19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 OCAK 2015 PAZARTESİ [email protected] 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sıkı Fıkı AKP Devleti Y eni yılda yasamanın ilk sırasını iç güvenlikle ilgili torba yasanın alması planlanıyor: “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”. Tasarının gerekçesi, Kobani çatışmaları vesilesiyle yaşanan 78 Ekim olaylarına dayandırılmakta ve bundan, “yeni tedbirler alınmasını zorunlu kıldığı” sonucuna varılmaktadır. Bunun bir gerekçeden ziyade bir bahane olduğuna dikkati çekelim. TSK’nin kışlasına çekildiği son iki yıllık “ateşkes” döneminde, alan hâkimiyetinin PKK’ye geçtiğini bilmeyen yok ve bunu bakanlar bile dile getiriyor. Dolayısıyla, “çözüm” müzakerelerinde Kürt siyasi hareketinden bölgede “kamu düzeninin” sağlanmasını talep eden bir iktidarın asli gerekçesi Kobani tepkileri olamaz. Bu paketin asıl hedefi PKK ve şehir eylemleri değildir. Esasen böyle güvenlik paketleriyle etnik milliyetçi kalkışmaların üstesinden gelmek de mümkün değildir. Onun kendi siyasi mecrası vardır ve artık bir polis devletinin koyulaştırılması üzerinden baş edilemez. Peki, asıl gerekçe nedir? Asıl gerekçe, yeni rejim inşasının önüne çıkan engelleri temizlemektir. 2007 Cumhuriyet mitingleri ve 2013 Gezi Direnişleri, AKP’nin yeni rejim inşasına karşı çıkan en güçlü kitlesel tepkileri oluşturmuştur. Bunlardan birincisi, Cemaatle işbirliği yapılarak ve potansiyel tehdit olarak görülen TSK’yi de hedefe koyarak sindirilmiştir. Ancak bu “sindirmeden” sonra Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir kitlesellik ve kararlılıkla AKP’nin toplum projesini İç güvenlik paketinin asıl hedefi PKK ve şehir eylemleri değildir. Esasen böyle güvenlik paketleriyle etnik milliyetçi kalkışmaların üstesinden gelmek de mümkün değildir. Asıl gerekçe, yeni rejim inşasının önüne çıkan engelleri temizlemektir. OĞUZ OYAN CHP İzmir Milletvekili reddeden Gezi Direnişi’nin ortaya çıkabilmesi, yeni muktedirleri şaşkına uğratmıştır. Soma, Yatağan, Yırca gibi işçiköylü direnişleri de artık yeni halk tepkilerinin her an patlayabileceğini göstermiştir. Buna eklenen iktidar içi kapışmalar ve 17 Aralık 2013 sonrasında yolsuzlukların gizlenemez duruma gelerek yönetimin meşruluğunu tehdit etmesi, iktidardan gitmemek üzere gelmiş olan siyasi hareketi hukuk düzeninde yeni otokrasi arayışlarına itmiştir. Bunun en sıcak örneği 2 Aralık 2014’te yasalaşan “yargı paketi” olmuştu. Şimdi bunun peşine takılmak istenen “iç güvenlik paketi”ni meşrulaştırmak için iktidar kanadı, gelişmiş ülkelerdeki kimi güvenlikçi düzenlemeleri cımbızla çekerek ve o ülkelerin mevzuatındaki dengeleri ve demokratik kamuoyu tepkilerini yok sayarak kendisine gerekçe bulmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, tasarının gerekçesindeki “özgürlükgüvenlik dengesini bozmadan tedbir almak” iddiası da, gerçek niyetleri perdelemekten başka bir işleve sahip değildir. Türkiye’de zaten dengesiz olan “özgürlükgüvenlik” ilişkisinde sarkacın güvenlikçi devlet yönüne ölçüsüz derecede kaymasına yol açacak aşırılıklar tasarıda saymakla bitmiyor: Kolluğu güç, silah ve yetki (arama, gözaltı, dinleme) kullanımında kontrol dışına çıkarabilecek aşırı bir serbestlik/ keyfilik alanı oluşturulması; l Bu kapsamda, adli arama ve yakalama yerine idari arama ve yakalamanın geçmesi, “önleme yakalaması/tehlike yakalaması” gibi yeni kavramlarla suç oluşmadan önce yakalamaya imkân tanınması (“Azınlık Raporu” bilimkurgu filminde olduğu gibi) ve bunun kolluk inisiyatifine bırakılması; (savcının bilgisi dışında gerçekleşeceği için suçun ortaya çıkmadan önlenmesi eylemi, bireysel özgürlüklere yeni bir tehdittir ve Türkiye pratiğinde emniyette kaybolan kişiler listesinin uzamasına yol açabilecektir); l Polise “boyalı su” sıkma yetkisi verilmesi, böylece anayasal gösteri hakkını kullananların peşinin bırakılmaması; kolluğa, elinde ateşli silah olmayan göstericilere ateşli silahla karşılık verme yetkisi verilmesi; l Polis ve jandarmanın 24 saatlik gözaltı yetkisinin 48 saate çıkarılması; l Önleme dinlemesinde hâkimin 24 saat yerine 48 saatte karar verebilmesi; l Valiye, savcı yetkileri vererek yürütmenin aşırı güçlendirilmesi; l Jandarmanın önemli ölçüde İçişleri Bakanı ve valilerin denetimine sokulması; l İktidar içi çatışma doğrultusunda emniyet teşkilatında yeni bir tasfiye başlatılması... Bunlara, Büyükşehirlerde Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı’nı valinin emrinde “atama bir il özel idaresi”ne dönüştüren düzenleme de eklenebilir. Özetle, merkeziyetçiliği güçlendirip erkler ayrılığını nominalleştiren; demokratik halk tepkilerini bastırmak adına bir korku toplumu oluşturmaya yönelen bir tasarının, kişi hak ve özgürlükleri için yeni bir tehdit oluşturacağı açıktır. Yönetim meşruiyetini giderek yitiren iktidar, koşar adım faşizme gitmektedir. Ama bu düzenlemelerin dahi yeterli olmayabileceği bir kitlesel tepkiler dönemine girilmektedir. Yolsuzlukla İmtihan Günü Hükümet, 2014 yılını ilk gününden son gününe kadar, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından olan 17 Aralık Soruşturması’nın kamuoyuna ‘Yolsuzluk değil darbe girişimi’ olarak algılatılması çabasıyla geçirdi. Cumhurbaşkanlığı’na çıkan Erdoğan ile arkasından başbakan olan Davutoğlu’nun tüm çabalarına karşın AKP içinde ‘Dördünü olmasa bile bazı bakanları Yüce Divan’a gönderelim’ eğilimi ortaya çıkınca yıl yolsuzluk kriziyle noktalandı. Meclis’te kurulan Soruşturma Komisyonu’ndaki oylamaya saatler kala, Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile Başbakanlık tarafından yapıldığı ileri sürülen müdahaleler sonrasında kritik oylama ertelendi. AKP’nin ‘millet iradesi’ diyerek toz kondurmadığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yargı yetkilerine sahip en etkili komisyonu olan soruşturma komisyonunda 17 Aralık iddialarına ilişkin o kritik oylama bugün yapılacak. Dolayısıyla 2015 yılı AKP açısından bugünkü ‘yolsuzluk imtihanı’ ile başlıyor. Geriye doğru bakıldığında AKP elindeki tüm iktidar gücünü 17 Aralık iddialarının bağımsız yargıda görülmesini engelleyecek düzenlemeler hazırlayıp hayata geçirmeye harcadı. HSYK yeniden dizayn edildi. Soruşturmayı yürüten savcılar görevden alındı, sürüldü ve son olarak açığa alındı. Soruşturmada görev alan emniyet görevlileri ise sadece sürülmekle kalmadı, sonunda kendilerini cezaevinde buldular. Bugüne kadar sadece Meclis’te kurulan Soruşturma Komisyonu işlerliğini sürdürmeyi başarabildi. O da çoğunluğu elinde bulunduran AKP’nin çizdiği son derece dar sınırlar içinde tutularak. O sınırlı çerçeve dahi 17 Aralık soruşturması kapsamındaki büyük rüşvet ve yolsuzluk idialarını örtmeye yetmedi. AKP’nin komisyon çalışmalarını gözden kaçırma yönündeki tüm çabalarına karşın mızrak çuvala sığmadı. Nitekim iktidar, çareyi komisyon çalışmaları hakkında basına yayın yasağı koymakta buldu. Ve nihayet bugüne geldik. Bugün Soruşturma Komisyonu önemli bir imtihandan geçiyor. Komisyon Meclis adına görev yaptığı için aslında bu sınavı Meclis veriyor. Beklenirdi ki haklarında bu kadar önemli iddialar bulunan bakanlar bu sınavda çıkıp ‘Yüce Divan’da aklanalım’ desinler. Hatta Başbakan Davutoğlu’nun bu yönde bir sözü olduğu dahi kulislere yansıdı. Ancak sonrasında hava değişti. AKP’li bakanlar, yöneticiler ve hatta soruşturma komisyonu üyesi milletvekillerinin demeç ve sosyal medya mesajlarına bakılırsa komisyondaki iktidar çoğunluğu bakanları Yüce Divan’a göndermeme kararı verebilir. Bugün dört bakanı da aklama kararı çıkarsa bu, AKP’nin yolsuzlukla ilgili en ciddi sınavından çakması anlamına gelecek. 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasına ilişkin nihai oylama ise önümüzdeki aylarda TBMM Genel Kurulu’nda yapılacak. Orada tüm milletvekilleri karar verecek. İşte Genel Kurul’daki o oylama deyim yerindeyse “Meclis’in yolsuzlukla imtihanına” dönüşecek. Bugün Soruşturma Komisyonu’ndan ne karar çıkarsa çıksın Meclis’in bakanları Yüce Divan’a gönderme yetkisi hala elinde olacak. Meclis Genel Kurulu’nda da çoğunluk AKP’nin elinde. Ancak oylama gizli oy şeklinde gerçekleşecek. Bu nedenle demokrasinin olmazsa olmazı olan ‘iktidarların hesap verebilirliği’ ilkesine inancın galip gelmesi gerektiğine ve Meclis’in yolsuzluktan sınıfta kalmaması gerektiğine inanmak istiyoruz. Ancak Genel Kurul’da da iktidar çoğunluğu ile aklama yönüne gidilmesi ihtimali yok değil. Hiçbir demokratik ve hukuki ilke düşünülmeden sadece siyasi hesaplar ve telkinlerle aklama yönünde karar verilirse Meclis yolsuzlukla en önemli imtihanını verememiş olacak. O karar Meclis kadar AKP için de anlam taşıyacak. İktidarının 12. yılında hakkındaki yolsuzluk iddialarını hâlâ yargıda değil sandıkta aklama arayışında bir parti olarak tarihe geçecek. Örtmek için her şeyi yaptılar Sinyaller koruma yönünde Umberto Eco ve Faşizm Ç ocukluğunun iki yılını silahlı çatışma içinde geçiren Umberto Eco, SS’ler, faşistler ve partizanlardan nasıl sakınılacağını öğrenip “özgürlük” sözcüğünün anlamını kavrıyordu. Halkın yönetimlere ne türde tepkiler verdiğini 2. Dünya Savaşı sırasında gözlemleyip, halkın yönetimlere göre şekil aldığını belirtmiştir. Eco dönemin din anlayışı ve Mussolini’nin felsefesine de değiniyor: “Mussolini’nin bir felsefesi yoktu, yalnızca belagati vardı. Başlangıçta ödün vermez bir ateistken, sonradan kilise ile konkordato imzalamış ve faşist flamaları kutsayan piskoposlarla iyi ilişkiler içinde olmuştur.” Mussolini döneminde sanat ve edebiyat alanında faşist rejim ile taban tabana zıt olsa bile bazı akımlar engellenmemiştir. Bunun nedeni ise bu sanat ve edebiyat eserlerinin halkın gözünde anlaşılmaz olmasıdır. Ancak bu İtalyan faşizminin kesinlikle hoşgörülü olduğunu göstermiyor. Gramsci ölene kadar hapiste kalmış, muhalefet liderleri suikastlara kurban gitmiş, özgür basın susturulmuş, sendikalar dağıtılmıştır. Yasama erki kâğıt üstünde kalmış, hem yargıyı hem kitle iletişim araçlarını denetleyen yürütme gücü doğrudan yeni yasalar çıkarmıştır. Eco faşizmi 14 ayrı başlık altında tanımlarken günümüze ışık tutar: MURATHAN BİRİNCİ Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Lisans öğrencisi 4. Faşizmde farklılıklar korku kaynağıdır. 5. Eco’ya göre faşizmin ekonomik bir bunalım döneminde alt kesimlerin baskısına karşı kendine destekçi arar ve bu destekçi “eski proleter yeni burjuva”dır. 6. Faşizmde yandaşların bir araya gelebilmesi için ortak düşmana ihtiyaç vardır. Faşizm yandaşları kendilerini bir düşman tarafından sıkıştırılmış hissetmelidir. Bu durumlarda genellikle yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığına başvurulur. (Bkz. Altın Şafak) 7. Faşizmde insanlar kendilerini yabancıların zenginliği altında ezilmiş hissetmelidir. Eco’ya çocukluğunda İngilizlerin “günde beş öğün yemek yiyen halk” olduğunun öğretilmesi buna bir örnektir. 8. Faşizme göre yaşamak için mücadele edilmez, “mücadele etmek için” yaşanır. Faşizm barışseverliği düşmanla işbirliği olarak görür. Çünkü yaşam sürekli bir savaştır. 9. Her yurttaş partiye üye olmalıdır. 1. Eco’ya göre faşizmin ilk özelliği gelenek kültü’dür. Gelenekçilik faşizmden çok daha eskidir. Kendi geleneklerine bağlılık varken diğer kültürler dışlanır. 2. Faşizmde düşünme yoktur, sadece faşist eylemler vardır. Eylem için eylem sürekli vurgulanır. Faşizmde entelektüel düşünceye karşı bir tavır alış vardır. Eco burada Goebbels’in “Ne zaman kültürden söz edilse tabancamı çekerim” sözünü hatırlatıyor. 3. Faşizm eleştiriyi reddeder. Faşizmde görüş ayrılığı ihanettir. Liderin gücü kitlelerin zayıflığından gelir. Kitleler o kadar çaresiz ve zayıftır ki bir kahramana ihtiyaç duyar. 10. Faşizmde herkes kahraman olmak için yetiştirilir. Kahramanlar nerdeyse mitolojik varlık haline getirilir. Onlara göre ölüm en büyük kahramanlıktır. Günümüzde özellikle askeri okullarda bu kahramanlık öğretilirken, zorunlu askerlik ölümün getireceği kahramanlıkla görev haline getirilir. 11. Faşizm kadını küçük görür. 12. Faşist yönetimlerde demokratik seçimler yoktur. Lider kitlelerin sözcüsü konumundadır. Propaganda ile bireysel düşünceler etkilenerek, kitlelerin aynı şeyi düşünmesi sağlanır. 13. Okul ideolojik aygıtların başında gelir. Tüm okul kitaplarında, karmaşık ve eleştirel akıl yürütmenin araçlarını sınırlandırmak üzere, son derece sınırlı, kısıtlı bir sözcük dağarcığı ve ilkel bir sözdizimi temel alınır. Eco, faşizm sonrası özgürlük kavramının unutulmaması gerektiğini ve faşizmin her zaman askeri değil sivil kıyafetle de karşımıza çıkabileceğini belirtir. Eco, görevimizi “faşizmin maskesini düşürmek ve ona karşı her an dikkatli olmak” olarak açıklamaktadır. Umberto Eco’nun engin bilgisi ile yazıyı şöyle bitirelim: Özgürlük ve kurtuluş, asla sonu gelmeyecek bir görevdir. Sloganımız şu olsun: “Unutmayın.” Son kararı Meclis verecek Yargıda değil sandıkta C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle