06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 HAZİRAN 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ermeni Sorunu: S Narsisizmin Kolektifi de Var!.. on yıllarda, tıpkı kişilerdeki “bennarsisizmi” gibi gruplarda da “biznarsisizmi”ni ortaya koyan araştırmalar dikkat çekici. Kolektif narsisizm kavramıyla, üyelerin özdeşim içinde oldukları grubun üstün ve güçlü özelliklerine yönelik fazla abartılmış, gerçeklikten kopuk bir inanca sahip olmaları ve bu doğrultuda davranmaları kastedilmektedir. u Unutulmamalıdır ki, ne insan biliş sisteminin çalışma biçimi, ne de gruplar arasındaki kaçınılmaz “farklar” tek başlarına önyargı ve ayrımcılığın nedeni değildir. Demokratik ve evrensel hukuk kurallarının herkesin ve her grubun haklarını koruyan, her tür ayırımcılığı yasaklayan koruyucu şemsiyesi yetersiz kaldığında, farklı özellikleri olan grupların toplumsal hiyerarşi içinde “aşağıda” ve “dezavantajlı” olarak konumlandırılmaları ayrımcılığı doğurur. AYCAN ESENERGÜL Uzman Psikolog te. Bununla birlikte, grupiçi ile grupdışı arasına çekilen çizginin kalınlığını, kültürel etmenler, içgrubun normları, liderlik tarzı ve üyelerin kişilik özellikleri belirler. dikleri ortaya konmuştur. Biznarsisizmi, bir grup yetke ve güce sahip olduğunda ve egemen konumda olduğu zaman son derece yıkıcı toplumsal sonuçlar yaratabilir. İnsanların kendilerini, fiziki ve sosyal dünyayı anlamaya çalışırken, verileri algılama, seçme, yorumlama, çıkarsama, anımsama ve kullanma biçimlerine topluca “biliş” diyoruz. Bilişin temelinde “sınıflandırma” (kategorizasyon) yatar. Gerek fiziki gerek sosyal dünyayı, temel özellikleri doğrultusunda sınıflandırırız. Eşyalar, hayvanlar, bitkiler, binalar vs. gibi, insanları da ilk bakışta en dikkat çeken cinsiyet, renk, milliyet, etnik köken gibi özellikleriyle sınıflandırırız. Bunun işlevi, belleğimizde oluşturduğumuz genel kategoriye uygun olarak karşılaştıklarımızı yalınlaştırmak; algılama, anımsama, düşünme ve tepki verme süreçlerini hızlandırmaktır. Bu anlamda, sınıflandırma hem yararlı hem zorunlu bir doğal süreçtir. Bununla birlikte, toplumsal yaşamda, bu otomatik bilişsel sürecin sonuçları bazen basit bir anlamanın çok ötesine giderek diğerleriyle kurduğumuz ilişki biçimini tümden etkiler. Bilişimsel sınıflandırma İçgrup yanlılığı, dışgrup homojenliği İçgrubun üyesi olarak tanımlananlara olumlu duygu ve davranışlar sergilenip kayırmacılık yapılırken, dışgrup üyelerinin birbirlerine gerçekte olduğundan daha fazla benzediği (homojen olduğu) algısının yaygın olduğu ise bir başka bulgudur. Ayrıca, içgrupla “özdeşim” düzeyi ne denli yüksekse, dışgruplara yönelik “negativizm” (nefret, düşmanlık, önyargı, ayrımcılık) o denli artmaktadır. İçgruba yönelik algılanan bir “tehdit”, gruba yönelik bağlılık ve özdeşimi daha da arttırmakla kalmaz, dışgruplara yönlendirilmiş “nefret”, “önyargı” ve “ayrımcılığı” da besler. Bununla birlikte, kuşkusuz ne tüm insanlar ne de tüm gruplar diğerlerine karşı önyargılara ve bunların sonucunda açıkça ortaya konan ayrımcı tutum ve davranışlara sahipler. İnsanların doğal bir bilişim ve bellek sistemi özelliği olan sosyal sınıflandırma, ancak uygun sosyal, tarihsel ve ekonomik iklimlerin, bazı baskın grup dinamiklerinin etkileriyle keskin uçlara ve diğerlerine yönelik ayrımcılıklara evrilir. grupların, düşük olanlara kıyasla, dışgrupları daha çok tehdit olarak algıladıkları; dışgrupları hoş görmekten ve bağışlamaktan kaçındıkları; savaş ve askeri saldırganlığı, toplumsal egemenliği, sağkanat otoriterliği ve kör yurtseverliği (hiçbir durumda ülkesi hakkında eleştirel bir konum alamama) benimse reği, “antidemokratik” grupların kolektif narsisizmi sergileme olasılığı, demokratik gruplara göre çok daha güçlüdür. Demokratik ve antidemokratik grup yapıları: Demokratik grup Antidemokratik gruplar ve kolektif narsisizm: İç dinamikleri ge dığına dair inanç. lToplu olarak tüm grup ya da grubun saygın bir üyesi başkaları tarafından engellendiğinde, karşı çıkıldığında, eleştirildiğinde, kınandığında, sınırlandığında ya da cezalandırıldığında, kibir, öfke, saldırganlık ve güçlü savunularla tek vücut olarak hareket etme. lLiderinin beklenti, talep, yönerge ve kararlarına ve/veya çoğunluk kararlarına koşulsuz kabul ve uyum. Bu özelliklere bakıldığında, Türkiye’de, “Siyasi Partiler Kanunu” ve parti iç tüzüklerinin içgrupta antidemokratik yapılaşma ve kolektif narsisizmi geliştirmeye ne kadar da uygun bir iklim oluşturduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu türden bir grup dinamiğinde, üstüne üstlük narsisist eğilimleri yüksek, baskıcı ve otoriter bir lider olması koşulunda durum iyice vahimdir. Emperyalist Ülkelerin Parmağı Doç. Dr. NECATİ ULUNAY UCUZSATAR H Sosyal kimlik ve kolektif narsisizmin yeniden üretimi Grupların biznarsisizmlerinin yanı sıra, “sosyal kimlik kurgularının” biznarsisizminden de söz etmek gerekir. Örneğin; ırkçılık, cinsiyetçilik, milliyetçilik, homofobi, radikal dincilik gibi konumlar, bizatihi bağımsız bir yapı gibi kolektif narsisizmi üretir ve bu konumlarla ilişkili bireylere toptan olarak ayırımcılık uygular. Bir anlamda onları gayri meşrulaştırır. Bu süreç, bu kez, dışlanan ve ayrımcılığa uğratılan grupların biznarsisizmlerini besleyip, içgrupta var olanı da yeniden üretir. Bu kısırdöngü, içgrup ve dışgrup uzlaşımını çok zorlaştırır; barış süreçlerinin tüm taraflarca içselleştirilerek yaşama geçirilmesi çok zaman alır. Özellikle de uzun süre boyunca “dışlayıcı/muhafazakâr” türden ayrımcılığın sergilenmiş olduğu süreçlerin sonunda, uzlaşım ve barış, neredeyse olanaksızdır. Sonuç: Unutulmamalıdır ki, ne insan biliş sisteminin çalışma biçimi, ne de gruplar arasındaki kaçınılmaz “farklar” tek başlarına önyargı ve ayrımcılığın nedeni değildir. Demokratik ve evrensel hukuk kurallarının herkesin ve her grubun haklarını koruyan, her tür ayırımcılığı yasaklayan koruyucu şemsiyesi yetersiz kaldığında, farklı özellikleri olan grupların toplumsal hiyerarşi içinde “aşağıda” ve “dezavantajlı” olarak konumlandırılmaları ayrımcılığı doğurur. Ayrımcılığı yaygınlaştıransa, farklılıkların algılanma biçimleri; bazı grup özelliklerinin diğerlerinden üstün olduğuna dair inançlar; her düzeyde erkin, “fark”a ve “farklı olan”a yaklaşımı; siyasi erkin birleştirici veya bölücü/dışlayıcı “biz/onlar” yaklaşımı; azınlığa ilişkin dışlayıcı, ayrımcı ideolojik söylemsel yapı ve antidemokratik grupların ürettiği kolektif narsisizmdir. Sınıflandırma ve önyargı oluşumu Önyargının ilk adımı grupların yaratılması, yani belirli özelliklere dayanarak bazı insanları bir gruba koymaktır. Diğer bir deyişle, önyargı, kişileri bireysel varoluşlarından değil, grup aidiyetlerinden hareketle değerlendiren bir tutumu, genellikle olumsuz ve dogmatik düşünce ve davranışları ifade eder. Çoğu önyargı toplumsallaşma sürecinde öğrenilir. olumlu duygulara sahip olduğumuz, bizi diğer gruplardan ayıran belirgin özelliklerin olduğuna inandığımız, kendimizi ait ve adanmış hissettiğimiz gruplar için kullanılır. “Dışgrup” ise, kendi grubumuzun dışındaki herhangi bir alternatif grup olup, üyesi olmadığımız, bizim için anlam ve önem taşımayan, özelliklerini çok bilmediğimiz, yine de kimi zaman hakkında belirgin duygu ve düşüncelere sahip olduğumuz gruptur. Araştırmalar, tüm kültürlerde, genel olarak insanların içgrup üyelerini, dışarıdakilere göre çok daha olumlu değerlendirdiklerini ve daha fazla yardım etme eğiliminde olduklarını göstermek Bizim grubumuz ve diğerleri: Sosyal bilimlerde, “içgrup” terimi, Kolektif narsisizmin diğer sonuçları: Kolektif narsisizmi yüksek larda lider daha çok koordinatör görevi görür. Önemli kararlarda lider dahil tüm üyelerin katkısı ve söz hakkı eşittir. Herkesin görüş, öneri ve eleştirilerini paylaşmaları özellikle teşvik edilir. Kararlar, tartışılarak ve oydaşım sağlanarak alınır. Öte yandan, antidemokratik grupların dinamikleri incelendiğinde, aşağıdaki ortak özellikler görülmektedir: l Grup aidiyetine aşırı düzeyde önem ve değer atfetme l Grubun, ödül ve ayrıcalıkları dışgruba oranla daha fazla hak ettiği inancı. l Üyelerden grup amacına, etkinliklerine, kararlarına, yazılı ya da sözel tüzüğüne koşulsuz bir kabul, uyum ve biat göstermeleri beklentisi. l Mutlak disiplinin doğal, haklı ve gerçekçi olduğuna dair ortak değerler ve normlar. l Normlardan sapan üyelerin suçlanarak ceza görmesi, gruptan dışlanması. l Dışarıya karşı, grup içinde yaşanan her sorunun gizlenmesi, üstünün kapatılması eğilimi. l Dışgrupları ve üyelerini küçümseme, aşağılama, varlıklarına değer vermeme. Aynı duyguyu, dışgruplara “yansıtma”nın sonucu, onların da kendilerine yönelik benzer olumsuz düşünceler taşıdığına, kendini düşman algıla Asıl Suçlu Kimler? HİLMİ TAŞKIN oma’da yaşanan maden kazası ile yeni bir tartışma süreci başladı. Aslında olay pek çok açıdan ele alınarak tartışılıyor. Çeşitli kentlerde yapılan eylemlerle madende can veren 301 kişi anılıyor. Sorumluların hesap vermesi isteniyor. Sorumlular kim? İktidar mı? Madeni işleten Soma Holding yetkilileri mi? Denetimleri gerçek kriterlere göre yapmayan teftiş ekipleri mi? Ya da hepsi mi? İrdelemeye 24 Ocak 1980 tarihinden başlamak gerekiyor. 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar ile ülkemiz yeni bir ekonomik yörüngeye oturtulmuştur. Bu kararları alan dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve onun yetkilendirdiği Turgut Özal’dır. Neoliberalizm adı verilen bu dönemde, kamunun ekonomide payı azaltılmış, özelleştirmeler gerçekleştirilmeye başlanmıştır. 12 Eylül askeri darbesi ve sonrasındaki hükümetler yeni ekonomik modelin uygulayıcısı olmuşlardır. Önce özelleştirmelerin altyapısı oluşturularak işe başlandı. “KİT’ler zarar ediyor” , “KİT’ler devletin sırtına yük” propagandaları ile kamuoyu desteği sağlanmaya çalışılmıştır. Yaşanan hukuki sorunları aşmak için 1994 yılında 4046 sayılı kanun çıkarılmıştır. Böylece özelleştirmelere hukuki statü kazandırılmıştır. 1999 yılında ise anayasamızın 47. maddesi değiştirilerek özelleştirmelere anayasal güvence getirilmiştir. Özelleştirmelerin amacını en güzel şekilde Başbakanlık’a bağlı Özel S leştirme İdaresi Başkanlığı itiraf etmektedir. “Özelleştirmelerin ana felsefesi devletin asli görevleri olan adalet ve güvenliğin sağlanması yolundaki harcamalar ile özel sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımlarına yönelmesi, ekonominin ise pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir.” Emek örgütleri zayıflatıldı. Emek ucuzlatıldı. Taşeronlaştırmalar başladı. Özelleştirmeler ile ülkemiz emperyalizme daha fazla bağımlı hale getirildi! Özelleştirilen kuruluşlarda çalışanların iş güvenceleri yok oldu. Ucuz emek için taşeron sistemi uygulanmaya başlandı. Kayıt dışı çalıştırmalar başladı. Taşeron işçi sayısı AKP iktidarı döneminde katlanarak arttı. Sendika yok, iş güvencesi yok, pek çok sosyal hak yok... Ücretli kölelik dönemi uygulaması her alana yayıldı. Özelleştirmeci, piyasacı mantığa uygun olarak her alanda yeni yasalar çıkarıldı. Madencilik de bu alanlardandır. Ve bu politikalar Soma’da resmi açıklamalara göre(!) 301 madencinin ölümüne neden oldu. O zaman şu soruyu bir kez soralım ve yanıtını arayalım. 301 maden emekçisinin ölümünün suçlusu kim? Suçlu, 24 Ocak 1980 kararlarını alanlardır. Ve 12 yıldır ülkeyi bu politikalarla yöneten AKP iktidarıdır. En suçsuz olanlar ise ekmek parası için ocağa inen ve yaşamını kaybeden 301 madencidir. O 301 madenci, alınlarındaki ışıkla tüm bu süreci aydınlatmışlardır. Işıklar içinde yatsınlar... er yılın nisan ayında, medyada; Birinci Dünya Savaşı’nın (19141918) sürdüğü bir süreçte, Osmanlı Devleti’nin, Doğu Anadolu’daki olaylar nedeniyle çıkardığı “Tehcir” yasası ve Ermenilere soykırım yapıldığı iddiası ile ilgili yazı ve yorumlara sıkça rastlanır. Bunlarda dikkati çeken ortak nokta, tarihsel sürecinde emperyal devletlerin aynı konuda nasıl bir rol oynadığının göz ardı edilmiş olmasıdır. Durum, emperyalizm açısından hiç irdelenmediği için, yaratılan gerçek dışı algılamalarla, bin yıldır yan yana, kaderini aynı vatana bağlı olarak yaşamış olan, hem Türk ve hem de Ermeni yurttaşlarımız incitilmektedir. Vurgulanmalıdır ki asıl gerçek, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın peydahladığı ve daha sonra ABD’nin de katılmış olduğu; “Himaye Altına Alınacak Kukla Devletler” oyunuydu. 1780’li yıllardan itibaren sahneye sürülmüş olan bu oyun; “Büyük Ermenistan” vaadiyle Osmanlı uyruğu Ermeni yurttaşlarımızı aldatıp, aynı amaçla kurdurulan Taşnak ve Hınçak örgütleri komitacılarına, gerçekte tasarımlı bir “TürkKürt Soykırımı” yaptırarak Ermeni nüfusunu artırmak ve buna dayanarak bölgenin yaşam kaynaklarına egemen olmak için manda altına alınacak bir sömürge toplumu oluşturmaktı. Öylesi bir kirli niyetle, OsmanlıErmeni yurttaşları Türklere düşman eden ve neden oldukları bu tarihsel gerçeği, iftira ve yalanla, bugün “Ermeni Soykırımı”na (Armenian Genocide) dönüştürmeye çabalayan emperyalist devletlerin değil yargılanması, sorgulanması bile akla getirilmediğinden, konuya yeniden dikkatleri çekmek gerekmektedir. “Türklerin Bunları hiç dikkate almadan; Ermenileri imha işlememiş olduğu etmeye çalışması bir soykırım iddiası tamamen uygulamakla itham yersizdir... Doğu edilen Osmanlı’nın “Milleti Sadıka” illerini yakından diye bağrına bastığı bilen herkes Ermeni yurttaşların, kabul eder ki, tam 800 yıl Türkler sayesinde, bu bölgelerde kendi tarihsel Hıristiyanların söylemleriyle; (Ermeniler) “Pax TurcaTürk oturduğu köyler, Barışı” dedikleri huzur ve güven her yönden daha içinde uzunca bir zengindirler.” zaman yaşadıklarını; ancak Hıristiyan bir toplum olduklarından daha kolayca istismar edilerek; Batı’dan ve Doğu’dan gelen emperyalist hırsların tuzağına düşürülüp vatanlarına ihanete ve büyük acılara sürüklendiklerini 21. yüzyılda dahi anlamamakta direndiklerini ve gene aldatıldıklarını belirtelim. Aynı gerçekle ilgili olarak, 1895’li yıllarda Van ve Erzurum’da, Rus Konsolosluğu yapmış olan General Mayewski’nin Moskova’ya gönderdiği şu rapor, yukarıdaki değerlendirmemizi doğrulamaktadır: “Türklerin Ermenileri imha etmeye çalışması iddiası tamamen yersizdir... Doğu illerini yakından bilen herkes kabul eder ki, bu bölgelerde Hıristiyanların (Ermeniler) oturduğu köyler, her yönden daha zengindirler. Eğer Avrupalıların dedikleri gibi, Türkler eşkıya ve hırsız olsalardı, Ermeniler 1896’ya kadar devam eden refah düzeyi yüksek yaşamlarına sahip olamazlardı... Bu bakımdan 1895’e değin Ermenilerin karşı karşıya kaldıkları öne sürülen sıkıntılar, son derece abartıyla uydurulmuş efsanelerdir...” Bilindiği gibi, emperyal kurgular, Türk Bağımsızlık Savaşı’nda da (19191922) görülmüş ve özellikle Doğu ve Güneydoğu’da halkımız katliama uğratılmıştı. Halkın kahramanca direnişi sonunda 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilafnamesi’yle Güneydoğu illerimizi boşaltmak zorunda kalan Fransa, “Kilikya’da bir Ermenistan devleti kurmak” vaadiyle kanını döktüğü Ermeni yurttaşlarımıza, Adana’da, temsilcisi Franklin Bouillion ile veda ettiğinde, Papaz Babacan’dan şu yanıtı almıştı: “Bizim Türklerle aramızı emperyal çıkarlarınız için siz bozdunuz. Bizi birbirimize düşman ettiniz. Şimdi gidiniz bir daha bizim Türk kardeşlerimizle aramıza girmeyiniz. İşlerimize karışmayınız!” Hem Türklerin ve hem de Ermenilerin yaşamış oldukları emperyal acılar, aslıyla vicdanlara yerleşse “Pax Turca” birlikteliği yeniden doğmaz mı? Bir düşünelim!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle