02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 MAYIS 2014 CUMA 2 HABERLER Özel Yetkili Mahkeme Kararı Diye Özel İnfaz Olmaz Nuri Bilge Ceylan’ın Işıldayan Karanlığı Sanatçıların konuşmalarını, özellikle sanat anlayışlarını ve iç dünyalarını söze dökmelerini çok önemsiyorum... Önemsemenin ötesinde, seviyorum, büyük bir ilgiyle okuyorum... Çünkü her insanın iç dünyası bir evrendir... Bir sanatçının iç dünyası ise, birbiriyle çelişen, aklın alamayacağı, gözün göremeyeceği kadar ışıltılı, karanlık, çelişkili, sonsuz karşıt evrenlerden oluşur! HHH Bu, Nuri Bilge Ceylan için yazdığım ikinci yazı... İlk yazım geçen pazartesi internet sitem kongar.org’da yayımlandı. O yazıda Ceylan’ın hayat felsefesi ve sanat anlayışı üzerine birkaç gözlemde bulunmaya çalıştım... “Çalıştım” diyorum, çünkü böyle sanatçıların iç dünyalarına nüfuz edebilmek, anlamak, onlar hakkında yargıda bulunabilmek, çok zor, hatta olanaksızdır. HHH Babam, “Deha, sonsuz bir sabrın meyvesidir” derdi... Nuri Bilge Ceylan’ın deha pırıltıları da, esas olarak, sanatsal üretimin en zor olduğu alanlardan biri olan sinemada, sonsuza yakın bir sabırdan ve ince kuyumculuktan kaynaklanıyor... İkinci bir kaynak, Ceylan’ın çok yüksek olan “görsel zekâsıdır”. Üçüncü bir kaynak, insanın ve toplumun çelişkileri (insanın ve yaşamın karanlık tarafları) üzerinde yoğunlaşmasıdır... Nihayet son bir kaynak da, gerek kendi yaşadığı, gerekse toplumda gözlemlediği çelişkileri, didaktik bir tavırla ve tepeden bakan, çözüm öneren bir yaklaşımla değil, izleyici ile bütünleşen, ucu açık, saygılı, diyalektik bir anlatımla dile getirmesidir. HHH Zaten çelişkilerle dolu bir toplumda ve çelişkilerden bunaldığımız bir dönemde yaşamıyor muyuz? Bir yanda “Ulusal onurumuz” Fazıl Say ve Nuri Bilge Ceylan gibi sanat ve bilim insanları... Öte yandan “Ulusal utancımız”, Silivri, Gezi Parkı’na şiddet, 17 Aralık, Soma ve diğerleri... İşte Nuri Bilge Ceylan’ın deha kıvılcımları, bu çelişkileri hem üreten, hem de yaşayan insanı, etkileyici ve diyalektik bir biçimde sinemaya yansıtmasında yatmaktadır. B OKTAY KUBAN Yargıç nu da aynı mahiyetteki bir tanımla, örgüt mensubu suçluyu, “bir suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan veya örgüt adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen kişi” olarak tanımlamıştır. Sanıkların 2003 yılında işlediği iddia edilen cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmak suçu, bir suç örgütüne mensup kişi veya kişilerce işlenmesi halinde terör suçudur. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında sanıkların mahkum edildikleri suçu, Terörle Mücadele Kanunu veya Türk Ceza Kanunu’nda tanımı yapılan bir terör veya suç örgütü kapsamında işledikleri veya örgüt adına işledikleri yönünde bir gerekçe ve kabul bulunmamaktadır. Yani sanıklar Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında kabul edilmiş bir örgüt üyesi ve suçlusu değillerdir. alyoz davasında İstanbul Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi, suç tarihinde yürürlükte bulunan ancak daha sonra yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerinin sanıklar lehine olduğu değerlendirmesini yaparak sanıklar hakkında 13 yıl 4 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları verdi. Uygulanan infaz hükümlerine göre, sanıklar hapis cezalarının dörtte üçünü yatmaları halinde koşullu salıverilmeden yararlanacaklardır. İnfazı yapan savcılıklar gerekçe olarak işlenen suçun Terörle Mücadele Kanunu’nda sayılan suçlardan olması, Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesine göre bu kanunda sayılan suçların infazının 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun 107. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapılacağı düzenlemesine dayandırmışlardır. Terörle Mücadele Kanunun’daki tanıma göre terör suçlusu, “Terörle Mücadele Kanunu’nda sayılan amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensupları olup da bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi bu örgütlerin mensubu olan kişi” olarak tanımlanmıştır. Temel ceza kanunu olan Türk Ceza Kanu sel özgürlüklerin olduğu kadar toplumsal düzenin ve barışın sağlanması için de gereklidir. Ceza kanunumuz suç ve cezaların yanında güvenlik tedbirleri için de bu ilkeyi kabul etmiş, suç ve ceza içeren hükümlerin uygulanmasında ve yorumlanmasında kıyas yasağı getirmiştir. Ceza infaz hukuku maddi ceza hukukunun tamamlayıcısı ve ayrılmaz bir parçası olduğundan, cezaların infazında da kıyas yoluyla özgürlüğü kısıtlayan uygulama yapılamaz. Özgürlüğü en az kısıtlayan kanun lehe olan kanundur Suç ve cezanın infazında lehe olan yasanın uygulanacağı kuralı anayasamızda güvence altına alınmıştır. Ceza kanunumuza göre; “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” Bu düzenlemeye göre, cezanın infazında koşullu salıverilme şartlarının belirlenmesinde, suç tarihinde yürürlükte bulunan yasa hükümleriyle sonradan yürürlüğe giren yasa hükümleri, koşullu salıverilme hükümleri açısından karşılaştırılıp lehe olan, yani hükümlünün en az özgürlüğünü kısıtlayan kanun hükümleri lehe sayılarak uygulanacaktır. Balyoz kararında suç tarihi olarak kabul edilen 2003 yılında, cezaların infazı, genel infaz kanunu olan 647 sayılı Ceza uç ve ceza içeren kanunlarda kıyas yasası bireysel özgürlüklerin güvencesidir Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamayacağı, suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak şekilde geniş yorumlanamayacağı ilkesi, modern ceza hukukunun temel ilkelerindendir. Bu ilke, birey S İnfaz Kanunu, terör suçlarının infazı ise Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesine göre yapılmaktaydı. Suç tarihinden sonra 1 Haziran 2005 tarihinde 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu yürürlüğe girmiştir. Aynı zamanda Terörle Mücadele Kanunu’nun terör suçları için dörtte üç infaz şartı öngören 17. maddesi 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı kanunla değiştirilmiştir. Yapılan bu değişiklik ile kanunun eski halindeki “Bu kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar hükümlülük süresinin dörtte üçünü çekmiş olduğu takdirde şartla salıverilir” ibaresi değiştirilerek “Bu kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar hakkında koşullu salıverilme uygulaması bakımından 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun 107. maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerinin uygulanacağı” hükmü getirilmiştir. Ceza İnfaz Kanunu’nun 107. maddesinin dördüncü fıkrası da koşullu salıverilme için cezanın dörtte üçünün infazı kuralını sadece suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolayı mahkum olanlar için öngörmektedir. Bunun da anlamı, ceza infaz mevzuatımız sadece suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek ve bu örgüt kapsamında işlenen suçlardan mahkumiyet halinde dörtte üç oranında infaz yapılmasına izin vermektedir. Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinde yapılan değişiklik ile kanun koyucu, suç örgütü kapsamında işlenmeyen suçlar için dörtte üç infaz şartını kaldırmıştır. Türk Ceza Kanunu, örgüt ve örgüt mensubu suçluya yeni bir tanım getirmiştir. Ceza İnfaz Kanunu da sadece örgüt mensubu suçlulara özel infaz ve ayrı cezaevlerinde infaz kuralı getirmiştir. Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişiklikle de terör, terör suçu ve terör suçlusunun tanımı yeniden yapıldığından Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinde değişiklik yapılarak Türk Ceza Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunu ile uyumlu hale getirilmiştir. Terörle Mücade le Kanunu kapsamındaki suçların tama mı Türk Ceza Kanunu ve diğer özel ceza yasalarında düzenlenen suçlardandır. Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmak suçu, sahte belge düzenlemek ve hırsızlık suçları gibi Terörle Mücadele Kanunu kapsamında sayılan suçlardandır. Bu suçların terör suçu olarak kabul edilip özel infaz usulü uygulanabilmesi için terör örgütü faaliyeti kapsamında örgüt mensuplarınca işlenmesi gerekir. Sanıklar hakkındaki yargılamayı Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi yaptı ve karar verdi diye cezanın infazında genel hükümlerden ayrılarak özel infaz usulü uygulanamaz. Cezaların infazında hükümlüler arasında siyasi diğer düşünce ile ekonomik güç ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılmayacağı kuralı infaz hukukunun temel ilkesidir. Bu temel ilkeler nedeniyle Balyoz davasında verilen mahkumiyetlerde, koşullu salıverilme için infaz, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe olan 647 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nu hükümlerine göre cezanın 1/2’sini çekme ve her ay için altı gün indirim yapılarak yapılmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle