22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 10 Mayıs 2015 Karşılık beklemeyen aşk: Annelik Enes’in annesi: Sesimi duyan olmadı Önce eşini Soma faciasında yitirdi, ardından 3 yaşındaki hasta oğlunu toprağa verdi. enüz 11 aylıktı Enes... Oksijen yetersizliğinden beyin felci geçirdi. Doktorlar 3 aydan fazla yaşamaz diyordu ama ailesi umutluydu. El ele verdiler biricik çocuklarını yaşatmak için. Masraflar gün geçtikçe artıyordu. Çaresiz kalan babası yerin altında buldu çıkışı. Oğlunu yaşatmak için kendi yaşamını tehlikeye atıyor, her gün madene iniyordu. 13 Mayıs günü hasta oğluyla ve ona bakan eşiyle vedalaştı, yüzlerce arkadaşıyla birlikte ocağa girdi ama bir daha çıkamadı. Soma maden faciasında hayatını kaybeden 301 işçiden biriydi Hayrullah Baygül. 3 yaşındaki Enes de babasını madene gömen 432 çocuktan biri. Soma faciasında kaybolan canlar ardında birbirinden dokunaklı yaşam öyküleri bıraktı. Dinleyeni, okuyanı en çok yaralayanlardan biri de Enes’in, onu yaşatmak için canını veren babası Hayrullah Baygül’ün ve hasta çocuğuyKanser hastası Gözde Nur Kodaz, kendisine süt veren annelerle birlikte. 16 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN EDİTÖR: TUTKU TALINLI haber 17 Sevgiden ve saygıdan çok önce aşk vardı ÖZLEM YÜZAK Çoban kulübesinde yaşam mücadelesi Pamuk prenses ve sütanneleri niversiteden mezun olmasına birkaç ay kala kemik kanseri olduğunu öğrenen Gözde Nur Kodaz’a (22) tıp dünyasının yanı sıra onu hiç tanımayan yeni annelerden “süt” desteği geldi. Anne sütünün kansere iyi geldiğini duyduklarını ancak çok üzerinde durmadıklarını anlatan Gözde, “Babamın işyerinden arkadaşları anne sütlerinden bana da göndermeye başlamışlar. Ben de onların isteğini kıramadım. Denemeye karar verdim çünkü mantıksız gelmedi” dedi. Sosyal paylaşım sitesi üzerinden örgütlenen 25 kadın, bebeklerine verdikleri anne sütünden birazını kendisine göndermeye başladığını, yurtdışındaki araştırmacıların kendisine anne sütü gönderdiğini söyleyen Gözde, “Beni tanımadan bu kadar fedakârlık yapan insanların olması beni çok duygulandırıyor. Kendi çocuklarına verecekleri sütü bana veriyorlar” dedi. Gözde, anne sütü içmenin psikolojik etkilerinin mucizevi olduğunu dile getirdi. Ege Üniversitesi Kanserle Savaş Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Ayfer Haydaroğlu, anne sütünün kanser hastalarına iyi geldiği yönünde kesin ve gerçekçi araştırmalar olmadığını kaydetti. H Ü la bir başına kalan Zemine Baygül’ün hikâyesiydi... Gazetelerde yazıldı, televizyonlarda anlatıldı. Enes bebek için iyi dileklerde bulunuldu, yardım sözleri verildi. Ama sonra her şey unutuldu... Zemine Baygül tek başına kaldı ama yılmadı... Enes için mücadeleye başladı. Enes’in 1000 TL’yi aşan ve devlet tarafından karşılanmayan sondasından mamasına, bezine kadarki masraflarını tamamlamakta zorlanan genç kadının sıkıntılarını CHP Milletvekili Sakine Öz Meclis gündemine taşıdı, soru önergeleri verdi ancak yetkililer yine harekete geçmedi. Bir sabah Enes yine manşetlerdeydi. Gece evinde rahatsızlandı, 38.5 derece ateşle hastaneye kaldırıldı. Doktorlar muayene etti, sürekli burnundan besle Özden Toker ve kızı Gülsün Bilgehan Toker’le Mevhibe Hanımı, anneliği ve aileyi konuştuk Sesi duyulmadı K 11 aylıkken yatağa mahkum olan Enes, 3 yaşında yaşamını yitirdi. Annesi Zemine Baygül’ü cenaze töreninde Soma faciasında yaşamını yitiren madencilerin aileleri teselli etti. nen Enes’in akciğerine mama kaçtığını tespit etti. Ellerinden geleni yaptılar ama olmadı. Enes öldü. 3 yaşındaydı... Zemine Baygül bir yıl içinde iki kez yıkıldı. Hastane bahçesinde sinir krizi geçirdi. Yanında kader arkadaşı Somalı şehit madencilerin aileleri vardı. Onlar teselli etmeye çalıştı. Cenazeyi de onlar kaldırdı. Babasının kucağına verdiler Enes’i... ken. Enes öldüğünde Anneler Günü’ne günler kalmıştı. Bugün Anneler Günü. Zemine Baygül belki oğlunun, eşinin yanına gidecek. Belki Enes’in ona vereceği çiçekleri, Enes’in baş ucuna koyacak. Evine dönecek. Çaresiz, tek başına... Fotoğraflar: Necati Savaş linliğini giyen Mevhibe İnönü, ge ehan ile birlikte. lg torunu Gülsün Bi Türkiye’nin siyasi tarihinin en köklü, bir o kadar da sade ve mütevazı ailelerinden biri İnönüler... Pembe Köşk’te Mevhibe Hanım’ın tablosu önünden bir kare... ader mi? Tesadüfler zinciri mi? Yıl 1920. Eşi Miralay İsmet Anadolu’ya cepheye gittiğinde Mevhibe Hanım kucağında 3 aylık bebeğiyle yalnız kalan bir anne idi... Aradan 37 yıl geçecek, bu kez kızı Özden anne olacak, ancak eşi Metin Toker doğumdan 15 gün önce hapse girdiği için o da yalnız kalacaktı... Özden Toker 85 yaşında zarif bir çınar. Pembe Köşk’te sadece o yaşıyor, köşk yılda 2 kez kapılarını halka açıyor ve farklı bir tema ile İnönü ailesinin daha doğrusu İsmet ve Mevhibe İnönü’nün kişisel eşyaları, yazışmalar, fotoğraflar Türkiye’nin kurtuluş, kuruluş, çok partili dönem ve sonrasına ilişkin resmini de ortaya koyarak sergileniyor. Çanakkale’nin Tevfikiye köyündeki tek odalı çoban kulübesinde zor şartlarda yaşayan 4 çocuk annesi Emine Kanatlı, yardım bekliyor. Kızının babası ilk eşinden 12 yıl önce ayrılan ve Çanakkale’ye yerleşen Kanatlı, burada Coşkun Yarbay ile birlikte yaşamaya başladı. 3 çocuğu daha olan ancak ilk eşine ulaşamadığı için hâlâ boşanamayan Kanatlı “İki çocuğum okuyor. Mum ışığında karanlıkta ders çalışıyorlar. Yaşadığımız yerde elektrik de yok, su da. Devlet bize yardım etsin” dedi. İlkokul öğrencisi 9 yaşındaki Şahin ise “En büyük hayalim bir bilgisayarımın olması” diyor. Bu yıl hediyemiz evlatlarımız olsun Çocukları PKK’ye katılan anneler, kendilerine verilecek en güzel Anneler Günü hediyesinin Çözüm Süreci’nin barışla sonuçlanması olduğunu belirtiyor. Geçen yıl PKK’ye katılan Fatih Eren’in annesi Behiye Eren, oğlu dağda olduğu sürece Anneler Günü’nü kutlamadığını söyledi. “Bu ülkede ne zaman barış olursa, ne zaman çocuklarımız gelirse, o gün bizim için Anneler Günü’dür” diyen Eren, oğlunun yanında olmasının en büyük hediye olduğunu belirtti. Yaşatamadım... “Çok mücadele verdim, ama Enes’i yaşatamadım” diyordu oğlunu toprağa verir Oğlum hiç rüyama girmedi Değişimin öncüsü kadınlar 12 Eylül döneminin karanlığını bir çocuğun gözünden anlatan ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ kitabının yazarı Feride Çiçekoğlu, kadınların siyasette öne çıkmaya başladığını vurguladı ÖZLEM YÜZAK Güçlü bir Çiçekoğlu 1986 yısöylem gelişti lında, yani bundan 29 Feride yıl önce yazdı ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ı. 4 yıl yattığı hapishanede tanıdığı 3 yaşındaki bir çocuğun, minik Barış’ın gözünden oradaki ortamı ve 12 Eylül karanlığını anlattı. Bir döneme damgasını vuran kitap bugüne kadar 20 baskı yaptı ve sinemaya uyarlandı. Bugün ise Cumhuriyet Gazetesi Anneler Günü dolayısıyla okurlarına armağan ediyor. Çiçekoğlu ile buluştuk ve anneliği, Türkiye’de kadın olmayı konuştuk. Cezaevi yaşamının kendi hayatında önemli kırılma noktalarından biri olduğunu söyleyen Çiçekoğlu “Annelikle tanışmam orada oldu. Barış’ı tanıyana kadar çocukları sevdiğimden bile çok emin değildim. Anne olanlara sorgularda işkencelerde çocuklarının koz olarak kullanılması bana bir yandan ‘iyi ki anne değilim, çocuğum yok’ dedirtti ama öte yandan bir çocuk yetiştirmenin ne kadar güzel bir duygu olabileceğini gördüm” dedi. Bugün 24 yaşında bir kızı olan Çicekoğlu, Türkiye’de kadınların değişim öncüsü olacağına inandığını söylüyor. Çicekoğlu ilginç bir yazar. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema TV Bölümü başkanı. ODTÜ’de mimarlık okumuş ama mesleğini yapmamış. 68 kuşağından. Üniversitedeyken siyasetle hiç ilgisi olmamış. “Ancak yüksek lisans ve doktora tezini hazırlarken, kent toprakları kamu malı olmadığı sürece planlama  ve kaliteli mimarlık yapılamayacağını gördüm, bunun üzerine siyaset benim içim önem kazandı” diyor ve ekliyor. “ODTÜ’nün en hareketli olduğu dönemde öğrenciydim ama siyasete ve devrimcilere tamamen mesafeliydim. NeTürkiye çok daha muhafazakâr olan iktidar özgürlükleri kısıtlayarak ve eğitim politikaları ile insanların üzerinde baskı kuruyor. Din kıskacı daha yoğun. Olabilir ama buna karşılık tepkiler de daha yoğun. Siyasi hareketlilik içinde kadınların öne çıkması örneğin. İlk kez daha güçlü bir söylem gelişti. HDP ‘nin eşbaşkanlık sistemi ve diğer partiler daha çok kadın aday göstermek zorunda kalması. Bunlar önemli gelişmeler... araman’ın Ermenek ilçesinde 6.5 ay önce 18 işçinin yaşamını yitirdiği maden faciasında oğlu Tezcan Gökçe’yi kaybeden ve “Oğlum yüzme bilmez ki suyun içinde ne yaptı?” sözleriyle Türkiye’yi ağlatan 74 yaşındaki Ayşe Gökçe, Anneler Günü’nde buruk. İlk kez oğlu olmadan Anneler Günü’nü kutlayan Gökçe, “Oğlumu çok özlüyorum” dedi. Facianın ardından eşlerini, kardeşlerini, babalarını kaybeden Ermenekliler mezarlar başında gözyaşı döktü. Hissettiği çaresizlik nedeniyle elinden ağlamaktan başka hiçbir şeyin gelmediğini söyleyen Gökçe, evinin penceresinden “sanki oğlu gelecekmiş gibi” sürekli yola baktığını dile getirerek, “Oğlum yaşasaydı bana her gün Anneler Günü’ydü. Yavrum hiç rüyama girmedi. Rüyama girse sevineceğim, öpeceğim, kucaklayacağım” dedi. K Yavrunu getirdim Geçen mart ayında bir kız bebek dünya getiren 4 çocuk annesi 31 yaşındaki Fadime Haznedar, “Sare” adını koyduğu çocuğuyla birlikte Ermenek faciasında yitirdiği eşi Ali Haznedar’ın mezarını ziyaret etti. Mezarın başındaki fidanı sulayan Haznedar, “Yavrunu getirdim” diyerek ağladı. Kucağındaki bebeğinin eşinin Anneler Günü hediyesi olarak kabul ettiğini belirten Haznedar, “Sarem, yiğidimin anneler günü hediyesi” dedi. Uçurtmayı Vurmasınlar’ın yazarı Prof. Dr. Feride Çiçekoğlu, bugün 24 yaşında olan kızıyla birlikte. den öyle olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü tamamen maço idi siyaset.” Neden siyaset maçoydu? Bacı muhabbeti. El ele tutuşmayın diye bildiri dağıtırlardı ODTÜ’de. Mantık böyleydi. Devrim yolunda beraber yürünecekse herkesin cinselliğini unutması üzerineydi ve bu bana aykırıydı, kişinin özgürlüği üzerinden bir felsefem vardı.   Hâlâ öyle mi?  Bence hâlâ öyle? Özellikle keskin ve eski siyasi angajmanlarını değiştirememiş olan için.. Peki kadınlar daha aktif değil mi şimdi? Kesinlikle. Gezi sürecinin özellikle kadın olmak anlamında çok sarsıcı etkisi olduğunu düşünüyorum. Son kitabım “Şehrin İtirazı’nda bu konuya yoğunlaştım.” Erkek bakış açısı kentlerde çok baskın. Bence Gezi bunun farkına varmamızı sağladı. Katılanlar yüksek oranda kadınlardı ve öndeydiler. Kadının bedeni ve hayatı üzerinde söz sahibi olmak istediğine dair çok şey vardı orada... Yeniden kendi köşemize mi çekildik? Öyle olduğunu düşünmüyorum. Bu tür hareketlerin etkisi uzun vadede ve tek tek bireylerin düşünce biçimlerinde oluyor. Fransa’da 1968 Mayıs olaylarından sonra hazirandaki seçimlerde De Gaulle o güne ka “Kuşum gelmedi ama bir uçurtma geldi göğümüze bugün. Kocamandı. Senle birlikte gördüğümüzden bile büyüktü. Hem de kıpkırmızıydı! Hepimiz uçurtmaya baktık. El salladık ona. Sonra gardiyan geldi. ‘Hepiniz içeriye girin!’ dedi ....... Nöbetçilerden biri uçurtmaya nişan aldı. Ateş etti. Vuramadı. O zaman ben ağlamaya başladım. ‘Vurmayın uçurtmayı, ne olur vurmayın” diye...’ dar aldığı en yüksek oya sahip oldu. Bütün sağcı oyları mobilize etti. Halbuki 68 ruhu en çok cinsel özgürlük, devrim, kadınların kendi bedenlerine sahip çıktığı, kürtaj hakkından başlayarak feminist dalgaya birçok filiz veren bir olgu. Bu alanda bir patlama yaşanırken öte yanda sağ muhafazakâr ve gerici kesimin müthiş bastırması oldu. Türkiye’deki kasvetli durumun onunla kıyaslanabileceğini düşünüyorum. O dönemde (Gezi) başka türlü paylaşım ve ütopyaya dair faklı bir düşünce biçimi geliştiren gençlerin hayatlarında, kararlarında ve mesleki seçimlerinde bunun etkisinin olacağını düşünüyorum. Pembe Köşk’ün kapısından içeri girdiğimde ise beni asıl şaşırtan Mevhibe Hanım’ın İsmet Paşa’ya duyduğu büyük aşk oldu. “Ruhum Sevgili Paşacığım...” diye başlayan mektuplardan başlayarak, büyük bir koleksiyoner titizliği ile saklanan eşyalara, hatta alınan her ürünün faturasına kadar her şeyde, sadeliğin ve katıksız bir sevginin izlerini, birbirlerine sevdalı iki insanın nasıl ömür boyu birlikte yürüdüklerini gördüm. Bir yanıyla muhafazakâr bir Osmanlı kadını olan Mevhibe Hanım’ın geleneksel değerleri modern yaşamla birleştirdiği hayat hikâyesi, Pembe Köşk’te yetişen 3 çocuk; Ömer, Erdal ve Özden; ve torunları.. Türkiye’nin siyasi tarihinin en köklü ancak buna karşın en sade ailelerinden biri İnönüler. Mevhibe Hanım ise henüz 26 yaşında iken eşi ile birlikte temsil ettiği Lozan’dan Cumhuriyet’e, devrimlerden demokrasiye, oradan ilk demokratik muhalefete kadar uzanan yolda hep birinci elden tanıklık eden bir kadın. Aynı zamanda bir anne. Torunu Gülsün Bilgehan Toker ilk kez 20 yıl önce anneannesinin yaşamını tüm detayları ile Mevhibe Çankaya’nın Hanımefendisi adını verdiği kitapta anlatmıştı. Bugünlerde kitap yeni baskısı ve yeni önsözü ile yeniden karşımızda. CHP Ankara 2. Bölge adayı Gülsün Bilgehan Toker ise, “dedepaşa” dediği dedesi İsmet İnönü’ye son dönemde yapılan saldırı ve iftiralara kitabın en iyi yanıt olduğunu söylüyor. Bir siyasi liderin ailesi olmak yaşamlarınızı, çocuklarınızla ilişkilerinizi nasıl etkiledi? Özden Toker: Ben doğduğum zaman babam Başbakan’dı. Kimseden farklı bir hayatımız yoktu. Ankara yeni başkent olmuştu, beraber büyüdük diyebilirim. Mutlu bir aile olduk daima, yaşadığımız her anı zevkle paylaştık.. Gülsün Toker: Her kuşak kendi dönemini iyi yaşamış. Herkesin 3 çocuğu Sevgili Paşacığım... Kurabiye yapan tatlı bir anneanne Sizin çocukluğunuzda aklınızda kalan aile? Gülsün T: Şanslıydım birbirini seven eşlerin olduğu bir ailede doğdum ve yaşadım. Babamın gazeteci kimliği ve siyasi çalkantılar ailemizde de yansımasını buldu doğal olarak. Ben doğmadan 15 gün önce babam hapse girmiş. 8 ay kalmış. Kız kardeşim doğduğunda ise kendisine biraz süre tanıyorlar, 1 yıl sonra giriyor. Bunların hepsi Akis’teki yazılarından ötürü. Mesleğinden ve görüşlerinden asla ödün vermeyen bir adamdı babam. Ve bu arada devamlı çocuk yapıyorlar. Hapse girmemesi için teklif edilen milletvekilliğini reddeden biriydi “ben gazeteciyim ve hep öyle kalayacağım” diyerek. Ailemin bu sıcaklığının benim üzerinde hep olumlu etkisi oldu. Belki de bu yüzden anne olmayı bende çok önemsedim ve üç çocuk sahibi oldum. Sağlık Bakanı’nın dediği gibi en önemli kariyerlik anneliktir demem ama Anne olmak tek değil ama en önemli kariyerilerimden biri oldu ve gurur duydum. Peki ya gençlik yıllarınızda sizin hayatınız? Gülsün T: Normal bir aile ve hızlı diyebileceğim bir arkadaş hayatımız vardı. Çağımızı tüm doğallığı ile hiçonunla da evlenirim. Ama o zaman sorumluluk sizde. Ama ben Metin’le evlenirsem sorumluluk bende’ dedim. Karşı çıkmak değildi benim yaptığım. Fikirlerimizi rahatça babamla tartışıyorduk, fikirlerimizi ve doğruyu söylememize daima büyük önem verirdi. Ailede annenin rolünü nasıl tanımlarsınız? Özden T: Ailede annenin rolü biraz arayı bulmak sanıyorum. Anne evi bir aile haline koyan kişi. En azından günde bir kez bir yemekte bir araya getirmek, çocukların sorunlarını açıkça ifade edebilmelerine imkân vermek ve ona göre ortam hazırlamak.. Babamla annem önce sofrada kendi yaptıklarını anlatırlardı.. Mizah dolu bir insandı babam. Paylaşma çok önemliydi bizim ailede. Aslında bir anlamda genç cumhuriyette aile de yeni baştan yaratılıyordu... Bu sizi nasıl etkiledi? Özden T: Bir taraftan beden eğitimi ve dans dersi, öte yandan Kuran dersleri aldırıyorlardı bizlere...Annem 18 yaşına kadar kafes arkasında büyümüş bir genç kız, muhafazakâr bir aileden geliyor ama dedesi torununu iyi yetiştirmeye çalışmış; babam genç bir subay, askerlikten başka bir şey görmemiş. Hep bir kısıntı olmadan yaşadık. Ailem beni 14 yaşında lisan daha iyi lisan öğrenmem için yurtdışına gönderdiğinde dedepaşamın buna çok üzüldüğünü hatırlıyorum. Sanırım benden aynı kalmayı istemiyordu. Ve dedemle sürekli mektuplaştık. Kimisi fransızca oldu bu mektupların. Dedem hatta fransızca yanlışlarımı düzeltirdi mektuplarda. Düşünün bir, kabine değişiyor, çalkantılar, darbeler ve dedem bana oturuyor fransızca mektup yazıyor. Ya anneanne? Tam bir tatlı anananne.. Kurabiyeler yapan, sevecen... birbirlerinden bir şeyler öğrenmişler. Geleneklerine çok bağlılar ama değişime hızla ayak uyduruyorlar ve köklerinden ayrılmadan bunu yapıyorlar. Öyle mizah konusu haline gelen Avrupa taklitçisi aileler gibi olmadık hiçbir zaman. En yoğun, en baskın hangi duygu vardı anımsadığınız? Özden T: Mutlu, saygı ve sevgi dolu bir aile olarak hatırlıyorum. Öyle sürekli sarılmak, ‘seni seviyorum’ demek gibi şeyler yoktu belki ama bakışta ve dokunuşta sıcaklık vardı daima. Gülsün T: Bence öncelikle aşk vardı. Sevgi ve saygıdan çok önce... 1916’da evleniyorlar, hasret var, heyecan var. O dönem tarihin yaşandığı ve yazıldığı bir dönem... Bir kadın ve bir erkek ancak bu kadar birbirini tamamlayabilirdi. Sanırım aşk olmasaydı bu koleksiyon da olmazdı... Tabii önemli bir unsur daha vardı. Kadın hakları ve eşitlik anlayışı. Bunu çok samimi bir şekilde yapıyorlarmış. Dedepaşam anneannemin evin içinde kalmasını istememiş. 26 yaşında iken Lozan’da dedemin toplantılarına katılmış anneannem. At binen ve bundan keyif alan... İlk ehliyet alan kadınlardan biri. Araba kullanmayı her zaman çok sevdi. Suriye’deki savaşın gözü yaşlı anneleri Kadın, kıskaç istemiyor Türkiye’de kadın olmak?.. Şiddetin bu kadar doruğa çıktığı noktada? Zor. Kadına karşı şiddetin bu kadar çok artmış olması kadının eskisi gibi kıskaç altında yaşamak istememesinden kaynaklanıyor ve iletişim olanakları sayesinde bunları daha çok duyuyoruz. Müsait sözcüğünün hâlâ ‘kadınlar için daha çok elde edilebilir olma durumu’ anlamına gelmesi örneğin. Bu sözcüğü belki annelerimiz de kullanıyordu ve sorgulanmıyordu bile.. Bir öğrencimin tezi kadınların soyadı neden değişiyor konusunda. Araştırırken ne kadar az düşünülmüş ve az yazılmış olduğunu gördü. Nüfus dairesine gittiğinizde orada dilekçe verebilirsiniz. Hakkınız. Kendi soyadınızı kullanmak ve din hanesini boş bırakmak için. Ama çoğu insanda cesaret yok. Yarın öbür gün devlet dairesine işiniz düştüğünde bir çentik atılır korkusu.. Bunlar zamanla aşılacak. Uzun vadede... İnanıyorum. Kimseden farklı değildik oluyor çocukları çok seven bir aileyiz.. Nasıl bir hayattı; örneğin mütevazı diyebilir misiniz? Özden Toker: Kendi imkânlarıyla yaşayan, ay başında aldığı maaşla ay sonuna kadar yaşaması gerektiğini bilen bir memur ailesi idik. Hiçbir abartılı yaşamları olmayacak, her şeyin en iyisini yapacaklar ama hiçbir şey gösterişe dönük olmayacak. Genelde yaşanan annekız çatışmasını yaşamadınız mı peki? Özden T: Yaşadık diyemem. Değişik kuşaklardan gelmemize karşın anneme daima büyük hayranlık duydum. İsmet Paşa biricik kızının bir gazeteciyle evlenmesine önce izin vermemiş. Nasıl aştınız? Özden T: Babamla aramızda şöyle bir konuşma geçti: ‘Babacım siz istemezseniz ben Metin ile evlenmem. Ama o zaman sorumluluk sizin olur. Siz beni başka birisiyle evlendirmek isterseniz, Hem dans hem Kuran Aşk olmasa... Suriyeli Nida Bedran ülkesindeki savaş şartlarına daha fazla dayanamayarak çocuklarıyla Türkiye sığınan kadınlardan biri. Bedran, “Çocuklarım artık geceleri uyuyamıyordu. Küçük çocuklarım olayı pek anlamıyor ama büyükler her şeyin farkındaydı. Umutlarını kaybetmek üzerelerdi” dedi. Anneler Günü’nden bir beklentisi olmadığını vurgulayan Bedran, “Tek temennim, çocuklarımın insanca bir hayat sürmesi” dedi. Çocukları için otobüs şoförlüğü yapıyor Mersin’de aile ekonomisine destek vermek için otobüs şoförlüğü yapan 3 çocuk annesi 45 yaşındaki Nurdan Özbey, mesleğinde 5 yılı geride bıraktı. Özbey iki oğlunun üniversitede okuduğunu, kızının ise lise 3. sınıf öğrencisi olduğunu belirterek, çocukların eğitim masrafının artması üzerine eşinin tek başına sağladığı aile bütçesine destek vermek için çalışmaya karar verdiğini söyledi. Oğlunun anne diyeceği günü bekliyor Trabzon’un Ortahisar ilçesinde yaşayan Sevgi Gündoğdu, işitme engelli dünyaya gelen 13 yaşındaki oğlu Burak’ın “anne” diye sesleneceği günün hayaliyle yaşıyor. Doktorların oğlunun bir gün konuşacağını söylediğini aktaran Gündoğdu, “Maddi durumum yeterli değil ve çocuğum için Ankara’ya da İstanbul’ada gidip kesin sonuç alamadım. Çocuğum için en azından gerçekten umut var mı, yok mu bunu bilmek istiyorum” diye konuştu. Mevhibe Hanım’ın ABD’de okuyan Erdal İnönü’ye yazdığı mektup: “Canım yavrum, Ne haldesin, imtihanların nasıl gidiyor? Allah kolaylık versin. İnşallah rahatça gelirsin. Sıkılma, telaş etme, sükunetle düşün. Hep hatırımdasın, nasıl gelecek, ne yapacak diye. Kışlık esvaplarını dolaba mı koyacaksın, güve var mı orada? Büyük bavullarına koysan arasına naftalin koyarsın, en üstünü bohça ile kapayıp bavula koyarsan içine toz girmez. Gözlerinden öperim canım yavrum. Paltonu al, lazım olur.” (Mevhibe II, S. 145) ‘Güve var mı orada?’ C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle