04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 TEMMUZ 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 Andrew Mango’yu kaybettik Mustafa K. Erdemol l Atatürk Türkiyesi’nin nimetlerinin en çok görülen dönemlerini yaşamış birisi olarak kendisini ’Atatürkçü’ saymasının bir sonucudur onun Atatürk’ü anlatma çabası Garbın Fenni “Kendini tanımla” deseler ilk aklınıza ne gelir? Milliyetiniz mi? Mezhebiniz mi? Etnik aidiyetiniz mi? Soy kökleriniz mi? İdeolojiniz mi? Cinsiyetiniz mi? Hangisini öne çıkardığınız, sizi ele veren kılavuzdur. Taha Akyol, ilk TV mülakatında bu soruyu Ekmeleddin İhsanoğlu’na sordu. İlk cümlesi şu oldu: “Dindar bir ana babadan dünyaya geldim.” İkinci cümle: “Bazı değerlere karşı muhafazakârım.” Üç: “Aynı zamanda fen tahsili almış biri olarak aklın ve bilimin önemini bilen biriyim.” Özetle: Akif’in dediği gibi, “Garbın ilmini almış, Şarkın faziletini…” HHH İyi de… Memlekette dindar, muhafazakâr kıtlığı yok çok şükür… “Kızlı erkekli” evleri sevmeyen, görücü usulü evlenen, dekolteden, içkiden iğrenen, mutaassıp bir toplumuz. Sorunumuz: Dindar ana babadan dünyaya gelenlerin haram yemekte beis görmediği, onlara oy verenlerin “Bize de düşer” ümidiyle buna ses etmediği, dindarlığın “kindarlık” diye tercüme edildiği bir sapkın devirdeyiz. Pervasız hırsızlığın üstüne örtülmüş kalın bir taassubun pençesindeyiz. İhtiyacımız olan “bağzı değerler”; adalet, insan hakkı, özgürlük, demokrasi, barış… “Alternatif benim” diye ortaya çıkan adayın ağzından bunları duymaya hasretiz. Seçim denilen şey, bir mütedeyyinler yarışıysa, biz daha fazla almayalım; tokuz. HHH İtiraf edeyim ki, İhsanoğlu’nun söylediklerinden ziyade, söyleyiş şeklinden etkilendim. Son 10 senedir kulaklarımız, Başbakan’ın asabi ses telleriyle kırbaçlanmaktan, hamasi nutuklarıyla azarlanmaktan, o günde 5 vakit bütün kanallardan yayılan bağır çağırdan öyle yoruldu ki, devlet yönetimine talip bir âdemoğlunun makul bir ses tonuyla konuşabileceğine, gürlemeden de anlatabileceğine, sesiyle huzur verebileceğine inancımız kalmamıştı. İhsanoğlu’nun sakinliği, bu yılgınlığa ilaç oldu. HHH “Huzur” sözcüğünü bilerek seçtim. Dünkü Taraf’ta, İhsanoğlu’na en sevdiği kelimeyi sormuşlar; “Huzur” demiş. Tesadüfen Sabah’taki söyleşisinde Gülay Göktürk de İhsanoğlu’nun sık sık “huzur” kelimesini tekrarladığına dikkat çekiyordu dün; “Bu vurgu yanlış. Türkiye nüfusu dinamiktir. Atılım yapmak, zengin olmak, daha iyi yaşamak ister” diyordu. Doğru olabilir, ancak Erdoğan Türkiyesi o kadar “huzursuz” ki, sadece huzur vaadi bile, bir adaya, tahmin edemeyeceği desteği sağlayabilir. HHH Yeter mi? Dün Cumhuriyet’te Utku Çakırözer’in yazdığı anket, yetmeyeceğini gösteriyordu. Eski kalıplarla cumhura yeni bir reis aramıyoruz biz… “Özgürlüğünüze karşı yol” formülüyle giderek rüşvete alıştırılan, günbegün yaşam alanı kısıtlanarak köşeye sıkıştırılan, zengin olma ümidi başkalarını zengin etmekte kullanılan, yönetmek için ha bire kutuplaştırılan topluma, hem yol hem adalet, hem istikrar, hem barış vaat edecek, “Bir arada ve hep birlikte zenginleşerek yaşamak mümkün” diyecek, yeni bir siyaset arıyoruz. Oryantalist değildi Londra’da katıldığı bir toplantıda kendisiyle bir sohbetimiz sırasında “memleketi” iyi anlatmak gerektiğini söylemişti bana da, birçok kişiye söylediği gibi. “Memleket” dediği Türkiye idi tabii ki. Gençlik yıllarından başlayarak Türkiye ile ilgilenmesi, bunu yaparken de “Oryantalizm”in tuzağına düşmemesi, yani Türkiye’yi asla dışarıdan bir “nesne” gibi görmemesi “memleket” mensubu olmasındandı. Gençlik yıllarında İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’nde çevirmenlik yaptı. Resmi haber ajansımız Anadolu Ajansı’nda yarızamanlı çalışmışlığı da var ki, “memleket”i tanıyacak her türlü olanağa sahip olması demektir bu. Türkçeyi çok iyi konuştuğunu söylemeye gerek yok elbette, ama Arapça ve Farsça da bildiğinin atlanmaması gerek. Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyaya hâkimiyetinin buradan geldiğini anlamamıza yarar bu. Doktorasında ele aldığı İskender’in İslamiyetteki rolü konusunda bu dilleri bilmesinin avantajları da vardır elbette. Mustafa Kemal Atatürk Türkiyesi’nin nimetlerinin en çok görüldüğüne inandığı dönemleri yaşamış birisi olarak kendisini “Atatürkçü” saymasının bir sonucudur onun Atatürk’ü anlatma çabası. “Biz” diye söz ederdi Türkiye hakkında konuşurken. Aslına bakılırsa haklıydı, çünkü gerçekten de kelimenin tam anlamıyla “bizden”di Andrew Mango. 1800’lü yılların ortasından bu yana İstanbullu olan Ceneviz asıllı Levanten bir aileye mensuptu. Daha Abdülmecit döneminde St. Antuan Katolik Kilisesi’nin matbaacısı olan bir dedesi olduğunu bilirdik. 1926 yılında Beyoğlu’nda doğmuş, dünyayı tanıyıp kavramasına yetecek bir yaş olan 20’sine kadar İstanbul’da yaşamıştı. Bu ülkenin “ruhunu” daha delikanlılık yıllarında kapmasının nedeni budur. “Atatürk biyografilerinin çoğu yanlış, uydurmaca” diyerek başladı Atatürk’ü anlatmaya. Onu en iyi bilenlerden biriydi. Atatürk’ün, kendisi aleyhinde olduğu halde Türkiye’de yayımlanmasına izin verdiği 1930’lu yıllarda yayımlanmış olan Harold Armstrong’un Grey Wolfe (Bozkurt) adlı kitabı için “çok kötü bir biyografi” dediğini kendisinden de duymuşumdur. Aklımda kaldığı kadarıyla Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam’ını beğenirdi. Sonra kendisi tam dört yılını verdiği Atatürk ‘En Türk’ İngiliz M ango gençlik yıllarında İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’nde çevirmenlik yaptı. Resmi haber ajansımız Anadolu Ajansı’nda yarızamanlı çalışmışlığı da var ki, “memleket”i tanıyacak her türlü olanağa sahip olması demektir bu. biyografisini, “Atatürk: Modern Türkiye’nin Kurucusu” kitabını kaleme aldı. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “Benden önce kimse Atatürk’ün anılarını karşılaştırmalı olarak incelememiştir” dediğini anımsarım. Kitabı okuyan bunun ne kadar doğru olduğunu görür. Ziya rete gittiğim evindeki kitaplığında Atatürk biyografisi yazmadan önce Türkiye ile ilgili yazdığı kitapların ilk baskısını da görmüştüm. İngiltere’ye döndüğünde çalışmaya başladığı, 19581972 yılları arasında müdürlüğünü yaptığı BBC Dünya Servisi’nde Türkçe bö lüm başkanı olduğu sıralarda “Yeni Milletler ve Ülkeler” dizisinin Türkiye bölümünü yazdı örneğin. Yine Türkiye ile ilgili bir gezi kitabı, ardından da “Bugün Türkler” adlı bir başka çalışma aklımda kalanlardan. Kısa yazılmış bir de “Turkey’s New Challenge” adlı kitabı vardır. Türkiye’yi çok iyi tanırdı İlgisi, Türkiye’yi sonradan tanıyan birinin ilgisi değildi haliyle. Otuzlu yaşlarındayken Türkiye’yle ilgili ilk yazısı 1957 yılında Political Quarterly adlı dergide yayımlandı. Türkiye’nin yakın dönemlerine ilişkin değerlendirmelerinde kişisel olarak katılmadığım, kendisinin de sonradan yanıldığını düşündüğünü sezdiğim görüşleri olmadı değil. Türkiye’yi, ülkenin dinamiklerini bu kadar iyi tanıyan biri olarak AKP’ye karşı fazla kredi açtığını düşünmüşümdür. AKP’nin “Avrupa Hıristiyan Demokratları kadar modern bir parti” olduğunu düşünmesi bunlardan biridir örneğin. İslamcı değil, kültürel açıdan muhafazakâr bir parti olarak gördü AKP’yi. Son zamanlarda aynı düşüncede miydi, bilmek isterdim. Çünkü, bir telefon konuşmamızda sanki artık daha farklı düşünüyor gibi gelmişti bana. Kendisiyle yapılan söyleşilerden birinde ABD Türkiye ilişkilerini değerlendirirken, ABD ile Türkiye’yi neredeyse eşit bir güç gibi görmesine şaşırmıştım. “ABD Türkiye’yi sömürüyor, Türkiye de ABD’yi” demişliği vardır ki, bunu gerçekten nasıl gerekçelendirdiğini anlamak isterdim. Atatürk’ün dehasına olan inancı ona “Türkiye bir Atatürk geleneği olarak, kullanılmaktansa, diğer ülkeleri kullanmayı gayet iyi beceriyor” dedirtmişti. Söyleşilerinden birinde vardır. Türkiye’nin “kullandığı” ülkelerin hangisi olduğunu öğrenmeyi de gerçekten çok isterdim. Ancak keskin gözlemlerinin hakkını verdiğini belirtmeliyim. Önceleri çok beğendiği, yetkin bir akademisyen olarak değerlendirdiği Ahmed Davutoğlu’nun Türkiye’yi soktuğu maceralardan pek hoşnut değildi. Türk dış politikasına yön verenlerin çok şeyi yanlış yaptığını da söylemiştir. Yine söyleşilerden birinde Türkiye’nin yanlışlarından birinin “kendisinin Ortadoğu’da özel bir rolü olduğuna inanmasıdır” demişti ki, haklı çıktığı görülüyor. Gerçek bir Türkiyeliyi kaybettik. Işıklar içinde uyuyun Andrew Mango Bey. ‘Yeri doldurulamayacak’ Prof. Dr. İlber Ortaylı, Mango için “Yeri doldurulamayacak bir yazardı, elbette Atatürk için yazdıkları çok değerliydi. Atatürk kitabı çok büyük bir kaynaktır” diye konuştu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) “Atatürk Modern Türkiye’nin Kurucusu” kitabının yazarı ve “Türkiye’yi, Türk insanını en iyi tanıyan yazarlardan” olarak bilinen İngiliz yazar Andrew Mango 88 yaşında yaşamını yitirdi. Ölüm haberini Twitter hesabından duyuran İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore “... yüce Andrew Mango’nun dün (önceki) gece öldüğünü öğrenmekten büyük üzüntü duydum... İnsanlığını ve bilgeliğini hepimiz özleyeceğiz” dedi. Mango’nun yaşamını yitirmesi Türk tarihçilerini, edebiyatçıları ve diplomatlarını da üzdü. Prof. Dr. İlber Ortaylı: Kendisi arkadaşımdı. Gelecek için yazdıkları iyi örnekler olarak yerini koruyacak. Tabii her şeyden önce Atatürk ile ilgili yazdıkları... Atatürk kitabı çok büyük bir kaynaktır. Yeri doldurulamayacak bir aydındı. PEN Türkiye Merkezi Başkanı Tarık Günersel: Değerli bir dünyalıyı kaybettik. Atatürk konusundaki ciddi calışması umarım başka eserlere de yol açar. Emekli diplomat Şükrü Elekdağ: Bizim tanışıklığımız 45 yıl öncesine gider. Türkiye’de çok dostu vardır, onu çok seven insan vardır. Mango’nun yazdığı büyük eser, Atatürk, Atatürk’ü en iyi anlatan eser. Emekli diplomat Osman Korutürk: Mango çok değerli bir insandı. Türkiye’nin sıkıntılarını çok yakından hisseden, bilen biriydi. Atatürk ile ilgili kitabı unutulmaz. Bakınız, Atatürk’ün bu ülke için kazandırdıklarını yalnızca buradaki yurttaşlar bilmiyorlar, dışarıdan bakanlar da görüyorlar. Monşer, entel diye diye… Başbakan, rakibine ilk damgayı “Monşer” diyerek vurdu. Gören de monşerleri dinlemeyip bir diplomasi mucizesi yarattığını sanır. “Monşersiz dış politika”da gelinen yer, tam bataklıktır. “Monşer”, toplumda nicedir popüler olan aydın düşmanlığının yeni sıfatlarından biri… Askerler için “Boğaz’a bakıp içkisini yudumlayan” biriydi aydın… Yarı aydınlar için “enteldantel”di. Romancılara, senaristlere göre hep bunalımda biriydi. Hiç rol model olmadı. O rol, Recep İvedik’le Recep Tayyip Erdoğan’ındı çünkü… “Mediokrasinin iktidarı”nda aydının, aşağılanarak, yasaklanarak, tutuklanarak, yakılarak nasıl örselendiği, buna rağmen nasıl hâlâ üretebildiği, hangi şartlarda mücadele ettiği hiç düşünülmedi. Hem yok sayıldı, hem olup bitenin faturasını ödedi. “Niye bu hale düştük” denilirken, aydın linçi hiç akla gelmedi. Madem fazla bir ağırlığı yok; beddua sayılmaz: Aydın kadar taş düşsün başınıza! YÜKSEK SEÇİM KURULU’NUN DİKKATİNE Yüksek Seçim Kurulu, Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığı istemini, kamu görevi olan Başbakanlıktan istifa etmemesi nedeniyle reddetmesi gerekirken kabul ederek, büyük bir hukuki yanlış yapmıştır. Ancak, bu kerre, Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık görevinden ayrılmış sayılması gerektiğine karar verilmelidir. Devlette çalışan, kamu görevi yapan ve devletten maaş alan bir kişi Cumhurbaşkanı olamaz. Zira, bu husus yasalarımıza ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırıdır. Kaldı ki, Cumhurbaşkanı adayı asla devlet olanaklarını kullanamaz Unutmayın ki VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI Baromuzun 21632 sicil sayısında kayıtlı AVUKAT RECEP AHMET KETENCİ 07.07.2014 tarihinde vefat etmiştir. Cenazesi 07.07.2014 tarihinde defnedilen aziz meslektaşımıza Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine, yakınlarına ve Baromuz mensuplarına başsağlığı dileriz. ADALET DEVLETİN TEMELİDİR. AV. GÖNÜL İŞLER İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI Öğrenci kimlik kartımı ve pasomu kaybettim. Hükümsüzdür. HEVAL TÜRK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle