04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 EYLÜL 2014 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI T başladığınızı nasıl anlarsınız? Belçikalı olmaya Cakarta’nın seyyar terzileri “T erzi geçerse haberim olsun” dedi küçük bir sarayı andıran, havuzlu, palmiye ağaçlarının gölgelediği evin hanımı, özel güvenlik görevlisine beni içeri alırken.. “Ne zamandır uğramadı, birikti iyice yırtık, sökük” diye ekledi. Sonra bana dönüp “Aslında evde dikiş makinesi var ama kim uğraşacak! Gelir bizim seyyar terzi arada, diktiririm; onların da geçim yolu bu” diye açıkladı Endonezyalı arkadaşım Umi. Beni o sabah kahve içmeye çağırmıştı. Sokak satıcılarına, Türkiye’den aşikârdım elbette ne ki seyyar terziyi Cakarta’ya gelmeden önce duymuş ve görmüşlüğüm yoktu, şaşırdım! Zira Umi gibi benim de vardı çeyizimde bir dikiş makinesi... Annem GÜLSEREN babam olmasa TOZKOPARAN JORDAN paslanırdı şimdiye kadar. Öte taraftan seyyar satıcılar da bize özgü sanırdım. Osmanlıdan kalan, artık tükenmeye yüz tutmuş güzel bir gelenek olduğunu düşünürüm. Eski İstanbul’u anlatır Jak Deleon; dinlemiştim bir kez, sonra kitabını da buldum sahaflarda, ondan CAKARTA önce bilmezdim seyyar satıcıların bu kadar çeşitli olduğunu. Osmanlı’da sokaklar gezici satıcıların sesleriyle dolup taşarmış gün boyunca. Hemen hemen her tür ürün insanın ayağına gelirmiş adeta. Yumurtadan tutun da ciğere kadar. Mesela arnavut ciğeri adı Arnavut usulü pişirmeden gelir bilirdim. Öyle değilmiş! Her millettin sattığı bir ürün varmış da! Ciğeri de Arnavutlar satarmış, böreği Boşnaklar, yumurtayı başka bir millet. Şimdilerde artık yalnızca simitçi ve en fazla sebzeci duyarız arada bir o kadar; bozacı da kalmadı gibi! Şansımdan o gün geçti de seyyar terzi, Umi’nin güvenlikçisi durdurdu. Park etti seyyar terzi Surito 3 tekerlekten oluşan bisiklet bozması arabasını, açtı makineyi ve tıkır tıkır çalıştırmaya başladı... Bir çanta dolusu çar çaputu görünce gözleri parladı. Bu zengin mahallesinden elinin boş çıkmayacağına pek sevinmiş olmalıydı. Yakalamışken sordum kendisine neden bir dükkân kiralamadığını. “Vardı eskiden dükkânım ama kazancım neredeyse kiraya gidiyordu, işler de iyi değildi, gelen giden seyrekti. Artık kimse pek elbise diktirmez, ünlü modacıya gider parası olan, konfeksiyon da aldı başını gitti. Bütün markaların ‘outlet’leri var. Endonezya’da üretiliyor zaten çoğu. Hazır al daha ucuz. Ben ve benim gibi bazı terziler böyle hayatta kaldık, böylesi daha kolay” dedi. Sonra da ekledi: “Kadınlar üşenir götürmeye böyle basit işleri ama hoşlarına gidiyor bizleri kapıda bulmak.” Yıllar önce izlediğim Ferhan Şensoy’un tiyatro oyunu hâlâ güncelliğini korumaktadır. “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” Cakarta’da “Kahraman Terzi” olmuş, hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Bizim sokak sütçüsü de kahramanlar sınıfındaydı çoktan... Sorun küreseldi, büyük balık küçük balığı yutuyordu. Kahraman, seyyar terzi bu ufak tekek işleri 12 lira gibi gayet cüzi fiyata yapıyordu. “Yalnızca zengin mahallesi değil, ‘kampunglara’ (gecekondu ) da giderim, gün boyu dolaşırım. Onlar da dört gözle bekler beni” dedi. İşini sevmenin ve önemsendiğini duyumsamanın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Bir an bana da çok cazip göründü böyle kendi işinin patronu olmak, sokaklarda özgürce çalışıp tüm gün ofise tıkalı kalmamak! Biz terziyle sohbet ederken bir kadın bize doğru ilerliyordu, gözüne kestirmişti anlaşılan. Onun da bir şeyler sattığı her halinden belliydi. Yaklaşmasıyla ortalığı bir baharat kokusunun sarması bir oldu. Meğer o bir “Jamu” imiş! Yani bin bir türlü baharat ile her derde deva içecek hazırlayan seyyar içecekçi! Sözgelimi başınız mı ağrıyor, soğuk mu aldınız, hemoroidden mi mustaripsiniz! Söylemeniz yeter, şifalı Jamu elinizde. Soğuk, sıcak, tercihe göre. Ne gerek var hastaneye, doktora! Hem içecek hem de satıcı aynı adla anılıyor. Jamu’nun ne kadar faydalı olduğu konusunda değişik fikirler var; iyi geldiğini söyleyen de var, psikolojik mi bilinmez! tadını sevdiği için içen de... Terzi de bu sırada işini bitirmiş, parasını almış, jamudan içmiş, Allah bereket versin deyip yeni söküklere doğru yol almıştı. Sırada ne var acaba diye sormama kalmadı, seyyar arabasıyla yemekçi göründü. “MieNasi Goreng” yani pirinç, erişte yemekleri, kızartmaları yüklemiş, civarda çalışanlara yemek satmak üzere bildiği kapıları tıklatmaya başlamıştı. Bana gelince, burnumda taze simit kokusu ve kulaklarımda simitçinin yankılanan sesi, keşke bir de simitçi olsaydı, yanında da beyaz peynir çaysız da olmaz, diye iç çekerek, vatan özlemiyle evin yolunu tuttum. [email protected] ürkiye’de tatilini yapan Belçikalı Türklerin çok kısa bir süre sonra Belçika’yı özlediğini görüyoruz. Belçika’da doğup büyüyenleri anlamamız mümkün ancak Belçika’ya yetişkinken gelenler de 56 yıl sonra Belçika’yı özlemeye başlıyorlar. Belçika’da çalışmaya ve yaşamaya başladığınızı düşünün. Bir süre sonra yavaş yavaş kendinizi “gerçek” Belçikalı hissetmeye başlayacaksınız. (Her ne kadar Flamanlar, Valonlar ve az sayıdaki Almanlardan oluşan Belçika’da “Belçikalılık” kavramı biraz zorlama da olsa!) Peki bunun standardı ne? Ne zaman Belçikalı olduğunuzu iddia edebileceksiniz? Uzun süredir Brüksel’de yaşayan İngiliz Mike Chambers “Belçikalı olmaya başladığınızı bilmenizi sağlayan 10 neden” başlığı altında kendi “Belçikalılaşma” deneyimini bir blog’da kaleme almış. “Belçika’da uzun süredir çalışan bir gurbetçi (expat) olarak yavaş yavaş ülkeye entegre oluyorum. Ancak yanlış bir algı var. Uyum sağlamak ve kendini tamamen yuvanda hissetmen için ülkenin dilini öğrenmenin yeterli olduğu düşünülüyor. Dil öğrenmek bir başlangıç ama daha fazlası var. Çok, çok daha fazlası” diyen Chambers, Belçika’ya yeni gelenler ve bir süre kalacak olanlar için 10 maddelik kısa bir Belçikalı olma rehberi hazırlamış. Chambers’a göre: 1 Tüm Belçika resmi tatillerinin tarihlerini ezbere bildiğinizde; 2 Mavi çöp torbasına hangi tür çöpleri koyacağınızı bildiğinizde; 3 Köşedeki bakkal sizinle artık İngilizce konuşmayı denemediğinde; 4 Belçika’ya yeni gelenlere “Belçika’yı anlatmayı” bıraktığınızda; 5 Brüksel’de hangi barların daha iyi olduğunu ve gece hayatını bildiğinizde; 6 Hangi mağazaların pazar günleri açık olduğunu bildiğinizde; 7 Brüksel metrolarındaki asansörlerin hiçbir zaman çalışmadığını bildiğinizde; 8 Beklediğiniz tramvay, otobüs ve trenler gelmezse grevde olduklarını bildiğinizde; 9 Devlet dairelerindeki aşırı bürokrasi karşısında sabırlı olmayı öğrendiğinizde; ve 10 Belçika’nın karmaşık politik yapısını anlamaya başladığınızda artık kendinizi Belçikalı olarak görebilirsiniz! Haklılık payı olmakla birlikte liste yetersiz. İsterseniz listeyi birlikte tamamlayalım: Bir cümle içerisinde 3 kere dil değiştirmeye başladığınızda; çevre yolunda saatte 120 BRÜKSEL km. hızla giderken otomobilinizle önünüzdeki otomobil arasında 1 metreden fazla aralık bırakmanın kabalık olacağını ERDİNÇ UTKU düşündüğünüzde; patates kızartmasının mayonezsiz ya da başka bir sos olmadan yenilemeyeceğini düşünmeye başladığınızda; dürüm dönerin sizin için artık sossuz, salatasız ve patates kızartmasız tadı olmadığında; Belçika’da kaç parlamento, hükümet bulunduğunu yaklaşık olarak bildiğinizde; iki dilli Brüksel’de sokakların adlarının iki dilde de yazılmasına alıştığınızda otomobil sizin için durmuş olmasına rağmen yaya geçidinden karşıya geçmeye cesaret edemediğinizde; en karmaşık konularda bile karşılıklı ödünler verilerek uzlaşmaya varılabileceğini normal görmeye başladığınızda; Liege waffle’ı ile Brüksel waffle’ı arasındaki farkı görebildiğinizde; canınız ara sıra midye ve patates kızartması ile bira çekmeye başladığında; Brüksel’de adım başı bir dilenci veya evsiz görmeye alıştığınızda ve para vermeden geçtiğinizde; kendinizin de bir yabancı kökenli olduğunu unutup Belçika’ya Balkanlar’dan ve Doğu Avrupa’dan yeni gelenlerin ülkede karmaşa yarattığını dillendirmeye başladığınızda; vergi kaçırmanın Belçika’nın milli sporu olduğunu keşfedip bu konuda zihin jimnastiği yapmaya başladığınızda; Brüksel dışına çıktığınızda o yerleşim biriminin ünlü birasını ezbere bildiğinizde; trafik sıkışıklığında saatlerce esir kalmayı normal karşıladğınızda; bir günde, bazen bir saat içinde 4 ayrı iklim görmeye alıştığınızda; çizgi roman festivalleri ve çizgi roman müzelerini gezmek ve çizgi roman okumak alışkanlığınız haline geldiğinde; her konuda ahkâm kesip bilgiçlik taslamak yerine, bilgi sahibi olmadığınız konularda rahatça “bilmiyorum” demeye başladığınızda; bisikletin de bir ulaşım aracı olduğunu algıladığınızda; Jacques Brel ile ağlayıp Geert Hoste ile gülmeye başladığınızda; yaz tatilinde bir hafta sonra Belçika’yı özlemeye başladığınızda! Kültürel yaşam, yiyecek içecek tarzı ve kentteki yeşil alan fazlalığı gibi nedenlerle Brüksel’deki expatların büyük çoğunluğu (yüzde 70) pis olduğunu düşündüğü ve trafik sorununu çekilmez bulduğu bu kentte yaşamaktan memnun. [email protected] A ‘Yanlış hoşgörünün’ sonu vrupa’nın çeşitli ülkelerinden cihatçıların özelikle Suriye’ye gidip çatışmalara katıldıkları hikâyeleri Avusturya basınında uzun zamandır yer alıyordu. Bunlar arasında Türkiye üzerinden gidenlerin de olduğu yazılıyordu. Adresi belirtilmeden çeşitli derneklerde çocuk yaşta ve yetişkin olanların nasıl kandırıldıkları anlatılıyordu. Konuyla ilgili polisin harekete geçmemesi pek de anlaşılır gibi değildi. Kimi yetkili ise kandırılarak savaşmaya götürülenlerin diplomatik ilişkiler üzerinden geri getirilmeye çalışıldığına ilişkin açıklamalar yapıyordu. Zira gidenlerin çoğunun ya Avusturya vatandaşlığına geçmiş yabancı kökenliler ya da mülteci başvuruları kabul edilmiş üçüncü ülke vatandaşları olduğu ifade ediliyordu. zı bekleyemezler” dedi. O güne kadar gösterilen hoşgöArdından Suriye’de savaşmak isteyenlere Avusturya’dan rünün yanlış olduğu görüşü de çeşitli gazetelerin köşeleBosna kökenli reşit olmayan iki kızın katıldığı haberlerinde yankı buldu. Yaklaşık on yıldır Almanya’da yaşari gündeme düştü. Diplomatik yola başvurma çalışmalayan Mısırlı Müslüman siyaset bilimci Abdel Samad’la rı, bu kızların ailelerine veda mektubundan sonra biraz yapılan söyleyişe yer veren Kurier gazetesindaha fazla hissedilir oldu. Ancak bugüne kadar deki haberde ise İslam ve faşizm sözcüklerinin VİYANA bir sonuç alındığı açıklanmadı. Avusturya yetyan yana kullanıldığı görülüyordu. Avrupa’dakilileri, “Burada herhangi bir suça karışmaki faşizmin köklerinin ve hedeflerinin farklı oldılar, tehdit değiller ve takip ediyoruz” gibi duğu belirtilen söyleşide Samad, “Batı’dan gisuya sabuna dokunmayan açıklamalarla cihatden IŞİD’cilerin hayal kırıklığı ile geri dönçılarla ilgili çalışmaları pek de ciddiye almadı. mesi halinde Batı ülkelerinde istikrarsızlıAvusturya’da yılan bizi henüz ısırmadı tavrı hağa sebep olacaklarını” söylüyordu. Samad’ın kimdi. Buna rağmen Suriye’ye gidenlerin geri “IŞİD’cilerin bombalanarak yok edilmesinKADİM ÜLKER dönmelerinden ürküyorlardı. Ama iki olay hem den başka alternatifin kalmadığı” yönündebasının hem de ülkenin tavrını ters yüz etti; biki sözleri de dikkat çekiyordu. Avusturya’nın ri IŞİD’cilerin Ezidilere karşı başlatmış olduğu kıyım, diulusal basınında cihatçı militanlar hakkında yayımlanan ğeri Amerikalı gazeteci James Foley’in öldürülmesiysert haber, yorum ve söyleşiler bir başlangıç mı olacak di. İçişleri Bakanlığı, IŞİD’e katılanlara hoşgörü göstegöreceğiz. Avusturya’da hem siyasetçiler hem de medya rilmeyeceğini açıkladı. Bunun ardından da reşit olmadığı “IŞİD’cilerin kelle kesen katil sürüsü” olduğunu vuriçin daha sonra serbest bırakılan kişiyle birlikte IŞİD üyegularken “yanlış hoşgörüden döndüklerini” belirtiyorsi oldukları iddiasıyla 10 kişinin gözaltına alındığı duyular. Türkiye’nin yeni başbakanının tanıtıldığı haberlerde ruldu. Avusturya İçişleri Bakanı Johanna Mikl Leitner IŞİD’in Türkiye tarafından hoşgörüldüğü ve desteklendiSuriye’ye savaşmaya gidenlere tanınan sığınma haklarığinin altının çizilmesi ise dikkat çekiyordu. nın iptal edileceğini belirttikten sonra “Hoşgörüyü ayaklar altına alıp çiğneyenler bizden hoşgörülü olmamı[email protected] B en ki, İsveç siyasetini yakından izlemeye çalışanlardanım. 14 Eylül’de yapılacak genel seçimler öncesinde oturup parti liderlerinin yüzlerini gözümün önüne getirmeye çalıştım. İnanılması güç ama Başbakan ve Moderat (liberal) Parti lideri Fredrik Reinfeldt’den başkasının yüzü doğru dürüst gözlerimin önüne gelmedi. Hele de Sosyal Demokrat Parti’yi düşünürken başım döndü. Muhteremler, 8 yılda tam 4 lider değiştirdiler. Göran Persson, Mona Sahlin, Håkan Juholt, Stefan Löfven... Hangisi önceydi, hangisi sonraydı; aklım karıştı. İsveç siyasetina karar verildi... Aylardır sürdürülen seçim kampanyanin en belirgin özelliği, partiler, liderlere göre şekillenları süresince, Malmö ve Stockholm’deki ırkçılık karşıtı miyor. Lider, gelip geçici; kalıcı olan ise partinin proggösterilerde çıkan küçük olaylar dışında önemli bir gerram ve ilkeleridir... Parti liderleri, öfkeye kapılarak baginlik yaşanmadı. Coşkulu seçim gösterilerine tanık olğırıp çağırmıyor; yurttaşlarının bir bölümünü “ötekimadık, aksine, kampanyalar sönük geçti. Kavga, gürülleştirerek” siyasal ömrünü uzatmaya çalışmıyor. Olof tü, itiş, kakış yok!...İsveçliler, siyasal düPalme’den sonra, “karizmatik lider” devşüncelerini pek belli ettirmeyen insanlardır. MALMÖ ri sona erdi. Dışardan bakınca “üç koyunu biTrenlerde, vapurlarda, arkadaş toplantılale güdemez” sanırsınız ama ülke yönetme berında “Ben Başbakan olsam şöyle yaparcerisine sahipler. Partinin başında iki dönem, dım, böyle yapardım!” diyerek ülke kurüç dönem görev yaptıktan sonra bırakıp giditarıcılığına soyunmazlar. İşyerlerinde, kayorlar. Ülke sembolik de olsa krallıkla yönemu kuruluşlarında yıllarca yan yana çalıtildiği için, daha yukarılara gözlerini dikme şan insanların hangi siyasi görüşten olduşansları da yok. Lider değişiminin yazılı kuALİ HAYDAR ğunu bilemezsiniz. Türkiye’de, 12 Mart ve ralları yok. Geçerli olan etik ilkeler. BaşarıNERGİS 12 Eylül’ün bütün acılarını, işkencelerini lı olsunlar veya olmasınlar; iki, üç dönem göyaşadıktan sonra İsveç’e gelen sevgili arkarevde kaldıktan sonra yerlerini diğer arkadaşlarına bıdaşım İbrahim Çenet, gittiği her devlet kurumunda, larakıyorlar. Öfkeleri, siyasal hırsları yok. Sonraki hüfı döndürüp dolaştırıp İsveç yönetimine laf çarpar, gökümetlerde milletvekili veya bakan olarak görev yapırevlilerin ne düşündüğünü merak ederdi. Görevliler, her yor ya da siyasetin dışına çekiliyorlar... Bu yılki seçim defasında onun yüzüne boş gözlerle bakar, omuz silkekampanyaları sırasında ilginç tartışmalara da tanık olrek “Bu, bizi ilgilendiren bir konu değil; ancak siduk. Sol Parti toplantısında konuşan bir genç, “lider yasiler bilir” derlerdi... Çalışanlar, siyasal eğilimlerihegemonyası”ndan yakınarak “lidersiz parti” önerine göre değil, birikimlerine, deneyimlerine göre değersinde bulundu. Savını açıklarken “Biz, paylaşımcılığı lendirilir. Seçimlerden sonraki iktidar değişikliklerinsavunuyoruz. Liderlik kurumu, demokratik işleyişide, hiçbir kamu görevlisinin yeri siyasal nedenlerle deni olumsuz etkiliyor. Sol Parti’nin, tek bir lider yeri ğiştirilmez... 2014 seçimlerine gidilirken İsveç, hiç de ne, kolektif bir irade (başkanlar kurulu) tarafından bir “dikensiz gül bahçesi” görüntüsü sergilemiyor... yönetilmesini öneriyorum” dedi. Tartışmalardan sonKamuoyu yoklamalarına göre, iktidardaki sağcı partira, önerinin “anarşist” düşüncelerden kaynaklandığıler koalisyonu seçimi kaybediyor; yerine sosyal demok Kaynak işçiliğinden başbakanlığa uzun, ince yol... rat parti ağırlıklı bir sol koalisyon geliyor. İktidardaki sağ partiler, her şeyi sata sata bitirdi, ülkenin gelir kaynaklarını kuruttu. Sosyal Demokrat Parti ve muhtemel koalisyon ortakları, iktidara geldiklerinde, işsizliğe, geçim sıkıntısına nasıl çare bulacaklarını şimdiden kara kara düşünmeye başladılar bile... Ülkede adı konmamış bir tedirginlik yaşanıyor. Seçime gidilirken, Ortadoğu’daki kanlı çatışmalardan etkileniyor ve korkuyorlar. İsveçlilerde, daha önce hiç rastlanmayan yeni önyargılar gelişiyor... Müslüman, Müslümanlığını ifade ederken daha çekingen hale geldi. Müslümanlara kuşku ile bakarak uzaklaşanların sayısı her geçen gün artıyor. Ortadoğu’daki “SünniŞii ayrımı”, buralarda “MüslümanlarMüslüman olmayanlar” şeklinde karşılık buluyor. Bu görüntü, aday listelerini de etkiliyor. Partiler, aday belirlerken Müslüman kökenlilere karşı daha “dikkatli” davranıyor. Bu olumsuz gelişmeler, Müslüman ve yabancı düşmanlığı yapan ırkçı parti İsveç Demokratları’nı güçlendiriyor. 2010 seçimlerinde yüzde 5.7 oy alarak yüzde 4’lük seçim barajını aşan ve parlamentoya 20 vekil ile giren İsveç Demokratları’nın bu seçimde de oylarını arttırması bekleniyor. Gelecek haftaki seçimi, Sosyal Demokratlar, Çevre Partisi ve Sol Parti’den oluşan “Sol Blok”un kazanması halinde, Sosyal Demokrat Parti’nin yeni lideri Stefan Löfven Başbakanlık koltuğuna oturacak. Metal işçiliğinden gelen 57 yaşındaki Löfven’in dramatik bir yaşam öyküsü var. Daha doğmadan babasını kaybetti. 10 aylıkken annesi tarafından Sollefteå Belediyesi çocuk yuvasına bırakıldı ve bir daha geri alınmadı. Koruyucu aileye verilen Löfven, 22 yaşına dek bu ailenin yanında kaldı. Daha sonra annesini ve kardeşlerini arayıp bulan Löfven, bir süre de onlarla birlikte yaşadı. 2 yıllık ekonomi eğitiminden sonra, 48 haftalık bir kaynakçı kursuna gitti. Yaşamını kaynak işçiliği yaparak sürdürdü... Üyesi olduğu Metalİş Sendikası’nda bir süre ombudsmanlık görevinde bulunduktan sonra, Ocak 2012’de Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanlığı’na getirildi. Şimdi ise başbakanlığa hazırlanıyor... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle