05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2 Lozan Barış Antlaşması 91 Yaşında Lozan bütün dünya devletleri ile eşit haklara ve anavatan topraklarının tümüne sahip bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmanın belgesidir. Ancak önemli bir noktayı belirtmek gerekir. Sevr’de Anadolu da içine katılıp bütün Şark meselesi (Ortadoğu) ele alınır. Bütünü ile hükme bağlanır. TANER BAYTOK Emekli Büyükelçi liz resmi belgeleri incelendiğinde bu durum bütün açıklığı ile ortaya çıkmaktadır: Türk heyeti başkan yardımcısı kimden aldığı yetki ile yaptığı belli değil, İngiliz Heyeti Başkanı Lord Curzon’u ziyaret ederek, “Musul’u bize verin, ne isterseniz kabul edelim” der. Curzon da “Musul’u siz bize verin, biz ne isterseniz kabul edelim” diye karşılık verir. Bu görüşmeyi Londra’ya aktaran kriptoyu da “Türklerin Musul’a gözü açıldı. Onlara çıplak Kürdistan dağlarını verip uyutalım, biz de Musul ve Kerkük’ü alalım” diye bağlar. O gece başbakandan gelen talimat kesindir: “Biz MusulKerkük’ü ömür boyu istiyoruz, oranın korunması için elzem olan Kürdistan dağlarını asla kimseye bırakamayız. Lozan’da bu meselenin adından bile bahsetmeyeceksiniz.” Kanaatim odur ki İngilizlerin Musul’u vermeyeceğine kesinlikle kanaat getirince İsmet Paşa bunu Atatürk’e anlattı. Buna son dakikaya kadar razı olmamış görünmeleri, diğer konularda taviz ve Musul’a karşılık iyi bir petrol hissesi alabilmek içindi. Nitekim Musul petrolleri için ülkemize ödenen yüksekçe meblağ Cumhuriyetimizin ilk senelerinde bütçenin en önemli kaynaklarından biri olmuştur. Lozan Antlaşması’nın Sevr’le mukayese edilebilecek hiçbir yanı yoktur. Birincisi Türkiye Cumhuriyeti’nin müttefikler ile eşit şartlarda, bağımsız bir devlet olarak ve kendi iradesi ile imzaladığı bir şeref ve haysiyet belgesidir. Sevr ise Osmanlı topraklarına saldıran, hak, hukuk ve insanlık tanımayan bir utanç sembolüdür. Başka bir ifade ile Sevr Osmanlı’yı tarihten ve haritadan silme girişimidir. Lozan ise bütün dünya devletleri ile eşit haklara ve anavatan topraklarının tümüne sahip bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmanın belgesidir. Ancak önemli bir noktayı belirtmek gerekir. Sevr’de Anadolu da içine katılıp bütün Şark meselesi (Ortadoğu) ele alınır. Bütünü ile hükme bağlanır. Lozan Antlaşması’nda Osmanlı’nın Arap toprakları dışarıda bırakılmış, oralarda Batı’nın çıkarlarını koruyacak düzenlemeler, sanal devletler kurmak suretiyle kendi aralarında görüşülerek karara bağlanmıştır. Lozan Antlaşması’nın 91’inci yılı bütün Türk milletine ve dünya barışını isteyenlere kutlu olsun. AKP, Yargıda Hız Kesmiyor! Diktatörler ve fırsatçı politikacılar dış krizleri pek sever: Dışardaki krizler yoluyla, hem halkı kendi etraflarında birleştirir, hem de dikkatler dışarıya yönelmişken, baskıyı artırmaya ve ceplerini doldurmaya devam ederler! HHH Gazze katliamı ve bu katliam karşısında Türkiye’nin eylemsizliği, ErdoğanDavutoğlu ikilisinin dış politikasının iflasını simgeliyor! Ama aynı zamanda, bütün dikkatler Gazze üzerinde toplanmışken AKP’nin içerde, sessizce ve büyük bir hızla, yeni düzenlemeler yapmasına da fırsat sağlıyor: Bir yandan “torba yasalar”, “çuval yasa” haline getirilerek içlerine türlü özel yasa maddeleri ekleniyor, baskı ve yağma eylemleri kitabına uyduruluyor... Öte yandan son sürat, yargının artık kaçıncı defa olduğunu unuttuğumuz, “yeniden düzenlenmesine” devam ediliyor. HHH Türkiye’nin ikinci 12 Eylül felaketi olan, 2010 referandumu sonrasında yeniden yapılandırılmış olan HSYK, 1725 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturmaları’ndan sonra, Adalet Bakanı’nın istekleriyle bazı üyelerin yerlerini değiştiriyor... Ve kendi oluşturduğu gelenek ve ilkelere aykırı pek çok atama ile hâkim ve savcılar arasında “temizlik yapıyor”! Bu arada Sulh Mahkemeleri kapatılıyor, yeniden kuruluyor: Artık Sulh Yargıçları soruşturmalarda çok kritik kararlara imza atacak, örneğin, kimlerin tutuklanacağına karar verecek! Peki bu kritik görevlere kimler atanıyor? Taha Akyol’un 19 Temmuz tarihli yazısından öğrendiğimize göre yeni atananların bazıları şunlar... İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği’ne: 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in tutuklanan oğlu Barış Güler, Rıza Sarraf, eski Bakan Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Özgür Özdemir ve Hikmet Tuner için tahliye kararı vermiş olan yargıç. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği’ne: 17 Aralık soruşturması sürecinde eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldıran yargıç. İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği’ne: Eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın aralarında bulunduğu 6 kişinin tahliyesine karar veren yargıç. HHH Gazze katliamının Türkiye’ye maliyetlerinden biri de bu mu acaba? Not: Sevgili okurlarım, biliyorsunuz; yıllardır ne bayram, ne tatil... Yazılarıma hiç ara vermedim. İzninizle birkaç gün dinlenmek istiyorum. 5 Ağustos Salı günü buluşmak üzere, bayramınız kutlu olsun. 4 Temmuz’da Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanışı nın 91’inci yılını kutlayacağız. Türkiye’nin bölge ve bütün dünya barışındaki çok önemli yeri ve rolü dikkate alınırsa, bu antlaşmanın uzun ömürlü oluşunun değeri daha kolay anlaşılır. 20’nci asrın başlangıcında Osmanlı Devleti önce Balkan Harpleri, sonra Birinci Dünya Savaşı ile Avrupa’daki ve Arabistan’daki bütün topraklarını ve yüz binlerce insanını kaybetti. Sevr’le de kalan Türkler Anadolu’nun kesekâğıdı kadar bir bölümüne sıkıştırılmak tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar. Her şeyin bitti sanıldığı bir sırada Türk milleti Atatürk’ün liderliğinde yeniden dirilerek anavatanını düşmandan geri aldı. Osmanlı’nın külleri üzerinde modern bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğdu. Türk milleti Kurtuluş Savaşı’ndaki bu başarısını alınabilecek her karış toprağı sınırlarına dahil eden, hak ve hukukunu ve bağımsızlığını en iyi şekilde koruyan bir barış antlaşması ile taçlandırmasını da bilmiştir. Şüphesiz Kurtuluş Savaşı gibi Lozan Antlaşması da Atatürk’ün deha ve stratejilerinin bir eseridir. İsmet İnönü’nün çalışkan, sabırlı, inatçı, ciddi, uyanık bir müzakereci olması, konferansta büyük saygınlık yaratması ise inşa edilen duvarın sağlam harcı olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’da kazanılan askeri zaferin cazibesine kapılıp konferansa aşırı taleplerle gitmek yerine savaştan çok önce tespit edilmiş, Misakı Milli sınırlarını esas alan bir müzakere pozisyonunu seçmiş olması basiretli davranışının en belirgin örneğidir. Lozan’da, Musul hariç bu hedefe ulaşılmıştır. Konferansta en çetin müzakereler ticari ve bilhassa hukuki kapitülasyonların kaldırılması konusunda cereyan etmiştir. Müttefik temsilciller, Mecelle vesair şeriat kanunlarının Türkiye’de yaşayan Hıristiyan ahaliye uygulanmasına karşı çıkmışlar ve bunlara tanınan ayrıcalıkların devamında ısrar etmişlerdir. Aynı şekilde, bunların kendilerine tanınan ticari ayrıcalıklar kalkarsa, dar ekonomi içinde yaşayamayacaklarını savunmuşlardır. Müttefiklerin direncinin kırılmasının başlıca nedeni Atatürk’ün kuraca Hedefe ulaşıldı ğı yeni cumhuriyetin modelini laik, liberal ekonomiye dönük, kadın ve insan haklarına saygılı, vatandaşlarının ırk, din, mezhep, alt milli kimlik farkına bakılmaksızın herkesin eşit olacağı bir düzen olarak çizip bunu karşısındakilere de anlatabilmesidir. Heyetimizin üyeleri için devlet bütçesinden redingot diktirilerek Lozan’a onları Batılı kıyafetlerle göndermek, eşlerinin yine modern kıyafetleri giyerken başlarını açık bırakmak suretiyle gelmek üzere olan Atatürk devrimlerinin ilk işareti verilmiştir. Arkasında devlet olmayan bir askeri gücün başarılı olamayacağı inancı ile Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin taşlarını daha Kurtuluş Savaşı ve Lozan müzakereleri devam ederken üst üste koymaya başlamıştır. Bir yandan düşmanlar ve İstanbul’daki padişah hükümeti ile uğraşırken daha 20’nci asrın başında kurduğu devlet için ortaya koyduğu ilkeler, aradan 100 seneye yakın zaman geçmesine rağmen bugünkü modern toplumun ilke ve kuralları olmaya devam etmekte ve örnek gösterilmektedir. Musul meselesi son zamanlarda bazı yeni türeyen tarihçiler tarafından Lozan Antlaşması’nın bizim için bir hezimet olduğunu kanıtlamak amacı ile çarpıtılarak kullanılmaktadır. Bir kere barış antlaşmaları bir el sıkışmadır. Savaşın, futbol maçının, bilek güreşinin galibi, mağlubu vardır, ama başarılı bir antlaşmada bütün tarafların çıkarlarına ve hakkaniyete uygun ortak bir yerde buluşma vardır. Zaten “consensus” doğru yerde değilse, antlaşma yaşayamaz. Lozan Antlaşması Kadeş’ten sonra en uzun süre yürürlükte kalma başarısını gösterirken Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren, diğer mağlup devletler olan Almanya, Avusturya ve Bulgaristan ile müttefiklerin empoze etmek suretiyle yaptıkları antlaşmaların kısa ömürlü olmaları, arkasından da İkinci Dünya Harbi’ni getirmelerinin izahı buradadır. Musul konusunun Lozan müzakerelerinde özel bir yeri vardır. Musul, İngilizlerin Lozan’daki olmazsa olmazıdır. İngi Sevr’le mukayesi ‘Yeni Türkiye’ mi? “A DENİZ BANOĞLU vrupa Şoku, Tatilde Yeni Trend: Tüm dünyada 400’e yakın muhafazakâr otel bulunurken 150’si Türkiye’de faaliyet gösteriyor… Helal Turizm pazarında Malezya’dan sonra ikinci sıradayız.” “Gece Yarısına Kadar Çılgın Alışveriş: İstanbul Shoping Fest, kapanış partisine Vialand Markalar defilesi ve Efsane İndirim damgasını vuracak.” İşte size, Yeni Türkiye’den iki fo toğraf, mütedeyyin, giderek daha da muhafazakârlaşmaya meyilli olduğu ileri sürülen yeni Türkiye’nin görünümü ile, çağdaşlığı ve uygarlığı batı özentisi bir anlayışla harmanlayan, Dubai örneği bir Türkiye. Bu iki birbirine zıt haberin bir üstündeki başlık da şöyle: Bereketiyle Geldi… Yani ramazanı anlatıyor. Bu yazıların yayımlandığı gazete mi? Tabii elitlerin gazetesi, Türkiye’nin ticaretini ve ekonomisini gelişmişlik adına dışarıya pazarlamakta yarışan, İstanbul Ticaret Odası’nın gazetesi. Dubai örneği bir Türkiye benzetmesine alınmayın sakın, bizdeki gibi gökdelenlerin ve beş yıldızlı otellerin yükseldiği ama kamusal bina atıklarının çağdaş teknolojiler yerine gökdelenler önünde sıraya giren pislik toplayan özel kamyonlarla fosseptik çukurlarına taşındığı bir ülkeden söz ediyorum. Türkiye’de atıkların toplanması daha çağdaş yöntemlerle yapılıyorsa da doğuda toprak evlerde yaşamlarını sürdüren onca yurttaşımız İstanbul’un göbeğinde, kapılarını batıya açan Shopping Fest’ten bi haberler hâlâ…Ama ne gam!.. Ülkemiz geçen yıl 3 milyon 265 bin 190 Arap turisti tercih ettikleri helal otellerde ağırladı ya, bu yeter. Bu yıl kuşkusuz bu sayı artacaktır. Otellerin adları, örneğin Şişli’deki, İngilizce bilenler için Styl olsun, önemli değil, sunulan yiyecekler helal olsun yeter. İstanbul’un göbeğinde, onlarca AVM otel, rezidans, alışveriş merkezinin adları gibi bu helal otelin adının da özenti yabanca dilde olması hiç önemli değil, yeter ki helal olsun. İstanbul’da, insanımızın bu yabancı dil me rakından turistler hiç yabancılık çekmezken bizler hâlâ Türkçe Olimpiyatları ile övünüyoruz, bu da az değil hani.. Biz İngilizce, onlar Türkçe... Neden olmasın? İşte yeni Türkiye’nin, daha doğrusu İkinci Cumhuriyet’in özlemini çekenler, sonuçta kavuştular yeni Türkiye’ye. İkinci Cumhuriyet yenileşme özleminin geldiği, sonun başlangıcıdır bu seçim öncesi vardığımız nokta, bu biline. Nitekim, Başbakan da sözde aydınların başlattığı Yeni Türkiye kervanına seve seve katıldı, seçim propagandalarında devamlı eski Türkiye’den söz ediyor, yeni Türkiye’yi getirecekleri vaadiyle... Ne acıdır ki, yıllarca oy verdiğim CHP’de, “yeni CHP değişen CHP” sloganları ve söylemleri ile bu yeni trene kendini gözü kapalı (mı desem) attı. Nasıl bir değişim, nasıl bir değişimdir bu anlamakta güçlük çekiyorum desem değil. Çünkü görünen ve yaşadıklarımız ve uygulananlar odur ki, değişim dedikleri, “sözde demokrasi adına” geriye dönüştür. Cumhuriyetin ilkeleri ve değerleri bu değişim sevdalıları için eskimiştir, bitmiştir. Benim de yakından izlediğim geçen yıl yapılan CHP’nin kongresinde bu muştuyu vermişti Sayın Kılıçdaroğlu, “CHP yenileniyor, değişiyor” demişti. Bugün hâlâ bu söylemini sürdürüyor, o dönemde nelerin yapıldığını, yapılanların ne olduğunu yazanları da okumak zahmetine katlanmadan, (belki) düşünmeden, “Partimiz artık 1930’ların partisi değildir” diyebiliyor. Cumhuriyet devrimlerinin bizleri bugünlere getiren aydınlanma hareketi, TC’nin yok sayılması ile başladı, heykellere tükürmek, “edep yahu” avazları ile, heykellerin kafalarına örtü geçirmekle sürüyor, şükürler olsun(!) Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de bu yeni Türkiye özlemi ile giriyoruz. Ne diyeyim, hayırlı olsun... Ama Cumhuriyet aydınlanmasının kimi yokluk, kimi sağ sol çatışmalı, örfi idareli suskun günlerini yaşamış olan ben, kim ne derse desin kimilerinin beğenmediği eski Türkiye’yi özlüyorum şu günlerde. Komünizm gelecek korkusuyla, sağa ağırlık verildiği günlerde, “Yok canım, korkmayın, bize komünizm değil, başka şeyler tehlikedir” demiştim de... İnandıramamıştım..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle