03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 EYLÜL 2014 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER H ıristiyanlara, kutsal saydıkları Kudüs’ün yolunu açmak bahanesiyle Müslümanlara yani Anadolu Selçuklularına karşı Birinci Haçlı Seferi düzenlenirken 1095 yılında, Papa 2. Urbain’in Clermont Konsili’nde söylediği, “Dieu le veut!” (Tanrı bunu istiyor!) sözleri Haçlı Seferleri’nin narası haline gelecekti. İnsanlığın yüzkaralarından biri olarak tarihe geçen Haçlı Seferleri Tanrı’nın buyruğu gibi sunuluyordu. 10951291 yılları arasındaki o seferlerde sivilasker 3 milyon insan yaşamını yitirdi. Ünlü Fransız düşünür Jean Cocteau’nun, 6 Mart 1916 günlü haftalık “Le Mot” dergisinde çıkmış “Tanrı Bizimle” adlı bir şiiri vardır. Türkçesi şöyle: Papazları,/ çocukları, / kadınları / öldürdüler ve / “Tanrı bizimle!” dediler. “Tanrı” adı, tarih boyunca çeşitli ereklerle kullanılmıştır. Sormak gerekir: Acaba hangi Tanrı, kullarının savaşmasını, birbirini öldürmesini ister? Tabii, mitolojideki Savaş Tanrısı Ares’in dışında... Kimi insanlar, çoğu kez dinleri, dinsel zaafları ve Tanrı’nın adını kullanarak iyi ya da kötü emellerini gerçekleştirmeye yöneliyorlar. Laiklik Nedir, Ne Değildir? İnsanları, dindarlar / laikler diye ayırmak anlamsızdır. Bu kavramlar birbirinin karşıtı değildir; dindarlar da pekâlâ laik düşünceden yana olabilirler, olmalıdırlar da... Başka dinden, başka mezhepten, başka inançlardan olanlara hoşgörülü ve saygılı olabilmeleri için... Devlet yönetimi laik olmalıdır. Devlet, bütün yurttaşlarını kucaklayacaksa zaten öyle olmak zorundadır. Aksi halde dayatmalar söz konusu olur. DOĞAN HASOL önermişti. İnanmasaydı, önermezdi herhalde diye düşünebiliriz. Ancak bütün bu söylemler özellikle son yıllarda laiklik konusunda sıkça karşılaştığımız söylem ve eylemlerle örtüşmüyor. Kuruluş felsefesine ve anayasamızın değişmez maddelerinden olan 2. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti... demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Cumhurbaşkanlığı yemini de laikliğe vurgu yapar: “...Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma...” T. Erdoğan yeni cumhurbaşkanı sıfatıyla namusu ve şerefi üzerine böyle yemin etti. O yemin bağlayıcıdır. Önemli olan, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleriyle bağdaşmayan, hatta çatışan kimi arayışlar ve girişimlerden bir an önce kurtulmaktır. Altı Ok ve Sosyal Demokrasi CHP’de kurultaylar biter, tartışmalar bitmez... HHH “Altı Ok ve CHP” yazıma çok sayıda yorum aldım... Anlaşılıyor ki konuyu biraz daha derinliğine incelemek gerekiyor! HHH Gazetedeki köşem böyle bir konuyu derinliğine tartışmak için, yer sınırlaması yüzünden, çok uygun değil... Ama elimden geldiğince özetleyerek yazmaya çalışacağım... Merak edenler “Altı Ok” konusunu özellikle ele alıp çözümlemeye çalıştığım “Toplumbilim ve Devrim Kuramları Açısından Atatürk” ve “21. Yüzyılda Türkiye” adlı kitaplarımın ilgili bölümlerine bakabilir. HHH Konu önemli, çünkü bir kısım yazarlar iyi niyetle, gerçekten öyle düşündükleri için, bir kısmı ise sadece CHP’nin içini karıştırmak veya partiyi kamuoyunun gözünde tutarsız ve çelişkili göstermek ya da solu eleştirmek amacıyla Altı Ok ile Sosyal Demokrasi’nin uzlaşmaz olduklarını öne sürüyor. HHH Her şeyden önce bazı temel tanımlar yapmak gerek; elbette “bence” diyerek. 1) Kemalizm ile Atatürkçülük bence aynı şeydir. Bunları, Kurtuluş Savaşı ile Devrimleri birbirinden ayırarak veya Kemalizm adı altında sadece “Altı Ok”u kastederek ayırmak doğru değildir. 2) Atatürkçülük ya da Kemalizm, ideoloji olarak, sadece “akılcılık” ve “bilimin yol göstericiliği” anlamına gelir. 3) Bu çerçevede, “Altı Ok”, bilimin yol göstericiliğinde, akılcı bir yöntemle, 1920’lerin, 1930’ların Anadolusu’nda, geri kalmış bir dintarım toplumundan çağdaş bir topluma geçişin kısa yol reçetesidir. Bu ilkelerin uygulanması yoluyla, Osmanlı’nın cılız kalıntılarından çağdaş bir ülkenin yaratılması başarıldığı için bazen Atatürkçü ideoloji ile “Altı Ok” eşanlamlı olarak kullanılır ama bu doğru değildir. Atatürkçülük daha kapsamlı bir ideoloji, “Altı Ok” ise onun yirminci yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da uygulanışıdır. Yine de “Altı Ok”un tarihin ve toplumsal deneyimlerin, yani bilimin bize öğrettiklerinden süzülerek formüle edildiğini de akılda tutmak gerekir... Bu nedenle “Altı Ok” kimi özellikleriyle 1920’ler, 1930’lar Anadolusu’nu aşarak, güncel yorumlara açık bir nitelik de taşır. HHH Yarın: “Altı Ok’un çağdaş yorumu?” Dünyada pek çok kötülüğün, yukarıda örnekleri verildiği şekilde Tanrı’nın adı kullanılarak yapıldığı göz ardı edilmemeli. Din savaşlarının çok sayıda örnekleri tarihte yerini almıştır. Bugün dahi Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren korkunç çatışmalar, savaşlar dinsel gerekçeyle yapılmıyor mu? Hatta bazen aynı dinin farklı mezhepleri değil mi söz konusu olan? Ülkemizde yaşadığımız dinci kışkırtmalı korkunç olayları anımsayalım: Kubilay olayı çok geride kaldı denebilir. Ya ötekiler... Maraş katliamı, Çorum olayları, Konya’daki Kudüs Mitingi, Sivas’ta Madımak’ta yitirdiklerimiz... Laikliğe gelince... Hiç çarpıtılmasın… Laiklik, dinsizlik değildir; din düşmanlığı hiç değildir. Yalnızca, devlet yönetimi ile dünya işlerini dinden ayrı tutma anlayışıdır. Demokrasinin vazgeçilmezi, sosyal barışın önkoşulu, bütün inançlara saygının güvencesidir laiklik; ayrıştırıcı değil, içerdiği hoşgörüyle birleştiricidir. Demokratik yaşamın, toplumsal barışın olmazsa olmazıdır. Laikliğin olmadığı yerde özgürlük de olmaz, demokrasi de... En kısa anlatımıyla, laiklik inanç özgürlüğüdür. İnsanları, dindarlar / laikler diye ayırmak anlamsızdır. Bu kavramlar birbirinin karşıtı değildir; dindarlar da pekâlâ laik düşünce Dinci kışkırtmalar Hoşgörü örneği: Kuzguncuk... Cami ve Ermeni kilisesi yan yana. den yana olabilirler, olmalıdırlar da... Başka dinden, başka mezhepten, başka inançlardan olanlara hoşgörülü ve saygılı olabilmeleri için... Devlet yönetimi laik olmalıdır. Devlet, bütün yurttaşlarını kucaklayacaksa zaten öyle olmak zorundadır. Aksi halde dayatmalar söz konusu olur. Laiklik sözcüğü dilimize Fransızca “laïcité”den girmiştir. Larousse sözlüğüne göre, “din”i, siyasetin ve yönetimin, özellikle de temel eğitimin dışında tutan anlayışı ifade eder; düşünce özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü esaslarına dayanır. “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” ilkelerine dayalı 1789 Fransız Devrimi sonrasında dinin, yürütme, yargı ve yasamanın, yani üç erkin dışında tutulması ilkesi benimsenmiştir. Buradaki kardeşlik, din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeyen insancıl bir kardeşliktir; ayırıcı değil, birleştiricidir. Fransız anayasasına ise laiklik ilkesi 1905’te girmiştir. O anayasanın ilk maddesi şöyledir: “Fransa, bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir.” Aslında laikliğe ilk damgasını vuran ABD’dir. ABD’nin kurucu büyüklerinden sayılan, üçüncü Başkanı Thomas Jefferson’un hazırladığı anayasa din ile devlet işlerini birbirinden tamamen ayır mıştır. ABD’de kilise ile devlet ayrılığı söz konusudur. Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarından biri olarak 5 Şubat 1937’de anayasaya girmiştir. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin 77. yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Sosyal barışın korunmasının en önemli şartı olan laiklik, vatandaşlarımızın farklılıklar taşıyan inançlarını özgür şekilde yaşayabilmelerinin güvencesidir. Bu itibarla laiklik, devletin bütün dinler ve mezhepler ile inanç grupları ve inançsızlar karşısında tarafsız olmasını, hepsine saygıyla yaklaşmasını öngörmektedir. Devletin din ve vicdan özgürlüğünün kullanılması konusunda herkese eşit mesafede durması, farklı hayat tarzlarına gelebilecek baskıların önüne geçmesi, hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasinin vazgeçilmez gereklerinden biridir.” (1) Gül’ün söyledikleri konuyu çok iyi açıklıyor. Öte yandan, Tayyip Erdoğan, başbakanlığı sırasında, diktatör Mübarek’in devrilmesi sürecinde Kahire’de Tahrir Meydanı’nda yaptığı konuşmada Mısır halkına laikliği TC’nin temel taşı Bilindiği gibi, İslam ülkeleri arasındaki tek laik ülke Türkiye’dir. Türkiye, Atatürk devrimi aydınlanması ve laiklik sayesinde bütün o ülkeler arasında, gelişmişlikte en ileri konuma gelebilmiştir. Üstelik petrol vb. bir zenginlik kaynağı olmadığı halde. Bütün bunlara karşılık AKP iktidarının politikası zaman zaman, belirli dinsel ve mezhepsel etkileri, başta eğitim olmak üzere her alanda dayatıp yayma ve egemen kılma yoluna sapabilmektedir. Dış politikada ise Osmanlı’nın son yıllarında tam bir hüsranla sonuçlanmış olan Panislamizmi yani din kardeşliğine dayalı siyasal İslam bütünleşmesini hayal edip hâlâ ondan medet ummaya özenenler var. Tarihi iyi okumak gerekir. Siyasetin din ve mezhep ilişkilerine göre yönlendirilmesinin Ortadoğu’daki Arap ülkelerini nasıl kan gölüne çevirdiğini bugünlerde bir kez daha yaşayarak görüyoruz. Orada olan bitene bulaşmak bile Türkiye’yi sıkıntıya sokuyor. Tarihi bilmeyenler en azından bu gelişmelerden ders çıkarmalılar. Vaktiyle siyasetten çekildiklerinde, İsmet İnönü’ye ve Celal Bayar’a Türkiye’yi tehdit edebilecek tehlikeler ayrı ayrı sorulmuştu. Bayar’a göre en büyük tehlike “komünizm”di; İnönü’ye göre ise “irtica…” 195060 yılları arasında iktidardaki Demokrat Parti’nin ileri gelenleri hep, komünizmin bir gece ansızın geleceğinden kaygı duyarlardı. Bayar’ı kaygılandıran konu bugün gündemden düşmüş gibi görünüyor. Keşke İnönü’nün kaygısı için de aynı şeyi söyleyebilsek. 1. Posta gazetesi, 6.2.2014. AKP’nin politikası $/,ú9(5øú 1(2úø0'ø7$.6ø7°=(//øüø</( 7µ0$/,ú9(5øú/(5'( 6L]GHDOé÷YHUL÷OHULQL]GH1HRn\XNXOODQéQÏGHPHOHULQL]LWDNVLWWDNVLW\DSéQ Din, Siyaset, Demokrasi... Ş HİLMİ TAŞKIN 1HRWDNVLW|]HOOL÷LNDUWÕQÕ]ÕQED÷OÕROGX÷XKHVDEÕQÕ]DWDQÕPOÕRODQ$UWÕ3DUDOLPLWL NUHGLOLPHYGXDWKHVDEÕ LOHoDOÕúPDNWDGÕU$OÕúYHULúLúOHPLDQÕQGD PHYGXDWKHVDEÕQÕ]GDSDUDROVDGDKLLúOHP$UWÕ3DUDOLPLWLQL]LOHJHUoHNOHúHFHNWLU1HRLOH$[HVV\HLú\HUOHULQGH7/YH]HULDOÕúYHULúOHULQL]GH WDNVLW \DSDELOLUVLQL]7DNVLW EDúODQJÕFÕ LúOHP JQQ WDNLS HGHQ D\ÕQ ¶LQGH RODFDNWÕU %X VHEHSOH LON WDNVLW WXWDUÕ GL÷HU WDNVLWOHUGHQ \NVHN YH\DGúNRODELOLUgGHPHSODQÕQÕ]GDNLWDNVLWOHUPHYFXW$UWÕ3DUDIDL]RUDQՁ]HULQGHQKHVDSODQDFDNWÕU7DNVLWWXWDUODUÕWDNVLWWDULKLQGHKHVDS EDNL\HVLQLQWDNVLWWXWDUÕLoLQ\HWHUOLROPDVÕKDOLQGHPHYGXDWKHVDEÕQGDQ\HWHUVL]ROPDVÕGXUXPXQGDVWDQGDUW$UWÕ3DUDOLPLWLQGHQWDKVLOHGLOHFHNWLU 7DNVLWWDULKLJHOPHGHQYHHUNHQWDNVLWWDKVLODWÕLoLQWDOHSWHGHEXOXQXOPDGÕ÷ÕPGGHWoHKHVDEÕQÕ]GDQHUNHQWDNVLWWDKVLODWÕ\DSÕOPD\DFDNWÕU(UNHQ WDNVLWWDKVLODWÕLoLQúXEHQL]LDUDPDQÕ]JHUHNPHNWHGLU1HRNDUWJQONDOÕúYHULúOLPLWLQL]GDKLOLQGH$UWÕ3DUDOLPLWLQL]LQ¶LQHNDGDUÕQÕWDNVLWOL LúOHP\DSDELOLUVLQL]0DNVLPXPWDNVLWLOHVÕQÕUOÕROXSFHSWHOHIRQX|Q|GHPHOLDUDPDODUGDNXOODQÕODQDUDPDNDUWODUÕ|Q|GHPHOLKDWODUD\DSÕODQ 7/.U\NOHPHOHUL NRQW|U NX\XPJÕGDDNDU\DNÕWKHGL\HNDUWKHGL\HoHNLYHEHQ]HULúHNLOOHUGHKHUKDQJLVRPXWELUPDOYH\DKL]PHWLLoHUPH\HQ UQOHULQDOÕPODUÕQGDWDNVLW\DSÕOPDPDNWDGÕU1HR%XVLQHVV1HRHNNDUWYHVDQDO326¶ODWDNVLWOLNXOODQGÕUÕP\DSÕODPDPDNWDGÕU u soruyu sıkça duyarsınız. İslam ile demokrasi bir arada olur mu? Mevcut duruma baktığımızda bu soruya “evet” yanıtını vermek zordur. İslam ile cumhuriyet olmaktadır. İran bunun örneğidir. Ancak demokrasi, temel hak ve özgürlüklere, kişi hak ve özgürlüklerine dayandığı için, İslam ile birlikte uygulanması bu hali ile zordur. Hatta giderek birbirleri ile çatışırlar. İslam, bu hali ile sosyal yaşama müdahaleci, kadını ikincilleştiren (cahiliye devri etkilerini koruyan), özgürlükleri sınırlandıran bir hal arz etmektedir. Bu sorunların temelinde akıl, din ve laiklik konusu vardır. Akıl mı öndedir yoksa inanç mı öndedir? Günümüz uygulamalarında, siyasetçiler ve onların etkisi altında kalmış siyasal dinciler daha çok inancı öne almaktadır. “Biat kültürü” dediğimiz olgu bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Oysa ortaçağa gittiğimizde İslamda akıl önde idi. Abbasiler döneminde kurulan Mutezile mezhebi, bu duruma örnektir. Mutezile, İslam dinini akıl ile yorumlamayı amaçlamıştır. 1126 yılında Avrupa’da Katolik Kilisesi’nin, “skolastik dönem” denilen baskıcı ve akıl dışı uygulamalarının yaşandığı yıllardır. O yıl Endülüs Kurtuba’da İbni Rüşt doğmuştur. İbni Rüşt, Endülüs medreselerinde öğrencilerine, “Akıl inançtan önce gelir. Gerçek inanca akıl yoluyla ulaşılır” demektedir. Galileo, tıpkı İbni Rüşt gibi Aristo ekolünden gelmektedir. Ortaçağda kilise öğretisine dayalı bilim anlayışında devrim yaratmıştır. Avrupa, aydınlanma devrimini yaşarken, Doğu İslam toplumları, Mutezile mezhebini yasaklamış, İbni Rüşt’ün öğretisinden giderek uzaklaşmıştı. Akıl ve bilim yerini inanca bırakmıştır... Kurtuluş Savaşı sonrasında Mustafa Kemal Atatürk, devrimleri ile Türk aydınlanmasını başlatmış olsa da soğuk savaş süreci ile karşıdevrimci hamleler görülmeye başlanmıştır. Medreselerin yerini laik eğitim veren okulların alması, reform ile eğitimin dinsellikten (kiliseden) kurtarılmasına benzetilebilir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” düşüncesi, aklı ve bilimi öne çıkaran bir anlayışın ifadesidir. Demokrasi özgür düşünce ortamında gelişir, varlığını devam ettirir. Dini en fazla yıpratan; ticarete, tarikata ve siyasete alet edilmesidir. Bu nedenle İslam dini de kendisine Batılı merkezlerce dayatılan “Katolik” etkilerden kurtarılmalıdır. Bir İslam reformu gereklidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle