23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 EYLÜL 2014 PAZARTESİ 10 EKONOMİ ekonomi@cumhuriyet.com.tr Ekonomik olarak 2008’deki durumun değişmediğini belirten uzmanlara göre tehlike kapıda Kriz çok yakınımızda u G20 Bakanlar ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısı ardından yayımlanan bildiride “Küresel ekonomideki büyüme, düzensiz bir şekilde sürüyor ve yeterince istihdam oluşturulmasında gereken hızın altında kalıyor” saptamasına vurgu yapılırken iki ayrı ekonomist de tehlikenin sanıldığından yakında olduğuna işaret etti. Ekonomi Servisi Uzmanlar hâlâ yeni bir krizin gelebileceği konusunda uyardı. 2008 krizinin üzerinden 6 yıl geçti, fakat uzmanlar hâlâ yeni bir krizin gelebileceğine dikkat çekti. Financial Times’ın Ekonomi Başyazarı Martin Wolf, 2008 finansal krizden beri küresel finansal sistemin başka bir krizi önlemek için yeterince ilerleme göstermediğini söyledi. Wolf Yahoo’ya yaptığı açıklamada, “Durumumuz gerçekten değişim göstermedi” diye konuştu. Hâlâ daha Kömürdeki Kara Döngü Yaz boyu “madenciye müjde” diye tanıtılan “torba yasa”dan, kışa girerken işsizlik müjdesi(!) çıktı. Maden işçilerinin ücretini, asgari ücretin en az iki katına çıkaran torba kanun, kıdem tazminatı yükünü artırınca, madenler üretimi durdurmaya başladı. “Şimdilik” 22 maden şirketinden 5 bine yakın maden işçisi kapı önüne konuldu. Soma bekleyişte... İşten çıkarmaların süreceği belirtiliyor. Zonguldak’ta, TTK’den sonraki en büyük maden işletmesinin sahibi Erdoğan Demir, “Bizim için çok zor karardı” deyip şunu anlatıyor: “Ortalama 1500 TL alan işçi yeni dönemde 2 bin 300 lira alacaktı. Biz bunu her türlü karşılarız. Bizi faaliyet yapamaz duruma getiren, kamunun getirdiği ek külfet. Hesap ortada. Ürettiğimiz kömürün maliyeti ton başına 160 TL. Kamuya bu kömürü sattığımız fiyat 122 lira… Ton başına 40 TL’yi aşan bir zararı karşılamamız mümkün değil. Hükümetin ve Enerji Bakanlığı’nın bu konuda mutlaka çözüm bulması gerekir.” (Hürriyet) HHH “Peki, çözüm ne” sorusunu, kömürdeki yolsuzluğu Hazine Kontrolörlüğü döneminde raporlarına yansıtmış CHP’li Aykut Erdoğdu’ya sordum: “Ocakların tamamı devletten rödovans usulü kiralanmış. Ton başına devlete para ödüyorlar. Aslında bahsedilen tutar çok yüksek değil. Devlet rödovans bedelini düşürebilir. Madencilik üzerindeki vergi, stopaj gibi yükleri azaltabilir. Ama dikkatli olunması lazım. İthal kömür çok ucuz ve kolay olduğundan, rekabet şansı ortadan kalkıyor. Gümrük tarifelerine önlemler alınabilir. Bütün bunlar bir arada düşünülmeli.” Demir’in hesabına bakıldığında işçilik maliyetinin yüzde 20 göründüğüne dikkat çeken Erdoğdu, “Peki, diğer maliyetler ne, onları da açsınlar. Hiç mi yatırım yapılmamış, akaryakıt maliyeti ne” sorusunu yöneltiyor. Son torba yasanın kömür madenlerinde kamu yükümlülüğünü artırdığını sadece Zonguldak’taki Demir Madencilik söylemiyor. Ege’de de aynı şikâyetler yükseliyor. Soma’daki gergin bekleyiş de bundan. Erdoğdu, “Taşkömürünü, devletten ton başına para ödemek kaydıyla kiralayan şirketler, halka şantaj yapmasın” diyor. HHH Meselenin çok önemli bir boyutu da AKP iktidarının kalıcılığını sağlayan politikalardan biri olan yoksul ailelere kömür yardımı. Bu yardım, Hazine sahipliğindeki Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ile Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun (TTK) zarar etmesi pahasına sürdürülüyor. Hepimizin vergileriyle finanse edilen görev zararında, bu yıl ciddi bir artış gerçekleşti: Maliye verilerine göre TKİ’nin 2013 yılı görev zararı 418 milyon TL’ydi. Son bütçe verilerine göre ise TKİ’nin ocakağustos dönemi görev zararı, geçen yılın 12 ayını şimdiden geçti: 420.2 milyon TL. (Sebebinin bu yıla sığan iki seçim olup olmadığının yorumu size kalmış.) Bitmedi. Yoksul ailelere dağıtmak üzere kömür alımıyla görevlendirilen diğer kurum olan TTK’ye Hazine’den sekiz ayda 455 milyon TL borç aktarılmış. HHH Torba yasayla madencilik sektöründeki işsizliği yavaşlatabilecek önemli bir tedbir de en büyük alıcı konumundaki ÇATES’in (Çatalağzı Termik Santralı) alım fiyatını yükseltmesi olabilirdi. Ancak oradaki tablo da feci. Geçen nisan ayında özelleştirme ihalesi yapılan ÇATES’e en yüksek teklifi veren Demir Madencilik, havlu atmış durumda. Mayıstaki Soma faciasının ardından bankalar, madencilik sektörüne kredi vermekte isteksiz davranıyor. Demir Madencilik’in 10 milyon dolarlık teminat mektubu şimdiden yanmış. ÇATES’in geleceği meçhul... Neresinden bakarsanız kapkara bir tablo. İktidar sağlamlaştırmak için sömürülen, kamu şirketleri batırılan kömürde, faturanın büyüğü yine maden işçisine çıktı. Çıkacağından başka. Cari açığın en önemli nedeni olan enerji ithalatı faturasını ise saymayalım bile. Büyüme düzensiz istihdam yetersiz G20 Bakanlar ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısı’nın ardından yayımlanan bildiride, küresel ekonomideki büyümenin düzensizliğinin sürdüğüne ve yeterince istihdam oluşturulmasında gereken hızın altında kaldığına işaret edildi. Finansal piyasalarda aşağı yönlü risklerin ve jeopolitik tansiyonun devam ettiği belirtilen bildiride, ülke ekonomilerini bu risklerden korumak ve istihdam oluştura bilmek için güçlü, sürdürülebilir ve dengeli bir büyüme ile sağlam finansal sektörlere ihtiyaç olduğu vurgulandı. Sonuç bildirgesinde, gelişmiş ülkelerde uygulanan para politikalarının ekonomik iyileşmeyi desteklemeye devam ettiği ve merkez bankalarının görevleriyle tutarlı bir şekilde deflasyonist baskıları zamanında ele almaları gerektiği ifade edildi. Büyüme için mali stratejilerin katkısını artırmaya yö nelik vergi ve hükümet harcamalarının kalitesi ve kompozisyonunda değişikliklerin gerekli olduğunun kabul edildiği bildiride, talep artışı ve büyüme için yatırımların kritik bir önemi olduğu kaydedildi. Bildiride, büyümeye katkı sunan ekonomik esneklik ve mali stratejileri destekleyen bir vergi sistemiyle, sınır ötesi vergi kaçakçılığı konusunda küresel mücadelenin desteklendiği bildirildi. fazla borçla büyümeye talebin oluştuğuna dikkat çeken Wolf, borç makinesinin yeniden çalışmaya başladığını dile getirdi. Makineyi kusurlu bir makine olarak nitelendiren Wolf, yüksek kaldıraçlı ve yüksek derecede birbiriyle entegre finansal kurumlar tarafından para yara tıldığını ifade etti. Durumun daha kötü bir hale gittiğini vurgulayan Wolf, “Tüm bunlar tehlikenin geldiğine işaret ediyor. Bu şekilde yürütülen istikrarsız bir sisteminiz varsa, krizler kaçınılmazdır” diye konuştu. J.C. Flowers Üst Yöneticis J. Christopher Flowers da bankacılık sektöründeki aşırı regülasyonlar nedeniyle krizi ufukta gördü. Tüm kuralların kârda zayıflamaya neden olduğunu bildiren Flowers, “Bu gerçek bir kırılganlık. Kimse yüzde 5 getiri sağlayan bir sektöre yatırım yapmaz” diye konuştu. DEİK’TE MEVZUAT DA DEĞİŞTİ Öztrak: Hükümet baskıyı artıracak rant; yandaşlarına ise yeni ikbal kapıları açmanın peşinde olduğunu ortaya koydu” dedi. Öztrak, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’na ilişkin son düzenlemelere ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, sivil toplumun, katılımcı ve çoğulcu demokrasinin en büyük teminatı olduğunu belirterek, ‘Sessiz kalınmamalı’ “Bu temeller AKP iktidarı tarafından sistemli bir şekilde aşınÖztrak, hükümetin attığı bu adımlarla Türkiye’nin dırılmaktadır. Farkkalkınma, aş ve iş mücadelılıkları zenginlik, çok lesine zarar verdiğini, 2001 sesliliği özgürlük olakrizinden sonra ekonomiyi rak görmeyen bundan ayağa kaldıran çapaları bikorkan AKP zihniyerer birer kopararak, bizim ti Türkiye’de çoğungibi ekonomilerin aleyhine lukçu ve keyfi bir yögelişen küresel iklimde ekonetimi hâkim kılmaya nomiyi korunaksız hale geçalışmaktadır” dedi. tirdiğini belirterek, “İş dünÖztrak, keyfiliğin yası atılan bu adımlara sesve otoriterleşmenin en siz kalmamalı ve giderek artan bu keyfi yönetim anlayı fazla yaşandığı alanlarşı karşısında sesini yükselt dan birinin de ekonomi dünyası olduğunu mekten çekinmemelidir.” kaydetti. ifadelerini kullandı. Ekonomi Servisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, “Hükümet DEİK mevzuatında yaptığı baskın değişikliklerle iş dünyası üzerindeki kontrol ve baskısını artırdı. Bu suretle ekonominin günlük işleyişine daha fazla müdahale ederek, kendine yeni siyasi 4 Kırsal kesimde orman vasfını yitirmiş 2B alanları, tarım yapan orman köylüsüne verilmeli. 4 GAP yatırımları özel bir önemle desteklenmeli ve hızla tamamlanmalı. Mayınlı araziler mayınlardan temizlenerek yöre çiftçilerinin tasarruf ve tarım amaçlı kullanımına açılmalı. Güçlü tarım için toprak reformu şart u Başta pamuk olmak üzere bazı ürünlere özel teşvik yapılması gerektiğine dikkat çeken Umut Oran, topraksız ya da yetersiz toprağı olan köylüye toprak dağıtan yeni bir reformun gerekli olduğunu vurguladı. Ekonomi Servisi Etten ota, pamuktan samana pek çok alanda dışarıdan tarım ürünü alan Türkiye’nin en gelişmiş büyük ekonomiler içinde yer alması için tarım politikalarını yeniden dizayn etmesi gerektiği belirtildi. Tarım sektörünün Gari Saifi Yurtiçi Hasıla’daki (GSYH) payının, bu yılın ilk altı ayı itibarıyla yüzde 6’ya kadar indiğini belirten CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran yaptığı yazılı açıklamada, tarımın milli gelir içindeki payının 12 yılda yarıya indiğine dikkat çekerek yapılması gerekenleri sıraladı. Oran’ın güçlü tarım için önerileri özetle şöyle; 4 İnsan odaklı üretim benimsenmeli. 4 5’er yıllık dönemler halinde hazırlanacak tarım programları ülke ve dünya ölçeğindeki gelişmeleri kavrayıp en uygun çözümleri yaratıcı nitelikte oluşturulmalı. 4 Arazi Edindirme Ofisi çalışmalarıyla topraksız ya da az topraklı köylüye yeni bir toprak reformu anlayışı hayata geçirilmeli. 4 Tarım arazilerinde ülke koşulları ile uyumlu ve gerçekçi bir ölçek ekonomisi yaratılmalı. 4 Sulanabilir arazilerinin tümüne su götürecek bir sulama yatırımı yapılmalı. 4 Bilgi ve teknolojinin kullanımı desteklenmeli. 4 Tarım ve gıda işletmelerinin modernizasyonu sağlanmalı. 4 Tarımsal girdi ve çıktı piyasalarındaki aksak yapılar üretici ve tüketici yararına yeniden düzenlenmeli, tekelleşme önlenmeli. 4 Sağlıklı ve bol gıdanın tüketici sofrasına uygun fiyatla erişmesini sağlayıcı, üretici ve tüketici kooperatifleri aracılığıyla işleyen yeni ve çağdaş bir pazarlama yapısı organize edilmeli. Önceki pazartesi yazımda, Henry Kissinger’in, “Batı” ürünü eski düzenin dağılmakta olmasına ilişkin iki denemesine değinmiştim. Bunlardan, Sunday Times’da yayımlanan “World in flames” (Dünya Alevler İçinde) başlıklı, siyasal İslam ve Ortadoğu üzerinde yoğunlaşanında rastladığım bir ifade, bana son yıllarda, “demokrasi” ile “özgürlükler”, “istikrar” arasındaki bağlantı üzerinde sürmekte olan bir tartışmayı anımsattı. Kissinger’in de bu tartışmaya dolaylı olarak katılmakta olduğunu düşündüm. Kissinger bu konuya girerken, önce “Arap Baharı”nın genel bir değerlendirmesini yapıyor. Özetle, “Arap baharı yeni bir kuşağın liberal demokrasi talebiyle ayaklanması olarak başladı... Ordunun, dini yapıların içinde var olan güçler bu orta sınıf devrimcilerinden daha örgütlüydüler”. “Kahire’de yeni bir askeri rejim yerleşirken, bu durum ABD’de hâlâ çözümlenmeden sürmekte olan güvenlik mi yoksa insani ve meşru bir yönetişimi mi desteklemek daha önemlidir? tartışması için yeni bir alan açtı” diyor. Mısır’dan sonra Kissinger, Suriye’de başkaldırının demokratik gerekçelerle başladıktan sonra hızla dejenere olduğunu, bölgesel jeostratejik bir eksene oturduğunu vurguluyor: “Çatışma, Esad konusunun ötesine geçti, Suriye’deki ve bölgedeki oyuncular için çatışmalar demokrasiyle değil egemen olmakla ilişkiliydi. Bunlar demokrasiyle değil, kendi gruplarını iktidara getirmekle ilgileniyorlardı.”... “Suriye ayaklanması ‘Bir devlet çöktüğünde’ kısa sürede, tüm bölgenin düzenini tehdit eden büyük bir insani felakete dönüştü.” Kissinger Irak ve Libya deneylerine de bakıyor, her seferinde ortaya kaos çıkmaya başladığını tespit ediyor. “Eğer” diyor Kissinger, “düzen, bir mutabakatla elde edilemez ya da bir güç tarafından empoze edilmezse, kaosun içinden, büyük felaketlerle yoğurularak çıkarılmak durumunda kalacaktır”. Kissinger’e göre, “devletler bütünsellikleri içinde yönetilemezlerse”... “düzen korunamazsa... tüm bölgeye organik olarak yayılacak aşırı akımlara, anarşiye geniş alanlar açılır”... “bölgesel ve uluslararası düzen de dağılmaya başlar”... “Haritada kanunsuzluğun egemen olduğu boş alanlar oluşur”... “Bir devletin çöküşü, onun toprağını terörizm, silah tedariki, komşularını tehdit eden dini propaganda alanına çevirir”. Demokrasi mi? Güvenlik mi? Saddam! Kahrolsun Kaddafi! Kahrolsun Esad! Kahrolsun Castro! İyi de bu baskıcı liderler demokrasiden daha temel bir şey sunuyorlardı: Ulusal topraklarının her santimini kontrol ediyorlardı. Yabancı hükümetleri ve liderleri değerlendirirken bu bizim için anahtar ölçüt olmalı.” Kinzer’e göre, “Yönetilemez alanlar bölgesel ve küresel terör kaynağı oluyor.” “Bir lideri desteklemeye karar vermeden önce, ‘bu kişi ya da grup, tam bir mekânsal kontrol kuracak biçimde ülkeyi birleştirebilir mi?’ diye sormak gerekiyor”... “İkinci, kaygı insani güvenlik olmalı: İnsanlar yaşamlarını güven içinde, gerektiğinde polise güvenerek sürdürebiliyorlar mı?” “Nihayet” diyor Kinzer, “yönetimleri, vatandaşlarına sundukları olanaklara bakarak değerlendirmeliyiz. Eğer sağlık hizmetleri, ekonomik büyüme, gittikçe yaygınlaşan eğitim olanakları varsa, bu yönetimler desteklenmeye değer”... “Güney Kore, Tayvan görkemli bir ekonomik güce diktatörlüklerden geçerek gelmedi mi? Singapur 50 yıldır otoriter bir ailenin yönetiminde gelişmiyor mu? Afrika’nın en hızlı büyüyen ülkesi Ruanda bir demokrasi değil. Kazakistan’da dikta törlük, sokaklara güvenlik, gelişmiş bir eğitim sistemi ve kadın hakları getirmedi mi?” Bu sorulardan sonra Kinzer demokrasiden önce, “bu ülkede kim denetimi kurabilir, güvenlik sağlayabilir, insanların yaşamlarını iyileştirebilir” diye sormalıyız, diyor. Bunlar, “realist”, hatta pragmatik perspektifle dile getirilmiş kaygılar. Ama bu kaygıları içeren tartışmanın tarihsel ve teorik bir boyutu da var. apitalizmle demokrasinin boşanma süreci... Rivayete göre kapitalizm ve demokrasi birbirini tamamlayan ideal çiftti. Kapitalizm geliştikçe demokrasi gelişecek, demokrasi geliştikçe kapitalizm daha da mutlu olacaktı. Küreselleşme bu çiftin ailesinin mutlu çağıydı. Aslında bu evliliğin yürümeyeceği ABD’nin anayasasının çerçevesini hazırlayan, 4.Başkan James Maddison’un, “Demokrasiler her zaman sarsıntılar, çatışmalar gösterisi olmuştur: Her seferinde, bireysel özgürlüklerle ya da mülkiyet hakkıyla uyumsuz oldukları ortaya çıkmıştır; yaşamları genelde kısa olduğu kadar ölümleri de şiddetli olmuştur” sözleriyle vurguladığı gibi başından belliydi. Bu alıntıyı aktaran yazar, “Demokrasi sözcüğü Bağımsızlık Deklarasyonu’nda, ABD anayasasında yer almaz” diyor. Kapitalizm, özel mülkiyet, “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” kimse kapitaliste karışmasın anlamına gelen bireysel özgürlüklere ve nihayet emekçi sınıfların (halkın) bu koşulları kabul ettiği, istikrarlı K ‘İstikrar demokrasi gerektirmez’ Bu, Stephen Kinzer’in geçen ay, Boston Globe’da yayımlanan, yukardaki kaygıları paylaşan yorumunun başlığıydı. Kinzer yazısına, bir haberle başlıyor: “ABD, Küba’ya gizli ajan gönderip muhalefet unsurlarını örgütlemeye çalışacakmış.” Kinzer, “Dünyada bu kadar çok ülke şiddetli altüstler yaşarken, sakin bir ülkeyi neden destabilize etmeye kalkıyoruz ki” diye soruyor. “Demokrasi yayma düşüncesine romantik biçimde bağlanmışız. Güvenlik ve istikrar konusunu azımsıyoruz” diyor ve devam ediyor: “Kahrolsun bir siyasi coğrafyanın varlığına dayanır. Demokrasiyse, toplumun çoğunluğunun iradesini siyasi yönetime yansıtan biçimdir. Kapitalizm sık sık yaşamsal krizlere girer, bu krizlerden ancak kendini yenileyerek, bir önceki dönemde yaptıklarını yıkarak, yeniden yaparak, toplumda şiddetli sarsıntılar yaratarak çıkabilir. Bu yeniden yapılanmayı desteklemek için toplumsal zenginlikleri, değişimi yürüten azınlığın gereksinimlerine yönlendirir. Bu süreçte toplumsal huzursuzluk artar, kapitalizme güven sarsılır. Toplumsal irade, toplumsal çıkar, önce yıkıma direnmeye çalışır; sonra toplumsal adaleti, gelir dağılımını sorgulamaya, buradan dikkatini, kapitalizme, özel mülkiyete yoğunlaştırmaya başlar; nihayet “neden başka türlü bir yaşam olmasın” sorusuna gelir. Tabii gerçekte bu süreç böyle değil, kimi aşamaları atlayarak, patlamalar yaratarak gelişiyor. Çoğunluk iradesi, istekleri ve çıkarları kapitalist özgürlüklerle, bireysel mülkiyetle çelişmeye başlıyor. Bu noktada kapitalizm, James Maddison’un tanımladığı yere, demokrasiden kurtulma arzusuna geri döner. Son yıllarda yoğunlaşan “Demokrasi mi, özgürlükler mi? Demokrasi mi istikrar ve düzen mi” tartışması, kapitalizmin bu boşanma arzusuna ilişkindir. Son dönemde görülen toplumsal hareketler, patlamalar, demokrasi tarafında da benzer bir boşanma, kapitalizmden kurtulma arzusunun gelişmekte olduğunu gösteriyor. Kimse iki taraf da istiyor diye bu boşanmanın kolay olacağını sanmasın! Zam şampiyonu ihracatta hızlı Ekonomi Servisi Yılbaşından bu yana en çok zamlanan ürün olan limondaki fiyat artışı yüzde 216’yı buldu. Türkiye, bu yıl, temmuz ayına kadar 54 ülkeye yaptığı 172 bin 261 ton limon ihracatından 115 milyon dolar gelir elde etti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, tüketici fiyat endeksi hesaplamasında kullanılan ürünlerden bu yıl fiyatı en fazla artan limon oldu. Limonun ocak ayında 2.29 lira olan fiyatı, Ağustos ayında 7.23 liraya kadar yükseldi. Limon fiyatındaki artış yüzde 215.92’yi buldu. Limon fiyatındaki bu artış tüketicinin cebinden çıkan fazladan 4.94 liranın çıkmasına yol açtı. İç piyasada ‘zam şampiyonu’ olan limon, dış ticarette önemli bir ihracat unsuru oldu. Türkiye, bu yıl, Temmuz ayına kadar yaklaşık 172 bin 261 ton limon ihracatı yaptı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle