28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler 26 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN KÜLTÜR SANAT Pazar 10 Mayıs 2015 Sait Faik için yaşamın anlamı ORHAN TÜLEYLİOĞLU Yazar 1953 yılında Mark Twain Derneği, modern edebiyata yaptığı katkılardan dolayı Sait Faik’e onur üyeliği verince, Yaşar Kemal onunla röportaj yapmak için soluğu yanında alır: Annesi derinden “ Ne var, ne yok Sait? dedim. Hikâye yazıyor musun? etkilenmişti... Yok, dedi, yaşıyorum. Yazarın 1939’da, Şahmerdan adHüzünlü, ılık, insan sevgisi dolı kitabında yer alan “Çelme” adlu hikâyelerini Sait yazmaz, yalı hikâyesi yüzünden askeri mahşar. Sait bir dertli, kötülüklerkemede yargılanması, ardından den, aşağılıkMedarı Malardan, dünişet Motoru yadaki cümadlı kitabının le bayağılıktoplatılmalardan, kirden sı onu ve aniğrenen bir nesi Makbuâdemoğludur. le Hanım’ı deO daima iyiliği rinden etkilesöylemiştir. mişti. AnneDünyasine göre yaca ün almış zarlık oğluMark Twanun başını Sait Faik Abasıyanık Burgaz’daki ça in Derneği’nin beladan başka lışma odasında. (Cumhuriyet Arşivi) fahri üyeliğini bir şey getiraldığını duyunmiyordu. Bu ca, bu iş için Sait’in ne diyeceğini yüzden artık yazmamalıydı. öğrenmek için aradım... Yazılara ara verdi... Sait, beni kırmadı. Teşekkür ederim. Art arda gelen olaylar, annesiBen sual sormadan o başladı: nin telkinleri ve bazı eleştirilerin Bana, Mark Twain Cemiyeetkisiyle Sait Faik, yazmaya bir ti fahri üyeliği verildi, dünya edesüre ara verdi. Burgaz Adası’na çekildi. Herkesten uzak, kendi bil biyatına ettiğim hizmetten ötürü. Birçokları gibi ben de şaşırdım. diğince, gönlünce yaşamaya başladı. İçki ve başıboş hayat, sağlığı Dünya edebiyatına hizmet filan etmediğimi söylemeye ne hacet. Bu, nı bozmaya başlamıştı. üyelik verilebilmesi için uydurulYazmadan duramazdı muş nazik bir sebeptir sanırım. Ben aldım, dedim ki: Bir süre sonra yazma arzusu Senden önce, bu cemiyetin ilk na engel olamayacak, yeniden üyesi Atatürk’müş... yazmaya başlayacaktı: “Söz ver Biliyorum. Beni sevindiren miştim kendi kendime: Yazı bide bu işte. Atatürk’ten sonra, bele yazmayacaktım. Yazı yazmaknim üye olmam, benim için ne büta bir hırstan başka ne idi? Burayük bir şereftir. Bir milletin yeda namuslu insanlar arasında satiştirdiği en büyük çocuğu ile, kin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. o milletin kendi halinde bir küKoştum tütüncüye, kalem kâğıt al çük hikâyecisinin Amerika’daki bir cemiyette buluşmaları küçük dım. Oturdum. Adanın tenha yolhikâyeci için ne bulunmaz şerefli larında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için ce bir fırsattır. Demokrasi de zaman bimde taşıdığım çakımı çıkardım. zaman böyle olur. Eğer bu üyelikten memnunsam bu yüzdendir. Kalemi yonttum. Yonttuktan son ait Faik, 1954 yılında Gülen Erdal’ın kendisiyle yaptığı röportajda hikâyeci olmasaydı kahveci olmayı çok istediğini söylemiş, ama ne yazık ki, bu röportaj ünlü öykücümüzle yapılan son röportaj olmuştu. Sait Faik genç yaşta yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayacak, aynı yılın 10 Mayıs’ı 11 Mayıs’a bağlayan gecenin sabahında, çok sevdiği yaşama gözlerini yumacaktı. S Sait Faik Abasıyanık, “Hikâyeci olmasaydınız ne olmayı düşünürdünüz” sorusuna şu yanıtı veriyordu: “Kahveci, kahveci olmayı çok isterdim. Hem gene de istiyorum. Şöyle deniz kenarında sessiz bir kahvem olsun, oraya kim bilir ne çeşitli insanlar gelip gidecek, ben onları tanıyacak, seveceğim.” ra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” ‘Dünyanın tüm gelecekleri’ 6. Venedik Bienali’nin bu yılki teması “Dünyanın tüm gelecekleri”... Türkiye, içine kapanmış, varsa yoksa seçimler... Ne dünyada olup bitenler, ne sanat manat, ne de Venedik Bienali umurunda... Ama bir de aksini düşünün... Ülke yönetimine talip o kavgacı insanlar gelip şu Venedik Bienali’nde yapılan işleri izleseler, sergilenen düzenlemeleri görseler, yapılan tartışmalara kulak verseler, inanın dünya çok daha güzel, çok daha yaşanılası bir yer olurdu... Hayal görüyorum... Ama olsun bu da gerekli. Her şey düşlemekle başlamıyor mu! Günün birinde Türkiye’nin de, “Venedik Bienali” denilen şu sanat mabedinde; bu evrensel değerler arenasında ah kendi pavyonu olabilse diye düşlemedik mi! İşte oldu! (Şu 2 sözcüğün gerisindeki yıllar süren çabayı birkaç cilde sığdıramayız ama “işte oldu!”) Kendi mekânımızda (ki konumuyla, eskiyle yeniyi bütünlemesi ve olanakları muhteşem bir mekânımız var) ilk sergi olarak 2015 yılında Sarkis gibi dünya çapında çok önemli bir sanatçımızı ülkeyi temsil etmesi için seçmek, muhteşem bir karardı. Onun kabul etmesi... Genç ve müthiş dinamik küratör Defne Ayas’ı davet etmesi... Serginin olmazsa olmazı müziğin, özel olarak bu iş için Jacopo BaboniSchlingi’nin bestelemesi... Bunlar müthiş isabetli seçimlerdi... Yaşar Kemal’in röportajı 5 ları... Parçalanmış ama yeniden bir araya getirilmek, birleştirmek üzere... İmgeyi yakalamanın bir yolu... Ortaçağdan beri süregelen bir teknik! Bu tekniği günümüz çocuklarıyla birleştirmek: Evet aynanın üzerindeki o gökkuşağı renklerindeki parmak izlerinin çocuklar tarafından bırakıldığını biliyordum... Sarkis? Şaman? Arkeolog? Sait Faik Abasıyanık ile Özdemir Asaf. (Ara Güler 1984) Politika... Dedim. Sözümü ağzımda kodu: Karışmam. Peki, seni bu cemiyete ne sebepten, hangi eserin için aza seçtiler? En büyük devlet adamlarının, başkanlarının ve başbakanların fahri veya asli üye oldukları bir cemiyete beni de seçmenin aslı nedir diye düşündüm, şunu buldum: Demek ki şimdiden sonra dünya çapında bir hikâyeciyi anmak için kurulmuş bir cemiyete dünyanın dört bucağından kendi halinde hikâyeciler de seçilecek... Şahsıma Mark Twain cemiyetinin gösterdiği ilgi ve sevgi daha çok Türk hikâyeciliğinedir gibi geliyor bana. Ben de bu ilgi ve sevgiyi bütün değerli hikâyeci arkadaşlarımla paylaşırım. Kabul ederlerse.” Sait Faik için ‘yaşamak’ Sait Faik, öykülerinde günlük yaşamın içinden yakaladığı sıradan olayları ve çok sevdiği sıradan insanların dünyalarını hikâyeleştirirken yaşama sevincini hiç elden bırakmadı. Son röportajında, “Çocukluğumda da ilk gençliğimde de bir şey olmaya değil olmamaya karar vermiştim. Sözümü tuttum gibime geliyor” diyor, “Yaşamak nedir” sorusuna şu karşılığı veriyordu: “Balık tutmak, kahvede oturmak, yanımda çok sevdiğim köpeğim, insan tanımak, Beyoğlu’nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, arada içmek, hikâye yazmak, velhasıl hiçbir şeye bağlanmadan avare gezmek bütün gün. İşte ben böyle hayattan zevk alırım, buna yaşamak derim.” Onun için yaşamak mutluluk; mutluluk yaşamak demekti... Sarkis’ten hepimize Günlerdir bu sayfalarda Evrim Altuğ’un Venedik yazılarını okuyorsunuz. Tekrarlamayacağım. Sadece o mekâna girdiğimde hissettiklerimi paylaşacağım... Kendimi o iki neon gökkuşağı arasında bulduğumda aynaya baktım. Aynanın önünde mi yoksa sırrın arkasında mıyım diye sordum. Ve araştırmaya başladım... Beni çepeçevre saran vitrayları o zaman gördüm. O vitraylarda geçmiş de vardı gelecek de.... Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’ı kucaklayışı da vardı, Sarkis’in anne ve babasının mezarları da... Sanat tarihi referansları da vardı, Gezi’deki Kırmızılı Kadın da... Ayasofya’daki melek figürü de, elinde narlarla Hrant Dink de vardı... Vitray... ani aydınlatılmış ama parçalanmış renkli cam parça Çerçevelenmiş 36 vitray pano arasında dolaşırken kâh içim acıdı, kahroldum, kâh gülümsedim... Hrant’ın gülümsemesi içimi ısıtırken, yüzüne gaz sıkılan Kırmızılı Kadın’ı vitray tekniği sanki gazdan koruyor gibiydi... Ve tam önündeki cam masaya baktığımda Kırmızılı Kadın’ın melek kanatlarıyla önümde belirdiğini, sanki egemen güçlere nanik yaptığını görebiliyor, bundan sonsuz bir mutluluk duyuyordum... Sarkis’i 70’li yıllardan beri izliyorum. Venedik’e gelmeden önce 1979’da Sanat Dergisi’nde onla ilgili yazımı buldum. O günden bugün aynı çizgiyi geliştiriyor: Güncel gerçekle arasına mesafe koyuyor. Adeta arkeolojik bir kazı yapıyor. Tarihin, toplumsal ve politik olanın, teknolojinin derinliklerine inen bir kazı... Bu kazı boyunca sadece görüneni değil, görünmeyeni de ortaya koyuyor... Olasılıkları, seçenekleri size sunuyor... Siz de sırları çözmeye çalışarak, sır olmaktan çıkmış katmanları aralayarak izliyorsunuz işleri. Duygudan duyguya ilişkiden ilişkiye, birikimden birikime geçiyorsunuz... O zaman da sormuştum yine soruyorum: Sarkis bir Şaman mı? Bir arkeolog mu? Belki her ikisi de... Şamanlığını ve arkeologluğunu yaraları sarmaya, hepimizi iyileştirmeye, geleceğe bir şans vermeye, umut vermeye adamış bir büyücü belki de... İKSV’nin koordinasyonu, Tofaş Fiat Sporluğu, SAHA Derneği prodükyon desteği, TC Dışişleri ve Kültür Bakanlığı yanı sıra 21 kuruluşun katılımıyla gerçekleşen bir sergi... Hiç abartmadan açıklıyorum: Bu yıl, “en politik bienale” diye nitelenen bu sanat şöleninde 89 ülke arasında en çok sözü edilen ülke sergilerden biri Türkiye’ninkiydi... Kimi politikacıların yerle bir ettiği Türkiye imgesini yüceltenler bin yaşasın! Arap ‘Booker’ ödülü sansüre rağmen verildi unuslu yazar ve Manuba Üniversitesi Başkanı Shukri alMabkhout’un ‘İtalyan’ isimli romanı, sekizinci Uluslararası Arap Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Beraberinde 50 bin dolarlık para ödülünü de getiren etkinlik, edebiyat çevrelerinde Arap dünyasının ‘Booker Ödülü’ olarak niteleniyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de yapılan törenle ödülünü alan ve daha ziyade köşe yazıları ile tanınan yazarın ilk kitabı, yayımlandığı geçen yıl ülkesinde ‘şok’ düzeyinde geniş bir ilgi görmüştü. Ancak yazarın bu ilk kitabı ödül aldıktan kısa bir süre sonra, ödülü aldığı aynı kentte sansüre uğradı. Kitabın yayıncısı DarAl Tanweer’ın yönetmeni Sherif Joseph Risk, ‘otoritelerin kitap yasaklandığı için stoklanamayacağını’ kendisine haber verdiğini aktardı. Shukri alMabkhout l Kültür Servisi T C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle