18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler 20 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: İLKNUR FİLİZ KÜLTÜR SANAT İTÜ’nün projesi Çarşamba 15 Nisan 2015 Doğa Tarihi Müzemiz Bile Yok! BARIŞ TUT Müzebilimci eryüzündeki yaşam ancak kayıt altına alındığında anlam kazanıyor. Bu yüzden varlığın milyonlarca yıllık yeryüzü serüveni ancak eldeki altı bin yıllık kayıtla kavranmaya çalışılıyor. Doğadaki en gelişkin zekânın belleği kendi içinde (ve kendi için) nasıl da her olayın, durumun izini biriktiriyorsa, doğanın diğer tüm unsurlarının da evrimlerinin izlenebilmesi yaşamın özüne dokunabilmek için vazgeçilmez bir önemde. Doğal yaşamı okuma ve yorumlama çabası insanoğlunun kendi hikâyesi için eşsiz bir kerteriz alma olanağı da sunuyor. Modern zamanlarda bireylerin bu çabayı en basit biçimiyle gösterebilmesi için büyülü sayılabilecek yapılar bulunuyor: doğa tarihi müzeleri. Ortaya çıkışları 17. yüzyıla dek giden bu müzeler, günümüzde toplumun tüm kesimlerini ve farklı kuşakları aynı çatı altında toplamayı becererek muazzam bir bilimsel, eğitsel ve kültürel işlev görüyorlar. Kimi yerlerde, örneğin İsviçre’deki Neuchâtel Doğa Tarihi Müzesi’nde bilimle sanatın son derece yetkin ve göz kamaştırıcı buluşmasını yansıtan “Sinekler” sergisi, izleyiciye sineğe ve ilintili her şeye dair bilgiyi deyim yerindeyse fark ettirmeden, onu sanatın ve yaratıcılığın tüm olanaklarıyla kendinden geçirerek veriyor. Kıta Avrupası’nın en büyük doğa tarihi müzesi olan ve bu satırların yazarının da yüksek lisans öğrenimi görüp bir süre çalıştığı Paris Ulusal Doğa Tarihi Müzesi, bünyesindeki “büyük evrim galerisi”, mineroloji ve paleontoloji galerileri, orta ölçekli hayvanat bahçesi, devasa seralarıyla türünün mabedi olarak değerlendiriliyor. Her sergisinin müthiş bahçesindeki uzun giriş kuyruklarıyla karşılandığı müze, dünyanın en geniş ikinci koleksiyonuna sahip. Yüzlerce bilim insanı etkin biçimde yürüttükleri araştırmalar Y Türkiye’de çağdaş standartlarda temel gerekliliklere sahip, toplumsal yaşamda çoklu işlev gören bir doğa tarihi müzesi ne yazık ki bulunmuyor. MTA bünyesinde açılan Tabiat Tarihi Müzesi. AA Nitekim, Ankara’daki bu yapının varlığına karşın, memleketteki doğa tarihi müzesi eksikliğini Köşemen giderebilmek için, İTÜ yönetimi bir ara kolları sıvayıp bir çalışma başlatmıştı. Ne var ki bu çalışma da ölü doğan bir proje olmaktan öteye gidememiştir. Doğa tarihi müzeleri Türkiye’nin her geçen gün çoraklaşan kültür ve bilim ortamında, kuşkusuz, siyasi iradenin evrim kuramından duyduğu en hafif ifadeyle rahatsızlık, doğa tarihi müzelerinin toplumla buluşmasının önündeki başlıca engeli oluşturuyor. Buna koşut olarak, müzelerin toplumsal ve kültürel yaşamda hâlâ yerlerini olması gerektiği gibi alamamış olması, müze algısının ve müze gezme bilincinin eğitim yoluyla oluşturulmasının önemsenmemesi, bireylerin büyük bölümünün doğayla kurdukları yüzeysel ve çoğu zaman hastalıklı ilişkiler de, Türkiye’deki doğa tarihi müzesi yoksunluğunu açıklayıcı etkenler. Türkiye’de neden iyisi yok? la insanlığın bilgi dağarcığını artırmak için ciddi bir adanmışlıkla çalışıyor. Londra’daki Doğa Tarihi Müzesi de söz konusu müzelerin gözde temsilcilerinden. Toplumla kurduğu iletişim bağı bugün her kurum ve kuruluşa örnek olacak türden. Birkaç yıl önce, koleksiyonlarındaki dinozorları bakımdan geçirip ileri kuşaklara aktarabilmeleri için gereken kaynağı sağlayabilmek adına, internet üzerinden de yoğun katılımla, olağanüstü bir destek kampanyası gerçekleştirdiler. Çocuklar, gençler, yaşlılar, kısaca tüm bir toplum, müzenin gelecek projesine coşkuyla katıldı. Bakışımızı üzerinde yaşadığı mız topraklara çevirdiğimizde, bu toprakların daimi hüznünden belki de, sözün boynu bükülüyor. Türkiye’de çağdaş standartlarda temel gerekliliklere sahip, toplumsal yaşamda böylesi çoklu işlev gören bir doğa tarihi müzesi bulunmuyor heyhat! Konuyla ilgili olan okurun hemen aklına Ankara’daki Maden Tetkik Arama bünyesinde “görünen” doğa tarihi müzesi namlı kurum gelebilir. Geçen yüzyıldan kalma sergileme teknikleri ve iletişim biçimleriyle bu kurum üzerine getirilebilecek belki de en isabetli yorum, karşımızda yasak savma kabilinden oluşturulmuş, adeta bir tabela müzesi sayılabilecek bir yapının olduğudur. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde, artık, doğa tarihi müzelerinin kalbinde çalışan bilim insanlarının yaptıkları bilim, doğrudan müze ortamında insanlara ulaşıyor. “Sciencelab” formatıyla bilim insanları, siz Washington’da müzeyi gezerken, bir fosil üzerindeki araştırmalarını sonuçlandırıp veriyi mekânda sergileyebiliyor. Ya da Dublin Doğa Tarihi Müzesi’nin kafesinde soluklanırken, masaya iliştirilmiş düğmeye bastığınızda bir bilim insanı karşınıza geçip dilediğiniz konuda sizi aydınlatabiliyor... Bizim “güzel ve yalnız” ülkemizde ne yazık ki bir doğa tarihi müzesi bulunmuyor. Çocuklarımız, örneğin geceleyin doğadaki yaşam üzerine son derece ilginç bir sergiyi göremeyecekler henüz. Ama bilim ve kültürün toplumsal yaşama günün birinde yerleşmesiyle başkalaşacak Türkiye’de çocuklar ve gençler doğanın kalbine dokunacaklar. Doğanın kalbine dokunmak Florya Köşkü konuşabilir mi? ERTUĞ UÇAR Mimar n çok ihracat yapanların ödüllendirildiği törenlerin haberlerine sık sık gazetelerde rastlarız. Geçen hafta, İstanbul Kongre Merkezi’nde böyle bir tören vardı. Töreni “Yüksek katma değerli ihracatı teşvik etmek” amacıyla Elektrik Elektronik ve Hizmet İhracatçıları Birliği (TET) düzenliyordu. Amaç yükte hafif pahada ağır ihracatı özendirmek, bu amaçla üretim yapıp ihraç edenlere dikkati çekmekti. TET’in bu yılki ödül töreni öncekilerden çok farklıydı. Ödülleri alanlar ünlü sanayiciler değil yazar ve sanatçılardı. 2014 yılı sonuna kadar olan dönemde yurtdışında en fazla ihracat geliri elde eden ilk üç dizi: “Muhteşem Yüzyıl”, “Kara Para Aşk” ile “Kuzey Güney” ve 2014 yılında yurtdışında kitapları en çok dile çevrilen yazar Ahmet Ümit ödüllendirildi. “Muhteşem Yüzyıl”ın ödülünü Halit Ergenç ile TİMS Production adına Mücahit Murat, “Kara Para Aşk”ın ödülünü Tuba Büyüküstün ve Engin Akyürek ile yapımcı Kerem Çatay (Ay Yapım) “Kuzey Güney”in ödülünü yine yapımcısı Kerem Çatay aldı. Ahmet Ümit ödül konuşmasında bugüne kadar pek çok ödül aldığını ancak bu ödülün kendisi için ayrı bir yere sahip olduğunu belirtti. Nezaketen söylemiş gibi görünse de bu cümle önemli bir gerçeğe dikkati çekiyordu; Türk edebiyatının dünyaya açılmındaki başarısı ilk kez ödüllendirilmiş oldu. Dizi filmlerimizin dünya çapında başarısı biliniyor. Arap ülkeleri ile başlayan dizi film ihracatımız, Balkanlar’a daha sonra da dünyanın diğer bölgelerine doğru yayıldı. Bugünlerde Şili televizyonlarında “Ezel” ve “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizileri yüksek rating’lerle izleniyor. Brezilya, Peru, Paraguay, Uruguay, Meksika ve Venezüella gibi ülkelere dizlerimiz satılmış. Afrika ülkelerinde yeni pazarlar bulmak için çalışmalar yapılıyor. Ekonomi Bakanlığı da İhracatın Yıldızları E dizilerin başarısının farkında olmalı ki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sinemaya verdiği desteği yeterli görmüyor ve “Döviz Kazandırıcı Hizmet Ticaretinin Desteklenmesi” adlı tebliğ ile film ve dizi ihracatını teşvik ediyor. Tebliğ kapsamında sağlık turizmi, bilişim, film ve eğitim sektörlerine “pazara giriş”, “yurtdışı tanıtım”, “yurtdışı birim”, “belgelendirme”, “ticaret heyeti”, “alım heyeti” ve “danışmanlık” destekleri veriliyor. Yayıncılığımızın yurtdışındaki başarıları ise bu denli dikkati çekmiyor. Orhan Pamuk’un eserlerinin neredeyse dünyada konuşulan tüm dillere çevrildiği biliniyor, ama ötesi hakkında bilgi yok. Örneğin “İhracat Yıldızı” ödülünü kazanan Ahmet Ümit’in sadece 2014’te 10 eserinin 8 farklı dile çevrildiği, geçen yıl Arnavutluk, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Makedonya ve Tayvan’da yayımlandığı bilinmiyor. 20052014 yılları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı TEDA Programı ile 64 ülkeden 438 yayınevine 435 yazarımızın 992 eserinin 59 dilde çeviri ve baskısı için 1755 destek verilmiş. Destek sağlanan bu eserlerden 1334’ü yayımlanmış. Yayıncılık sektörünün büyüklüğü 2.5 milyar dolar. Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin verilerine göre Türkiye dünyanın en büyük 12. yayıncılık sektörü. Yayımlanan yeni kitap sayısında dünyada 11. sıradayız. Brezilya ve Meksika ile birlikte yayıncılık sektöründe en hızlı büyüyen üç ülkeden biri Türkiye. “Döviz Kazandırıcı Hizmet Ticaretinin Desteklenmesi” tebliğinin bugünlerde revize edildiği biliniyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yayıncılığın kültür ihracatındaki başarısına kabine arkadaşı Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin dikkatini çekeceğini ve tebliğe yayıncılık sektörünün de dahil edileceğini umuyorum. Mimar seyfi arkan cumhUr başkanlığı florya köşkü’nü halktan uzak, duvarlar ardında, ulaşılmaz ve gösterişli bir yapı olarak değil, kamuya açık bir plajın içinde tasarlamıştır. irkaç fotoğraf var önümde. Aynı gün çekilmiş gibi. Ülkü kumlara serilmiş, Atatürk bekliyor. Ülkü gölgesiyle oynuyor, Atatürk ona bakıyor. Ülkü bir trabzanın üzerinde, Atatürk elinden tutuyor. Sanki bir geminin güvertesinde çekilmişler gibi. Sonra Atatürk, minik bir sandalı sahile çekiyor, saçları dağılmış. Arkada beyaz bir siluet, gemi mi desem bina mı bilemiyorum. Detaylı bakınca fark ediyorum ki güvertede çekilmiş sandığım kareler şu binadan: Cumhurbaşkanlığı Florya Köşkü. Mimarı Seyfi Arkan. Florya’da, İstanbul’un son kumsal şeritlerinden birine takılmış ilginç bir bina bu. İncecik bir iskeleyle kıyıya bağlanmış beyaz yatay bir bina. Üç tarafını çeviren güvertesi, lombarları, demir trabzanları, mimarın bacayı ima ederek yükselttiği kulesiyle her an halatını koparıp başıboş Marmara’ya açılacak bir gemi gibi. İşveren mimara bir gemi ısmarlamış ya da mimar deniz sevgisini bu yapıda gidermeye çalışmış diye düşünürsünüz. Ancak hikâye başkadır. Anlatayım. B Cumhurbaşkanlığı Florya Köşkü. Cemal Emden gemiyapının içinde onun ve minik Ülkü’nün gezinen siluetini gördüler. Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü daha sonra birçok lider tarafından kullanıldı. Bence Türkiye’deki en güzel ve tavizsiz modernist yapıdır. Binayı gezdikten sonra aklınızda bin bir düşünce, önünüzde kumsal, İstanbul’dan uzakta bir sahil kasabasındaymış gibi korudaki sade binada bir çay içmek isterseniz garson şöyle diyecek size: “Burası sadece TBMM üyeleri ve misafirlerine açık.” Bu yazı pekâlâ ve çok da isabetli bir şekilde günümüz siyasetinesiyasetçisine bağlanabilir. Ama ben bunu yapmak, güzel insanların güzel düşüncelerle hayata geçirdiği bu güzel projeyi karamsar konulara temel yapmak istemiyorum. İsteyen yapmakta serbest. Ben bu deniz köşkünü gezdim. Üzerimde bıraktığı etkiyi tarif etmek istemiyorum. Bu ülkenin siyaseti, yapıları, kumsalları, bu ülkenin geleceği üzerine düşünen herkesin borcu olan kısa bir ziyaret. Herkes yapmalı. Sanki bir gemi 1934’te bir İstanbul seyahatinde İstanbul Belediyesi yetkilileri Atatürk’e Florya’yı gezdirirler. Burayı çok seven Atatürk sahile yabancı devlet adamlarının misafir edileceği bir Cumhurbaşkanlığı Yazlık Köşkü inşa edilmesini ister. Belediye yetkilileri bir mimar çağırıp bina ısmarlamak veya Atatürk’ün işaret edeceği bir mimarla çalışmak yerine, bir proje yarışması açarlar. Mimarları davet ederler. Yarışmada önerilenler arasından Atatürk, Seyfi Arkan’ın projesini seçer. Arkan, kıyı bandına veya hemen ardındaki ağaçlığa bir yapı önerip, dolayısıyla da sahili Cumhurbaşkanı’nın özel kullanımına tahsis etmek yerine, denizin ortasına bir bina kondurmuştur. Ya da bir gemi tasarlamıştır diyelim. En önemlisi de sahili bir halk plajı olarak etüt etmiştir. Arkan’ın önerisi halktan ırak, duvarlar ardında ulaşılmaz, gösterişli bir yapı değildi. Kamuya açık bir plajın içindeydi. Nitekim Atatürk ölmeden evvel birkaç yaz, deniz kıyısında hoşça vakit geçiren insanlar, hemen önlerinde, şeffaf, bembeyaz mütevazı bir Binanın tarihçesi Tavizsiz bir yapı C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle