02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 MAYIS 2014 CUMA 14 Torbada Pişecek Size de Düşecek!.. Korku Filmi ya da Vizyon Misyon Komisyon Anadolu’da “Öküz öldü; ortaklık bozuldu!” derler. “Öküz niye öldü, nasıl öldü? Ölen yoksa öküz değil deve idi de... Ölmemiş havuduyla yutulduğu için mi ortaklık bozulmuştu?!” Bunlar artık tartışılmıyor. Tartışmaya kalkanı, kasalardan, para sayma makinelerini hatırlatan herkesi başbakan “darbeci” diye damgalıyor. Herkesi sindiriyor. Ama bir yandan da 11.5 yıllık koalisyon ortağı Gülen’le gıyapta atışmaya devam ediyor. Şimdi de Gülen’in kendisi hakkında film çevireceğini haber almış. “Köprü altı cam cam/Öpsün seni amcam!” ağzıyla laf çakmayı sürdürüyor: “Holywood’a falan hacet yok. Aranızda çok artist var bulup birini oynatın!” Başbakanımız acaba Gülenciler arasında çok artist olduğunu ne zaman keşfetti? Zarraf’lı, Bilal’li tapeler ile para kasaları ortaya yayılınca mı artistliği ve artistleri fark etti. Ve 11.5 yıl boyunca neden, Mersin’de sokak ortasında vatandaşa bağırdığı gibi bir kez olsun “Artistlik yapmayın lan!!” diye haykırmadı? Başbakan, ahlakfazilet, temiz siyaset, “yeni Türkiye” nutukları atarken Meclis’in mutfağında adamları da torbada çorba yasa pişirmeye devam ediyor. Küçük çocuklara yönelik cinsel suçların cezası yeniden düzenlenirken aynı torbaya ne konulsa beğenirsiniz? “Siyasi partilere sahte üye yazanlara kısmi af yasası!” Elbette maddede “af” sözcüğü geçmiyor. Ama halen 3 yıla kadar hapis cezası verilen “sahte üye yazımı”nın cezasının 1 aydan 3 aya indiriliyor. Bu ise “fiili af” demek. Siyasi Partiler Yasası’na el atacaklar ve yüzde 10 barajını hiç değilse yüzde 7’ye indirecekler diye beklerken. Hayali üye yazımı sahtekârlığının cezası indiriliyor. Bu da bir tür AK seçim hazırlığı... CHP’liler Adalet Komisyonu’nda bu fiili affa isyan ediyor. İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, “Amacınız belli. Sahte üye yazmaktan yargılanan partililerinizi kurtarmak. Cezayı hafileterek sahte üye yazımını teşvik ediyorsunuz!” diyor. CHP’li il, ilçe başkanlarının, belediye meclisi üyelerinin bile sahte üye yapıldığına dikkat çekiyor. Habersiz veya hayali üye yazımı belli ki AKP’de en yaygın partisel etkinlik. CHP’li Turgut Dibek, “Hastanelerde TC kimlik numaralarının AKP’ye aktarılması suretiyle üye sahteciliği” yapıldığına işaret ediyor. Akagün Yılmaz da sahte yazım dolayısıyla iki ayrı partide kayıtlı duruma düşürülen birçok CHP üyesinin mağdur edildiğini anlatıyor. AKP’li üyeler sonunda cezanın üst sınırını 3 aydan 12 aya çıkarmaya razı oluyor. Ama bir yandan da “kısmi affı” savunmayı sürdürüyorlar. “Yasa genel. Sahte üye yazmanın cezası azalırsa, (yani fiilen affa uğrarsa) bundan siz de yararlanacaksınız!” HHH Bu tam bir “ganimet paylaşımı” anlayışı. Paralel yapı denilen ortaklık bu sayede ve bu anlayışla 11.5 yıl ayakta durdu. Başbakan’ın duyumu doğru ise yakında filmi piyasaya çıkınca ganimetin boyutlarını dünya âlem de görecek. GÖRÜŞ Prof. Dr. Erdener Özer Sen de mi Taşeronsun Arkadaş? Soma’daki maden işçilerimizin acı kaybı sonucu, bugünlerde toplum olarak derin hüzün içerisindeyiz. Toplumsal dayanışmayı yoğun olarak yaşıyoruz. Sivil toplum örgütlerinin çatısı altında maddi yardımlar topluyor, Soma’nın, Kınık’ın, Bergama’nın köylerinde kaybettiğimiz madencilerimizin ailelerini ziyaret ediyoruz. Yurtseverlik bilinci gereği, insanımızı insan olduğu için sevdiğimizden ötürü bir anlamda devletin bıraktığı boşluğu dolduruyoruz. “Doğu toplumlarında merhamet, Batı toplumlarında adalet daha önce gelir” derler. Duyduğumuz bu derin hüzün elbette ki saygıdeğer ve toplumsal dayanışmaya yönelik bir karşılığı olmalı. Ama birey olma sorumluluğumuz gereği, hüznün yanı sıra kızgınlık ve öfke duygusunu da yoğun yaşadığımız bir gerçek. Bu nedenle suçlulardan hesap sorulmasını ve adaletin tez vakitte tecelli etmesini umut ediyoruz. Soma faciasında siyasal bir bedel varsa ki elbette var, ödenmesi için sandık vaktinin gelmesini bekleyemeyiz. Bu nedenle Soma faciasının insani boyutu kadar siyasal boyutuna da, bu kötü olayı bir daha yaşamamak için odaklanmalıyız. Peki, bu siyasal boyutun bileşenleri nelerdir? Kısa bir beyin fırtınası ile taşeron işçi çalıştırma, özelleştirme, iş güvenliği, sendikal örgütlenme, yoksulluk ve baskı gibi kavramlar akla gelebilir. Bütün bu kavramlar hepimizi ne kadar ilgilendiriyor? Örneğin “taşeronlaşma” kavramını ele alalım. Taşeronlaşma (“subcontracting”), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından yayımlanan “Ekonomik Küreselleşme İndikatörü” isimli raporda, küreselleşmenin en önemli hamleleri arasında sayılıyor. Bu devirde işveren devlet de olsa, özel sektör de olsa fark etmiyor. Zira vahşi bir rekabet içerisinde ölüm kalım mücadelesine giren her işveren, üretimin niteliğini göz ardı ederek daha ucuz ve daha hızlı üretim hedefini gerçekleştirmek için taşeronlaşmaya yöneliyor. Türkiye’de de taşeron devlet anlayışı yaygınlaşmakta. Öyleyse alın terinden para kazanan herhangi bir emekçimiz, taşeronlaşma olgusunu gerçekte ne kadar içselleştiriyor acaba? Örneğin kamu hastanesinde sağlık hizmeti üreten bir doktoru düşünelim. Sağlık sektöründe 140 bin taşeron işçinin çalıştığı ülkemizde taşeron çalışma, bir doktora ne kadar uzak? Somalı taşeron maden işçisinin ağzından; kendisine “ne kadar kömür, o kadar prim” ya da “fazla mesai, fazla ücret” dendiğini ve kullandığı gaz maskesinin işletim gideri olarak görüldüğünü öğreniyoruz. Bu işveren tavrının, bir doktora “ne kadar hasta bakarsan, o kadar ek ödeme”, “mesai sonrası hasta bak, daha fazla kazan” ya da “ameliyatta kullandığın eldiven senin giderin” denmesinden bir farkı var mı? Yok. Tamamıyla aynı anlayış; esnek çalışma, güvencesiz ücret ve güvensiz çalışma ortamı. Bütün bunların yanında iktidar, taşeronlaşmayı bitirme konusunda söylediklerinde hiç de samimi değil. Tam tersine, Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda son şekli verilen yasa taslağı kabul edilirse, İş Kanunu’nda yapılacak değişiklik ile kamu ve özel sektörde taşeronlaşmanın önü tamamen açılacak. İktidar yine kendine yakışanı yapıyor yani. Zira neoliberal kapitalizmin egemenliğini kabul eden bir devletin ekonomik küreselleşmeye boyun eğmesi, özelleştirme ve taşeronlaşma yanlısı olması, böylece ülkenin tüm emekçi sınıfını yeniden biçimlendirilmeye çabalaması elbette ki kaçınılmaz oluyor. Böyle olunca da ister madendeki işçi olsun, ister hastanedeki doktor, herhangi bir emekçiye, “Sen de mi taşeronsun arkadaş” diye sorarlar. Bu büyük fotoğrafa bakınca da yanıt belli: “Evet ben de taşeronum arkadaş.” Kuranıkerim’e göre.. Tanrı’nın insana ilk buyruğu “Oku”.. Peki şimdi durup dururken Bilal’in “oku” neyin nesi? “Doğru ve iyi o lanı bilmek ile doğ ru ve iyi olanı yapmak arasında en ön emli bağlantı, doğru ve iyi olanı yapac ak karaktere sahip olmaktır.” (Karakteriniz Kade rinizdirHYB Yayıncılık An kara 2000) Russel W. Dough KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘SürüngenAlçak’ ve ‘Onur’ Yaklaşık “20 yıl” önce, “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği”nin çalışmalarının ilk sıralarında yer alan, “Atatürk”ün “Söylev”ini (Nutuk) toplumun her kesimine “tanıtma” görevini, dörtlü bir grupla ülkemizin pek çok yöresine giderek yerine getirdik. Yıllar boyu; kimi zaman öğrencilere, kimileyin bir fabrikanın işçilerine ya da bir askeri birliğe, üniversitelere, belediyelere, harb okullarına, derneklere, meslek odalarına vö’lere ulaştık. Okuyanlarca bilindiği gibi, “Atatürk”ün halkıyla birlikte “1919” yılından “1927” yılına dek aşama aşama gerçekleştirdiği “Büyük Devrim”i, kalemiyle anlattığı ünlü yapıtı “Söylev”den (Nutuk) yaptığımız alıntılarla oluşturmuştuk bu tanıtımı. “90” dakika süren görüntülü belgeli olan ve “tiyatro sanatçıları”nca dile getirilen anlatım, yurtdışındaki yurttaşlarımız tarafından da istenir olunca, gurbetçilerimizle de buluşup oralarda da sergiledik bu çalışmamızı. Yurtdışından ilk çağrıyı, “Almanya” nın “Köln” ken tinden aldık; koca bir salonu dolduranlarla, yer bulamayıp ayakta kalanların oluşturduğu topluluk “90” dakika sanki hiç soluk almadan izledi. Salondan çıkarken, orta yaşlı bir erkek izleyici bana yaklaşıp saygıyla teşekkür ettikten sonra: “Neden ‘Atatürk’ün, ‘Sıvas Kongresi’nden sonra, Ankara’ya gelirken ‘Hacıbektaş’a uğradığını, çalışmalarını onlarla, ‘Çelebi Cemalettin Efendi’yle de birlikte sürdürdüğünü söylemediniz” diye sordu. Öylece kaldım; haklıydı. “Söylev”i, pek de dikkat edilmeyen bir açıdan ele alıp değerlendirmişti; Söylev’le ilgili konuşmalarda, “yazılarda hep” “Mutki Aşireti Başı Hacı Musa”dan söz edilir de, “Çelebi Cemalettin Efendi” ise pek dile getirilmez. Oysa “Atatürk” Ankara’ya ayak basar basmaz; “Hacıbektaş’ta C. Cemalettin Efendi’ye, Mutki’de Hacı Musa Bey’e birer bildirim yaptık!” diyerek her ikisiyle de bağlantı kurduğunu “Söylev”de belirtir (s. 241)* Bana bu soruyu soran Alevi olduğu anlaşılan kişi, işte bunun altını çiziyordu; tutumu duygusal bir “sitem” değildi; üstelik “1990”ın Türkiyesi’nde yaşananlar karşısında da, üzerinde durulması gereken bir durumu ortaya koyan bir soruydu bu. Çünkü yıllar öncesinin, ülkemizi bir “örümcek ağı” gibi saran “Amerikan Barış Gönüllüleri”nin yeniden dirilttiği “mezhep” çatışmalarının adım adım ilerleyip, artık doruk noktasına vardığı bir dönemdi “1980”lerden “1990”lara varış. Öyle ki, bu “Barış Gönüllüleri” nin; köylerine, kasabalarına, kentlerine gelmeden önce canciğer dost olanlar zamanla kanlıbıçaklı komşular durumuna gelmişlerdi; daha doğrusu getirilmişlerdi; bunlar özellikle başta “Türkiye” olmak üzere, “Ortadoğu” ülkelerinde “mezhepsel yapı”yı, “inanç ayrılıkları”nı yeniden yaşama geçirmek üzere yetiştirilip görevlendirilmiş genç kadın ve erkeklerden oluşturulmuş bir bakıma “maşa”lardı; ne ki zamanla bunların yerlerini “yerel maşa”lar alacak, böylece bu “mezhepsel yapı” dönem dönem olsa da diri tutulacaktı yeni çatışmalar için... Bütün bunları “Erdoğan”ın, “TV” lerde “mezhepçiliği” kışkırtan, açıkça “Alevi düşmanlığı”nı içeren konuşmalarını dinlediğimde anımsadım; bu durumda insan, “yepyeni bir ‘Maşa’ olayı ile karşı karşıya mıyız” diye sormaktan kendini alamıyor. Üstüne üstlük “Erdoğan”, ülkede yarattığı neredeyse ‘iç savaşa’ götürecek durumun sahibi başkalarıymış gibi öfkeli ve saldırgan... Yandaşı olmayan, iktidarını ve kendisini eleştiren gazetelerin yazarlarına inanılmaz kertede kızıyor, öfkeleniyor; “Hürriyet”ten “Yılmaz Özdil”e “SÜRÜNGEN”, “Posta”dan “Yazgülü Aldoğan”a “ALÇAK” diyor rahatlıkla; dahası bunları söylemeyi kendisinin “hakkı” olarak görüyor. Hele “Aldoğan”a “KADIN” olduğu için kızmaktan da öte derinden içerliyor; kendinden geçercesine “Şuna bak” diyor, ardından da “güya kadın!” diye ekleyerek vargücüyle haykırıyor; bu da yetmiyor ki, bu kez “kadın dernekleri”ne çatıp, “niye ayağa kalkıp bunların yüzüne tükürmüyorsunuz” diye hiçbir “çekince” duymadan soruyor, sorabiliyor... İnsan yine; böyle bir “çağrı”nın, “insan onuru”na ve kendi “onur”una da saygılı birine “uygun” düşer mi diye sormaktan kendini alamıyor... Böyle bir “soru” sorulduğunda da, ülkemizi yöneten kimilerince de “insan onuru”nun ne denli çiğnendiği kendi onursuz tutumlarıyla ortaya dökülüveriyor; öyle değil mi? Olur ya, eğer “hayır!” diyenler varsa “Erdoğan” ın son Almanya’ya gidiş olayını şöyle bir düşünsünler derim... (*) Türk Dil Kurumu’nun “1974”teki baskısı. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN l/ “Kızılyara” 1 da denilen tehlikeli bir kan çıba 2 nı. 2/ Birbirini tu 3 tar renk ve yapı 4 da olan... Bir nota. 3/ Yanılgı... Res 5 mi bir erkek ce 6 keti. 4/ İspanyolların sevinç ün 7 lemi... Kinaye. 8 5/ Eski İran ina 9 nışında karanlık ve kötülük tanrı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 sı. 6/ Radyum elemen1 T O R B A C I A tinin simgesi... Habeşistan hükümdarlarına 2 O V A P O S O F verilen san. 7/ Büyük 3 P E N Ç İ K B A Sahra’da kumullarla ör 4 U R A D A L A R tülü bölge... Bir nota... 5 K K Y O T O A Küçük mağara. 8/ YaL GO vaş, ağır... Düz ve ge 6 Ç O R niş arazi. 9/ Dünyanın 7 U R A N O F O B İ en yüksek dağ sırası. 8 A K A J U A L YUKARIDAN 9 E K M İ L A NO AŞAĞIYA: 1/ Tarla ve yol kenarlarında yetişen, çiçekleri halk hekimliğinde kullanılan otsu bir bitki. 2/ Bir peygamber... Osmanlı ülkelerinde ticaretle uğraşan yabancı uyruklulara verilen ad. 3/ Elektrik motor ya da dinamolarında devinimli bölüm... “Bana derler() yükünü sen götür / Benim yük götürür dermanım mı var” (Karacaoğlan). 4/ Bademli kek... Uzaklık işareti. 5/ Bir gıda maddesi... Beyaz mermerde bulunan ve “çört” de denilen sert kısım. 6/ İzmir’in Kemalpaşa ilçesinin eski adı... Kraliçe. 7/ Tırpana balığına verilen bir başka ad... Rey. 8/ Üzeri kırmızı parafinle kaplanan bir peynir... Hinduizmin en büyük tanrılarından biri. 9/ Yumurta biçiminde yapılan ve sekiz deliği bulunan bir tür flüt. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle