19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 OCAK 2015 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 850 kişinin işine bir maille son verildi TPAO’nun yan kuruluşu Türkish Petroleum International Company’de (TPIC) çalışan 850 kişinin iş akitlerine bir mail yoluyla son verildi. TPIC çalışanları 6 Ocak’ta Batman’da büyük bir eylem yapacak. CİVAN DEĞER Ermenek’te işler kötüye gidiyor BATMAN Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı (TPAO) yan kuruluşu olan Türkish Petroleum International Company’de (TPIC) çalışan 850 kişi iş akitlerinin bir mail yoluyla son verildiğini iddia etti. Batman kent merkezi belediye önünde bir araya gelen işçiler bu uygulamayı kabul etmediklerini, konuya bir an önce bir çözümü bulunmasını istediler. Toplanan kişiler adına açıklama yapan sondaj işçisi Sait Şen, iki kurum arasındaki mağdurların işçiler olduğunu belirterek yılbaşı gecesi kendilerine kim tarafından gönderildiği belli olmayan mail ile işlerine son verildiğini ifade etti. Şen, “Bu mail ile 850 insan işsiz kaldı. Bu da yaklaşık olarak 5 bin aile ekmeksiz kalıyor demektir. Bu durum yaşanırken karşımızda hiçbir yetkili ve muhatap yok. Petrol fiyatları bahane edilerek işimize son verildi. TPIC çalışanları olarak 6 Ocak’ta büyük bir eylem yapacağız. Düşük ücretle yaz kış demeden çalıştık. Büyük sıkıntılar altında işimizi yapmaya çalıştık. Kimsenin ulaşamadığı yerlerde biz sondaj yaptık ve emek harcadık” açıklamasını yaptı. İşçilerden Osman Taşdemir, çalıştıkları şirketin kendilerini birer cenaze gibi ailelerine teslim ettiğini kaydederek “Yıllardır bu şirkette emek harcamamıza rağmen tek kalemle bizi silebildiler” dedi. Enes Birlik isimli sondaj işçisi ise 2010’da Dokuz Eylül Üniversitesi Sondaj Teknolojisi Teknikerliği Bölümü’nden mezun olduğunu anlatarak “Yöneticilerin bir yıllık sözleşme yapıldı vaadine rağmen işimize son verildi” dedi. ‘Maliye Bakanı Şimşek’in yeni yıl armağanı’ Türkish Petroleum International Company’nin işsiz bıraktığı emekçilerin anlattıkları şöyle: Sedat Hazer: Türkiye’nin para patronu Batman Milletvekili ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in hemşerilerine yeni yıl armağanı oldu. Biz zaten kölelik sistemi ile çalışıyorduk. O köleliği de bize çok gördüler. Bizi işten çıkardıktan sonra sanki bize iyilik yapıyorlarmış gibi, bizi asgari ücretle ve geçime kadar değil de seçime kadar oyalamaya çalışıyorlar. Hüseyin Altun: Yıllardır verdiğimiz emek hiçe sayıldı. Yüzlerce işçinin bir anda alınan tek taraflı kararla işten çıkarılması vicdansızlıktır. 2010’dan beri çalışmaktayım. Ben de bu işin okulunu okudum. Aynı zamanda işletme fakültesi mezunuyum. Ayrıca Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği’ni terk ettim. Gelinen noktada verdiğim emeklerin karşılığı bir sabah uyandığımda işime son vermeleri oldu. Bunca emek ve alın teri bir anda silindi. Mehmet Emin Gültekin: Bazı genç arkadaşlarımız kendilerine yeni hayatlar kurma aşamasında. Kimisi yeni evlenmiş, kimisi daha düğün hazırlığı yapmakta. Bazıları kredi ile ev almış. Şimdi bu emekçi insanların mağduriyetlerini kim giderecek? Mehmet Salih Taş: Yaklaşık 10 yıldan beri çalışmaktayım. Gün geldi 36 saat sahada çalışarak işlerin aksamaması için durmadan çalıştık. Bir taraftan hak, hukuk ve emek naraları atılırken diğer yandan işçi kıyımı devam ediyor. Mehmet Veysi Güney: TPIC yöneticileri bundan 20 gün önce kuleleri dolaşarak TPAO’dan sondaj ihaleleri aldıklarını söylediler; bundan dolayı birçok arkadaşımız gerek borçlanarak gerekse kredi çekerek bu sözleşmeye güvenip ağır bir yükün altına girmiştir. Müdüre zam var Karaman’ın Ermenek ilçesinde 18 işçinin hayatını kaybettiği maden faciasının ardından, bölgedeki maden işçileri geçim sıkıntısına düşüp zor günler yaşamaya başladı. Özellikle kazanın olduğu Has Şekerler Madencilik Şirketi’nde çalışan işçiler biriken 5 aylık ücretlerini alamadı, diğer 7 madende çalışma durdu. Bölgede madenciliğin dışında iş imkânı bulunmadığı için ekonomik kriz her kesime dalga dalga yansımaya başlarken, nakliyeciler kamyonlarını satma, esnaf kepenk kapatma noktasına geldi. Bu gelişmeler yaşanırken, bölgedeki özel bir maden ocağı da kendisine ait olan 2 işletmeden bir tanesini tamamen kapatma kararı aldı. Şirket yetkilileri yaklaşık 120 işçiye iş akitlerinin 1 Ocak 2015 itibarıyla sonlandırıldığını bildiren tebligat gönderdi. Ermenek Esnaf Odaları Başkanı Ali Bardak yaşanan olaylardan dolayı Ermenek’te büyük bir ekonomik sıkıntı yaşanmaya başladığını söyledi. Sorun Dil Değil, Düşünce! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız” sözleri, kamuoyunda hak ettiği ölçüde bir toplumsal duyarlılıkla değerlendirilmedi; bir bakıma geçiştirildi. Konu üzerindeki yazı ve yorumlar da Türkçe ile felsefe yapılabileceği ile ilgiliydi. Oysa konu dilden çok düşünce yönüyle olağanüstü önemlidir. HHH Yunanca sevgi ve bilgi sözcüklerinin birleşmesinden türetilen felsefe sözcüğünün özünde özgür düşünce ve bunun anlatımı vardır. Dil yalnızca bu anlatımın aracıdır. Ulusun başındaki kişinin o ulusun dili ile düşünülemeyeceğini; Türkçenin düşünmek için yetersiz olduğunu öne sürmesi, tek sözcükle ürkütücüdür. Gerçekte, Cumhurbaşkanı’nın söylemde ve eylemde savunduğu siyasal İslamın Türkçe ile hiç de barışık olmadığı bilinmektedir. O anlayış, değil kendi dilinde dua etmeyi, birlikte dua etmeye çağrı olan ezanın bile Türkçe olmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Son günlerde görülen Osmanlıcanın liselerde zorunlu ders kılınması girişimi de temelinde Türkçeyi önemsizleştirme özleminin bir yansımasıdır. HHH Önemle vurgulamak gerekir ki, Türkçe ile felsefe yapılamaz anlayışının asıl dayanağı dil değil, felsefedir; yani, düşüncenin kendisidir. Derinlemesine düşünmek anlamına da gelen felsefe, varlık, yer ve zaman bağlamında gerçeği bulmaya uğraşır; bilginin kaynağını araştırır; ahlak bakımından doğruyu ve yanlışı saptamaya çalışır; güzeli, sanatı, estetiği irdeler ve özellikle dikkat edin, felsefe, din kavramının kökeni nedir sorusuna yanıt arar. Cumhurbaşkanı, bu ülkenin Türkçeden başka dil bilmeyen milyonlarca insanına, koca bir ulusa, siz bu konularda akıl yürütmeyin, bu konuları sorgulamayın; irdelemeyin, eleştirmeyin, özetle düşünmeyin çünkü diliniz buna elverişli değil, diyor! Çok önemli bir soru da şudur: Bu görüşü, toplumun sesi olması gereken siyaset, basınyayın ve üniversite çevreleri, yapılıyor ya da kısmen de olsa yapılıyor demenin ötesinde, hangi duyarlılığı gösterdi; ne ölçüde doğru ve etkin bir biçimde değerlendirdi? HHH Cumhurbaşkanı bu görüşlerini, üstelik, Başbakan olur olmaz yönetimine el koydurduğu, şimdilerde paralel yuvası olmakla suçladığı, üst yönetimine hayvanat bahçesi müdürü gibi ilgisiz kimseler atanan, üstelik, 2009’da C. Darwin ile ilgili bir bilimsel yazının kendi dergisi Bilim ve Teknik’te yayınını engelleyen, yani sansürcü TÜBİTAKTürkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun 24 Aralık’ta yapılan Bilim Ödülleri töreninde açıkladı. Tören, 2015’e girilirken devletin en tepesinden düşünceye ve bilime bakışın çok anlamlı bir fotoğrafıydı. HHH İnsanlık tarihinde özgür düşünce ve anlatımın gelişimi hiç de kolay olmamıştır. Bu konuda iki örnek büyük bir uygarlık farklılaşması sürecinin başlangıç kanıtlarıdır. İslam dünyasında Hallacı Mansur’un (858922) EnelHak, (Hak Benim) diyebilmesi önemli bir aşamadır. Bunun karşılığı Abbasi Halifesi Muktedir’in emriyle derisinin yüzülmesidir. Hıristiyan dünyasında özgür düşüncenin yolu ise ancak altı asır sonra R. Descartes’in (15961650) “Düşünüyorum öyleyse varım” sözleri ile sonuna kadar açılmıştır. Yalnız ve ancak düşünüyorum ve varım diyebilen, bağımsız düşünebilen insanlardan oluşan topluluklar egemenliğin kaynağını gökten yere indirir ve kendi kendini yönetmek için kullanır. Egemenlik gerçekten ulusun olur! HHH Bir ulusa senin dilinle düşünce olmaz denilmesi, eğer doğru anlamlandırılırsa ya da gerçekte, sen düşünemezsin; bu nedenle de kendinin egemeni olamaz; kendi kendini yönetemezsin demekten başka bir şey değilse nedir?! Hoş geldin 2015! çalışana yok Ekonomi Servisi Geçen yıl özel sektörde en fazla maaş zammını “hızlı tüketim” sektöründe çalışanlar alırken, 2015 için ise patronların “mavi yaka”ya yani işçiye değil de işçinin başındaki şef ve müdüre daha fazla zam yapmayı planladığı ortaya çıktı. Türkiye İnsan Yönetimi Derneği’nin 77 şirketin katılımıyla gerçekleştirdiği “2015 Yılı Ücret Araştırması”na göre, enflasyonun çift haneli rakamlarda dolaşmasına karşın, 2015 için ortalama ücret artışı yüzde 9 düzeyinde kaldı. İşçiye yapılan zam yüzde 8.5 kalırken, uzman, memur, asistanın maaşı için zam yüzde 8.84, direktör ve genel müdür düzeyinde yüzde 9.57, şef, müdür düzeyinde ise yüzde 9.84 oldu. Hızlı tüketim sektöründe çalışanların zam oranı ise yüzde 14’ü buldu. En az maaş zammı alanların ise içinde medya çalışanlarının da bulunduğu profesyonel hizmetler kategorisinde çalışanlar aldı. Bu kategoride çalışanların maaş zammı yüzde 6.5 düzeyinde kaldı. Katılımcıların yüzde 85’i yılda bir kere ücret artışı gerçekleştirirken, yüzde 15’i yılda iki kere zam yapacağını belirtti. Şirketlerin yüzde 57 oranında çalışanlarına sağlık sigortası ve şirket aracı sağladığı, yüzde 29 oranında ise hayat sigortası yaptırdığı ortaya çıktı. Katılımcıların yüzde 44’ü 2015’te ikramiye ve prim gibi ücret tamamlayıcılarında herhangi bir değişiklik olmayacağını belirtti. Memur yine enflasyon kurbanı KamuSen’in açıklamasına göre hükümet memur maaşlarına 2013 Ağustos ayı enflasyonunu baz alarak zam yaptı. Böylece geçen yıl ocakta alınan yüzde 0.27’lik enflasyon farkı 2015’e yansımadı. Tarladan markete fiyatlar uçtu Ekonomi Servisi Üretici ve market arasındaki fiyat farkı maydanozda yüzde 569.57, portakalda yüzde 436.11, kuru incirde yüzde 332.67, mandalinada yüzde 331.22’ye ulaştı. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, üretici ile tüketici arasında 45 hatta 6 kata varan fiyat farklarının kabulünün mümkün olmadığını belirterek “Tarlada 12 kuruş olan bir demet maydanozun fiyatı markette 77 kuruşa, 6.7 ka tına çıkıyor. Yine bahçede kilogramı 42 kuruş olan portakal, markette 2 lira 25 kuruş oluyor. Bu kadar fiyat farkı olur mu?” dedi. Bayraktar, çiftçinin 1 kazanırken, aracının 34 kazandığını, çiftçi cefayı çekerken, aracının sefayı sürdüğünü vurguladı. Markette en fazla fiyat artışının yüzde 38.29 ile patlıcanda meydana geldiğini belirten Bayraktar, üretici fiyatlarında en fazla artışın yüzde 64.44 ile ıspanakta olduğunu belirtti. Ekonomi Servisi Memura yine enflasyon dikkate alınarak yılın ilk altı ayı için yüzde 3, ikinci altı ayı için de yüzde 3 zam yapıldı. Ancak KamuSen’in açıklamasına göre, 2015 katsayıları 2013’ün Ağustos ayı baz alınarak hesaplandı. Böyle olunca da memurların 2014 yılının Ocak ayında aldıkları yüzde 0.27’lik enflasyon farkı 2015 yılına yansımamış oldu. KamuSen, Maliye Bakanlığı bu hatayı düzeltmediği takdirde memurların maaş artışının yüzde 3 değil, yüzde 2.72 olacağını belirtti. Sendikanın açıklamasına göre, Ağustos 2013’te maaş katsayısı 0.076791 iken 2014’te yüzde 0.27 enflasyon farkı eklendi ve 0.076998 olarak uygulandı. Ancak imzalanan toplusözleşmede bu artış öngörülmediği için 2015’in maaş katsayısı 0.076791 rakamı üzerinden yüzde 3 artırıldı ve katsayı 0.079308 olması gerekirken 0.079095 olarak belirlendi. Bu hesaba göre, 2 bin 500 lira maaş alan bir memur aylık 6.95 lira; 3 bin lira maaş alan bir memur aylık 8.34 lira; 3 bin 500 lira maaş alan bir memur ise aylık 9.73 lira zarara uğrayacak. Türkiye’de yaklaşık 2 milyon 360 bin memur olduğu düşünülürse, devlet her ay memura toplam 18 milyon liraya yakın daha az bir ödeme yapacak. Pegida (“Batı’nın Müslümanlaşmasına karşı yurtsever Avrupalılar”), sağ popülizmin en son, bence dikkate değer örneğini oluşturuyor. Pegida, Almanya’da Dresden kentinde ekim ayından bu yana katılımı, on binlerle ifade edilen gösteriler düzenliyor; etkinliği aynı güçte olmasa da başka kentlere de yansıyor. Dahası, adından anlaşılabileceği gibi Pegida, tüm Avrupa’da yabancı düşmanlığı temelinde ortak bir Avrupalı “yurtseverler” kimliği inşa etmeyi amaçlıyor. Henüz bu noktadan çok uzaktayız. Ancak, daha şimdiden, Almanya’da iktidardaki koalisyonun ortağı muhafazakâr partilerden politikacılar “Pegida’yı önyargısız dinlemek gerekir”... “birçok noktada görüşlerimiz örtüşüyor” demeye başladılar. Spiegel’in bir araştırmasına göre, “Alman halkının yüzde 34’ü Pegida’nın protestosunu haklı buluyor, ülkenin çok fazla Müslümanlaştığına inanıyor”. Reuters’in aktardığı bir araştırma, Almanların yüzde 13’ünün protesto yürüyüşlerine katılabileceklerini, yüzde 29’unun protestoları haklı bulduğunu gösteriyor. Pegida’ya benzeyen ama çok daha etkili “UKIP” (İngitere’nin Bağımsızlığı” partisinin belediye ve ara seçimlerde başarılar elde etmeye başladığı İngiltere’de muhafazakâr Daily Telegraph, Pegida’nın protestolarını olumlu bir dille veriyor. The Economist barışçı yanına dikkat çekiyor. AB sürecini büyük sermayenin yönlendirdiğini, tarihte bu kesimin milliyetçi akımları nasıl kullandığını anımsarsak nasıl zehirli bir karışımın mayalanma olasılığıyla karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz: Hıristiyanlık ve yabancı düşmanlığı temelinde oluşan bir “vatandaşlık” üzerinden birlik... Düşünmesi bile kâbus!.. Yunanistan’da erken seçimlerin, daha da önemlisi sol eğilimli SYRIZA’nın bu seçimleri kazanarak hükümeti kurma olasılığının gündeme gelmesi, Avrupa Birliği projesinin yumuşak karnını gözler önüne serdi: Avrupa Birliği ülkelerinin hükümetleri, bir ekonomik bütünleşme, benzeşme, giderek bir tür siyasi birlik oluşturmak istiyorlar, ama bu projeyi sahiplenecek, savunacak bir ortak Avrupalı kimliği, bir Avrupa vatandaşlığı bir türlü oluşamıyor. Geçen hafta, Financial Times’da, Gideon Rachman’ın da vurguladığı gibi, “seçmen bu projenin öndeki en büyük engel”… B projesinin yumuşak karnı Diğer taraftan, birçok devleti birden bir ortak proje için hareket ettirmeye sıra gelince, olmazsa olmaz bir hegemonya ilişkisi sorunu var. Bu hegemonya, liderlik ilişkisi istikrara kavuşmadan projeyi ilerletecek adımları atmak bir yana, saptamak bile neredeyse aşılmaz bir engele dönüşüyor. Mali kriz, Avrupa Birliği projesinin ekonomik boyutu içine gizlenmiş olan egemenlik bağımlılık (emperyalizm) ilişkilerini açığa çıkardı. Böylece bu ilişkinin “egemenler” kısmını oluşturan birkaç ülke içinde liderlik konumuna oturmaya başlayan Almanya’nın, bu emperyalist ilişkinin bağımlılık kısmındaki ülkelerin ekonomilerini, nasıl sermaye ve mal ihracı yoluyla kendi ekonomisini ayakta tutmak için kullandığını, bu arada borçlandırarak AB projesinin hegemonya sorununu çözmekte kendisinden yana çalışacak mali şiddet ve şantaj araçlarını ürettiğini ortaya çıkardı. Böylece, krizdeki ülkelerin halklarının Almanya’nın liderliğini benimsemesi, A hükümetlerinin de Almanya’nın dayattığı ekonomik politikaları izlemesi daha da zorlaştı. Avrupa Birliği’nin en zengin ve büyük ülkesi olmasına karşın Almanya’nın birliğin ekonomik krizini çözecek kaynakları harekete geçirme, böylece hegemonya sorununu da aşma şansı zayıfladı. Birliğin de geleceği üzerinde, üyelerini bir arada tutmaya devam edebilme bağlamında karanlık bulutlar oluştu: Avrupa Birliği’nin mali krizini sermayeden yana aşabilmek için birlik çapında tek bir ortak politikanın, kimi üyelerin sıkıntı çekmesi pahasına uygulanması gerekiyor. Bunun için kararlı ve etkili bir siyasi liderlik gerekiyor; ancak çeşitli uluslara bölünmüş Avrupa ülkeleri halkları bu konuda kimseye, hele şimdi Almanya’ya evet demek, liderliğine rıza göstermek eğiliminde değil. Bu koşullarda birlik karşıtı partiler güçleniyor, yaşamları seçimlere bağlı hükümetler adım atmakta zorlanıyor, ne yapacaklarını “rızayı” nasıl inşa edeceklerini bilemiyorlar. Bu karmaşıklık içinde son yıllarda giderek merkez partileri aleyhine, güçlenen iki siyasi akım dikkat çekiyor: Sağ ve sol popülizm. Burada popülizmi, birden fazla sınıfa aynı anda dayanmaya çalışarak bir “halk hareketi” oluşturma çabası anlamında kullanıyorum. Sol popülizm içinde, umut veren örnekler olarak Yunanistan’da SYRIZA, son bir yıl içinde de İspanya’da Podemos dikkat çekiyor. Bu iki partinin de bu yıl içinde yapılacak seçimlerde büyük başarı göstermeleri bekleniyor. Avrupa Birliği ve Yeni Popülizm Sağ ve sol popülizm Sol popülist partiler, ilke olarak Avrupa Birliği’ni terk etmekten yana değiller. Bu partiler, Almanya, genel olarak da egemen sermaye tarafından dayatılan neoliberal kemer sıkma, diğer bir deyişle kaynakları, iş yaratacak, sosyal güvenliği artıracak, sağlık, eğitim, altyapı alanlarında geleceğe dönük yatırımlar yerine, sermayenin kurtarılmasına yönlendirme politikalarına karşılar. SYRIZA, seçimleri kazanırsa AB’den Yunanistan’ın borçlarının yarısının silinmesini isteyecek. Özetle, bu kanatta, “eğer AB içinde kalmamızı, bir anlamda Almanya hegemonyasını kabul etmemizi istiyorsanız kemer sıkma politikalarından vazgeçecek, borçların bir kısmını sileceksiniz” yaklaşımı egemen. Sağ popülist partilerde ilk dikkati çeken özellik, Avrupa Birliği’ne karşı milliyetçi bir tutum. Bu milliyetçi tutum, son dönemde giderek artan oranda yabancı, özellikle de Müslüman göçmen düşmanlığını içeriyor. Bu kesim, yabancılar sorununun büyük ölçüde AB kurallarına uymak zorunda kalan hükümetler tarafından yaratıldığını, AB yüzünden, kaynaklar dağıtılırken yerli işçi sınıfına değil yabacı göçmenlere öncelik verildiğine inanıyor. Ekonomik kaygıların yanı sıra ulusun kültürünün sulandırıldığına, bozulduğuna, kaybolmaya itildiğine ilişkin bir sav da var. Bu kültür, nedir, sorusuna ise son yıllarda giderek artan oranda, önce “beyaz Avrupa yerlisi ve Hıristiyan” sonra Alman, Fransız, İngiliz vb., kültürü cevapları veriliyor. Bu koşullarda, sağ popülizmin Avrupa Birliği projesiyle uzlaşma noktası en azından hükümete aday partiler açısından, giderek göçmenleryabancılar sorununa bir cevap bulmak olarak beliriyor. Özetle, AB projesinin devamı Almanya’nın hegemonyası sorununun çözülebilmesi, Avrupa egemen sermayesinin ve ulusal düzeydeki temsilcilerinin bu iki tepkiden birini seçmeyi ya da ikisini birden, gelecekte zayıflayacaklarını umarak yönetmeyi başarmasına bağlı hale geliyor. Dün “ABD hapşırırsa dünya nezle olur” denirdi. Bugünlerde “Almanya hapşırdığında tüm Avrupa Birliği nezle oluyor” demek olanaklı. Bu nedenle, 4.5 milyon kişi borç yapılandırdı Ekonomi Servisi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kamuoyunda “torba yasa” olarak bilinen İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair 6552 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 11 Eylül tarihinden beri 4.5 milyon kişinin yapılandırma için başvuruda bulunduğunu ve 42.5 milyar liralık alacağın yapılandırıldığını söyledi. AA’ya konuşan Şimşek, “Rakamlar 2011’deki yapılandırmayı dahi geçti ki o büyük ölçüde af niteliğinde bir düzenlemeydi” dedi. Şimşek, 11 banka ile yapılan anlaşma çerçevesinde yapılandırılan alacakların kredi kartıyla ödenmesi imkânının sağlandığını belirterek, vergi tahsil anlaşması bulunan 26 banka tarafından tahsilatın başladığını da belirtti. Maliye Bakanı, hak kaybı olmaması için ödemelerin zamanında yapılması gerektiğini vurguladı. Pegida ve hegemonya C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle