28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2014 CUMARTESİ 16 Tahta İskemledeki Halk Önderi Tarih, 31 Ağustos 1922. Atatürk’ün silah arkadaşı Tevfik Bıyıklıoğlu anlatıyor: “Büyük zafer kazanılmış. Düşmanın istila ordusu Çalköy’de sarılarak tamamıyla düştüğü artık tahakkuk etmiş, Türk milleti için zeval bulmaz hürriyet ve istiklal güneşi, ısıtıcı ışıklarını tekrar Anadolu yaylası üzerine boşaltmış. O sabah Atatürk, yanında Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa ve Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa olduğu halde bir gün evvel düşmanın mağlup olarak eridiği harp sahasını dolaştıktan sonra Dumlupınar köyüne geldi. Vakit akşama yaklaşmıştı. Güneş, Murat Dağları’nın arkasına doğru inmek üzere, bir gün evvel çetin bir boğuşmaya sahne olan Çalköy sahası, yavaş yavaş boşluklara bürünüyor. Günün muzaffer komutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Dumlupınar köyünün küçük evlerinden birinin damında, bir küçük tahta iskemleye oturmuş, bu kararan ufukları seyrediyor. Yüzünde, hissettiklerini anlatan ufak bir işarete bile tesadüf edemiyoruz. Demir renkli gözlerinde, fevkalade bir parlaklık bile yok; zinde ve canlı yüzü, sert ve asabi hareketleriyle hep aynı Mustafa Kemal... O tarihi gün, ebediyete intikal ederken küçük bir hadise cereyan ediyor: İsmet Paşa, harp sahasından toplayarak yanına getirdikleri esir düşman kumandanlarını, Başkumandan’a takdim ediyor. Onları büyük bir nezaketle karşılayan Başkumandan’ın gözlerinde bir an, büyük bir saadetin ışığı, yakıcı bir alev olarak dolaşıyor. İşte Mustafa Kemal’in, hayatındaki en mesut anlarından bir tanesi budur. Atatürk’ün en mesut anı deyince birdenbire bu tarihi hatırladım ve hayalimde o tarihi akşamın loşlukları içinde biraz daha heykelleşen güzel yüzünün canlandığını görür gibi oldum. O, belli belirsiz bir heyecan içinde İsmet Paşa’ya döndü: Paşam, dedi, tebrik ederim, zaferi kazandınız. Ve bundan sonra ordulara, ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ cümlesini ihtiva eden meşhur günlük emrini yazdırdı.” Atatürk’ün, 10. yıl söylevini hazırlarken karalamalarında yer alan, sonradan sildiği o iki sözcüğü hiç unutmayalım: “Beni hatırlayınız...” İl Başkanları Umutsuz Edindiğimiz bilgiler çerçevesinde, kurultay öncesi Kapadokya’da bir araya gelen CHP il başkanları toplantısından şöyle bir tablo çıkıyor özetle: İl başkanları yorgun. Bugüne değin yaptıkları çalışmaların karşılığını alamadıklarını düşünüyorlar. Moraller bozuk. Önümüzdeki 2015 seçimlerinde de başarısız olmanın ürküntüsü içindeler. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kötü gidişi durduramayacağı kanısındalar ama ona destek açıklamak zorunda kalmışlar. Kurultaya yansıyacak delege davranışına gelince... Ankara’dan örnek verelim: 78 Ankara delegesinin 20 kadarı Kemal Kılıçdaroğlu’na doğrudan muhalefet ediyor. Destek için imza atanların sayısı 40. Ama onların da geleceğe dönük bir umudu yok. Fatiha Kongrede dedi ki: “Bu konuşmamız bir misyon değişikliği değildir, sadece bir isim değişikliğidir. Asla bir veda değildir. Bilesiniz ki bu da bir fatihadır.” Açıkça; ülkenin imamı olarak Cumhuriyet’in ruhuna fatiha okuduğunu söylüyor. Görgüsüzlük mü, Nankörlük mü? (1) Bu AKP’liler gerçekten tuhaf insanlar; 12 yıldır üst üste seçim kazanıyor olmaları bunları iyice şımartmış. Çoğu bulundukları mevkilerin gerektirdiği ciddiyet, vakar ve ağırbaşlılıktan uzak davranışlar sergiliyorlar. En gözle görülür zaafları Türkiye’nin gelişim tarihini iktidara geldikleri 2002 yılından başlatıyor olmaları. Bunların söylediklerine kulak veren, ama Türkiye’yi hiç tanımayan bir yabancı bu ülkede “iyi” ne yapılmışsa bunların iktidarları döneminde yapılmış sanısına kapılabilir. Bunların en “münevver” geçinenleri bile yakın tarihimizi bilmezden, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri yapılan “iyi” şeyleri görmezden geliyor. HHH Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda çok olumsuz nitelikte bir ekonomi mirasını devralmıştı. Cumhuriyetin ilanından birkaç yıl sonra gerçekleştirilen sayımlar, araştırmalar ve çalışmalar dönemin ekonomik sorunları hakkında yeterli bilgi vermektedir. 1920’lerde kişi başına gelir ancak 60 dolar civarındadır. Ekilen toprak oranı yüzde 5’ten ibarettir. Ulaştırma güçlükleri dolayısıyla tarım kesimi, değil dış piyasalara, iç piyasalara bile açılmamıştır. Bütün ülkede 100 ve daha çok işçi çalıştıran işletme sayısı yalnızca 155 adettir. Yılda kişi başına ihracat 4 dolar, ithalat 6 dolardır. Türkiye’nin yüklenmiş olduğu Osmanlı borçları tutarı, faizleriyle birlikte 107.5 milyon altın liradır. Böyle bir ekonomiyi devralan genç Türkiye Cumhuriyeti, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde oluşan fikirlerden de ilham alarak kalkınma için liberal bir ekonomi ortamını öngörmüştü. Dünyadaki uygulama da genellikle bu yöndeydi. Devlet, yalnızca ulusal nitelikteki girişimcinin özgürce çalışmasını sağlayacak koşulların yaratılması için müdahalede bulunacaktı. Gerekirse söz konusu nitelikteki girişimci tipinin yaratılması için her türlü yasal, bürokratik ve mali destek de sağlanabilecekti. Ne var ki 1929 Büyük Dünya Bunalımı birçok Batı ülkesi için olduğu kadar Türkiye için de yeni politika arayışları açısından bir dönüm noktası olmuştu. Gerçi Büyük Bunalım Türkiye ekonomisini herhangi bir Batı ülkesini etkilediği boyutlarda sarsmamıştı ama siyasal ve ekonomik ilişkilerin çoğunu bunalımın doğrudan etkisi altında bulunan ülkelerle kurmuş olan Türkiye, dolaylı olarak belli darboğazlarla karşı karşıya kalmıştı. Öte yandan Lozan Anlaşması’nda bulunan ve 1929 yılına kadar yürürlükte kalan özel geçici hüküm dolayısıyla da hükümetler ekonomiye müdahale edememişler, yaratılmış olan bu yapay yarı liberal ortam, ekonominin kurulması ve gelişmesini sağlayacağına, bilinen ülke koşulları dolayısıyla etkenlikten uzak düzeyde kalmasına neden olmuştu. HHH Sermaye birikiminin yetersizliği, girişimci kişilerin azlığı, dış ticaretteki dengesizlik vs. gibi birçok olumsuz koşul 192329 arasındaki dönemde sanayileşme atılımının başlamasını engellemiştir. Büyük Dünya Bunalımı’nın başlangıç yılı ile geçici hükmün yürürlükten kalktığı yılın çakışması, kamu müdahalesinin her tür ekonomik ve siyasal koşulunu hazırlayan ilginç bir rastlantı oluşturmuştu. Ayrıca bunalımın neden olduğu sosyal ve ekonomik sorunları çözmede Batı ülkeleri de kamu müdahalesini uygun bir araç olarak görmeye başlamışlardı. Dünya, Büyük Bunalım’dan yediği darbe sonunda uzunca bir dönem yürütülen liberalizm uygulamasından, toplumun her alanına yoğun kamu müdahalesini hoş gören bir ortama geçmeye hazır hale gelmişti. Bütün bu iç ve dış koşullar sonucu, Türkiye’de devlet, sanayileşmenin sorumluluğunu yüklenmeye karar vermiş ve bu sorumluluğu beşer yıllık sanayileşme planları yapıp uygulamaya sokmuştur. (Yararlanılan kaynak: Kurumlarla Yakın Ekonomi Tarihi. Prof. Dr. Erdoğan Alkin) Devam edeceğiz. Alternatif Medya Derneği, geçen şubat ayında kuruldu. Amacı, adında açık seçik belli zaten. Dernek Başkanı Doç. Dr. Funda Başaran, örgüt oluşumunun temelinde, Halkevleri tarafından gerçekleştirilen Halkın Hakları Forumu ve bu forum içerisinde gerçekleştirilen Halkın İletişim Hakkı atölyesinin yattığını söylüyor: “Atölyede, değişik alanlardan akademisyenler, sendikacılar, öğrenciler, medya emekçileri olarak iletişim hakkının gerçekleşebilmesi ‘İletişim alanında manipüle edilmemiş bilgi ve enformasyonun dolaşıma girmesi ve kamu yararı anlayışının hâkim kılınması, içerikte demokratiklik; iletişim ortamına erişimde eşitlik; iletişim alanında çalışan emekçilerin de editorial bağımsızlığı savunan, izleyici, okuyucu ve dinleyici örgütlenmeleriyle de dayanışma içinde olacak bir sendikal örgütlenmeye sahip olmalarıyla mümkün olabilir’ sonucuna varmıştık. Yıllardır sürdürdüğümüz Halkın İletişim Hakkı alternatif iletişim deneyimlerimizi ve Gezi Parkı sürecinde açığa çıkan başka deneyimleri de tartışma ortamları yaratarak, yeni alternatif iletişim olanaklarını araştırarak, yaratarak, herkesin kendi bilgisini üretip, kendi haberini yapıp yayabilmesi için bir örgütlenmeye ihtiyacımız olduğuna karar verdik. Alternatif Medya Derneği böyle kuruldu.” Örgütün etkinliklerinden ilki, emek ve iletişim üzerine bilgi üreten akademisyen ve eylemcileri bir araya getiren Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı’nın düzenleyici kurulunda yer almak oldu. Diğer önemli bir etkinlik de 17 şehirden 175 kişinin katıldığı “Direniş Muhabirliği” kursu oldu. Ayrıca dernek, web sayfası üzerinden herkesin ücretsiz erişebileceği çeviri ve telif kitaplar yayınlamaya başladı. Ücretsiz olarak erişilecek bir edergi çıkarmak için hazırlıklar da sürüyor. Medya seçeneksiz değil yani... Küresel Isınmanın Çanları Bizim İçin Çalıyor SADIK ÇELİK Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı Meteorolojik Afetler Şube Müdürlüğü’nün verilerine göre; ülkemizde sekiz yıl içinde toplam 25 hortum meydana gelmiş. Bu yaz sıklıkla şahit olduğumuz ani ve şiddetli yağışlar ile çıkan hortumların temel sebebi ise; tahmin edebileceğiniz gibi küresel ısınmadan kaynaklanıyor. Küresel ısınmanın sonucunda ise şiddetli fırtına ve hortumların yanı sıra, barajlardaki su miktarının her geçen gün azalması ciddi bir potansiyel tehlikeyi daha ortaya koyuyor. Sağanak yağışların şiddetinden dahi etkilenmeyen barajların pek çoğundaki doluluk oranı, Türkiye’nin 50 günlük su ihtiyacını karşılamaktan ileri geçemeyecek düzeyde. Kırklareli’nin Vize ilçesinde bulunan ve İstanbul’a su sağlayan en önemli barajlardan biri olan Pabuçdere Barajı için, son birkaç yıldır öngörülen tehlike, bugün gerçek oldu. Şu an yüzde 99.5’i boş olan barajdaki dip suyu miktarı yüzde 0.5 düzeyinde. Kurulduğu 2000’li yıllarda su miktarı 30 metre yükseklikte olan Pabuçdere Barajı’nın bugünkü akıbetine bir göz atalım... Barajın hazin sonu, sadece kuraklığa mı yoksa birkaç yıldır çalan tehlike çanlarına rağmen doluluğu artırmak için B ve C planları yapan yetkililerin elinden gelmeyen tedbirsizliğe mi bağlı? Üstelik Pabuçdere Barajı’nın kurumasının ardından benzer bir tehlike aynı bölgede yer alan Kazandere Barajı için de görünüyor. İstanbul Avrupa Yakası içme suyunun yüzde 26’sını karşılayan bu barajda da su miktarı yüzde 9.7’ye düştü. Alternatif planlar hızla hayata geçirilemezse birkaç ay içinde Kazandere Barajı’nı da kaybedeceğiz ne yazık ki... Mevcut göstergelere bakacak olursak, Büyükçekmece Gölü başta olmak üzere pek çok göl, akarsu ve barajlar kuruma noktasına gelmiştir. İstanbul’da son dönemlerde sağanak yağış beraberindeki fırtına ve hortum gibi doğa olaylarını inceleyen Ulusal Hava ve İklim Tahmini Merkezi, meydana gelen bu etkilerin büyük ölçüde insan kaynaklı olduğunu açıklamış. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne (NOOA) bağlı olan bu merkez, çevre ve hava kirliliğine yol açan etkenlerin özellikle hortumları tetiklediğini belirtiyor. Hava kirliliği, kömür gibi fosil yakıtların kullanımı, azalan yeşil alanlar ve artan karbondioksit miktarı ve nemli havanın soğuk hava kütleleriyle birleşmesi bu doğa olayını izlememize sebep oluyor. Parçası olduğumuz çarpık kentleşme ve gökdelenlerle beraber gittikçe azalan yeşil alanların rant ve çıkar peşindeki yeşil katilleri tarafından katledilmesine seyirci olmakla kalıyoruz. Bunun yanı sıra atmosferdeki ısıyı artıran sera gazı kullanımının da her geçen gün artış kaydettiğine ve çözüm önerilerinin uygulanmadığına bakacak olursak, mevsimlerin şaşan dengesine şaşırmamamız gerek. Kurbağanın sıcak su hikâyesi çoğunluk tarafın dan bilinir. Bilmeyenler ve hatırlamayanlar için ise kısa bir özet geçeyim. Kurbağayı sıcak su dolu bir kaba atarsanız, anında tepki göstererek sıçrar ve kendini kurtarmaya çalışır. Aynı kurbağayı soğuk su dolu bir kaba koyarsanız orada öylece kalır. Suyun ısısını yavaş yavaş artırırsanız, kurbağa bunu fark etmez ve su kaynayana kadar çoktan ölmüş olur. Küresel ısınmanın yıllardır süregelen etkileri de bu hikâyeye benziyor. Benzer şekilde ısınmakta olan sularda dünyamız her geçen gün sona doğru yaklaşmaktadır. Küresel ısınmanın, dünya üzerinde kutuplardan başlayarak yerkürenin dengelerini değiştirdiğini tüm iklim otoriteleri kabul ediyor. Türkiye bu iklim değişiminin beraberinde getirdiği, başta hortum olmak üzere, artık sıklıkla görmeye başladığımız yıldırım, şiddetli sağanak, sel ve dolu gibi ani afet boyutuna ulaşan meteorolojik olaylar, küresel iklim değişikliği, maalesef yaşamımızı tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Küresel ısınmadan en çok etkilenecek ülkeler arasında Türkiye ilk sıralarda yer almaktadır. Ne acıdır ki; alınması gereken tedbir ve önlemler yetersiz kalmaktadır. Kyoto Şartları’nın başta sanayileşmiş ülkeler ve gelişmiş ekonomiler tarafından yeterince ciddiye alınmaması; tedbirler konusunda ayak sürünmesi, önlemlerin kâğıt üzerinde kalarak yeterince içselleştirilememesi ve radikal çözümlerin alınmaması, günü kurtaran politikalarla yetinilmesi, Birleşmiş Milletler’in yaptırımları konusunda ortak kararların alınamaması, ortak politikaların hayata geçirilememesi, durumun vahametinin yeterince farkında olmamalarından kaynaklanıyor. Ülkemiz açısından 2015 yılı kuraklığının bu yıldan daha fazla etkili olacağı tahminlerine bakacak olursak, acil eylem planlarının hayata geçirilmesi için bugünden atılacak adımlar bile geçtir. Küresel ısınmaya bağlı kuraklık, doğal afetler ve iklim değişiklikleri ile ilgili bilinç aşılamak ve farkındalık yaratmak için anaokulu sıralarına inmek, çocuk yaşlardan itibaren aileden başlayarak insanımıza ve çocuklarımıza çevre bilinci aşılamak ve eğitmek gerekmektedir. Ülkemizi yönetenler ise küresel ısınmaya karşı eylem politikalarını acil olarak hayata geçirmelidirler. 30 Ağustos Zafer Bayramınız kutlu olsun. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Doğu Ak 1 deniz hav2 zasında görülen sıcak, 3 tozlu ve ku 4 ru rüzgâr... 5 Rusçada 6 “evet”. 2/ 7 Renk renk parlak tüy8 leri olan, iri 9 gövdeli bir papağan... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Soluk. 3/ Azge 1 M U R A H H A S lişmiş bir ülkeyi 2 U S A R E S U P Birleşmiş Millet 3 K U P A A T R ler adına yönet 4 A L İ A B A N İ mek için kimi bü5 B U D U N N A M yük devletlere ve6 E K K A P A R İ rilen vekillik... T A P İ E T Yapma, etme. 4/ 7 L S K İ Maskeli balolarda 8 E B O L A giyilen kukuletalı 9 U L A F İ E F uzun giysi. 5/ Yeniçeri aylıklarına yapılan zam... Halk dilinde mısıra verilen ad. 6/ Hangi şey... Şırnak’ın bir ilçesi. 7/ Bir müzik parçasının son bölümü... İlkel bir silah. 8/ Bir yere, süsleme amacıyla verilen düzen... En küçük izci kuruluşu. 9/ Baston... Ölenlerin kılınmamış namazları ve tutulmamış oruçları için verilen sadaka. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ 31 Ocak21 Mart arasındaki 50 günlük kış dönemine verilen ad... “Hastalık, dert” anlamında eski sözcük. 2/ Mesafe... AleviBektaşi şairlerinin tarikat inançlarını dile getirdikleri şiirlerine verilen ad. 3/ Susığırı... Türk müziğinde “usul” anlamında kullanılan sözcük. 4/ Yirmi sekiz taşla oynanan bir oyun. 5/ Emanet... Buğdaygillerden bir bitki. 6/ Neon elementinin simgesi... Kır ya da köy yaşamını anlatan kısa şiir. 7/ Bir yarışmada sonucu belirleyen son karşılaşma. Y.K. Beyatlı’nın hece ölçüsüyle yazdığı tek şiiri. 8/ Tiyatro ya da sinemada, olayın geçtiği yeri göstermek için kullanılan nesnelerin tümü... Göçebelerin konak yeri. 9/ Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen değnek... Düşürme, aşağı atma.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle