27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET kultur@cumhuriyet.com.tr 24 ŞUBAT 2015 SALI 16 KÜLTÜR Cehalet, şiddet, ölüm... Mine SÖĞÜT minesogut@gmail.com UYKUSUZLUK YÜZYILLAR, BİNYILLAR BOYUNCA YAŞAMLA BİREBİR HESAPLAŞAN TİYATRO ÖZGÜR BİR ALAN OLARAK DOĞRU SÖYLEMLERİNİ PAYLAŞACAK UYKUSUZLUK Mine SÖĞÜT minesogut@gmail.com u Belirsizliklerle dolu, nefretle, şiddetle kuşatılmış bir ortamda insanlar tedirgin, endişeli, mutsuz… Peki, bu çöküntünün üstesinden nasıl gelinecek? Bu sorunun temel cevaplarından birini sanatın, hele de tiyatro sanatının eğitici ve birleştirici yapısında aramak kaçınılmaz. Bugün güzel şeyler yazmak istiyordum… Tiyatrodan konuşmak istiyordum… İzlediğim oyunlardan söz etmek istiyordum. Ama karamsarlıkla sarmalanmış çoğu insan gibi benim de içim sisli, bulutlu… Cehalet, şiddet ve baskı dört bir yanımızı sarmış… Her gün güzelim insanlar öldürülüyor. Her gün bir can alınıyor… Daha onların hesabı sorulmadan başkaları ekleniyor istatistiklere… Her gün televizyon kanallarında birileri konuşuyor, tehditkâr… Meclis’te yaşanan arbede ayrı bir utanç resmi. Boğucu bir atmosfer üstümüze çöküyor. Her geçen gün kin ve nefret tohumları ekiliyor yürüdüğümüz yollara... Yazılarımın arasında dolaşıyorum… Ne kadar doğru söylemiş İngiliz oyun yazarı Edward Bond, “Yönetenlere baktığımızda şiddetin sokaklara taşmasını beklemek olağandır” diye. Bond, insanların, içinde yaşadıkları kültürün özelliklerini yansıttığını söyler. Sağlam bir toplumsal düzenin gerekleri olan ekonomik ve sosyal altyapıların geliştirilmediği toplumlarda, cehalet ve şiddetin iç içe geçmesi kaçınılmazdır. “Kültür, insanın ekonomik, politik, sosyal tüm etkinliklerinin mantıksal bütünüdür” der yazar. “Kültür insanın beyninde oluşur, onu uyan Sorgulamalar mı? !F İSTANBUL ULUSLARARASI BAĞIMSIZ FİLMLER FESTİVALİ SONA ERDİ Keş!f’in kazananı ‘Ağustos Esintisi’ TOPHANE’DE BİR GRUBUN SALDIRISINA UĞRAMIŞTI Kültür Servisi 14. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali geçen gece NuPera’da yapılan ödül töreniyle sona erdi. Bu yıl sekizincisi düzenlenen Keş!f Yarışması’nın kazananı Brezilya’dan “August Winds/Ağustos Esintisi”yle Gabriel Mascaro oldu. Geçen yıl başlatılan ve aktivist filmlerin yarıştığı Aşk & Başka Bi’ Dünya Ödülü’nün kazananı ise Suriye ve Fransa ortak yapımı, Ossama Mohammed ve Wiam Simav Bedirxan’ın yönettiği “Silvered Water, Syria SelfPortrait/ Gümüş Suyu: Suriye Otoportresi” oldu. Türkiye’den Kısalar İzleyici Ödülü ise Orhan İnce’nin yönettiği “Adem Başaran”ın oldu. Bu bölümde ikinci Nehir Tuna’nın kısası “Basur”, üçüncü ise Muhammet Beyazdağ’ın “Çirok/ Hikâye” adlı kısa belgeseli oldu Aslı Daldal, Esin Küçüktepepınar ve Metin Gönen’den oluşan Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) jürisi, Irak Kürdistanı yapımı “Mardan”ın yönetmeni Batin Ghobadi’yi seçti. Festival 26 Şubat’tan itibaren Ankara ve İzmir’de gerçekleştirilecek. dırır, sorgulamaya iter, ona düşünme yetisi kazandırır.” Cehaletin bilinçli olarak beslendiği ve de insanların bastırıldığı ortamlarda sorgulamalara yer olabilir mi? Böyle toplumlarda şiddet, kaçınılmaz olarak tırmanacak ve onca genç insan ya ekmek almaya giderken, ya karanlık bir sokakta polis şiddetinden kaçarken, ya dolmuşla üniversiteden evine dönerken, ya da kartopu oynarken… Örnekler saymakla bitmez… Bu nasıl bir kin, nasıl bir nefret, nasıl bir şiddettir? Beş yıl önce yazmış olduğum bir başka yazı ilişiyor gözüme; “Kadına karşı şiddete direnmek” başlığını atmışım! Garaj İstanbul’un tiyatro mekânı olduğu günlerde hayata geçirilen “Namus Oyunları” projesi üstüne bir yazı… Soruyorum o yazıda: “Bugün, İran’da namus adına recmedilen kadın ile bu ülke topraklarında namus uğruna kafası taşla ezilerek öldürülen kadının kaderi farklı mı?” O günden bu güne o kadar çok genç kız öldürüldü ki hunharca… Sonsuz bir cinsel açlık, kadını bir “mal” olarak görmek… Töre…taciz... Korkunç bir ölüm fırtınası… Sanki, cahil insanlar sürüsü yetiştirmeye odaklı, her fırsatta kadınerkek ayrımını körükleyen bir eğitim sistemi, akılcılığa giden yolun önünü her geçen gün biraz daha kesiyor. Dansın önde gelen yorumcularından biri olan Anne Teresa De Keersmaeker üstüne bir yazı yazmışım; danstan hiç anlamayan ve de hiç hoşlanmayan yöneticileri çağrıştırdı bana bu yazı… Evet, çağdaş ülkelerde, dans farklı alanlara doğru yayılıyor. Sınırlar kırılıyor. Dans performansla buluşuyor ve son derece zengin, özgür ve özgün bir sanat olarak bedenin içindeki hareketi keşfe yöneliyor. Dansçı bedenini politik bir ifade aracı olarak kullanıyor… Dans yoğun keşifler dünyası olarak tırmanıyor… Toplumda ve bireyde yaşanan bedensel ve zihinsel çözülmeleri vurguluyor… Acı da, hüzün de, sevinç de, sevgi de dansın zengin dünyasında bulabiliyor yansımalarını… Önemli olan, bakmak ve görmek ve gördüğünü anlamak… Belirsizliklerle dolu, nefretle, şiddetle kuşatılmış bir ortamda insanlar tedirgin, endişeli, mutsuz… Peki, bu çöküntünün üstesinden nasıl gelinecek? Bu sorunun temel cevaplarından birini sanatın, hele de tiyatro sanatının eğitici ve birleştirici yapısında aramak kaçınılmaz. Böylesi bir kaos ortamında tiyatronun misyonu önemli. Bu çok katmanlı misyonun bilincinde olanlar, tiyatronun soluğunun kesilmemesi için uğraş vermeyi sürdürecek. Her şeye karşın, yüzyıllar, binyıllar boyunca yaşamla birebir hesaplaşan tiyatro özgür bir alan olarak doğru söylemlerini paylaşacak. Düşüncelerin buluştuğu alan olarak baskıcı sistemlerle mücadelesini sürdürecek. Evet, böyle zamanlarda tiyatro önemli… Gülhane Parkı’nı Yıktılar, Ceviz Ağacını Yaktılar Askeri yönetimler zamanında bu ülkenin demokrasisi defalarca çalındı; Hukuk ve temel insan hakları her seferinde kalıcı yaralar aldı. Ama yine de o zamanlar demokrasiyi inşa etme umudu hep canlıydı. Darbeler sonrası için güzel hayaller kurabiliyordu. Ama artık ülkenin başı polis devletiyle dertte. Polis devleti, süresi olan ve geçici bir yönetim değildir. Kalıcı bir faşizmin temelidir. O yüzden ölümüne tehlikelidir. Var olan kötü demokrasiyi iyileştirme, bir gün anarşist, komünist, sosyalist ya da ütopik bambaşka bir devlet kurma olasılıklarının hepsini çok ama çok uzaklara iteler. Kötü işleyen bir demokrasinin olanaklarını kullanarak başa gelen iktidar, seçim öncesi yoz emellerini gerçekleştirebilmek için atacağı son adımı atıyor. Bizzat kendi güvenliğini sağlama telaşıyla, kendi dışında kalan herkesin güvenliğini hatta varlığını tehdit eden yasaları bir bir Meclis’ten geçiriyor. “Tehlikenin farkında mısınız” sorusunu sormak için çok geç. Bu sorunun cevabını tartışmak için de. Artık konum bildirme zamanı. Namlunun ucundayız ve fena halde farkındayız. Nâzım’ın en güzel, en umut dolu şiirlerinden biridir: “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında” der. Hakkında tutuklanma emri olan şairin, parkta sevgilisini beklerken polisleri görünce tırmanıp geniş yapraklı dalları arasına saklandığı o görkemli ceviz ağacı bile artık bizi kurtaramaz. Çünkü bu yasalarla birlikte ne parkımız kalıyor, ne ağacımız. İktidar o parkı yıktı; o ağacı da cayır cayır yaktı. Resmen ve taammüden, adam öldürmek üzere kolları sıvayıp, temel insan haklarını hiçe sayan yasaları bir bir onayladı. Yeni iç güvenlik yasasıyla artık ortada ne tırmanacak ağaç var, ne de tutunacak dal. Anayasal hakları görmezden gelen tasarıyı kanunlaştıran hükümetin namlusu uzun zamandır kimlerin üzerine çevrili biliyoruz. Ardı ardına tetiği çekmeye başladığında o yıkık parkta, o yanık ceviz ağacının dallarından birer kuş gibi kimler düşecek, polis başta olmak üzere hepimiz farkındayız. Bu farkındalığın gücü maalesef gidişatı durdurmaya artık yetmez. Ama haziran ayında yapılacak olan seçimlerde o yıkılası barajı aşıp Meclis’e girebilecek herhangi bir muhalefet partisine, istemeye istemeye de olsa neden oy vermek zorunda olduğumuzu kafamıza dank ettirebilir. O partiye kızsak da; küfretsek de; ona güvenmeyip; onu güçsüz bulsak da... Görüyoruz, Meclis içi muhalefetin sayıca az olması, aynı muhalefetin genel anlamda güçsüz ya da beceriksiz olmasından daha korkunç sonuçlara yol açıyor. İş yasa çıkarmaya geldiğinde muhalefetin gücü değil, milletvekili sayısı önemli. “Bu düzen yıkılsın, daha da kurulmasın” diyen anarşistlerin... Her şeyi göze alıp kendini her an sokağa atmaya hazır sivil itaatsizlerin... “Tek yol devrim” diyen barış için savaş yanlılarının... Bir cebinde molotof, bir cebinde sapan olan silahlı mücadelecilerin... “Hukuk devletinde her şey nihayetinde Meclis’te çözülür” diyen iyimser demokratların... “Müslümanlardan o kadar korkmayın, gerçek İslam bu değil” diyen ısrarcı liberallerin... Herkesin ama herkesin yolu bundan böyle polis tarafından hukukla değil hukuksuzlukla kesilecek. O yıkık ve ağacı yanık park artık mayın döşeli bir tarla; Ve maalesef hem sen bunun farkındasın hem de polis farkında. Güçlü bir ifade biçimi Eğitime ‘Çoktan Seçmeli’ bakış leriyle farklı toplumsal, siyasal ve sosKültür Servisi Tophane’de önceyolojik konulara göndermeler yapıyor. ki gün Daire Galeri’de açılan “Çoktan Sergi açılışında sokağa çıkan davetliSeçmeli” adlı sergide altı sanatçının işlerden evli bir çift dışarıya çıkmış, saleri yer alıyor. Sanatçıların, öğrencilik rılan çifte yoldan geçen bir mahalleli süreci, eğitim, okul temalarını ele aldığı “Sokak ortasında sevisergi 28 Mart’a kadar göşilir mi” diyerek tacizde rülebilecek. Sergi, açılışıu Önceki gün serginin bulunmuştu. Yaşanan tarna katılan bir çiftin salon tışmadan sonra mahalledışında öpüştükleri gerekaçılışında bir grup, yanına 20 kişiyi alarak çesiyle bir grup tarafından katılımcıları tartaklamıştı. li galeriyi basmıştı. basılmış, katılımcılar grup Galerinin sahibi Selin Saldırıdan sonraki dutarafından tartaklanmıştı. rumla ilgili görüşünü alAntipop, Didem ErSöl olayla ilgili suç galerinin sahibaş, Nesren Jake, Korduyurusunda bulunmayı dığımız bi Selin Söl, “Olayın şohan Karaoysal, Buğra düşündüklerini söyledi. kunu atlatmaya çalışıErol ve Seher Uysal’ın yoruz. Saldırıyı gerçekeserlerinin yer aldığı serleştirenlerin galeriyi gide sanatçılar kişisel hedef alarak toplanmalarına üzülbelleğin oluşmasında önemli bir südük” derken avukatlarıyla görüşüp reç olan çocukluk ve ilk eğitim süresonuca göre suç duyurusunda buluncini inceliyor. mayı düşündüklerini söyledi. Söl, gaSanatçılar “Çoktan Seçmeli” sergileriyi basanların mahalleli olduklarısinde kendi kişisel deneyimleriyle oluşnın teşhis edildiğini ifade etti. turdukları ortak mekân algısı yaratan iş Evet, tiyatro… UÇAN SÜPÜRGE ONUR ÖDÜLÜ HÜMEYRA’NIN O hep 18’inde Kültür Servisi Bu yıl 818 Mayıs tarihlerinde “18’in Halleri” temasıyla düzenlenecek 18. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin bu yılki onur ödülü sanatçı Hümeyra’ya verilecek. Hümeyra bu ödüle “Hep 18” kalabilmeye örnek bir yaşam ve sanat pratiğine sahip olmasının yanı sıra, toplumsal cinsiyet kalıplarına sıkışmayı reddettiği için değer görüldü. Müzik ve oyunculuk alanında üretim veren Hümeyra’ya ödülü, 8 Mayıs’ta Ankara Devlet Opera ve Bale Sahnesi’ndeki festivalin açılış gecesinde sunulacak. ‘Çizerler İfade Özgürlüğünü Savunuyor’ adlı kitabın geliri cezaevindeki yazarlara bağışlanacak 29 çizer Charlie Hebdo için buluştu Özelleştirmeye National Gallery çalışanları şubat ayı başından beri direnişte KAMİL KÜLTÜR MASARACI l ÇİZİK karşı çıkıyorlar Kültür Servius Humann, Charsi Fransız milie Hebdo dergisine zah dergisi Charsaldırının, temel bir lie Hebdo’ya yöhak olan ifade öznelik saldırı songürlüğüne yönelik rasında tüm dünolduğunu belirterek “Bu hak müzakeyadan 29 karikare edilemez” dedi. türist, ifade özSaldırı karşısında gürlüğünü savuntavır almak zorunmak için resimli luluğu duyduklarını bir kitap hazırladı. söyleyen Humann, Almanya’da yatüm dünyadan 40 yımlanan “Çizerçizerle temas kurler İfade Özgürduklarını, bunlardan lüğünü Savunu29’unun çalışmada yor” adlı kitabın yer almayı kabul etgeliri UluslararaRegina Kehn tiğini aktardı. sı Yazarlar Birliği Almanya, Fransa, İngiltePEN’in düşünceleri nedeniyle hapiste olan yazar, çizer, gaze re, ABD ve Avustralya gibi ülkelerteci ve yayıncılar için başlattığı “Ce den çizerlerin eserlerinden oluşan 48 sayfalık kitap Almanya’da 12 Avro zaevindeki Yazarlar” programına bağışlanacak. Kitabın yayıncısı Kla 90 sentten satışa sunuldu. Kültür Servisi Londra’daki National Gallery’nin müze bünyesinde verilen hizmetlerin özel sektöre devredilmesi ve olumsuz çalışma koşullarına karşı Kamusal ve Ticari Hizmetler Sendikası’nın (PCS) direnişi sürüyor. “Özelleştirmeye hayır de”, “Kimsenin istemediği hediye: Özelleştirme”, “National Gallery satılık değildir” pankartlarıyla eylem yapan sendikanın, burada örgütlü 200’den fazla üyesi bulunuyor. Uzun süredir müzeyle görüşme yürüten sendika, müzenin Londra’daki ulusal müzeler arasında en düşük ücreti veren yer olduğunu savunuyor ve zam talep ediyordu. National Gallery de geçen yazdan beri özelleştirme politikası uyguluyordu. Geçen ay binanın tüm güvenliği özel bir şirkete devredildi. PCS Genel Sekreteri Mark Serwotka, bu özelleştirme planı ile National Gallery’nin dünya çapındaki ününü riske attığını belirterek, planın geri çekilmesini ve çalışma koşullarıyla ilgili müzakerelerin sürmesini istediklerini söyledi. Galeri ile PCS önümüzdeki hafta arabulucular aracılığıyla yeni bir görüşme yapacak. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle