27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR ve GORUSLER 16 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: SERPİL ÜNAY KÜLTÜR SANAT Salı 13 Ekim 2015 Barışa bomba! Prof. Dr. AHMET ÖZER Rektör Yardımcısı nanıyoruz ki eğer Roboski’nin hesabı sorulsaydı Diyarbakır ve Suruç katliamları olmazdı; Suruç’un hesabı sorulsaydı Ankara Garı katliamı yaşanmazdı. Tıpkı Soma’nın hesabı sorulsaydı Ermenek faciası olmayacağı gibi. Demokrasinin fazileti hesap sorulabilirliktir. Hiçbir şeyin yapanın yanına kâr kalmamasıdır. Ama maalesef epey bir zamandır bizim ülkemizde yapanın yanına kâr kalıyor. Katliamların, baskı ve zulmün, çalanın, çırpanın, hukuksuzluğun hesabı sorulmuyor. Bu nedenle yüz binler Ankara Garı’nda toplandı. Hesap vermekten korkanlar hesap vermek yerine bombayla susturma yoluna gidiyorlar... Peki, emellerine ulaşabilirler mi? İ Bu bomba Türkiye’de demokrasi ve barış isteyenlere... Bu bomba adalet, hak, hukuk isteyenlere... Bu bomba “artık yeter yapan hesabını versin” diyenlere... Bu bomba Diyarbakır’ın, Roboski’nin, Ermenek’in, Soma’nın, Suruç’un hesabı sorulsun diye toplananlara... Bu bomba aslında hepimize... ATATÜRK, CUMHURİYET VE WOODY ALLEN İLE VEDA ETTİ Hesap verilmeyince… Levent Kırca’nın son mektubu “1 Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamlarından biri olarak kayıtlara geçen Ankara’daki terör saldırısı, “devletin gözü önünde” yaşandı, ancak hiçbir önlem alınmadı. kaybedecekler. Saldırının olduğu gün Ortadoğu medyasından bir gazetecinin sorularına verdiğim cevaplar aynı zamanda bu saldırıya ilişkin reel analizi de içerdiği için paylaşmak istiyorum. Soru: Ankara’daki saldırı nedir, anlayış olarak Türkiye’de demokrasi güçlerine karşı cihat başlatılması diyebilir miyiz? Diyebiliriz. Bu saldırı Suruç ve Diyarbakır mitinglerinde yapılan saldırılara benziyor, onların bir devamı gibi. O saldırılar aydınlatılıp hesap sorulsaydı belki bu saldırı olmazdı. Çünkü demokrasi hesap sorma rejimi. Ancak bu ülkede şimdilerde demokrasiye karşı kim bir saldırı yapıyorsa şimdilik yanına kâr kalıyor. Ayrıca her gün birçok yere baskın yapan, tutuklama yapan devlet güçleri bunu neden önlememiştir? Bu soru herkesçe sorulmaktadır. Soru: Rusya, PYD ile beraber TürkiyeSuriye sınırında bir güvenlik kuşağı oluşturacak. Bu Hindistan’ın kurucu barışçı lideri Mahatma Gandi; “Bazen vahşi katliamlar ve dayanılmaz zulüm karşısında yüreğim sıkışır, umudum kırılır, vazgeçme noktasına gelirim. Böyle zamanlarda hep dönüp geçmişe, tarihe baktım. Tarihte zulüm karşısında doğruluk ve hakikatin sonunda hep galip geldiğini; daima kazandığını, zalimlerin ise daima sonunda kaybettiğini görünce yüreğim tekrar umutla dolar ve yürüyüşüme öyle devam ederim” diyor... Bu katliamları yapanlar yılgınlık istiyor, barış ve demokrasiden vazgeçmemizi istiyor, sesimizi kısmamızı istiyor... Ama yağma yok. Demokrasi, barış, hak ve adalet, özgürlük ve eşitlik mücadelesi devam edecek. Barış ve demokrasi uğruna şehit olanlar boşuna ölmüş olmayacaklar. Sonunda kazanan mazlumlar olacak, barış ve demokrasi olacak... Zulmedenler, katledenler hep kaybetti, kaybedecek. Dün olduğu gibi bugün de yarın da Gandi’nin sözleri Saldırının şifreleri da cihatçıların nefessiz kalmasına sebep olacak. Ankara’daki patlama bu güvenlik kuşağının Türkiye’den kırılmasının bir denemesidir diyebilir miyiz? Bu saldırıyı IŞİD ile bağdaştıranlar var. Ama IŞİD’e bu kadar meydan veren, onu zımnen destekleyen gene bu hükümettir. Şimdi yaptığının karşılığını böyle ödüyor. Eğer öyleyse bile “neden Türkiye istihbaratı bunun önüne geçememiştir?” sorusu ortada duruyor. Soru: Saldırının hedefi seçimin engellenmesi mi ya da yapılmaması mı? Başından beri seçimle ilgili üç senaryo olduğunu söyledik ve yazdık. 1) Hükümetin bu çatışma ortamında seçime gidip birtakım oyunlarla seçimi kazanması, ya da 2) Saldırıların dozunun artması halinde seçimin bir yıl ertelenmesi 3) Üçüncü senaryo ise; çözüm sürecine geri dönüp barış ortamında seçime gidilmesidir. Görünen o ki, birinci ya da ikinci senaryo ihtimal dahilinde; üçüncü senaryo için hükümet hiçbir şey yapmıyor yapmak istemiyor. Nitekim “PKK tek taraf lı ateşkes ilan ediyorum” dediği halde hükümet çok büyük zafer kazanmış gibi hiç oralı olmadı. Ateşkes bir insanın bile daha az ölmesine yol açacaksa bundan daha iyi ne olabilir? Ne isteniyor? Daha fazla insan mı ölsün isteniyor? Analar ağlasın mı isteniyor? Nasıl olsa ölen yoksul halk çocukları... Kılıçdaroğlu’nun sorduğu gibi “O bölgeye gidenler arasında hiçbir tuzu kurunun çocuğu neden yok?” Sabah akşam vatan deyip gezenler, cenazelerde boy gösterenler, şehit edebiyatı yapanlar neden orada sizler de ya da sizlerin çocukları da yok? Bu yüzden mi bu savaşı bu kadar rahat sürdürüyorsunuz? Soru: Bundan sonra böyle saldırıların gerçekleşmesi mümkün mü? Mümkündür. Daha girift provokasyonlar olabilir. Demokrasi güçlerinin bunlara karşı dik durması esastır. Herkesin savaşa, çatışmaya karşı “Barış hemen şimdi” diye haykırması, ayağa kalkması ve gereği neyse onu yerine getirmesi gerekir. Derinlikten kum çıkarmak Dr. NİMET ELİF ULUĞ Boğaziçi Üniv. Türk Dili ve Ed. Öğretim Üyesi usya’nın yalnızca IŞİD’i değil, Esad’a direkt tehdit oluşturan yerlerdeki radikal grupları ve Özgür Suriye Ordusu’nu da bombaladığı konuşuluyor. Dahası, İslamcı yazarlar Moskova Camii için gururlanırken Putin Erdoğan’la ne konuştuysa, Türkiye geri adım attı. Erdoğan bayram namazı çıkışında “Esad’la geçiş dönemi olabilir” minvalinde sözler söylerken, Merkel’in de “Esad’la diyalog mümkün mesajı aynı gün geldi. Yani Türkiye bölgede oyun kurucu filan değil, aktörlerden yalnızca biri. Daha da kötüsü, belki de oyun dışında. Merkel geçen günkü konuşmasında “ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İran ve Suudi Arabistan Suriye sorununu çözebilir” dedi. Açıklamada ismi zikredilmeyen ülkelerse şöyle: Türkiye, Yeni Türkiye, Büyük Türkiye, NeoOsmanlı Devleti vb. Peki, bu neden böyle? Erdoğan bu konuyla ilgili konuşmasında sanki birileri Türkiye’nin bir şeyleri kabul edip etmemesini umursuyormuş gibi “Rusya’nın Suriye’de attığı adımların ve bombardımanın Türkiye açısından kabul edilebilir bir tarafı yoktur,” diye başladığı sözlerini “Rusya’nın bu adımları onu bölgede zaman içinde yalnızlığa götürecektir” şeklinde noktaladı. Herhalde şu meşhur ‘değerli yalnızlık’tan ders alınmış olacak. O yalnızlık ki, Merkel’in ismini zikrettiği ülkeler listesine Türkiye’nin girememesine sebeptir. Rusya’nın eylemleri Esad’dan başka kuzeyde PYD’nin ve Irak’ta R güç nedir peki? Sanki ABD’nin, Fransa’nın Suriye’ye sınırı varmış gibi, Rusya’yı eleştirirken şu sözleri kullandı Erdoğan: “Rusya’nın Suriye’ye bir sınırı yok. Rusya Suriye’yle niye bu kadar ilgileniyor?” El cevap: Rusya’nın sınırlarıyla çıkarları arasında bir uyum yok, işte tam olarak da bu yüzden, yani sınırlarının dışındaki çıkarlarının peşine düştüğü için Rusya büyük bir güç. Rusların tuhaf bir mizah anlayışı var: Önce Erdoğan’ı çağırıp Moskova Camii’ni açtılar, Kuran okuttular, sonra da Suriye’de “Ilımlı mı? O da ne?” diyerek her türlü İslami grubu bombalamaya başladılar. Barzani’nin desteğini de aldı, Kürt aktörler Rusya’nın kendileriyle de koordineli çalışmasını istiyor. Irak hükümeti Rusya’dan destek bekliyor. Irak, İran, Suriye ve Rusya istihbarat paylaşımı ve analizi için koordinasyon kurdu. Fransa’nın da Suriye politikası değişiyor, geçen hafta ilk kez IŞİD’i bombaladılar ve Esad’ın gitmesi gibi bir ön şartları yok. Aynı Esad’ın İran’la beraber (tabii ki Rus desteğiyle) kara harekâtı başlatacağı söyleniyor. Özetle, Rusya’nın yaptığı şey oyun değiştirmek, boş laf değil. Türkiye’nin bu son haftada olup bitenden çıkarması gereken dersler var. Rusya’nın son bir haftada giriştiği eylemlerden ne anlamalıyız? Demek ki “Vallahi IŞİD’i bombalayacağım” diyerek Suriye’ye girip, hazır girmişken işine geleni bombalamak bir büyük Türkiye’nin aklına gelen dâhiyane bir fikir değilmiş, başkaları da yapabiliyormuş. İkincisi, “Ya ama bize IŞİD’in vurulacağı söylenmişti” diye mağduru oynamak uluslararası ilişkilerde bir işe yaramıyormuş. Bundan başka, bu geçici bir durum gibi de gözükmüyor. Ilımlı muhalefet kod adıyla faaliyet gösteren İslamcı örgütlere daha fazla silah verilse İsrail için güvenlik sorunu doğurur, verilmese Rusya Ortadoğu’da yerleşik hale gelir. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal durumunda bekliyor ABD ve müttefikleri. Mealen, artık bölgede ABD tek değil, Rusya da var. Bir yerde stratejik bir derinlik varsa, tam olarak da bu noktada var. Rusya Suriye’de operasyon yaparken Türkiye ağlak ağlak bakmaktan ötesine gidemiyor, bu muhtemelen stratejik derinliği yüksek bir pozisyon alma yöntemi olsa gerek ki biz faniler anlayamıyoruz. Üstüne, Rusya’nın sınırları dışında operasyon yapmasını anlayamıyoruz bir büyük ülke olarak. Büyük ülke, büyük Kurucu değil, aktör ‘Büyük ülke’ meselesi Rusya’dan dersler NASA, Mars’ta su aradığı ve bulduğu için ABD büyük güç. Almanya Mars’taki suyun kenarında yer kapmak için havlu serme yarışına girdiği için büyük bir güç. Türkiye’nin ise en büyük sorunu, bu yarışa bırakın katılmayı, yarışın varlığından dahi bihaber olması ve enerjisini kimseyi dinlemeyen bir siyasi iktidarın fikrisabitlerine dayanarak aldığı kararlar yüzünden ziyan etmesi. Maalesef bugün yapılan bu hatalar, yarın Türkiye’nin yine aynı yerde saymasının müsebbibi olacak. Sözün özü, Türkiye’yle Rusya’yı dış politikada birbirlerinden ayıran en önemli fark, biri gerçekten güç sahibiyken öbürünün ‘içecek ayranının olmaması.’ Hükümet, Türkiye’nin sınırlı ve iyi işlenemeyen gücüyle Suriye’yi istediği gibi dizayn etmek istedi, bunu yaparken de Yeni Türkiye, Büyük Osmanlı hikâyeleri anlatmakla yetindi. Uluslararası güç olmayı Yozgat’ta, Konya’da yaptığı mitinglerde Büyük Türkiye hayali satmak, Sultanahmet’te dört parmakla Rabia diye haykırtmak sandı. Sandı ki bunlar işe yarar, sanki lafla peynir gemisi yürüyor. Bugün gördüğümüz, peynir gemisinin yürümediğidir. Türkiye’nin neden küresel güç olamadığı ve bölgesel güç olmaktan dahi uzaklaştığı, ligden düştüğüyse birçok yazıya gebe bir tartışma konusu. Türkiye bihaber! 974’te TRT ile girdim hayatınıza. O günden bu yana baya bir zamanınızı aldım. 41 yıl... Yürekten teşekkür ederim, anılarınızda bana yer açtığınız için. Hayatımda sayısız ödül aldım. Renk renk, biçim biçim. Altından olup da bir şey ifade etmeyeni de var, tenekeden olup da paha biçilmezi de. Aldığım ilk birkaç ödülü çalışma masamın üstüne koydum. Çalışacak yer kalmayınca camlı bir dolaba koydum. Dolap isyan edince odamı onlara tahsis ettim. Evi istila ettiklerinde ise sokakta kaldım. Arada bir onları ziyaret ettiğimde hiç dertleri olmadığını gördüm. Üzerlerindeki toza rağmen şikâyet edeni yoktu. Hepsi yerini biliyordu. Birbirlerine saygılılardı. Hiç kavga etmediler. Birbirlerini yemediler. Bir arada mutlu mesut geçindiler. Altından da olsalar, tenekeden de olsalar, hepsi birer ödüldü. Hepsi eşitti. Su aynı su, biraz berrak, biraz kireçli. İki kardeş bir çorap yüzünden kavga edebilirler. Ama komşunun çocuğu sorun çıkardığında iki kardeş birlik olur. Ev sahibi ile kiracı arasında problem olduğunda, bina yıkılacaksa birlik olurlar. O öbürünün tepesinden halı sarkıttığında kavga eden komşular, mahalle maçlarında birlik olur. Hacısı, ateisti takımı gol attığında sarılır, ağlarlar. Düşman ülke sana savaş açtığında ülke birlik olur. Toprağım dediğin adamın her işine koşarsın. Memlekette yüzünü bile görmek istemediğin, başka şehirde canın, memleketlin olur. Toprak aynı toprak, biraz tozlu, biraz killi. Su aynı su, biraz berrak, biraz kireçli. İnsan olarak birbirimizi sahiplenmek, birleşebilmek için uzaylıların dünyayı istila etmesi mi gerekir? Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötülükler çoğaldıkça kanıksanır. Geçmişlerimiz ve benim jenerasyonumdaki insanlar için, eskiler her zaman daha güzel gelmiştir insana. Daha sağlıklı, daha diri, daha dertsiz gelmiştir. Daha adaletli, daha umutlu gelmiştir. Eski zamanlar; “Ah o eski zamanlardır.” Bu mektubumu sizlere değerli bir film festivali vesilesiyle yazıyorum. O yüzden benim için yeri çok ayrı olan bir yönetmenden alıntı yapmakta sakınca görmüyorum. Woody Allen’ın Midnight in Paris filminde zaman atlamaları vardır. Film günümüzde başlar, basit ama fantastik bir yöntemle sürekli geçmişe gider. Filmde o geçmiş dönemler içerisinde Ernest Hemingway, Dali, Picasso, T.S. Elliot, Edgar Dega, Luis Bunuel gibi önemi tartışılmaz insanlara rastlarız. Hepsi, hangi dönemde yaşıyor olurlarsa olsun, kendi geçmişlerinin her zaman daha iyi olduğunu ve ona özlem duyduklarını belirtirler. Hepsinin ağzından “Ahh, o eski zamanlar” Kırca, geçen hafta 5. Bodrum Türk Filmleri Haftası’nda Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne layık görülmüş, devam eden tedavisi dolayısıyla törene katılamamıştı. Ödülü teslim alan oğlu Oğulcan Kırca, törende babasının yazdığı mektuptan bir bölüm okumuştu. İşte Kırca’nın son mektubu... cümlesini bir kez duyarız. Filmin ana önermesi ise sonunda en güzel ânın, içinde bulunduğun, yaşadığın an olduğunu belirtir. İster misin şimdi böyle dedim diye, bu ödül beni mahkemeye versin Yaşadığımız şu an.. Şu an.. Elinizden yaşam boyu onur ödülünü alıyorum. Ödül vermek onore etmektir. Almaksa onore olmak. Düşünüp, cesaret edip, bir şeyi hayata geçirdiğinizde, birileri için değer görüyorsa, sizi ödüllendirirler. Bunun karşılığı maddi karşılığından büyüktür. O işiniz için ödül alırsınız. Yaşam boyu onur ödülü ise, yaşamda yaptıklarınızın, varlığınızın ya da amacınızın topyekün mükafatlandırılması gibidir. Bu ödülün anlamı benim için çok büyük. Bu ödülü de eve götüreceğim. Ama diğer ödüllerin arasında baş köşeye koymayacağım. Ödülsen ödüllüğünü bil. Diğerleri neredeyse oraya, yanlarına koyacağım. O da onlarla birlikte tozlanacak. Onlardan biri olacak. Yaşam boyu onur ödülü de olsan, cumhur’iyet altını da olsan, kimseye ayrı gayrı yapamam. Diğerleri tozlu raflarda dururken, sana saray şeklinde dolap yapmayacağım. Çünkü ödül de olsan, sana hak ettiğin anlamı veren içinde bulunduğu dolabın büyüklüğü ya da şekli değil, bizim sana verdiğimiz değerdir. İster misin şimdi böyle dedim diye, bu ödül beni mahkemeye versin? Güzel şeyler paylaşabildiysek sizinle, ne mutlu bana. Benim jenerasyonumda bir insan çabalarının meyvesini görememe durumuna mı üzülmeli, yoksa daha kötülerini yaşamayacak olduğu için teselli mi bulmalı şu an bilemiyorum. Yine Woody Allen, “Bir yönetmenin en büyük hatası, bu kötü senaryoyu çekerek adam ederim demesidir’’ der. Siz de yönetmensiniz. Ailenizi yöneten, işinizi yöneten.. Etrafınızı yöneten. “Şu an’’, yöneten. Birlik verip bu senaryoyu değiştirin ki, filminiz de iyi olsun. Dik durun... Adil olun, sabırlı olun, enerjinizin sirayet etmesine müsaade edin. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle. Atatürk’le kalın, Cumhuriyetle kalın, hoşça kalın!!” C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle