23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET kultur@cumhuriyet.com.tr 18 TEMMUZ 2014 CUMA 14 KÜLTÜR 2013 Avustralya yapımı ‘TracksÇöldeki İzler’ Başka Sinema salonlarında gösterimde ‘Develi Kadın’ın meydan okuyuşu Modern kent yaşamının çarklarında öğütülmektense, tüm iç hesaplaşmalarıyla bireysel kaygılarını sırtlayıp, köpeği ve 4 devesiyle birlikte Avustralya’yı boydan boya kat edip uygarlığın henüz uğramadığı ıssız topraklarla tepedeki güneşin kumlarını kızdırdığı büyük çölleri aşarak yürüye yürüye Hint Okyanusu’na ulaşmayı hedefleyen Avustralyalı azimli, özgür bir genç kadın Robyn Davidson (Mia Wasikowska). Aynı zamanda 2700 km’lik, tabanvayla 67 ay sürecek bir kendini arayış yolculuğu da denebilecek bu zorlu sefer için 1977’de beş parasız yollara düşen Robyn’in ablası, 2 küçük yeğeni ve vaktiyle timsah öldürüp altın aradığı Afrika’yı dolaşmış, 1935’te Kalahari Çölü’nü tek başına geçmiş babası uğurluyor. Annesinin o küçükken kendini asarak intihar etmesiyle köpeğinden ayrılmak zorunda kalıp teyzesinin yanında büyümüş Robin, çok sevdiği ve eğitip arkadaşı yapacağı 2 deve sahibi olmak amacıyla bir deve çiftliğinde köle gibi çalışıyor aylarca. Makinesi elinden düşmeyen Amerikalı fotoğrafçı Rick’in (Adam Driver) önerisiyle National Geographic dergisi sıcağa, kum fırtınalarına aldırmadan, yitirip bulduğu baba armağanı pusulasıyla her gün yaklaşık 30 km. yürüyen Robyn’in sıra dışı yolculuğunu finanse ediyor. Vahşi doğa koşullarında gittikçe zorlaşan bu çılgınca serüvene gözükara atılan, saldırgan vahşi develeri ne yazık ki vurmak zorunda kalan, bir süre yörenin yaşlı bir bilgesinin kılavuzluğunda yol alan, Aborijin kadınlarıyla da iyi anlaşan Robyn, fotokolik Rick’in destekleriyle sonunda varıyor, tüm kameraları ve mikrofonlarıyla açgözlü bir haberci ordusunun onu beklediği okyanus kıyısına. Başarısının tadını çıkarmaktansa zehirlenen köpeğini yitirmenin acısıyla “Çok yalnızım” diye ağlayarak Robyn’e sarılan Rick’in “Hepimiz öyleyiz” demesiyle de duygusal bir final yapıyor film. 1986’da göç ettiği SydneyAvustralya’da yaptığı “Praise” (1998), “We Don’t Live Here Anymore” (2004), Somerset Maugham uyarlaması “The Painted VeilDuvaklı Gelin” (2006), “StoneŞantaj” (2010) gibi filmleriyle tanınan, 1960 New York doğumlu, Amerikalı senaristyönetmen John Curran, ırkçı ve erkek egemen zihniyetle Belgesel efsane grubun 196166 arasındaki dönemine odaklanacak Film, çok satmış bir kitabın başarılı sinema uyarlamasından öteye geçip seyirciyi iki saatlik zorlu bir Avustralya seyahatine çıkarıyor. Çöl romantizmiyle karışık yoğun bir insancıllık da barındıran “Tracks” akıcı, etkileyici anlatımı, görsel zenginliği ve başarılı müziklerinin yanı sıra seyri zevk veren, farklı bir yol filmine dönüşüyor sonuçta. Ron Howard’dan Beatles belgeseli Kültür Servisi Oscar ödüllü yönetmen Ron Howard, Beatles’ın ilk yıllarını ele alan bir belgesel çekecek. Beatles üyeleri Ringo Star ve Paul McCartney ile hayatta olmayan George Harrison ve John Lennon’ın eşleri Olivia Harrison ve Yoko Ono’nun danışmanlığında çekilecek belgesel 196166 arasındaki döneme odaklanacak. Yönetmen Howard, filmi, “1964’te bütün dünyada fırtına estiren dört gencin akıllara durgunluk veren öyküsü” olarak tanımladı. Beatles, Avrupa turnesine 1963 sonlarında çıkmış ama 1964’te ABD’deki Ed Sullivan Show’a çıkarak uluslararası üne erişmişti. Filmin Grammy ödüllü yapımcısı Nigel Sinclair, “Beatles’ın Britanya’daki olağanüstü çıkışı müthiş bir kültürel, toplumsal ve müziksel olaydı; ama ABD’deki, ardından da dünyadaki çıkışları onu da gölgede bıraktı” dedi. Topluluğun 1964’te başladığı dünya turnesi 1966’da sona erdiğinde, Beatles 90 kentte 166 konser vermiş bulunuyordu. BUGÜN BAŞLAYAN BİR BAŞKA FİLM DE ‘PHANTOMHAYALET’ re meydan okuyup doğanın içerdiği tehlikelere de aldırmayan Robyn Davidson’un yıllar önce okuyup etkilendiği, çok satmış kitabını sonunda beyaz perdeye uyarlamış ve 2013 Venedik festivalinde epey ses getirmiş “TracksÇöldeki İzler”. Zürafanın çok daha iri kıyımı ve daha tüylüsü olan develeri çok sempatik kılan bu film, çok satmış bir kitabın başarılı sinema uyarlamasından öteye geçip seyirciyi 2 saatlik zorlu bir Avustralya seyahatine çıkarırken hedefine kilitlenmiş Robyn’in sadece tehlikeli doğa koşullarıyla değil, gelip geçtiği yerlerdeki o malum ırkçı, maço, cinsiyetçi ve sömürgeci zihniyetlerle mücadele etmesinin de altını çiziyor. Özgür kadın karakterine odaklanırken çöl romantizmiyle karışık yoğun bir insancıllık da barındıran “Tracks” akıcı, etkileyici anlatımı, görsel zenginliği ve başarılı müziklerinin yanı sıra seyri zevk veren, farklı bir yol filmine dönüşüyor sonuçta. Son dönemin yükselen oyuncularından Mia Wasikowska’yı epeyce zorlayan bir rolde karşımıza getiren, yaratıcı bir yönetmenlik çabasının ürünü bu film, geçmişten gelen Nicolas Roeg’ün Avustralya’da çektiği “Walkabout” (1971) ya da Sean Penn’in en iyi yönetmenlik denemesi “Into the Wild” (2007) gibi bir alt kategori oluşturacak benzer konudaki başka başarılı örnekleri de akla getiriyor. Özetle diyeceğim, bugün gösterime giren “TracksÇöldeki İzler” bence haftanın filmi. Kahraman kaptan Bugün başlayan bir başka film de “PhantomHayalet”. Soğuk Savaş’ın iyice tırmandığı 1960’ların başında, emekliliğine hazırlanır ve karısıyla kızına kavuşmayı umarken denizaltısıyla gizli bir göreve çıkan, geçmişin karanlık anılarıyla karışık kâbuslar gören, babası da eski, saygın bir komutan olan, saralı, yaşlı bir Sovyet kaptanının (Ed Harris) hem yakınlarında seyreden nükleer bir ABD denizaltısıyla hem de son anda göreve katılan KGB ajanıyla (David Duchovny) mücadele ettiği “PhantomHayalet”, tamamı kapalı mekânda, denizaltının içinde geçen, kadınsız, alışılmış bir gerilim serüveni. Gerçek olaylardan esinlenerek senaryoyu yazan Amerikalı Todd Robinson’un yönetmenliğini de üstlendiği “Hayalet”, inandırıcılığını gitgide yitirse de baştan sona yarattığı klostrofobik atmosferi ve William Fichtner, Lance Henriksen gibi isimleri barındıran, parlak oyuncu kadrosuyla ilgi çekebilir. Yer yer Burt Lancaster’li Clark Gable’lı, o ünlü siyahbeyaz savaş filmini, baştan sona denizaltında geçen, (ayrıca adıyla da unutulmaz) Robert Wise imzalı “Run Silent, Run DeepSessiz ve Derinden Git”i (1958) anımsatan “Hayalet”, dönemin Sovyet yönetimiyle çatışan insancıl kaptanın kahramanlaştırıldığı, erkek odaklı, beylik bir heyecan seyirliği. “Denizcinin içkisi rom, politikacının içkisi votka”dır deyip Moby Dick’ten alıntılar yapan kaptanı canlandıran, yılların Ed Harris’i filmin ağır topu. Britanya’nın en büyük ‘sanat sergisi’ açılıyor u 40 bin kişinin oylarıyla seçilen sanat yapıtları açık hava reklam panoları, otobüs durakları, metro ve tren istasyonları, alışveriş merkezleri ve havalimanlarında sergilenecek. Kültür Servisi 21 Temmuz31 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek “Sanat Her Yerde”, Britanya’nın en büyük sanat sergisi olacak. 40 bin kadar kişinin Facebook üzerinden yaptığı oylamayla seçilen sanat yapıtları ülkenin dört bir yanındaki 30 bin kadar açık hava mekânında sergilenecek. Yapılan açıklamada, sergilenecek yapıtların, Britanya’nın kolektif belleğinin önemli parçası olduğu açıklandı. Oylamada en yüksek oyu, Pop Sanat’tan ve fotoğraftan kaynaklanan açık ve sıradan gerçekçiliğiyle tanınan İngiliz ressam David Hockney’nin 1977 tarihli “Annem ve Babam” adlı yapıtı aldı. Yapıtları sergilenecek sanatçılar arasında John Constable, Hans Holbein (Genç), William Blake, Henry Moore gibi ünlü adlar da yer alıyor. Seçilen sanat yapıtları açık hava reklam panoları, otobüs durakları, metro ve tren istasyonları, alışveriş merkezleri ve havalimanlarında sergilenecek. ‘Sanat Her Yerde’ ‘VECİDE’ ADLI FİLM SUUDİ ARABİSTAN’DAKİ KADINLARIN GÜNDELİK YAŞAMINA ODAKLANIYOR ‘İradenin gücü’ u “Amansız okul müdiresini, baskı altındaki anneyi, gerçek aşkıyla dinin sınırlarına sıkışıp kalmış babayı, katı bir İslami krallıkla yönetilen Suudi Arabistan’ı bire bir yansıtan film boyunca yasaklara tanık oluyoruz. Vecide’de yeni gerçekçi bir yaklaşımla genç bir kızın Riyad’daki içsel yolculuğunu izliyoruz.” ASLI SELÇUK 12 yaşındaki Vecide al Saffan (Waad Mohammed) Riyad’ın taşrasında annesiyle (Reem Abdullah) birlikte yaşamaktadır. Yalnızca kızların gittiği, katı bir ahlak öğretisinin verildiği dini bir okula gider. Meraklı, dikbaşlı Vecide, annesinin ve okul müdiresi Bayan Hussa’nın (Ahd) otoritesine pek uymaz. Öteki kızlar gibi siyah ayakkabıları değil, “Converse” marka basketlerini giyer, zaman zaman sokaklarda başörtüsüz bile dolaşır. En büyük düşü bir bisikletinin olmasıdır. Babası (Sultan al Assaf) eve ara sıra uğrar, annesi de oğluna erkek bir evlat doğurması için yeni bir gelin aramaktadır. Bu da Vecide’nin annesiyle babası arasında tatsızlık yaratmaktadır. Babası sürekli annesine “Bana bir erkek çocuk ver, sorun da böylece çözülsün” der. Bir gün başörtüsüz okula gelen Vecide’yi Bayan Hussa, kızgın güneşin altında cezaya diker. Hussa katı, aşırı disiplinli bir müdiredir, gösterdiği baskıyla kuş bile uçurtmaz. Öğrencilerine sürekli olarak kadınların sesi ni dışarıdaki erkeklerin duymamaları gerektiğini, bunun bir tabu olduğunu yineler. Vecide ise bisiklet istediğini bıkmadan ebeveynlerine söyleyip durur. Annesi bisikletin kızlara göre olmadığını, bisiklete binerse asla çocuğunun olmayacağını açıklar. Vecide söylenenlere hiç aldırmaz. O, Yeni Dalga Akımı’nın en önemli filmi “Les 400 Coups”daki (400 Darbe / François Truffaut, 1958) toplumun önyargılarına başkaldıran genç Antoine Doinel’in sanki dişisidir. Gözlemci, araştırıcı bakışlarıyla 21. yüzyılın Suudi toplumunu inceler; yüksek sesle, direterek bu toplumda kendisinin de yeri olduğunu haykırır. Okuldaki Kuran okuma yarışmasında ödül bin riyale yükseltilince Vecide bisiklet alabilmek amacıyla yarışmaya katılma kararı verir. İp bilezikler yaparak, mektup taşıyarak bisiklet parasını biriktirir, bir yandan da arkadaşı Abdullah’ın (Abdullrahman Algohani) bisikletine biner. Suudi Arabistan’da gündelik yaşamda kadınların, kızların ne denli zorlandıklarını vurgulayan Wadjda (Vecide/2012) ülkede ya pılan ilk uzun metraj, yönetmeniyse Haifaa al Mansour adlı bir kadın. Haifaa, Vecide’nin gözünden kadınlara uygulanan baskıları, engelleri irdelerken kadınları kurbanlar gibi yansıtmıyor. Gelişmelerini engelleyen sert geleneklere karşın onlar saygınlıklarını savunup başlarını eğmiyorlar, bir şekilde yaşamlarını sürdürmeyi başarıyorlar. Yönetmen politik, sosyal, kültürel eleştirilerini doğal bir anlatımla aktarıyor, bu başarılı feminist dramında gençliği, cesareti, bağımsızlığı yürekten kutluyor, tüm karakterlerine sevecenlikle yaklaşıyor: Amansız okul müdiresine, baskı altındaki anneye, gerçek aşkıyla dinin sınırlarına sıkışıp kalmış babaya. Katı bir İslami krallıkla yönetilen Suudi Arabistan’ı bire bir yansıtan film boyunca yasaklara tanık oluyoruz. “Amacım ülkemin yetkililerini kışkırtmak değil, amacım düşüncelerimi, dünya görüşümü paylaşmak. Ülkem tutucu, geleneklerine bağlı bir ülke” diyen Al Mansour kendisi de geleneklerine bağlı olsa da aydın bir ailenin kızı. Kahire’de İngiliz edebiyatı okuduktan sonra petrol şirketinde çalışırken kendini sinemayla ifade edebileceğini düşünen Haifaa, diplomat kocasıyla birlikte Avustralya’ya gidip orada sinema okumuş. Sinema bilgisi hiç olmayan genç kadın Vittorio de Sica’yı, Dardenne Kardeşleri, gelenekle moderniteyi birleştiren İranlı sinemacıları keşfetmiş. Yetkililerden gerekli çekim izinlerini aldıklarını, onlardan hiçbir şey gizlemediklerini açıklayan Haifaa tutucu mahallelerde bir kamyonun içine saklanarak çekim yapmış. “Suudi Arabistan’da kadınların kendilerini gerçekleştirebilmesi nerdeyse olanaksız. Algılar, zihniyetler değişse de sosyal baskı eksilmiyor. Dışlanmaktan korktuklarından kadınlar geride kalmayı yeğliyorlar” diyen Haifaa al Mansour, çocukluk, özgürlük, istenç gücü üstüne çok düşündürücü, etkileyici bir çalışma yapmış. Vecide rolünde Waad Mohammed filmde doğallığıyla ışıldıyor. 25 Temmuz’da gösterime girecek Vecide’de yeni gerçekçi bir yaklaşımla genç bir kızın Riyad’daki içsel yolculuğunu izliyoruz. Sevim Yâsin yaşamını yitirdi n Kültür Servisi Eski Türk Dil Kurumu başyazmanı, emekli felsefe öğretmeni Sevim Yâsin yaşamını yitirdi. Yâsin’in cenazesi bugün ikindi vakti Bebek Camisi’nde kılınacak cenaze namazının ardından Kireçburnu Mezarlığı’na defnedilecek. Kültür Servisi Pramit Sanat’ta sergilenen ve Gezi Direnişi’ni anlatan “Sıkıyorsa Gel!” adlı sergi 31 Ağustos’a kadar uzatıldı. 23 7 Ağustos’ta Bedri Baykam, Denizhan Özer, Orhan Bursalı, Nasuh Mahruki, Ali Şimşek ve Ekrem Kahraman’ın konuşmacı olarak katılacağı “GEZİ Gözüyle Türkiye’nin Yeni Gündemi” başlıklı bir panel gerçekleştirilecek. Pramit’te gündem Gezi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle