03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 8 AĞUSTOS 2014 CUMA 14 KÜLTÜR ‘Teksas Zincirli Testere Katliamı’ filmiyle ünlenmişti Kültür Servisi Korku filmi klasiklerinden “The Texas Chain Saw Massacre”ın (Teksas Zincirli Testere Katliamı) özgün çekiminde attığı çığlıklarla adı “çığlık kraliçesi”ne çıkan Marilyn Burns 65 yaşında hayata veda etti. Tobe Hooper’ın 1974’te çektiği filmde Sally Hardesty adlı genç kızı canlandıran Burns’ün Houston kenti yakınlarındaki evinde ölü bulunduğu açıklandı. Burns, “Teksas Zincirli Testere Katliamı”ndan sonra, 1976’da bir televizyon filminde, Charles Manson çetesi üyelerinden Linda Kasabian’ı canlandırmış; daha sonraları da çeşitli korku filmlerinde küçük rollerde oynamıştı. “Kayıp Karıncalar Vadisi” ‘Çığlık kraliçesi’ öldü Bir eşcinsel sinema başyapıtı Nottingham’da bir cuma akşamı. Russell (Tom Cullen), küçük kızının da vaftiz babası olduğu en yakın arkadaşı Jamie’nin (Jonathan Race) evinde verdiği partiden erken ayrılıp daha çok eşcinsel erkeklerin devam ettiği bir gece kulübüne (biraz çapkınlık yapmak amacıyla) gidiyor ve orada Glen’le (Chris New) tanışıyor. Glen, gece boyu Russell’a sürekli askıntı olan, kısa boylu, azgın bir ‘gey’den kurtarıyor Russell’ı. Aynen şimdiye dek birçok filmde ve romanda defalarca anlatılmış o “ve oğlan kıza rastlar” türünden bir karşılaşma bu. Tıpkı o bildik heteroseksüel aşk hikâyelerindeki gibi ama bu kez oğlan, oğlanla karşılaşıp tanışıyor ve yakınlaşıyor. Russell’ın sarhoşluktan pek de hatırlamadığı gecenin sonunu, ikisi sevişerek Russell’ın evinde ve yatağında birlikte geçiriyorlar. Görünürde bir gecelik bir sevişmenin tekdüzeliğini aşan, gittikçe ateşlenen bir aşk ilişkisinin başlangıcıdır bu. Cinsellik ve sevişme üstüne tartışmalarının yanı sıra geçmişlerindeki kimi sırları, esin kaynaklarını da açıklıyorlar birbirlerine, geodaklanan “Greek Pete” adlı ilk leceğe dair tasarladıklarını dillenfilmiyle adını duyuran ve Londradiriyorlar ve ardından bir kez dalı film eleştirmenlerince umut vaat ha sevişmek üzere hop cumbureden en yetenekli ve geleceği parlop yatağa... lak sinemacı olarak selamlanan, eşAnasını babasını tanımayıp bacinsel İngiliz yönetmen, senarist ve kıcı ailelerin yanında büyümüş, yapımcı Andrew Haigh’in iki erzorlu bir çocuklukergenlik dökek arasındaki 48 saatlik bir ilişneminden geçmiş yetim Russell, kiyi açık seçik hikâye eden ikinokul yüzme takımında yüzdüğü ci uzun metrajı “WeekendHafiçin havuzlarda ta Sonu”, 2011’de profesyonel cangösterildiği ülkelerkurtaranlık yapaden epeyi ses getiru “Hafta Sonu”, gençrak hayatını kave Londra’dan bekâr işi yatak odalarında, miş zanırken Glen bir San Francisco’ya, romantik âşık Russell’la, sanat galerisinde Toronto’dan Los çalışıyor ve 21. gerçekçi ve çenesi kuvvetli, Angeles’a kadar kayüzyıl sanatı üstıldığı bütün festivalhazırcevap Glen ikilisinin tüne 2 yıl sürelerin gözdesi, çeşitli cek bir eğitim alLGBTI ödüllerinin de sıra dışı beraberliğini mak üzere ABDsahibi olmuştu. perdeye taşıyor 97 dakika Oregon’daki 2000’li yıllarda birPortland kentitakım kıyıda köşede süresince. ne gideceği gerkalmış iyi filmleri geçeğiyle yüzleştirip sunmayı görev mezden önce ülkesindeki son hafedinmiş Bir Film’in sinemaseverta sonunu, aralarında güçlü bir balere yeni bir hizmeti olarak bugün ğın oluştuğu Russell’la beraber, do Başka Sinema salonlarında gösterilu dolu yaşamak istiyor. 2 günde fe me giren “Hafta Sonu”, rengârenk na halde birbirlerine sevdalanan 2 psikedelik ışıklara, yüksek volümlü gey’in bakış açısıyla anlatılmış bu müziklere boğulmuş, sisdumandan buruk aşk hikâyesi, Jamie’nin aragöz gözü görmez haldeki undergbasıyla Russell’ı havaalanına yetişround bar ortamlarında, gençbekâr tirip Glen’i Amerika’ya yolcu ettiği işi yatak odalarında, tuvaletlerduygusal bir finalle sona eriyor. de geçen, birbirlerine çeşitli anı, 2003’ten itibaren bazı kısa filmhikâye ve hetero’ları çekiştiren kiler çektikten sonra 2009’da çektişisel anekdotlar anlatıp muhabbeti ği, Londra sokaklarında iş tutan, ki ilerleterek (ve habire kurusıvı takıralık bir erkek fahişenin hayatına lıp kafaları güzelleştirerek) dur du İki erkeğin aşkını konu edinen, 2011 İngiltere yapımı ‘WeekendHafta Sonu’, Başka Sinema salonlarında bugün gösterime giriyor rak tanımaksızın birbirlerinin kollarına atılan, emekçi sınıftan, romantik âşık Russell’la, gey’liğini daha 16’sındayken hoşgörülü ve anlayışlı ebeveynlerine açıklamış, iyi aile çocuğu, gerçekçi ve çenesi kuvvetli, hazırcevap Glen ikilisinin sıra dışı beraberliğini perdeye taşıyor 97 dakika süresince. Erkeklerinin eşcinselliğe eğilimi öteden beri belli ve belirgin olagelen İngiltere’den çıkagelen ve seyri buruk tatlar veren bu “Hafta Sonu”, haftanın filmi nitelemesini hak ediyor. İkiliyi canlandıran Tom Cullen’la Chris New’ın başarılı oyunculuklarının yanı sıra birtakım hassas konulara değinen gerçekçi diyalogları, cüretkâr çekimleri, özenli ayrıntılarıyla ve sade ama duyarlı ve sürükleyici olabilen, eli yüzü düzgün, akıcı sinematografisiyle üzerimizde etkileyici bir modern romantik drama izlenimi bıraktı “Hafta Sonu”, hatta şimdiye kadar seyrettiğim, en iyi eşcinsellik konulu filmler listesine kafadan girer sanırız bu “Weekend”. Müziklerini James Edward Barker’in derlediği, kameramanlığını Ula Ontikos’un yaptığı, baştan sona eşcinsel aşkı, seksi ve sevgisiyle örülü bu bağımsız filmin senaryosunu iki başrol oyuncusuyla birlikte, çoğu kez doğaçlama yazan ve bu yıl üçüncü filmi “Looking”i çektiği bildirilen yönetmen Andrew Haigh adına bundan böyle dikkat etmek gerek! BU HAFTA 5 YENİ FİLM SİNEMA SALONLARINDA Kültür Servisi Bu hafta 1’i yerli 5 film gösterime girecek. Başrolünde Scarlet Johansson’ın yer aldığı aksiyongerilim türündeki “Lucy” beklenen filmler arasında yer alıyor. Phil Lord ile Christopher Miller’ın yönettiği, “Liseli Polisler 2” ise aksiyon ve komedi meraklılarını sinema salonlarına çekmeyi hedefliyor. Burak Donay’ın yönettiği haftanın tek yerli yapımı “Ceza”da ise “Doğruluk mu, cesaret mi” oyunu oynayan bir grup arkadaşın öyküsü beyazperdeye aktarıldı. Thomas Szabo ile Helene Griaud’un yönettiği 3D formatındaki animasyon filmi “Kayıp Karıncalar Vadisi” de ganimeti paylaşmak istemeyen iki karınca grubu arasındaki mücadeleyi anlatıyor. ‘Kayıp Karıncalar Vadisi’ Erkek mi, kadın mı? ASLI SELÇUK Guillaume Gallienne’in yönettiği ‘Ben, Kendim ve Annem’, 15 Ağustos’ta beyazperdede tiyatro olarak tanımlayan Guillaume bedensel yorum gerektiren bu tiyatroda erkeklerin kadın rolleri oynadıklarını betimler. Guillaume’un yaşam felsefesi sarsıcı sözlerden oluşuyor: “Törenleri severim ama kuralları sevmem. Kadroları severim ama haneleri sevmem. Gelenekleri severim ama alışkanlıkları sevmem”. Soylu bir aileden gelen Guillaume filminde klişeleri, tabuları, başkalarının bize yapıştırdığı etiketleri eleştiriyor, ergenliği, kimlik arayışını deşerken Some Like It Hot’ı (Bazıları Sıcak Sever/Billy Wilder, 1959), La Cage aux folles’u (Çılgınlar Kulübü/Edouard Molinaro, 1978), Victor Victoria’yı, (Blake Edwards/1982), Pedro Almodovar’ı referans alıyor. İyi bir eğitim almış olan Guillaume, Comédie Française’de önemli bir konumda bulunuyor: “Jean Vilar’ı Gérard Philippe’le karşılaştırdıklarında Vilar ‘Ben prens değil kralım’ der. Bu özdeyişe ulaşmak için çok çalışmam gerektiğini hemen kavradım. Bende filmimde kraldan çok kraliçeyim, fakat prenses yanım ağır basmakta” diyen yönetmenin duygulandırıcı, soyut, tuhaf filmi, ergenliğini bürlesk destana dönüştürdüğü, düşlerini, tutkularını irdelediği çalışması Ben, Kendim ve Annem, 15 Ağustos’ta gösterime giriyor. Şimdiyse o Comédie Française’de yeniden sahnelediği oyununda İngiliz hemşire Miss Betting rolüyle sansasyon yaratıyor. Guillaume Gallienne’in yaşamdaki tek sorunu her şeyden çok sevdiği biricik annesidir. Ona yaranmak için ailenin nerdeyse kızı gibi olmuştur. Erkeklik ölçütlerine uymayan genç Guillaume’u babası gerçek bir delikanlı olmaya zorlar. Ona sürekli kızıymış gibi davranan annesine duyduğu büyük hayranlığından ötürü Guillaume, annesiyle babası arasında kalakalmıştır. Her ikisini de hoşnut edebilmek için kimlik gelişimi boyunca çatışma yaşamıştır. Bu sürece gülme krizleri de eklenir. Yönettiği, başrolü üstlendiği ilk uzun metrajı Les garçons et Guillaume, à table’da (Ben, Kendim ve Annem/2013) Gallienne yüksek burjuva bir ailenin başarılı ve ayrıntılı portresini çizerken filmin adı psikanaliz seanslarından eklemlediği öykülerinden kaynaklanır. Annesini eksiksiz taklit eden Guillaume onun beklentilerini tümüyle karşılar. Üstelik daha da ileri giderek anne rolünü de oynar. Annesini yorumlarken Guillavme ne travestidir ne de kadın kılığında bir erkektir, olgun bir burjuvadır. Comédie Française’de sahnelediği otobiyografik oyunu Un fil à patte’ı sinemaya uyarlayan Guillaume filmine tiyatro sahnesinden ailenin yaşadığı eve doğru süzülerek geçer. Bu otobiyografik komediyi bir anı defterini okurmuşçasına izleriz. Filmin odağında komedyenin annesine beslediği benzersiz aşk u Soylu bir aileden gelen Guillaume filminde klişeleri, tabuları, başkalarının bize yapıştırdığı etiketleri eleştiriyor. Ergenliği, kimlik arayışını deşerken Some Like It Hot’ı (Bazıları Sıcak Sever/ Billy Wilder, 1959), La Cage aux folles’u (Çılgınlar Kulübü/Edouard Molinaro, 1978), Victor Victoria’yı, (Blake Edwards/1982), Pedro Almodovar’ı referans alıyor. vardır. Oyuncunun değişimi şaşırtıcıdır, zerâfetle çileden çıkartan, burjuva usançlığıyla örülü bir karışımdan oluşur. Bu gelişimin savunmasızlığını, doğallığını cömertlikle yansıtır, iğneleyici, alaycı öyküyü düşsellikle nevrozlar arasında gidip gelerek betimler. Kimlik krizi gibi ciddi bir konuyu oyuncu– yönetmen güçlü duygularla dolu bir komedide yansıtmayı başarır, melankoli yüklü aşırılıklarıyla, kabalıklarıyla varoluş bunalımını mizahla irdeler. Woody Allen’in ilk komedileri tadındaki film özellikle Gallienne’in performansıyla yükselir. Hem kurban hem cellat, hem erkek hem kadın olan komedyen bu çift kişilikle de şaşılası bir karmaşa yaratır. “Annemi benden başka kimse canlandıramazdı. Annemi oynarken karakterin gizli şizofrenisinide işledim” diyen Guillaume 20 yıldır tiyatroda, 30 filmde de oynadı. Kimlik yarılmasına giren Guillaume bu kargaşadan 90’ların başında oyunculukla kurtulur. Orson Welles’in söylediği gibi “Aktör ne erkektir ne kadındır, salt aktördür” tümcesi Ben, Kendim ve Annem için tam biçilmiş kaftan. Marcel Proust hayranı olan komedyen yazarın sayesinde oyununu yazar, dekorun tek öğesi olan yatakla Proust’a (Kayıp Zamanın İzinde) saygıda bulunur. Gözde dramaturgu William Shakespeare’in tiyatrosunu mutlak
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle