06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 EYLÜL 2014 PAZARTESİ 4 HABERLER İstanbul’da önceki gün akşam 15 bin polisle gerçekleştirilen ‘Huzur operasyonu’na hukukçular tepki gösterdi ‘Arama hukuka aykırı’ İstanbul Haber Servisi İstanbul’da önceki gün akşam 15 bin polisle gerçekleştirilen “Huzur operasyonu”na ilişkin ÇHD suç duyurusunda bulunacağını açıkladı. Aramanın herkesi kapsayacak şekilde yapılmasının hukuka aykırı olduğunu belirten ÇHD İstanbul Şube Yöneticisi Av. Güçlü Sevimli, “İstanbul’da sıkıyönetim dönemi yaratıldı. Siyasi iktidar ve kolluk kuvvetleri kendini hissetirme gereği duydu. Ancak toplu halde yapılan üst araması ve mekân aramaları hem hukuka aykırı hem de hayatın akışına karşı” dedi. Altın dolu uçakla ilgili rapor ortaya çıktı Lady Gaga ve Gençlerimiz… Prof Dr. Nazife Güngör’ün “Lady Gaga Sahnede, Mutsuz Gençlik Sahada” başlıklı önemli bir yazısı yayımlandı (17 Eylül 2014 Cumhuriyet) Sayın Prof. Güngör bu yazısında, büyük bir gençlik kitlesinin popüler kültürün büyüsüne kapılarak bir sahne ikonunun, Lady Gaga’nın önünde bağırarak, ağlayarak, yerlere yatarak kendilerini var etmeye çalıştıklarını çok çarpıcı biçimde analiz ediyordu. Günümüz gençliğini nesnel (objektif) olarak görebilmemiz elbette kolay değildir. Çünkü, hepimiz olaylara da, kitle hareketlerine de kendi yaşam değerlerimiz ve yaşama yüklediğimiz anlamlarla bakıyoruz. Bu nedenle de, nesnel olmaktan çok “yargısal bakışla” olumlu ya da olumsuz bakıyoruz. Elbette gençlerimiz Lady Gaga’yı karşılayanlardan ibaret değil. Bu gençler de bir süre sonra bu olayı gülerek karşılayacakları anılarından biri sayabilirler. Ama konu şu açıdan önemlidir: Günümüz genci kendi var oluşunu nerede görmektedir? Her insanın yaşama katılımı “kendi var oluşunu gerçekleştirmek için” gösterdiği çabalardan oluşur. Bu konuda toplumsal güdüler ne yönde etkiler yapmaktadır? İşte burada “popüler kültür” büyük oranda dijital araçları (TV’ler, bilgisayarlar, tabletler, cep telefonları vb.) yoluyla, internet üzerinden şu mesajı yaymaktadır: Olabildiğince görün, online iletişim kur, ne yolla olursa olsun çok para kazan, bir biçimde ünlü ol. Bu yolla “var olmak”, kişinin kendi benliğini yok ederek imaj kültürünün kurbanı olarak yaşamaktır. Beş yaşındaki çocuğun elinde tabletle oynaması onu böyle bir geleceğe hazırlayacaktır. Bir giyim firmasının küçük çocukları “tarzı olan çocuklar” adı altında moda dünyasının sevimli üyeleri yapmaya çalışması böyle bir sonuca atılan adımlardır. Toplumsal güdülerin bir bölümü, klasik aile kültürümüzün mesajını çocuğa iletir: Bu mesaj, “Okuluna git, eğitimini bitir, iyi bir mesleğin olsun, doğru bir eş seç, mutlu bir ailen, mutlu çocukların olsun” der. Bu mesajda standart bir orta sınıf çerçevesi vardır. Önerdiği var oluş, aile odaklı ve aile sınırlı bir çerçevedir. Eksik yanları, kişisel yaratıcılığa yer vermemesi ve sosyal sorumluluğu aileyle sınırlandırmasıdır. Oysa, günümüzün “var oluşu” bu iki eksiği de çok önemser. Hem kişisel yaratıcılık çok önemlidir hem de sosyal sorumluluk dünya ölçeğinde ve gelecek ölçeğinde genişlemiştir. Bir başka toplumsal güdü “inanç” odaklı bir var oluşa yönelmiştir. Bu güdüye göre, gerçek var oluş inançla olanaklıdır. Temel inanç sistemine tam itaat, bu inancı temsil eden yetkelere biat (kayıtsız şartsız teslim olma), bu inanç çerçevesinde oluşan cemaate katılarak var olma. Bu toplumsal güdü, cemaat içinde olana korunma vaat ederek ona güvence vermektedir. Kendi dışına ise “öteki” olarak bakması kaçınılmazdır. Bireyin ileride karşılaşacağı sorunlar ise, özgür düşüncesinden, özgür iradesinden vazgeçmenin yaratacağı sorunlardır. Bu çerçevede kişi kendi var oluşundan vazgeçer, büyük kitlenin içinde kendini var etmeye çalışır. Ülkemiz bu karmaşık eksenler içinde gençlerini yetiştirmeye çalışıyor. Siyasal iktidar, Sünni inanç eksenini çocukların ve gençlerin yetişmesinde temel olarak görüyor ve bunu zorluyor. Okulların imam hatip okulları olmasını dayatması bu amaçladır. Ancak Sünni İslam dışında kalan din grupları, Aleviler, Hıristiyan ve Museviler bu sisteme karşı çıkmaktadır. Daha da önemlisi, ülkenin laik kesimi ki sayıları ve güçleri sanıldığından fazladır bu sisteme bütünüyle karşıdır. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasıyla ilgili AİHM kararı bu açıdan önemlidir. Peki, nasıl bir gençlik dünyanın geleceğinde etkili olacak ve kendini nasıl var edecektir? Devam edeceğiz. Bilirkişi Sarraf’ı suçladı İstanbul Haber Servisi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda incelenmeye devam eden 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması dosyasına, Gana’dan sahte evrakla Türkiye’ye gelen 1.5 ton altın yüklü uçakla ilgili ilginç bir bilirkişi raporu girdiği ortaya çıktı. Raporda altının tüm çıkış evraklarında hem de Türkiye Gümrük Bölgesi’ne giriş yaptığına beyanında ve diğer belgelerinde, 1.500 kg olarak beyan edilmesine karşın, 14 milyon 600 bin dolar değerindeki 292 kg. altının herhangi bir beyana, gümrük işlemine tabi tutulmaksızın Türkiye’ye sokulduğu kaydedildi. Rıza Sarraf ve çalışanı Rüçhan Bayar arasındaki telefon görüşmelerinde rüşvet parasını “çikinov” olarak adlandırdıkları belirtildi. İnternet haber portalı T24’ün haberine göre Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Başmüfettişi tarafından hazırlanan 18 Mart 2013 tarihli bilirkişi raporunda, söz konusu sürecin Sarraf’ın emri altında çalışan Abdullah Happani’ye 15 Aralık 2012’de Gana’dan 3.5 ton altın geleceğini haber vererek nakliyeciyi ayarlaması talimatı vermesi ile başladığı belirtildi. ULS Havayolları ile Sorinet Group arasında düzenlenen taşıma sözleşmesinde, iki firmanın 4 tona kadar “altın” taşıması konusunda anlaştığının anlatıldığı raporda, uçağın kaptanı tarafından düzenlenen rapora da yer verildi. Bu rapora göre de 3.5 ton olarak planlanan yüklemenin ilk partide 1.5 ton olarak gerçekleştiği, geri kalan malın sonra geleceğinin ifade edildiği kaydedildi. Raporda altının yüklenmesi sırasında “mineral sample” (mineral örnek) olarak beyan edildiği aktarılarak, 1.5 ton ağırlığında ve 64 milyon 500 bin dolar değerindeki altının uluslararası ticaret ve hava nakliye kurallarına aykırı bir şekilde Türkiye Gümrük Bölgesine fatura, konşimento ve manifesto olmadan getirildiği anlatıldı. Raporda, soruşturma şüphelilerinden Rüçhan Bayar ile Rıza Sarraf arasında geçen dinleme kaydında Bayar’ın “çünkü bunun kâğıdı şey uçağa bunlara düzgün malı veriyorlar uçağa yüklenirken bir ali Cengiz yapıp başka mal yükleyip paket yapıyorlar” cümlesinin durumu özetlediği kaydedildi. Sarraf ile Bayar arasında geçen telefon görüşmelerinde Sarraf’ın, evrak yokluğuna rağmen Atatürk Havalimanı Kargo Gümrük Müdürlüğü’nce mühür altına alınan malın mutlaka Türkiye’ye sokulması yönünde talimat verdiği vurgulandı. Raporda, 4 Ocak 2013’te Ekonomi Bakanlığı Özel Kalem Müdürü Onur Kaya’nın uçağın Gana’ya geri gönderilmesi konusunda yardımcı olması için Gümrük ve Ticaret Müsteşarı Ziya Altunyıldız’ı aradığı da kaydedildi. Bu görüşmeden sonra Onur Kaya’nın Sarrraf’ı arayarak müsteşarla görüştüğünü ve sıkıntının çözüleceğini belirttiği, bu şekilde Onur Kaya’nın söz konusu olayı R. Sarraf’ın lehine çözmeye çalıştığı belirtildi. Raporda, dinleme kayıtlarına göre Sarraf’ın gümrük personeline rüşvet verilmesi dahil olmak üzere konuyu çözmesi için Rüçhan Bayar’a talimat verdiği, bunun parolasının da “çikinov” olduğu belirtildi. Babak Zanjani ile Sarraf’ın tüm bu taşıma, sahte fatura üretme, altınları yasal olmayan yollarla yurda sokmaya teşebbüs ve Dubai’ye transit faaliyetleri esnasında bir örgüt yapısı içinde ve organize şekilde hareket ettikleri anlatıldı. Sarraf’ın çalışanı Rüçhan Bayar ile Babak Zanjani tarafından görevlendirilen Fatih Bardakçı’nın sürekli irtibat halinde olduklarına işaret edildi. alka gözdağı vermek istediler’ İstanbul’da önceki gün 5 saat boyunca “Huzur operasyonu” adı altında yapılan aramalara hukukçulardan tepki geldi. ÇHD İstanbul Şube Yöneticisi Güçlü Sevimli, “Huzur operasyonu” adı altında İstanbul genelini kapsayan aramanın hukuka aykırı olduğunu söyledi. Herhangi bir kişi ya da yer hakkında arama yapılabilmesi için makul suç işlendiğine dair şüphenin olması gerektiğini anlatan Sevimli, “Bunun tüm ilde aynı anda olması, hukuken de mantıken de mümkün değil. Zaten hayatın olağan akışına da ters bir durum. Siyasi iktidar ve kolluk kuvveti, kendisini halka hissettirme ve gözdağı vermek istedi. Durup dururken böyle bir şeyin yapılması ancak polis devletinde olur. İstanbul’da sıkıyönetimi aratmayan bir OHAL durumu yaratıldı” dedi. ÇHD olarak suç duyurusunda bulunucaklarını kaydeden Güçlü Sevimli, “Durum tespiti yaptıktan sonra kamu ‘H Fotoğraflar: MURAT DELİTAŞDHA görevlileri hakkında ‘Görevi kötüye kullanmaktan’ suç duyurusunda bulunacağız. Ayrıca aramaya maruz kalanların bize ulaşması durumunda CMK 141. madde kapsamında hukuksuz arama nedeniyle tazminat davaları açacağız” diye konuştu. Aranan 610 kişi Mineral örnek kıskacında’ ‘Mahalleler polis yakalandı İstanbul’da sıkıyönetim dönemini aratan uygulamanın detaylarını İstanbul Emniyet Müdürlüğü (İEM) yaptığı yazılı açıklamayla duyurdu. İEM’den yapılan açıklamada “Suç işlenmesinin önlenmesi, aranan kişilerin yakalanması ve suç delillerinin elde edilmesi amacıyla 20 Eylül’de saat 20.00’de başlayan operasyon, 21 Eylül’de saat 01.00’e kadar devam etti. Operasyonun aranan 408, suça karışan 202 olmak üzere toplam 610 kişi yakalandı. Belirlenen adresler, şüpheli araçlar ve şahıslar üzerinde yapılan aramalarda 7 adet çalıntı araç, 17’si kuru sıkı 58 ruhsatsız silah ve bu silahlara ait çok sayıda mermi, çok miktarda uyuşturucu madde ele geçirildi”denildi. Tiyatro sanatçısı Orhan Aydın da sosyal paylaşım sitesi üzerindeki hesabından “Sıkıyönetim mi ilan edildi. Halka hakaretin bini bir lira. Metro, otobüs durakları, tüm barlar, lokantalar ve mahalleler polis kıskacında. Halktan gizledikleri IŞİD terörüyse dönüp aynaya baksınlar” diye tepki gösterdi. CUMHURBAŞKANI SEÇİLEN ERDOĞAN’IN İKİ GÖREVİ YÜRÜTTÜĞÜ GEREKÇESİYLE SUÇ DUYURUSUNDA BULUNMUŞTU Ekonomi Bakanlığı devrede Ökçesiz’e derslerden el çektirildi iddiası İstanbul Haber Servisi İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunduğu için yeni öğretim yılında derslerden el çektirildiği iddia edildi. Prof. Dr. Ökçesiz, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 15 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarını açıklanmasına rağmen, Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevlerini sürdürmesi nedeniyle Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Görev yaptığı İstanbul Aydın Üniversitesi ise bu nedenle Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz hakkında disiplin soruşturması başlattı. Üniversitenin başlattığı soruşturmanın ardından yeni eğitim ve öğretim yılı için Prof. Dr. Ökçesiz’e ders görevlendirilmesi yapılmadı. Hukuk Fakültesi Dekanlığı, Prof. Dr. Ökçesiz’e durumu 17 Eylül tarihinde gönderdiği yazıda, “Rektörlük makamının 9 Eylül 2014 tarih ve 520/4567 sayılı yazısı gereğince tarafınıza ders görevlendirmesi yapılamamıştır” diye iletti. Prof. Dr. Ökçesiz, böylece lisans düzeyinde 2’şer saatlik hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi ve hukuk metodolojisi dersleriyle birlikte yüksek lisans ve doktora programlarında 3’er saatlik hukuk devleti felsefesi derslerinden el çektirildi. Kendisine ders görevlendirilmesi yapılmamasının, açılan soruşturmalardan bağımsız olamayacağını savunan Prof. Dr. Ökçesiz, “Bunun adı yıldırma girişimidir. Mobbingdir. Üniversitelerde bu durum yoğun olarak yaşanıyordu. Fakat bu ustaca, hünerli şekilde hazırlanmış bir girişim. Hukuksuz demokrasinin kaldırım taşlarından biri. Kendi irademle çekip gitmemi istiyorlar, ama yapmayacağım” diye konuştu. Konuyla ilgili dava açacağını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar taşıyacağını kaydeden Prof. Dr. Ökçesiz, “Bu her ne kadar şahsımı ilgilendiriyor gibi görünse de akademik özgürlükleri de kapsayan bir temel hak ve özgürlükler sorunudur” dedi. Rüşvet parolası: Çikinov 46 yurttaşımız IŞİD canilerinin elinden kurtarıldı. Buna sadece sevinilir. Onun ötesinde armudun sapı var, üzümün çöpü var benzeri kusur aramalar çok önemli olmasa gerek. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Takas yapıldı mı” sorusuna “Velev ki bir takas olmuş olsa bile ben şuna bakarım: Benim 49 vatandaşımızın karşılığı hiçbir şeyle değişmez, hamdolsun ailelerine kavuştu diye düşünürüm” cevabını verdi. Bence haklı. Neredeyse ilk kez doğru bir şey söyledi. Şaşmayın. Biliyorsunuz bozuk saatler bile günde iki defa zamanı doğru gösterir. Üstelik Türkiye’nin Irak ve Suriye ile 1208 kilometre tutan uçsuz bucaksız sınır boylarında olup bitenler “Takas mı, pazarlık mı, ödün mü, fidye mi, niye şimdi, niye bu kadar geç” gibi soruları yersiz, gereksiz kılıyor. Kimilerinin “Gözü dönmüş, ruhsal dengesi iyiden iyiye sapıtmış bir avuç cani” diye tanımladığı IŞİD’in bir avuç filan olmadığı, sapık katiller sürüsünden ibaret de olmadığı ayan beyan oldu. “Irak Şam İslam Devleti” adından vazgeçip kendini kestirmeden İslam Devleti olarak adlandıran IŞİD, sözünü ettiğim 1200 kilometrelik sınır soyundaki bütün geçişleri, bütün kapıları eline geçirmek için var gücüyle yükleniyor. ABD önderliğinde Sınır Komşumuz Kim Olsun? Koalisyon güçlerinin “Şöyle mi yapsak, böyle mi yapsak?.. Havadan mı vursak, karadan da birileri vursa mı” yollu tartışmaları, görüşmeleri, pazarlıklarıyla altın değerinde günler akıp geçerken IŞİD mevzi kazanıyor; konumunu pekiştiriyor. Bunun anlamı: IŞİD Türkiye ile sınır komşusu olacak yönde adımlarla ilerliyor. Başarırsa haritalarda güney sınırımızın öte yanına Suriye ve Irak değil “İslam Devleti” yazılabilir. Abartıyor muyum? Peki, mesela bu yılın mayıs ayında, “Gelecek ayın ortalarında IŞİD Musul’u ele geçirecek” deseydim bana yine “Abartıyorsun” denmeyecek miydi? 11 Haziran’da Irak’ın ikinci büyük kenti, toprağın iki karış altından petrol fışkıran Musul, IŞİD’in eline geçti. Sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin konsolosluk binası değil, koskoca kent ve çevresi IŞİD’in elinde. Trafiği IŞİD polisi düzenliyor; mahkemelerde (mahkeme?) IŞİD yargıçları (yargıçlar?) hüküm kesiyor; çıkan petrolü IŞİD satıp kendi bütçesine ekliyor. IŞİD’in denetlediği bir internet sitesi Türkiye ile rehine pazarlığını “IŞİD Dışişleri Bakanı bizzat yürüttü” diye yazdı, ardından da “Böylece Türkiye Cumhuriyeti devleti İslam Devleti’ni resmen tanımış oldu” diye ekledi. Sözün kısası: Bir: IŞİD sanılandan daha büyük bir tehlikedir. İki: IŞİD İslam dini için çok büyük bir tehlikedir. Üç: IŞİD en çok Türkiye için büyük tehlikedir. HHH Şimdi soralım: Bugün ve bugüne kadar IŞİD’le kim savaştı ve savaşıyor? Kimileri (ABD, AB, Körfez ülkeleri) laf ebeliğiyle akıp giden zamanı hiçe sayarken; Türkiye “46 yurttaşımız rehine. Ne yapabiliriz ki” mazeretinin ardına saklanırken, Suriye El Nusra, ÖSO, El Kaide gibi örgütlerle rekabet haline girip onlara karşı da savaştığı için neredeyse IŞİD’e teşekkür edecekken, Iraklı Türkmenler çaresizlik içinde kaçışırken, Ezidiler ölüm yolculuklarına çıkıp canlarını kurtarmaya çabalarken IŞİD belasına karşı elde silah savaşan, yer yer püskürten, yer yer ilerlemesini önleyen tek güç var: Kürtler! Ancak bu Kürtler genellemesini de daraltmak gerekiyor. Irak Kürdistanı’nın egemeni Barzani IŞİD’e karşı savaşmak yerine “mış” gibi yapmayı yeğlemekte. Şu satırlar Lübnan’da yayımlanan EsSefir gazetesi yorumcusu Mouhammed Ballut’tan: “PYD’nin askeri güçleri, Mesud Barzani peşmergesinin savaş vermeden çöktüğü ve Ezidileri Bağdadi’nin bıçaklarına terk ettiği Şengal Dağı’nda IŞİD’e karşı savaşta büyük bir etkinlik göstermiş ve Ezidilerin güvenliğini sağlamıştı.” Kısacası bugün, bu anda IŞİD’e karşı savaşan tek güç Rojava Kürtlerinin silahlı birlikleri. Rojava hemen hemen Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca uzanan bölgenin adı. Rojava’da burada ayrıntısına giremeyeceğim bir özerk bölge modeli hayata geçiriliyor. Türkiye ise bu modelin Türkiye Kürtlerine esin kaynağı olabileceği kaygısıyla Rojava’ya sınır komşusu olarak değil “sınırdaki tehlike” hatta “düşman güç” gözüyle bakıyor. IŞİD ise bu satırlar yazılırken kanlı bir savaşın sürdüğü Kobani’ye var gücüyle saldırıyor. Kobani bizim Suruç’un tam karşısındaki bir sınır kasabası. Rojava’nın doğudan batıya tam ortasında yer alıyor. Eğer IŞİD Kobani’yi ele geçirirse Türkiye’nin sınır komşusu olacak. Ne dersiniz? Türkiye’nin sınır komşusu IŞİD mi olsun, Rojava özerk Kürt bölgesi mi? EğitimSen greve çıkıyor Yurt Haberleri Servisi Eğitim Sen, eğitim emekçilerinin sorunları, angarya, performans sistemi, siyasi baskı, sürgün, taşeronlaştırma, 4B ve 4C uygulamaları, norm kadro uygulaması, atama ve tayinlerde yaşanan sorunlar nedeniyle 24 Eylül’de ülke genelinde greve çıkıyor. Eğitim Sen’den yapılan yazılı açıklamada, “Bugüne kadar çalışma yaşamına yönelik olarak da çok sayıda yasal düzenleme yapılmış, haklarımız torba yasalarla tırpanlanmış, esnek çalışma, angarya, performans değerlendirme, mülakat ve sözlü sınav uygulamaları ile iş güvencemiz doğrudan hedef haline getirilmiştir” denildi. Erken emeklilik, yeni personel almama, taşeronlaştırma, geçici süreli sözleşmeli personel çalıştırma, ücretli öğretmenlik, 4B, 4C, 50D, sözleşmeli çalışma gibi uygulamalarla kamu istihdamında büyük bir alt üst oluş yaşandığını, güvencesiz istihdamda patlama yaşandığının vurgulandığı açıklamada, “Eğitimde 4+4+4 dayatmasının üzerinden henüz iki yıl geçmesine rağmen, okul dönüşümleri sonucunda ortaya çıkan norm fazlası sorunu hâlâ çözülememiştir. Öğretmen atamalarında, özür grubu tayinlerinde, il içi ve il dışı tayinlerde de ciddi mağduriyetler yaşanmakta, üniversitelerde üyelerimize yönelik baskılar, mobbing uygulamaları, soruşturmalar ve görevden almalar sürmektedir” denildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle