04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 TEMMUZ 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’na göre Rumlar masadan kaldırmak için taktik uyguluyor Talat: B Denktaş Bey’in dövülüyor LEFKOŞA Tam müzakerelerin ortasına düşmüşüm. 7 Temmuz Pazartesi Türk ve Rum tarafı yeni tur müzakerelere oturdu. Özellikle Rum tarafından aldığım bilgiler bu turda da “havanda su dövüldüğüydü”. “Heyetler misafircilik oynadılar yine. Çay kahve içip sohbet ettiler. Bir arpa boyu yol alınmadı” sözlerini işittim. Hemen ertesi gün KKTC Cumhurbaşkanlığı’ndayım. Birazdan Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’yla konuşacağız. Bahçeden geçiyorum. Burada zaman durmuş gibi. Yıllar önce ilk kez bahçesinden adım attığım, İngiliz sömürge valilerinin köşkü olarak kullanılan Cumhurbaşkanlığı konutunun tam karşısında Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın bronz büstü duruyor. Makama giriyorum. Eroğlu her zamanki gibi güleç. Yumuşak ses tonuyla “Müzakerelerde daha çok oturacağız. Öyle anlaşılıyor. Bizim istediğimiz artık zamana oynamadan Rum tarafının vazgeçmesi ve dünyanın Rumların zamana oynadıklarını görüp kabul etmesidir” diyor. Eroğlu’na göre dünya bu gerçeği görmeden de müzakereler görüşme masasında devam edecek. Kıbrıslı Türklerin her zaman anlaşma isteyen taraf olduğuna dikkat çeken Eroğlu, “Rumlar ise bizi müzakere masasından kaldırmak için taktikler uyguluyor” diye konuşuyor. Anlaşıldığı kadarıyla daha uzun zaman bu sözleri çok duyacağız. Çünkü her iki tarafın da pozisyonundan vazgeçmeye yanaşmadıkları apaçık belli. Havanda su Yeni(k) Türkiye Mudanya Ateşkesi’nden 6 gün sonra, 17 Ekim 1922’de, Mustafa Kemal Paşa, Bursa’ya geldi. Savaş bitmişti. Şimdi Başkomutan, “Yeni Türkiye” vizyonunu açıklayacaktı. Minarelerden okunan kasideler ve yol boyu çalan bando eşliğinde Belediye’ye geldi ve orada toplananlara şöyle dedi: “Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının süngüleri zaferi kazanmıştır. Onun üzerinde hiçbir güç yoktur, olamaz.” Kast ettiği, Saltanat’tı; ki 2 hafta sonra kaldıracaktı. Yeni devlet, Meclis’in üzerinde hiçbir kudret tanımayacaktı. HHH Sonra Gazi, yeni devletin dayanaklarını ortaya koydu: “3.5 yıl süren bu savaştan sonra bilim, eğitim ve ekonomi savaşımımızı sürdüreceğiz.” Listede bilim ve eğitim, en baştaydı. Nitekim Kemal Paşa o gezide İstanbul’dan gelen 250 kadın ve 230 erkek öğretmenle buluştu. Gece Şark Tiyatrosu’nda toplandılar. Bu, Bursa’da kadınerkeğin bir arada olduğu ilk toplantı olarak kayda geçti. Gazi onlara, “Öğretmenler” diye hitap etti ve ekledi: “Belki size ‘Muallim, muallime’ demediğim için beni ayıplıyorsunuzdur. Bence, dilimizde dişiliği belirten yabancı ekler kullanmanın gereği yoktur.” Sonra, o güne dek Türkiye’nin “cemaat” halinde yaşadığını, bundan böyle “ulus” olacağını söyledi. Zararlı görenek ve geleneklerin ilerleyişi engellediğinden bahsetti. Ve bir asker olarak dedi ki: “Düşmanı yenen zaferimizin sırrı nerededir bilir misiniz: Orduların yönetiminde çağdaş bilgi kurallarını kılavuz yapmaktadır. Ordumuzun zaferi, sizin eğitim ordunuza yol hazırladı. Gerçek zaferi, siz kazanacaksınız.” HHH 3 ay sonra yine Bursa’da ve yine aynı Şark Tiyatrosu salonunda halka “barış süreci”ni ve yeni dönemin niteliklerini anlattı Gazi Paşa… Orada muhtemelen danışıklı olarak kendisine anıtları soran bir Bursalıya şu cevabı verdi: “Uygarlaşmak isteyen her ulus, kuşkusuz heykel yapacak, heykeltıraş yetiştirecektir. Peygamber Hazretleri, 1300 yıl önce insanların kalp ve vicdanlarından o putları çıkarmak zorundaydı. Ama İslamın gerçekleri tümüyle anlaşıldıktan sonra birtakım aydın insanların taşa tapındıklarını varsaymak, İslam âlemini aşağılamak demektir. Aydın ve dindar olan ulusumuz, heykeltıraşlığı en yüksek derecede ilerletecektir.” Nitekim Cumhuriyet ilan edildikten sonra, derhal arkeolojik kazılar başlatılıp ülkenin anıt hazinesi ortaya çıkarılacak, ardından da dışarıya öğrenciler gönderilip dışarıdan heykeltıraşlar getirtilerek heykel sanatı adeta inşa edilecektir. HHH Siverek’teki parkta, başına türban takılıp beline şal dolanan kız heykelini görünce anımsatmak istedim bunları… Ondan bir gün önce de Ordu’da kadın heykellerinin üzerine “Edep yahu” yazılınca, bazı heykeller siyah örtüyle örtülüp kaldırılmış, Belediye Başkanı da, “Heykellerin tahrik konusu olmasına müsaade etmeyiz. Anket yapıp sonuca göre kaldıracağız” demişti. Geçen bir asırda, gericiliğin heykel nefreti dinmemiştir. Diyeceksiniz ki, bir ülkenin başkentini heykele tükürmesiyle nam salan bir belediye başkanı yönetiyorsa, bir heykeli “ucube” diye yıktıran bir başbakan, başkan olmaya hazırlanıyorsa, elbette heykel can çekişir. Ancak dünle bugünü kıyasladığınızda açıkça görebileceğiniz gibi yıkılan, sadece heykel değildir. Yıkılan, kadınla erkeği eşit ve bir arada görmeyi amaçlayan, hurafeler karşısında sanatı, bilimi, eğitimi öne alan, Meclis’i her türden saltanatın üzerinde tutan, dindarlığı aydınlıkla birlikte anan bir devlet ve toplum özlemidir. Yani şimdilerde “Yeni Türkiye” denilen ülke, aslında yenik Türkiye’dir. yanlışı da var doğrusu da ir önceki müzakereleri yürüten İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la randevumuz var. Lefkoşa’nın ünlü Dereboyu Caddesi üzerindeki binanın giriş katı kapısının üzerinde Türkçe ve İngilizce “KKTC’nin İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Ofisi” yazıyor. Talat şimdiki Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’na biraz sitemli. “Eroğlu seçimleri kazandıktan sonra BM Genel Sekreteri’ne mektup yazıp müzakerelere bırakılan yerden devam edeceğini söyledi. Ancak görüşmelere başlayınca çapraz oyu kabul etmeyeceğini açıkladı. Bütün tartışmalar da beş ay süreyle sadece çapraz oya odaklandı. Sonunda Sayın Eroğlu, BM Genel Sekreteri’nin bir ay içinde uluslararası üçlü konferansı çağırmayı taahhüt etmesi halinde çapraz oy konusunu değerlendirmeye hazır olduğunu beyan etti. Bunun üzerine o zamanki Rum lider Hristofyas üzerinde uzlaşılan dönüşümlü başkanlıktan olurunu geri çekeceğini açıkladı. Bunun üzerine Rum toplumunda dönüşümlü başkanlık bir çeşit şeytanlaştırıldı. Bugüne geldiğimizde de dönüşümlü başkanlığı şimdiki Rum lider Anastasiadis masadan geri çekti. Yani bütün bunlar yanlış politikaların sonucu.” Talat bu noktada beni çok şaşırtan sözler söylemeye başlıyor. Derken yeniden eleştirmeye başlayınca yanıldığımı anlıyorum. Bir zamanlar Denktaş’ı çok sert eleştiren Talat diyor ki: “Denktaş Bey bir zamanlar çok iyi şeyler yaptı. Ama 1999 sonunda gelen sürecin Kıbrıs sorununun çözümünü zorunlu kılacağını anlamadı. İşte o zaman yanlış yaptı ve Kıbrıs Türk’üne kaybettirdi. Yani 2002 Kopenhag Zirvesi’nde Kıbrıs Türk tarafı hayır deyince Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyeliğine uygun ilan edildi. 2003 Nisanı’nda da o zamanki Rum lider Tassos Papadopulos AB’ye giriş anlaşmasını imzaladı. O güne kadar büyük büyük profesörler bölünmüş Kıbrıs’ın AB’ye giremeyeceğini savunuyorlardı. Onlar da Kıbrıs Türk’üne karşı çok büyük günah işlediler. Derviş Bey’le kabinesi de Kopenhag Zirvesi’nin toplandığı gün Yeşilırmak’ta muz bahçelerini inceliyorlardı. Denktaş yeni kalp ameliyatı olmuştu. Hasta yatağındaydı. Bir lider çok güzel şeyler yapabilir. Ama dönüm noktalarında hata yaparsa işler bozulabilir. Bu da onlardan birisi. Denktaş Bey’in yaptığıyla kıyasladığımızda Sayın Eroğlu’nun yaptığı belki de çok büyük bir hata değil. Fakat yine de önemli bir hata.” Peki, ya Derviş Eroğlu’nun konuya yaklaşımı nasıl? Talat Bey gülüyor: “Onun isteği politikalarını koruma, orada bulunma, o pozisyonu kaybetmeme, ülkedeki güç odaklarını kendi yanında tutma. Onun Kıbrıs sorunuyla pek uğraştığı yok. Dünya görüşü olarak çözüme karşıdır.” Hem Rauf Denktaş hem de Talat döneminde Kıbrıs müzakerelerini liderler yürütürken, teamüllere aykırı olarak bu dönem acaba neden başmüzakereciler görüşmeleri yürütüyor? Talat anlatıyor: “Bunu Rum lider Anastasiadis istedi. İkincisi, Türkiye’yi müzakerelere çekme beklentisi yarattı Rum toplumu içinde. Çünkü Rumların en büyük isteği Türkiye’yi müzakerelerin içine çekmektir. Çapraz müzakereler de öyle oldu zaten. Daha doğrusu Rumlar kendi başmüzakerecileri Mavroyannis’in Türkiye’yle doğrudan görüşmesini sağlamayı amaçlıyorlardı. Orada Davutoğlu bir atak yaparak bu müzakerelerin çapraz olmasını önerdi.” İşte o zaman yanlış yaptı... Yol haritamız masada akalım, Kıbrıs Türk başmüzakereB ci Kudret Özersay’ın müzakere masası izlenimleri nedir? Dosyalarla dolu bir masanın başına geçiyoruz. Özersay 41 yaşında ama 2001’den beri gide gele müzakereler konusunda deneyim edinmiş bir teknik adam. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde uyuşmazlıklar, çözüme ilişkin master dersleri de veriyor. Kıbrıs türü müzakerelerin teknik ve siyasi boyutu olduğunu söylüyor: “Yıllarca süren Kıbrıs müzakereleri sadece bir kez referandum aşamasına gelmiş (2004’teki Annan Planı referandumu). 2004’te referanduma kadar gidilmesinin nedeni bir yol haritasının olmasıydı. Bizim Kıbrıs Türk tarafı olarak söylediğimiz şu: İçinde bulunduğumuzdan sonra hangi aşamanın geleceğini, referandumun aşağı yukarı ne zaman olacağını bilmezsem kartlarımı açmam. Kartlarımı açmazsam da hiçbir biçimde uzlaşı olmaz, ilerleme kaydedilemez.” Bu nedenle bir önceki günkü müzakerelerde bir yol haritasını masaya koyduklarını açıklayan Özersay, “Herhalde Rum tarafı bunu değerlendirip bize geri dönüş yapacak” diye anlatıyor. Ya 2004 referandumunda olduğu gibi Türk tarafı evet, Rum tarafı hayır derse ne olur, soruma Özersay yanıt veriyor: “Ama 2004’ten farklı bir durum var. Bu dönemde iki liderin üzerinde uzlaşmaya varmış olduğu ortak açıklamada BM tarafından hakemlik olmayacak, iki liderin kabul edeceği anlaşma ancak referanduma gidecek. 2004’te liderlerin kabul etmedikleri, Annan’ın dayattığı metin referanduma götürüldü. Sonuç ortada. Hem Sayın Denktaş hem de Sayın Papadopulos o metnin doğru olmadığını söylemişlerdi. Ama referanduma götürme sözünü yerine getirdiler.” Özersay burada işin can alıcı noktasına geliyor: “Sonuç alıcı bir müzakere yapmak istiyorsak böyle bir yol haritasına ihtiyaç vardır. O yüzden bunu ortaya koyduk. Bütün bunlar işin teknik yönleri. Siyasi boyuta gelince... Benim 12 yıllık müzakere deneyimime baktığımda üç cumhurbaşkanıyla, dört Rum liderle, iki BM genel sekreteriyle çalışmışım. Hepsinin müzakere heyetinde yer aldım. Teknik perspektif mükemmel tasarlanmış olsa, yol haritasında anlaşmış olsak dahi müzakereler siyasi zemin üzerinde oynar. 12 yılda benim gördüğüm şu: Referandumlar reddedildikten sonra BM Genel Sekreteri raporunda, ‘Rum toplumu Türk toplumuyla iktidar ve zenginliği paylaşmaya hazır değil’ diye yazmıştı. Gücü ve zenginliği paylaşmaya hazır olmayan Rum toplumu için sadece tespit yapıyorum. Kıbrıs sorunu çözülmeden de bütün adanın meşru hükümeti olarak kabul edilirseniz sorun çözülmeden de AB’ye üye olarak kabul edilirseniz Türkiye’nin AB müzakerelerinde fasıl başlıklarının açılmasına izin vermeyerek boğazını sıkabileceğiniz hissiyatına kapılırsanız, her iki topluma ait olduğu kabul edilen doğal zenginlikleri tek başınıza çıkarabileceğinizi görürseniz o zaman Kıbrıslı Türklerle gücü ve zenginliği niye paylaşasınız ki? Rum siyasi liderliği de bunu görüyor. Rum toplumundaki genel algı da budur.” Anlaşılan Kıbrıs konusunu daha uzun yıllar konuşmaya devam edeceğiz. Hiçbir taraf pozisyonundan bir adım kıpırdama yanlısı değil. Özellikle de Rum tarafı... Türk başmüzakereci Kudret Özersay: Var olan statüko Kıbrıslı Türkler açısından acı verici O pozisyonu kaybetmemek... enim yüzümden kapılardan geçiş uygulaması değişmiş Talat konuşmamız sırasında bana bir de çarpıcı açıklama yapıyor. Cumhurbaşkanlığının ilk döneminde benim Rum tarafından Ledra Palas sınır kapısından Türk tarafına geçerken sınırda Türk askerleri tarafından geri çevrildiğimi duymuş. O zamanki uygulama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Rum tarafından Türk tarafına geçişlerine izin vermemek olduğu için bana o uygulamanın yapıldığını anlayınca bunu değiştirmeye karar vermiş. Şimdiki uygulama çok daha serbestlik içeriyor. B l SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle