23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 ŞUBAT 2015 PAZAR CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Cezaevinde annesiyle büyüyen atipik otizmli Poyraz Ali, en fazla bir ay içinde uygun tedavi ortamına ulaşamazsa kendini dünyaya kapatabilir Poyraz Ali’yi de mahkum etmeyin İzin verin; biraz empati kurarak başlayalım bu yazıya. Çocuk olalım mesela, üç yaşında bir çocuk. Cezaevinde, bir koğuşta, annesi ve 15 kadınla büyümeye çalışan bir çocuk. Büyük bir gürültüyle açılan demir kapıdan içeri, günde iki kere sayıma gelen gardiyanları her gördüğünde ağlayan bir çocuk. Dört duvar arasında, kendini çocuk gibi hissedebileceği tek yere, koğuştan 5 metre uzaktaki kreşe gidebilmek için annesinden ayrılmak zorunda kalan bir çocuk... Şimdi biraz daha ilerleyip, o çocuğun bir de atipik otizmli olduğunu ekleyin bu bilgilerinize. Yani zaten “dil ve sosyal iletişimle ilgili sorunlar, dilin amaca yönelik kullanımındaki problemler, aşırı çekingenlik, aşırı utangaçlık, gündelik ve özel yaşamında belli ilkelere aşırı bağlılık” gibi sorunlar yaşayan bir çocuk olsun bu. İşte o çocuk Poyraz Ali; bir yıldır annesi Zeynep Bakır’la cezaevinde. Sağlık Bakanlığı’ndan yüzde 40 engelli raporu var. Oysa atipik otizm iyi bir özel eğitimle, istikrarlı bir ebeveyn bakımı ve ev düzeniyle iyileştirilebiliyor! Change.org’daki kampanyanın amacı da bu; onu annesiyle cezaevinden çıkarmak hedefleniyor. Poyraz Ali, geçen hafta cezaevinden çıkıp babasıyla ve Otizm Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri İrem Afşin’le bizi ziyarete geldi. Sizinle eşiniz Zeynep’in Ekim 2014’teki mektubundan sonra tanışmış, Poyraz Ali’nin yaşadıklarını, taleplerinizi konuşmuştuk. Geçen beş ayda ne gibi gelişmeler var? Emrah Bakır: Duyarlı arkadaşların haber katkılarıyla, sosyal medyadan daha fazla ve farklı kesimlere ulaşılmasıyla; kulaktan kulağa, kişiden kişiye haber yayıldı. Bir farkındalık sağlandı. İnsanların bu çabalarıyla, en azından kurumsal muhataplara ulaşma şansı bulduk. Bu çok önemli, sonuçta çözüm onlar tarafından gerçekleştirilecek çünkü. Melda Onur’un Poyraz Ali’yle ilgili Meclis konuşması da bir dönüm noktası oldu, sanırım. Nihayet, Adalet Bakanı’yla görüştük. Nasıl geçti? E. Bakır: Talepleri not aldı. Yönetmenliklere bakılacağını, Zeynep’in durumunun değerlendirileceğini söyledi. Nelerdi talepler? İrem Afşin: Oyuncakların içeri alınması. Oyuncak, otizmde bir eğitim materyalidir. Oyun terapisiyle öğretirsin pek çok şeyi. Bakanla görüşmede bir madde gösterildi; “Annesiyle cezaevinde kalan 06 yaş çocukların yiyecek ve giyecek ihtiyaçları karşılanır” deniyor. Yani oyuncak, kitap, eğitim materyali gibi şeyler yazılı değil diye alınmıyor. E. Bakır: Bakanlıkla görüşmenin ardından oyuncakların bir kısmını aldılar. Ancak Poyraz Ali’nin oyuncakları verilse, hatta cezaevinde bir lunapark kurulsa bile çocuk dünyasına dair gerçek bir ortam yaratılmayacak, nerede kaldı ki atipik otizmli bir çocuk için dünya yaratılabilsin. İ. Afşin: Evet, öyle. İçerde Zeynep’in kurgulayacağı bir düzen kurulmasını da talep ettik. Mesela sayım zamanı, koğuşa gardiyanlar girince bile bağırıyormuş Poyraz Ali. Önceden haber verilse, Zeynep hazırlasa onu, çözülecek bu. Zeynep’in onu, koğuştan 5 metre uzaktaki kreşe götürmesine izin verilmiyor! 15 adımlık yol. Kreşe gardiyanlar Poyraz Ali’yi annesinden ayırıp götürüyor. Dolayısıyla gitmek istemiyor. Oysa “çocuğunu okula bırakan anne” formatı yaratılmalı. Ama asıl çözüm, Poyraz Ali’nin anneyle dışarı çıkarılması. E. Bakır: Bugüne kadar kurumsal alışkanlıklar yüzünden otizm ya da herhangi bir hastalıkla ilgili herhangi bir duyarlılık gelişmemiş. Gelişmeyecek de. Çünkü konuyla ilgili üst düzeylerde de sadece zorunlu hallerde, bazı yasa çerçeveleri yapılıyor. Bakanla görüşmede, olabildiğince iyisini yapmaya çalıştıklarını söylediler. Samimiyeti sorgulamıyoruz, şimdi. Toplumsal Muhalefet Politika sahnesinde kaotik bir durum var. Aktörlerin telaşlandığı, rüzgârın hızlandığı; fırtınaya dönüşme işaretlerinin belirdiği gözlenebiliyor. Sahnenin arkasında ise tüm Türkiye’nin birbirinden çok farklı, gerçek aktörleri yer alıyor. Sahnedeki oyun ile arkadaki gerçek dünyanın çelişkileri, karmaşık ilişkisi Türkiye’nin geleceğini belirleyecektir. Siyaset sahnesindeki hesapların, hesaplaşmaların, kurguların giderek polisiye film senaryosunu aratmaz hale gelmesi her ne kadar görüş mesafesini azaltıyor, aktörleri ve eylemlerini bulanıklaştırıyorsa da el yordamıyla değil, teorinin ve görünen pratiğin desteğiyle yol alınabilir. HHH Bugün tüm Türkiye itirazlar Türkiye’sidir. Toplumsal halk hareketlerinde yaygınlaşma, derinleşme var. İşçi hareketi kendine gelmek üzeredir. Sendikalar kendilerine yöneltilmiş “artık sizsiz olacak” dayatmasına, baskısına direnme gereğini her zamandan daha fazla duyuyorlar. Çevreciler hemen her yerdedir. Kadınlar kendilerine yönelen büyük tehdidin farkındadırlar; üstelik bu öyle söylendiği gibi yalnızca “Beyaz Türkler”le sınırlı değildir. Direnen gençler, yakın geçmişte yaşadıkları yalnızlık duygusundan kurtuldular. Hemen her yerde haksızlıklara karşı somut durumu değiştirme iradesi taşıyan itirazlar var. İtiraz edenler haklılığın verdiği güçle siyasal alanda kendilerini görmek istiyor. HHH Bu sonuca ulaşmanın kolay olmadığı söylenebilir; söyleniyor zaten. Ama tarihteki sıkışma zamanları, siyaset sahnesindeki hızlanma, itirazcıları politikada sonuç alıcı eyleme geçmeye yöneltiyor. Bunun işaretleri var. Siyaset sahnesindeki kaosun içinde iş görmeye, malı kapıp kaçmaya çalışanları durdurabilmek belki de bugün her zaman olduğundan daha fazla olanaklıdır. Siyasetin aktif, güç sahibi aktörleri toplumdaki hareketlenmeden her zamankinden daha fazla ürküyorlar. Hızla sonuçlandırmak istedikleri önlemler, siyaset sahnesinin ehlileştirilebilen, oyunun kurallarına uymaya kolayca rıza gösteren hasımlarına karşı değil, toplumsal hareketlenmelere karşıdır. HHH Siyasetin muhalefet cephesinde yer alan aktörlerinin bu durumun hızla farkına varmasında büyük yarar var. Toplumsal eylemi, yaygın itirazları dikkate almazlar, yalnızca parlamentonun dar alanında oyun kurmaya odaklanır, seçim sandıklarına endeksli muhalefetin dışına çıkmayı akıllarına getirmezlerse, halk hareketinin bastırılmasına hizmet etmek gibi büyük bir siyasal günaha imza atmış olacaklar. Böyle bir durumun tarihsel sorumluluğu da aynı ölçüde büyük olacaktır. HHH “Tamam toplumsal muhalefet aktiftir, her yerdedir ama ne kadar oyu var ki” diyen yanılır. Böyle diyenlere, gelişmelere bu gözle bakanlara tarihten hiç ders almak istemiyorlar, hatta zamanımızın pek çok siyasal gelişmesini görmezden geliyor ya da göremiyorlar denilecek ve hiç de haksız olunmayacaktır. Tarihin sıkıştığı zamanlarda iktidarı zorbalıkla korumak ve sürekli kılmak isteyenler aynı zamanda hasımlarını da yaratırlar ve güçlendirirler. Bu kitabın orta yerindeki bilgidir. Ama bilginin tek başına işe yaramadığını da biliyoruz. HHH Toplumsal muhalefetteki canlanmayı doğru saptadıkları halde sonuçtan umutsuz oldukları için kenara çekilmek isteyenlerin olması da doğaldır. Daha uzun vadeli bir programı, ilkeleri saf ve temiz tutma kaygısını öne almaları saygıyla karşılanabilir. Yine de söylemek bir borçtur; böyle bir tutum zamanın, ruhunu bir yana bırakın, çağrısına uygun değildir. İlkelere hiçbir şey olmaz. Bu mücadelede üstümüz başımız kirlenir, saçımız başımız dağılır, ama sonuçta mücadele yitirilse bile geriye kalacak olan daha güçlü bir kalıt, daha sağlam bir birikim olur. Direnmez ve toplumsal muhalefetin siyasal alana demokratik müdahalesini örgütleyemezsek, 12 Eylül faşizminin verdiğinden daha ağır bir tahribata boyun eğmiş olacağız. Pek çok kişinin Haziran Hareketi’nden anladığı, siyasal aktörlerden de beklediği zaman yitirmeden sonuca odaklanmak, ona uygun davranmaktır. Kapılar, silahlar, kurallar Üç ay daha böyle Şu an bekliyorsunuz yani... E. Bakır: Poyraz Ali’nin bekleyecek zamanı yok. Dokuz aydır gittiği özel eğitimle çok daha iyi düzeye gelebilecekken, maalesef gerekli şartlar sağlanmadığından yeterince ilerleyemiyor. Uzmanlar, aile bütünlüğü içinde, yeterli sevgi bulması durumunda atipik otizmli çocuklar iyileştirilebilir, diyor. Çocuk mahkemesi üzerinden tedbir kararı çıkarmak, AİHM’ye gitmek gibi haklarımız olduğunu biliyoruz, ama biz bürokratik yoğunluğa girmek istemiyoruz. Çünkü artık söz konusu olan eşimin cezasının ne kadar haksız olduğu değil, tek derdimiz Poyraz Ali’yi bir an önce iyileşeceği koşullara ulaştırmak. İ. Afşin: Son bir aydır konuşmaya başladıkça ve iletişimi arttıkça, içerdeki şartları anneyle özdeşleştirip kodlaması ve yavaş yavaş anneye devam edemez tepki vermesi mümkün, şu an en büyük korkumuz bu. Üç ay daha bu vaziyette devam edemez. Maksimum bir ay. Atipik otizm rehabilite edilebilir ve iyileştirilebilir. Bu kadar üzerinde duruyor olmamızın nedeni bu. Ancak arka arkaya geçirdiği travmalardan sonra yakaladığı iyileşme ivmesini kaybeder ve kendini kapatırsa, sonra toparlamamız çok zor. O yüzden annebabayla yan yana olmalı. Düşünün, ortada bir resim ve onu çok merak eden bir çocuk var, fakat resmin parçaları sürekli eksik. Bu, kaygı düzeyini çok yükseltir. Bu yaştaki atipik otizmli bir çocuk için kaygı düzeyi çok önemli. Sonunda en üst noktadaki insanla görüştük. Bakanın, iyi dinlediğini düşünüyorum. 33 bin imza toplamamızı önemsedi. Change.org’daki imzayı 50 bin yapmak istiyoruz. Takipçisiyiz, gündemde tutacağız. Bir çocuğun cezaevinde olması ağır, bir de otizmliyse daha zor tabii, ama biraz somutlarsak, bu; çocuk neye maruz kalıyor demek? İ. Afşin: Denetimli serbestlik için başvurulmasının en önemli nedenlerinden biri, atipik otizm standart bir aile ve eğitim düzeyi gerektiriyor. Şu an ya anneyle ve 15 kadınla içerde ya da ayda bir babayla dışarıda. Anneden ayrılma korkusuyla, babadan ayrılma korkusu sürekli çakışıyor. Otizm eğitimi, çocuğa adım adım düzeni ve kuralları öğretir. Her çocuğun gündelik hayatta annesinden, babasından, çevresinden gördüğü şeyleri siz çocuğa tek tek gruplandırarak, sınıflandırarak anlatırsınız. Poyraz Ali’nin bir rutini yok. Haftada üç gün eğitime gidiyor, annesi ve bir cemse dolusu askerle! Eğitim odasında terapistiyle çok mutlu, öğrenmeyi seviyor yani. Ancak terapi odasından çıkar çıkmaz gördüğü inzibatlara öyle bir tepki veriyor ki, içerideki eğitimlerin hiçbir katkısı kalmıyor. İki güvenlik kapısından geçtiği için kıyafetleri ötmemeli, yoksa soyuyorlar. Herhangi bir çocuk için de travmatik bu, fakat otizmli çocukların bir de algı yoğunluğu vardır, onun için çok daha zor. Otizmli bir çocuğa niye cam arkasından görüştüklerini, dokunamadıklarını, sesinin duyulamadığını anlatamazsınız. Normal bir çocuğa bile anlatamazsınız, ama otizmli çocuk da soyut kavrama yoktur. Çok fazla demir, çok kapı, çok kapalılık, çok resmi görevli, silah, tüfek, sürekli bir kurallar zinciri var. Bunların hepsi travma. Otizm, bir ekip işidir. Özel eğitim ekibi, kreş öğretmenleri, aile hep iletişimde olmalı. Ortak eğitim programını birlikte uygulamalı. Ancak bu şartlarda sağlanamıyor. E. Bakır: Uzmanlar, her ne kadar özel eğitim terapileri uygulanırsa uygulansın, asıl meselenin ailenin eğitilmesi olduğunu söyledi. Çünkü biz bütün gün onunlayız. Mesela Zeynep, Poyraz Ali kreşte, sosyal ortamlarda, uyaranlarla karşılaştığında gözlemlemeli. Gerekirse müdahale etmeli. Ancak bu şartlarda mümkün değil ki bu. Seçim hazırlığı besbelli ki iyiden iyiye kızışmaya başladı. Bu iyi. Çünkü AKP için “sandıkta yenilmez” yargısını baştan kabullenmiş bir ezber bozulacaksa bu yumurta kapıya gelince olmaz. Eh, seçime beş ay var ve bu, hazırlık için yeterli bir zaman. Ancak Meclis aritmetiğini köklü bir değişikliğe uğratmak, gücünü sadece kişilerden alan bir milletvekili aday listesi hesapları üstünden yürüyecekse 5 ay değil 105 ay önceden de kollar sıvansa bence nafile çabadır. 1962’den beri seçmenim. Hiçbir seçimde, “Aaaaa, falanca namlı, ünlü, saygın kişiyi listenin seçilebilecek bir sırasına koymuşlar. O benim pek beğendiğim bir siyasetçidir. Hemen ona oy vereyim” demedim. Diyenlerle de dalga geçmeyi yeğledim. Dahası bu mesleğe girdiğimden beri pek çok seçim yarışı izledim. Çalıştığım gazetelerdeki şefler pek çok seçimde beni “seçmenin nabzını tutma” görevi ile sokağa, yollara, kentlere, kasabalara yolladılar. Partilerin yerel yöneticileri ile buluşup “nabız tutma”nın ne kadar yanıltıcı olduğunu kişisel deneyimlerimle iyi biliyorum. Buna karşılık gazeteci kimliğini öne çıkarmadan kahvelerde, pazaryerlerinde, meyhanelerde sohbetlere kulak misafiri, becerebilirsem ki her zaman kolay değildir sohbetin bir parçası olmanın paha biçilmez “nabız bilgileri” taşıdığını yine kişisel deneyimlerimle iyi biliyorum. HHH İşsizlik, ücretler, çarşı pazar fiyatları, eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim gibi yaşamın temel konularında “Bu iktidarın yaptığı yanlış ve şundan, şundan, şundan zararlıdır. Biz ise şunu şöyle, bunu böyle yapacağız” diyen, bunu içi boş seçim vaatleri kepazeliğine düşmeden, kitleleri kucaklayacak, etkileyecek ve ille de heyecanlandıracak derinlik ve zenginlikte dillendiren bir siyasal hareket, ancak öyle bir hareket seçim sonuçları üstüne umut besleyebilir; Meclis aritmetiğini değiştirebilecek bir siyasal çıkışın öncüsü olabilir. Bir üst paragrafta yaşamın temel Seçim İttifakından Önce Seçim Bildirgesi konuları diye nitelediğim bazı başlıklar sıraladım. Bunları tek tek ele alsak kolayca göreceğiz. Bunların her biri AKP iktidarının yumuşak karnıdır. Ekonomide inşaat sektörü üstüne kurulu bir kalkınma modelinin niye bir çıkmaz sokağa yol alacağını kitlelere anlatmak çok mu zor? Eğitimde yüksek liseye dönmüş üniversitelerden nitelikli eleman değil potansiyel işsiz ve diplomalı cahil yaratan bir siyasal ayıbı kitlelerin önüne sermek çok mu zor? Sağlıkta “Çok şükür AKP sayesinde özel hastanelere gidebiliyor; istediğim doktora, erişebiliyorum” diyenlerin gitgide çökmekte olan bir sağlık hizmeti kargaşasını sezmediklerini herhalde kimse düşünmüyordur. Bunu sergilemek için dâhi siyasetçilere mi ihtiyaç var? İletişimde özgürlüklerin önünü alabildiğince açmayı değil, “Şu internet, Twitter, Facebook gibi belalardan nasıl kurtulabilirim, nasıl kısıtlayabilir, mümkünse erişilemez hale getiririm” hesapları yapan bir iktidar zihniyetini “Gezi çocukları”nın hınzır zekâsı çoktan teşhis etmedi mi? HHH Bu kadarı yetsin. Seçime hazırlanırken CHP’nin, HDP’nin ÖDP’nin buluşabildikleri konu ve alanlarda ortaklaşa, uzlaşamadıkları alanlarda tek tek seçmen kitlesinin önüne bir programla çıkmaları niye mümkün olmasın? Böylesi ortak programlara siyasal literatürde seçim bildirgesi deniyor. Çabalar öncelikle bu noktada yoğunlaşsa, sonra (evet sonra) “kimi, nerede, hangi sırada milletvekili adayı gösterelim” hesaplarına geçilse bu seçmende yankısını bulacaktır. Meraklısı 1965’te Meclis’e 15 milletvekili sokup, o Meclis’in tozunu atan Türkiye İşçi Partisi’nin seçim bildirgesine; 1974’te Ecevit önderliğindeki CHP’nin Ak Günlere bildirgesine, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Selahattin Demirtaş’ın bir “seçim bildirgesi” niteliği taşıyan konuşmalarına bir göz atsa sanırım yukarıda yazılanlara hak verir. Haydi öyleyse... Fotoğraf: KAAN SAĞANAK BAŞSAĞLIĞI Eski Cumhuriyet çalışanlarından, Zonguldak bölge muhabiri Hayri Yılmaz Ünlütürk 6 Şubat 2015 Cuma günü vefat etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, tüm ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileriz. C Çalışanları C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle