29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2014 CUMARTESİ 4 HABERLER Prof. Dr. Naci Görür, ‘Üniversiteler fukaralaştı’ dedi, akademisyenliği bıraktı Cumhuriyet’i Çok Ararız, Çok! İleride “2. Cumhuriyet”in başlangıç tarihi olarak, hangi günü kabul ederler bilemem. Ama ben 1. Cumhuriyet’in son Başbakan Babası, 2. Cumhuriyet’in ilk Başkan Babası 1. Tayyip’in cülusu, 28 Ağustos 2014’ün 2. Cumhuriyet’in başlangıç tarihi olarak kabul edilmesinin doğru olabileceğini düşünüyorum. 2. Cumhuriyet’in niteliklerini ve gelişmesini ilk irdeleyen de, cülusla aynı gün Cumhuriyet’teki çok önemli yazısıyla Prof. Dr. Emre Kongar oldu. Toplulukların yaşamında önemli gelişmelerin başlangıcını tarihlemenin alışkanlık haline gelmesi, illa büyük değişimin o gün olup bittiği anlamını taşımaz. Nasıl ki, 29 Ekim 1923’te ilan edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşum sürecinin uzun bir geçmişi varsa, 2. Cumhuriyet’e giden yolun taşları da uzun süreden beri döşenmekteydi. Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolu 84 yıl öncesine, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların ilk kez kulluktan tebalığa terfi tarihine kadar uzatmak biraz zorlama bulunsa bile, herhalde 1876 1. Meşrutiyet’in ilk kez Cumhur’un temsilcilerini seçerek Meclis’e göndermelerine kadar uzatılmasına bir şey denemez. Cumhuriyet’in hitama ermesi ile 2. Cumhuriyet’e geçiş de uzun bir sürecin birikimlerinin, büyük çabaların eseri olmuştur ve herhalde bunu “Ben odunu aday göstersem seçtiririm” dediği milletvekillerine dönerek, “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz!” diyen Menderes’e kadar uzatmak yanlış olmasa gerek. HHH TC’ye giden yolla Emre Hoca’nın deyimiyle TSİC’ye (Türkiye Sünni İslam Cumhuriyeti) giden yol aynı hızla, hemen hemen aynı sürede katedilmiştir. Osmanlı kendi küllerinden Cumhuriyet’i yaratmayı başarmış, ama Cumhuriyet kendi niteliğini, emeğe dayalı özgürlükçü bir rejime dönüştüremediği gibi ve de o yüzden laik TC’yi yaşatmayı bile başaramamıştır. Toplum çok partili rejim ile çoğulcu rejimi de birbirine karıştırınca, yalnızca sandık yanı vurgulanan bir rejimi demokrasi sanmış ve ileri gideceği yerde, geriye basmıştır. Çok partili dönemin “demokrasisi!”, orta sağ partilerin Cumhuriyet’in değerlerine karşı politikalarını parlamentoya taşımasına izin vermesine mukabil, emek tabanlı üretime dayalı sosyal içerikli politikaların önünü sürekli tıkayarak, Cumhuriyet’in ve özgürlüklerin hayat damarlarını, sosyal ve ekonomik desteklerini keserek, kendi bekasını kendi baltalamıştır. Cumhuriyet değerleriyle bir türlü barışamamış orta sağ, uzun yıllar, laiklik karşıtı güçleri de kanatları altında palazlandırmıştır. Zamanı geldiğinde, işlevi tamamlandığında, orta sağ silinerek yerini laiklik karşıtı akımlara bırakmıştır. HHH Kendinde Cumhuriyet’in korunması ve kollanması işlevi vehmedenler ise sürekli olarak sağın politikaları doğrultusunda yol almış, özellikle 12 Eylül 1980 darbesinde siyasal ekolojik dengeyi de bozarak, uluslararası konjonktürün de yardımıyla laik cumhuriyet karşıtlarının gelişecekleri ortamı oluşturmuştur. Emeğe dayalı üretim temelli sürdürülebilir bir kalkınma modelini egemen kılacak olan Cumhuriyetçi güçlerin, bu ilkelerin çevresinde örgütlenmek yerine, Cumhuriyet değerlerine karşı politikaların dümen suyuna girmeleri, Cumhuriyet’i iyice savunmasız bırakmış ve kısacası Mustafa Kemal’in ilelebet payidar olacağını ileri sürdüğü Cumhuriyet bitmiştir. İkinci Cumhuriyet’in ne olduğunu Türk halkı yaşayarak öğrenecektir. Ancak onu yaşamaya başlayınca da Cumhuriyet’in ne olup ne olmadığını tam olarak anlayabileceğiz. Biz yaşatamadığımız “Cumhuriyet”i çok ararız, hem de çok!.. AÇIKLAMA: 07.08.2014 tarihinde bu köşede çıkan, “IŞİD militanları İstanbul Valiliği’nin izniyle Ömerli’de bir açık hava toplantısında cihat çağrısı yapıyorlar” cümlesi de geçen yazımla ilgili olarak, İstanbul Valiliği’nden gelen açıklamada şu ifade yer almaktadır: “Konu ile igili olarak Valiliğimize müracaat olmadığı gibi izin de söz konusu değildir.” Açıklamayı yayımlarken, IŞİD’i hafifsemenin ne denli vahim olaylara yol açabileceğini bir kez daha vurgulamak isterim. A.S. ‘İTÜ bilimi dışladı’ u Deprem konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Naci Görür, akademisyenliği bırakma kararı aldı. Görür, İTÜ’nün öğretim üyesi profilinin fukaralaştığını, evrensel bilim insanı ölçütlerinin üniversitede artık bir tehdit gibi görüldüğünü belirtti. ÖZLEM GÜVEMLİ Naci Görür kimdir? 1966 yılında İTÜ’ye öğrenci olarak adım atan Naci Görür, 1971’de asistan, 1983’te doçent, 1989’da profesör oldu. 1993 yılında TÜBİTAK’ta ilk kez devlet destekli ulusal jeoloji deniz araştırmaları programını başlattı. 19992003 yılları arasında TÜBİTAK Marmara Denizi Araştırmaları Merkezi’nde başkanlık yaptı. 1984 yılından beri Marmara Denizi’ndeki sismolojik araştırmaların içinde yer alan Görür, özellikle 17 Ağustos 1999 depreminden sonra Marmara’da yoğunlaşan uluslararası araştırmalara öncülük etti. Fransa ve İtalya’dan gelen gemilerle yapılan bu araştırmalar, Marmara’yı dünyanın en iyi bilinen denizi haline getirdi. ‘staNdardımı düşürdüm’ İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, 9 Eylül’den itibaren akademisyenliği ve başında bulunduğu Marmara Denizi’nde süren deprem araştırmalarını bırakma kararı aldı. Üniversitelerin bilimden uzaklaştığını düşünerek bu kararı alan Görür, çok sert açıklamalar yaptı. İTÜ’nün artık eskisi gibi olmadığını, bir bilim insanının taşıması gereken evrensel ölçütlerin tehdit olarak görüldüğünü söyleyen Görür, “İTÜ, inanılmayacak ölçüde geriye düşen öğretim üyesi profiliyle inanılmayacak düzeyde fukaralaşan üniversiteye dönüştü. Genel olarak üniversitelerde insanlar uluslararası standartlardaki başarıları ile, araştırmaları ile algılanmıyor. Bizden mi bizden değil mi, hangi toplululuğa, hangi düşünceye aidiyeti var gibi saçma sapan bir yolun içine girildi. Eğer belirli bir düşüncenin insanı değilseniz sizi görmezlikten geliyorlar. Öyle olunca da gerçek bilim adamları küstürülüyor. İnsanlar artık kendi üniversitelerine aidiyetlerini yitirdiler” diyor. Prof. Dr. Naci Görür, emekliye ayrılarak akademi dünyasından ve beklenen büyük İstanbul depremi açısından çok büyük önem taşıyan Marmara Denizi’ndeki araştırmalardan çekilme kararı ile ilgili gazetemize çarpıcı açıklamalar yaptı. Görür, emekli olduktan sonra üniversitelerde öğretim üyeliğine devam etmenin mümkün olduğunu, birçok üniversiteden teklif de aldığını belirterek “Özel üniversitelerden teklif var, iyi de para veriyorlar. Gidip orada da bu işi yapabilirim ama ben içime sindiremiyorum. Bu üniversite sisteminde bir şeylerin yapılabileceğini düşünmüyorum” dedi. ‘Profesör olmak kolaylaştı’ Görür, öğrencinin de bu kokuşmuş üniversite düzeni içinde daha kolay nasıl mezun olacağına baktığını, birçoğunun neredeyse hiç çalışmadan diploma aldığını vurguladı. Görür, “Bunları dekanlığa, rektörlüğe yazdım. Ben işi ciddiye aldığım için öğrenci açısından da hedef haline geldim. ‘Naci Hoca’nın dersinden geçersen üniversite bitmiştir’ gibi bir algı oluşmuş. Halbuki zor bir hoca değilim. Ben sınav kâğıtlarını ciddi ciddi okursam kimse geçemiyor. Bunun ürküntüsü ile ben de standardımı düşürdüm, buna rağmen unvanım bu. Düşünün artık üniversite ne hale gelmiş” yorumunu yaptı. İTÜ’de evrensel bilim kriterlerinin tehdit olarak görülüp içinin boşaltıldığına dikkat çeken Görür, “Bu değerler ne kadar sulandırılırsa profesör, doçent olmak, kadro almak daha kolay oluyor. İşin bu hale gelişinde siyasetin büyük etkisi var. Üniversiteler siyasallaştı. Her dönemde bu oldu ama benim asistanlığımdan, yani 1971’den bu yana hiçbir dönemde bu son 10 senedeki gibi üniversiteler siyasallaşmadı” diye konuştu. Türkiye’de üniversitelerin durumunun hiç de iç açıcı olmadığını, evrensel ölçütlerde bilim üretilmediğini, araştırma yapılmadığını söyleyen Görür, eğitimin kalitesinin de buna bağlı olarak düştüğünü vurguladı. İTÜ’deki durumun da aynı olduğunu ifade eden Görür, “Üniversitenin yetkili organlarına da bildirdim. Gördüm ki bunu kimse dert edinmiyor. Siyasi iktidar artan üniversite sayısı ile övünüyor” diye konuştu. ‘İçime sindiremiyorum’ Kimse dert edinmiyor ‘yok sayıyorLar’ Prof. Görür, Türkiye’de bilim insanı profilinin fukaralaştırıldığını vurgulayarak şunları söyledi: “Dünyada bir bilim adamı akademik basamakta yükseltilecekse yayınlarına, aldığı atıflara, yazdığı kitaplara, dünya bilim camiası ile ne kadar iç içe olduğuna bakılır. Bizde ise kesinlikle öyle değil. Eğer uluslararası bilimsel kriterlere uyuyorsan tehdit olarak bakıyorlar. Belki kolayca bileğini büküp harcayamıyorlar ama seni yok saymaya çalışıyorlar. Çünkü o tür ölçütler üniversitedeki insanları rahatsız ediyor. O ölçütlerin gelmesi demek onların değersizleşmesi demek. İşlerinin zorlaşacağını, belirli akademik basamaklara tırmanamayacaklarını düşünüyorlar. Onun için o değerleri bırakıp yeni yeni eften püften değerler üretip kendilerine değer biçiyorlar.” Kendi fakültesinde yaptığı bir incelemede 40 akademisyen içinde sadece üçünün Avrupa veya Amerika’da profesör olabilecek niteliğe sahip olduğunu gördüğünü ifade eden Görür, “Yerlerde sürünüyoruz. Ama bundan kimse rahatsız olmuyor” dedi. YÖK: ANAYASAL HAK duran adam eylemine ceza yok İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Rektörlüğü tarafından, Doç. Dr. Ekrem Tufan ve öğretim görevlisi Ömer Faruk Kırnıç hakkında, Gezi Direnişi sırasında rektörlük karşısında “duran adam” eylemi yaptıkları ve kitap okudukları gerekçesiyle verilen cezalar, YÖK tarafından bozuldu. YÖK, eylemin anayasal hak olduğunu vurguladı. ÇOMÜ Rektörlüğü, 21 Haziran 2013 tarihinde ellerindeki kitaplarla sessizce ayakta duran Prof. Dr. Telat Koç, Doç. Dr. Ahmet Kamil Tunçel, Doç. Dr. Murat Gümüş, Doç. Dr. Ekrem Tufan ve öğretim görevlisi Ömer Faruk Kırnıç hakkında soruşturma başlatmıştı. Daha sonra Tufan ve Kırnıç’a, kademe ilerleme ve aylıktan kesme cezaları uygulanmıştı. Ulusumuzun 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutluyor, bize bu güzel ülkeyi armağan eden kahraman gazi ve şehitlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz. ‘Yerlerde sürünüyoruz’ ‘Laboratuvarımızı aLmaya çaLıştıLar’ Depremle ilgili Marmara Denizi’nde yaptıkları çalışmalar nedeniyle de hedef haline geldiklerini söyleyen Görür şöyle devam etti: “Türkiye’de deprem araştırmaları fazla yapılmıyordu. Uluslararası kaynaklar, projeler bulup biz yaptık. İTÜ’de deprem araştırmaları yapılıyor, kurumsal desteği var gibi anlaşılıyor ama öyle değil. Biz fazla etkin oluyoruz diye üniversitemiz rahatsız. Laboratuvarımızı elimizden almaya bile çalıştılar. Üretmeyeceksin, çalışmayacaksın. Üretirsen fark yaratıyorsun. O farkı yarattığın zaman da rahatsız oluyorlar. O fark oluşmasın diyorlar. Marmara’yı dünyanın en iyi bilinen denizi haline getirdik. Bunun için sürekli yurtdışından gemiler getirdik, araştırmalar yaptık, aletler yerleştirdik, bizzat çalıştık. Kendi kurumlarımızdan destek istedik, çoğu kez de alamadık.” Görür, artık jeotermal enerji ile ilgili araştırmalar yapacağını belirterek “Bilgi birikimi ve tecrübemle araştırmanın tam içinde olarak Türkiye’ye hizmet edebileceğimi düşünüyorum” dedi. Süleymanpaşa Belediye Başkanı M. Ekrem EŞKİNAT
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle