki temel metin var: Biri Kopenhag kriterleri. Avrupa Birleşik Devletleri’ne giden yolda insan hakları, demokrasi, birey hakları, devletin yükümlülükleri gibi konuları kapsayan bir metin. AB’nin “gülümseyen yüzü” de denebilir. Öteki o kadar “ünlü” değil: Maastricht kriterleri. Adeta salt şirketler Avrupası ya da Avrupa’nın şirketleri için yazılmış bir metin. Ayrıntısı bir gazete yazısına sığmaz. Ama şu cümle yeterli olsa gerek: Maastricht kriterlerine göre AB üyeleri serbest piyasa ekonomisini uygulamak zorundadırlar. Yasalarını serbest piyasa ekonomisinin önündeki engelleri kaldıracak yönde yeniden düzenlemekle yükümlüdürler… Kendilerini AB’nin patronu sayan ülkeler için Maastricht kriterleri AB’nin olmazsa olmazları. Sanki Tanrı buyruğu gibi değişmez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez kriterler, kurallar, ilkeler. SYRİZA ise Maastricht ilkelerine yani AB’nin insana değil finans sermayesine hizmet etmek üzere düzenlenmiş kurallarına itiraz ediyorlar. AB’nin ve IMF’nin gazabı da o yüzden pek yüksek ve pek ödünsüz. SYRİZA yenilebilir. Emeğin Avrupası’na giden yolda ağır bir yenilgi yaşanmış olabilir. Şirketler Avrupası bir kerre daha üste çıkmayı başarmış olabilir. HHH Paris Komünü’nün yenilgisinin ardından 1917 Devrimi ile başlayan o görkemli sosyalizm kuruculuğu da 1989’da yenildi. Ama insanlığın kapitalizmi altedip sosyalizme yürüme tutkusu ve kararlılığında ne değişti? SYRİZA yenilirse “Emeğin Avrupası’nı savunanlar bir muharebe kaybetti” densin. Ve bilinsin ki savaş sürüyor… Sapıklık bunun neresinde? 3 Temmuz Cuma günkü gazetenin 18. sayfasında Konuk Yazar Ayşe Kulin’in “Bir Mantıksızlık Abidesi” yazısıyla ilgili düşüncelerim... Sayın Kulin, “Anneciğim, Babacığım..” sözcüklerinin anne ve baba tarafından çocuklarına hitap tarzı olarak kullanmalarını çok ayıplamış. Yazısının sondan bir önceki paragrafında “..Kızına baba, oğluna anne, ablasına abi, abisine abla diye seslenen insanlardan ne beklenir, sonuçta” diye yazıyor. Sözünü ettiği bir diziden önce bu tarz hitabın bir iki yerel ağız dışında yurdumuzda kullanılmadığını savunuyor. Oysa bu hitap biçimi Anadolumuzda neredeyse gelenek haline gelmiş, yüzyıllardır kullanılan bir sevgi biçimidir. Hatta bu hitap haladan, dayıdan amcaya ve karşılığında yeğenlere değin uzanır. Uzun yıllar Anadolu’da, çok değişik yörelerde bulunmuş bir Anadolu insanı olarak Sayın Kulin’e anımsatmaktan kendimi alamadım. Bu biçimi kınarken neredeyse azgelişmişliğimizi, mantıksızlığımızı buna bağlamak ne derecede doğrudur bilemem. Dr. Ali R. Bilginer Okur Temsilcisi’nin notu: Sayın Ayşe Kulin’in aynı yazıda birbirine zıt iki yaklaşımı savunmasını ben de anlayamadım. Yazar, ana babanın ya da kardeşlerin sevgi ifadesi olarak kullandıkları bu seslenişi “sapıklık” olarak niteliyor. Şöyle yazıyor: “Sigara dumanına takan RTÜK ise insanları birer sapık haline dönüştürmüş bu söyleme kulak tıkamış durumda.” Ama değerli konuk yazarımız gerçek dünyaya da gözlerini kapatamıyor: “Eşitlik, özgürlük, demokrasi iddiasında olup yeryüzünün her alanında var olan eşcinselleri yok sayan başka bir millet kalmamışken bu dünyada onların barışçıl yürüyüşlerine dahi tahammül göstermemenin sebebi de mi bu” diye soruyor. Bağlantıyı ben de çıkaramadım... Gazetemiz geçmişten günümüze yazılı basının özgürleşme mücadelesinde ilkeli ve omurgalı anlayışını birçok izolasyona rağmen hep sürdürdü. Sayın Can Dündar’ın, 17/25 Aralık olaylarından sonra gerek +1 TV’de verdiği övgüye değer mücadelesi, gerek gazetemize katılımı ile zenginlik yaratması keyifli idi. Ancak son dönemlerde gazetemizde yaptığı açılımları yadırgamamak da elde değil. Doğaldır ki benim onaylamadığım bir yazarı bir başkası onaylayabilir. Ancak Murat Belge’nin konuk yazar olarak yazı yazmaya başlaması içimi sızlat Yadırgadım tı. Murat Belge AKP siyasetinin, Fethullahçı basının göbeğinde neo liberal politikaların baş savunucusu, vesayet, vesayet diyerek suçsuz insanların politik gerekçelerle cezalandırılmasında öncülük yapan kişidir. Her dönemde şekil değişikliğine giren bu zatı muhtereme bizim gazetemizde konuk yazar olarak yazı yazdırılmasını, başta Cumhuriyet Vakfı yönetimine, Genel Yayın Yönetmeni Sayın Can Dündar’a, yadırgadığımı söylemek zorundayım. Anlayışınız için teşekkür eder, saygılar sunarım. Muzaffer Bayraktar O doktora 1066 lira ceza Şiddetin izlerini görmedi zmir Karabağlar Polis Merkezi’nde 2011 Temmuz ayında dövülen Fevziye Cengiz’in avukatı, olay günü Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi’nde görevli nöbetçi Dr. A.K. ile karakoldaki polisler Ş.Ü. ve C.İ. hakkında suç duyurusunda bulundu. İddianamede doktorun yeterince muayene etmeden Cengiz’in sağ kolunda ve yüzündeki, kırmızı ekimozların saptandığını belirtmekle yetindiği kaydedildi. Aynı gün Adli Tıp Şube Müdürlüğü’ndeki muayenede, “darp ve cebir izlerinin ayrıntılı olarak tespit edildiği” vurgulanarak A.K’nin “görevi kötüye kullanma” suçu işlediğin iddia edildi. A.K’ye “gerekli özen ve dikkati göstermediği, kurallara uymadığı” gerekçesiyle Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu 1066 lira ceza verdi. l iZmir/DhA İ Eğleniyorlar mı sizce? 4.7.15 tarihinde haberin içinde de yazıldığı gibi şartlar gereği yemeklerini ambulansın içinde yemek zorunda kalan sağlık çalışanı 112 görevlileri için attığınız başlık; zaten zor şartlarda görev yapan doktor, hemşire, ebe, 112 görevlisi vb sağlıkçıların ne gibi zor şartlarda çalıştıklarını belirtmekten ziyade insanları bu meslek çalışanlarına karşı dolduruşa getirmekten başka bir amacı olmayan, içinde nefret içeren sapkın bir düşüncenin yaygınlaşmış başka bir örneğidir. O haberde bir ziyafet mi var sizce? Ambulansın içine sıkışmış, 35 dakikada yemek yeme ihtiyacını giderip işini yapmaya çalışan insanlar size eğleniyorlar gibi mi geliyor? Hayata bakışınız, dünya görüşünüz bu mu? Uzm. Dr. Derun Torlak C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle