04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 MAYIS 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Kültür Servisi Körleri Eğitim ve Kalkındırma Derneği, Türkiye genelinde bulunan 15 görme engelli okulu kütüphanesine 61 kabartma kitaptan oluşan set bağışladı. Bağışlanan Milli Eğitim Bakanlığı onaylı hikâye ve masallar arasında, “Andersen Masalları”ndan “Nasrettin Hoca Fıkraları”na, Ömer Seyfettin’den Anton Çehov’a kabartma kitaplar yer alıyor. Kültür Servisi artnivo. com’da, İsabella İçöz küratörlüğündeki “Paralel Trendler” adlı ilk online sergi açıldı. Sergi, “sınırları görsel ve entelektüel anlamda zorlayan kadın sanatçıların, eserleriyle sosyokültürel yapının sessiz kodlarını nasıl ele aldıklarını” anlatıyor. Online sanat platformunda, “Online Sergiler” bölümünde artnivo.com tarafından seçilen küratörlerin oluşturduğu tematik birçok sergi sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Görme engelliler için ‘kabartma kitaplar’ ‘Ziazan’a ‘jüri özel ödülü’ Kültür Servisi Oyuncu Derya Durmaz’ın yazıp yönettiği “Ziazan” adlı kısa film “SEE a Paris Festival Jüri Özel Ödülü”ne değer görüldü. Filmde, çok sevdiği tüpte çikolata kremasından alabilmek için amcasının valizine saklanarak Ermenistan’dan Türkiye’ye geçmeye çalışan küçük bir Ermeni kızın hikâyesi anlatılıyor. Filmin dünya prömiyeri, 30 Nisan’da, SEE a Paris Festivali’nde gerçekleşti. “Ziazan”, festival yolculuğuna 30 Mayıs4 Haziran tarihleri arasında Irak’ta düzenlenecek Erbil Uluslararası Film Festivali ile devam edecek. DERYA DURMAZ’IN YAZDIĞI VE YÖNETTİĞİ FİLMİN BİR SONRAKİ DURAĞI IRAK ‘Müzenin koşulları kabul edilemez’ Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye’ye iadesi istenen Eros Başı’yla ilgili gelişmeleri değerlendirdi u Londra’daki Victoria&Albert Müzesi’nin Eros Başı’yla ilgili öne sürdüğü “Türkiye’nin, eserin yasal mülkiyetinin Londra’daki müzede olduğunu kabul etmesi” koşulu, eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a göre kabul edilemez. “Eser iade edilmiyor, ödünç veriliyor” diyen Günay, kabul edilirse bu koşulun “diğer tarihi eserlerle ilgili Türkiye’nin elini kolunu bağlayacağı” görüşünde. SELDA GÜNEYSU ÖYKÜ GÜNLERİ MARQUEZ ANISINA YAPILACAK ‘Paralel Trendler’ ‘Öyküde Ankara Ankara’da Öykü’ Kültür Servisi 14. Uluslararası Ankara Öykü Günleri yarın başlayacak. 11 Mayıs’a kadar devam edecek olan etkinlik, bu yıl, 17 Nisan’da yaşamını yitiren Gabriel Garcia Marquez anısına gerçekleşecek. Onur ödülü Necati Tosuner’e sunulacak öykü günlerinin onur konukları arasında Füruzan, Anar, Hamlet İsahanlı, Beatrix M. Kramlovsky, Bruno Cany, Billy O’Callaghan, Carles Alvarez Garriga ve Nenad Joldeski yer alıyor. Öykü günleri kapsamında “Öyküde Ankara/Ankara’da Öykü”, “Azerbaycan’da Öykü Edebiyatı”, “Hamlet Üzerine Yaklaşımlar”, “Fantastik Edebiyat”, “Cezaevi Edebiyatı”, “Kıskanılan Bir Yazar: Cortazar”, “100. Doğum Yılında Orhan Kemal”, “Genç Öykücüler Konuşuyor”, “Çağdaş Avusturya Öyküsü”... konulu etkinlikler yer alıyor. ANKARA Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, iadesini istediği Eros Başı tarihi eseriyle ilgili olarak, Londra’daki Victoria&Albert Müzesi’nin öne sürdüğü “Türkiye’nin, eserin yasal mülkiyetinin Londra’daki müzede olduğunu kabul etmesi” koşulu nedeniyle köşeye sıkıştı. Bakanlık, “eserin Türkiye’ye iadesiyle ilgili koşulu yumuşatma arayışı” içine girerken, eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, söz konusu koşulun kesinlikle kabul edilmemesi görüşünde. Çünkü Günay’a göre bu durumda tarihi eserler Türkiye’ye iade edilmez, olsa olsa bundan böyle “borç verilir”. Kültür ve Turizm Bakanlığı kısa bir süre önce Almanya, ABD, Fransa, Danimarka ve İngiltere’deki müzelerden geri almak istediği eski eserlerin bir listesini yayımlamıştı ve bu listede söz konusu Eros Başı da bulunuyordu. Ancak Londra’daki Victoria&Albert Müzesi yetkililerinin, 1883’te İngiltere’ye kaçırılan Eros Başı’nı “eserin yasal mülkiyetinin Londra’daki müzede olduğunun kabul edilmesi” koşulunu öne sürmeleri bakanlığı zor durumda bıraktı. Eros Başı’nın iade talebi eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay döneminde de gündeme gelmiş ve müze yetkilileri Türkiye’ye aynı şartları sunmuştu. Ancak Günay döneminde söz konusu eserin bu şartlarda iade edilmesine bakanlıkça karşı çıkılmış ve “Türkiye’nin diğer tarihi eserlerle il bul ettik, Penn Müzesi’nde. Troya Hazineleri’nin Türkiye’ye iadesi konusunda, anlaşma maddesine, ‘Troya Hazineleri’nin ancak Türkiye’nin geri vermesi halinde iade edileceğini, geri verme zamanını da Türkiye’nin belirleyeceği’ ifadesini ekledik. Bir anlamda eserin ebedi olarak Türkiye’de kalmasını garanti altına almak istedik. Sürekli ödünç verme yöntemini müzeler bir kaçış yöntemi olarak kullanıyorlar. Ancak böyle bir koşul eserin bizim tarafımızdan 510 yıl sonra onlara iade etme zorunluğunu doğurur. Bakanlığa tavsiyem eserin Türkiye’de sürekli kalmasını sağlayacak bir maddenin anlaşmaya konulmasıdır.” ‘Başka eser istemeyin de derler’ Günay, ayrıca koşulun kabul edilmesi halinde müzelerin “Bizden başka eser talep etmeyin” şeklinde şart koşabileceği uyarısında da bulunarak, “Göreve yeni başladığım sırada, Almanya büyükelçileri, ‘Boğazköy Sfenksi’ni size verelim ama başka eser istemeyin’ demişlerdi. Ne yazık ki Avrupa müzelerinin envanterinde çok sayıda yasadışı yollardan Türkiye’den çıkarılmış eser var. Bu bizim elimizi kolumuzu bağlayacak bir öneridir. Victoria&Albert Müzesi de aynı şartı öne sürebilir. Nitekim bazı çinilerin de aynı müzede olduğu biliniyor. Tarihi eser getiriyoruz havası yaratılırken başka eserlerden vazgeçmek, eserin mülkiyeti hakkındaki ihtilafı sona erdirmemek uzun vadede Türkiye’nin yararına değildir” dedi. gili elini kolunu bağlar” gerekçesiyle koşul reddedilmişti. Günay, koşulun kabul edilmesi durumunda Türkiye’nin zor durumda kalacağını belirterek, şu açıklamayı yaptı: “Bizim dönemimizde de yapılan böyle bir öneriyi geri çevirdik çünkü bu kötü emsal teşkil eder. Diğer müzeler de bize ait olan eserlerin mülkiyetinin kendilerinde olduğunu kabul etmemiz konusunda bu koşulu bize örnek gösterebilirler. Örneğin iadesini istediğimiz İhtiyar Balıkçı heykeli de var, onda da bu şartı koşabilirler. Sadece bir yerde koşul ka ‘Kötü emsal teşkil eder’ ‘Meczup’ sahnesinde bir garip çalgı DİLEK ŞEN Cihan Gülbudak, ‘theremin’le son konserini verdi, şimdi memleketi Fatsa’ya dönüyor kunmadan çalıyorsun ve dokunmadığın şey perdesiz bir enstrüman. Aslında stabil bir ortam varken sorun yok; ama metroda çok yüksek bir tavan var, yolcular geçerken bile enstrüman etkileniyor. Çalarken etraftaki manyetik değişkenliği kafamda idare etmem gerekiyor. Theremin, icracının kalitesini çok açık eden bir enstrüman. Aslında notayı tutturmak birkaç ay sonra kolaylaşıyor. Esas mevzu içindeki hassasiyetini buraya dökebilme. Sahneye ‘Meczup’ mahlasıyla çıkıyorsunuz. Neden ‘Meczup’? Sadece theremin çalmak bile başlı başına bir adımken, büyük bir riskken kötü tınlayan, insanı iyi hissettirmeyen bir müzik bence yeterince tanımlıyor bu mahlası. Karanlık İşler diye bir mekânda da çalıyorsunuz… Görsel açıdan farklı ve renkli bir şey çalmak, müziğimin önüne geçiyor. Yaptığım müzik gergin ve bunalıma sürükleyen sesler içeriyor, mutlu sesler yok içinde. Görsel harikalık yüzünden insanlar görmezden geliyor bu ayrıntıları. O yüzden karanlıkta çalmak benim için çok daha keyifli, dinleyici için de çok daha ufuk açıcı oluyor. Son konserimi 4 Mayıs’ta Karanlık İşler’de verdim. Bu konserde, yayımlanmamış romanımın bazı parçalarını, görme engelliler kabartma yazısıyla okudu. Bir daha “Meczup” sahnesi olmayacak yani. Memleketim Fatsa’ya yerleşeceğim. Yurtdışındaki takipçilerim için ise bir şeyler üretmeye devam edeceğim. Dünyanın ilk elektronik enstrümanı olan, Fazıl Say’ın İkinci Senfonisi “Mezopotamya”da da yer verdiği “theremin”in tanınması için “en fazla çaba harcamış insanlardan biri”nin Kadıköy’deki atölyesindeyiz. Cihan Gülbudak, Karadenizli bir işçi ailesinin çocuğu olarak 1985’te Ordu’nun Fatsa ilçesinde doğmuş. “Müziğe zorlu yollardan geçerek”, ilk gitarını fındık işçiliğinden kazandığı parayla almış genç bir sanatçı. İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarı’nda Ses Mühendisliği okuyor. Gülbudak, enstrümanı tanıtmak için “Doğa İçin Çal” projesine, “Yetenek Sizsiniz”e katılmış, metroda çalmış. Albümleri Türkiye’de çok bilinmeyen, ama Kanada, Portekiz, Almanya ve İskoçya’da plakları basılmış bir thereminist. Kendi olanaklarıyla kurduğu atölyesinde, “dokunmadan çalınan” ve avangard müzikler ve rock müziğinde de kullanılan bu ilginç müzik aletiyle tanışmasını ve onu yorumlayışını anlatıyor. Theremin çok bilinen bir müzik aleti değil, siz böyle bir enstrümandan nasıl haberdar oldunuz? Küçük yaştan beri müzikle çok ilgiliyim. Çok iyi bir dinleyici olmama rağmen çok uzun yıllar müzikle uğraşamadım, çünkü hiçbir enstrümanı o konuda uzmanlaşacak kadar kullanamıyorum. Yaptırdığım testler sonucu krom ve nikele çok hassas bir cildim olduğu ortaya çıktı. Yarım saatten fazla dokunduğum zaman ellerimde yaralar çıkmaya başlıyor. Peki, dokunmadan çalınan bir enstrüman olduğunu nereden öğrendiniz? Müziğe devam edebilmek için bilgisayar müziğiyle ilgilenmeye başladım. Sonra YouTube’da karşıma bir kadın thereministin videosu çıktı. Dokunmadan, ellerini hareket ettirerek bir alet çalıyor; boşlukta sesler inceliyor pesleşiyor, düşüyor, açılıyor. Enstrüman nasıl bir sistemle çalışıyor? u Gülbudak’ın krom ve nikele hassas bir cildi var. Pek çok müzik aletini çalamadığı için, “dokunmadan çalınan” theremin’i seçmiş. “Karanlık İşler” diye bir mekânda Meczup mahlasıyla konserler veren Gülbudak, memleketi Fatsa’ya yerleşip yurtdışındaki takipçileri için bir şeyler üretecek. Theremin, tamamen manyetik alanın tetikleyebileceği unsurlar üzerine geliştirilmiş bir elektrik devresi. Sahip olduğumuz kütleyle yaydığımız manyetik alanın iki antenle algılanması prensibine göre çalışır. Bu aslında çok yabancı olduğumuz bir sistem değil, alışveriş merkezlerindeki kapı sensörleri de bu sistemle çalışıyor. Az önce ben de çalmayı denedim, sizin çıkarabildiğiniz seslerle benimkiler aynı değil. Peki, ustalık bunun neresinde? Dokunmadan sesler çıkarabildiğine göre, kolay diye algılanıyor insanlar tarafından. Ama çalarken öyle büyük bir motivasyon gerekiyor ki. Çünkü do Lenin de çalmıştı... 1919’da teoremi geliştiren Rus Profesör LeonTheremin, aynı zamanda çello çalan bir bilim insanı. Bunu kapı alarmı, güvenlik sistemi gibi şeyler için icat etmeye başlamışken sonrasında theremin’e dönüştürüyor. Ve aleti Lenin’in karşısına getiriyor. Bu, o dönemde Sovyetler için muhteşem bir propaganda aracı. Lenin bunu Paris’teki bir fuarda sergiletiyor ve o sıralar bir süre çalmışlığı var. Alet pek çok yerde Sovyetler’in gücü, elektriğin gücü, sanayileşme gibi kavramlarla tanıtılıyor. Sonradan Theremin’in bu gücü, mucidinin ABD’ye kaçmasına yol açıyor. “Bu, Sovyetler’in propagandası değil, benim icadım” diyor çünkü. Böylece ABD’de alete kendi adını veriyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle