03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 MAYIS 2014 SALI 10 DİZİ Türkiye’de sokaktaki bir çocuğun “istisnalar dışında” 35 yaşına ulaşması çok zor Tecrit ve Kötü Koşullar Öldürüyor Merhabalar... Yaşamı aşkla seven ama gökkubbeye ait maviliğin ancak bir tutamını görebilenlerin, güneşin doğuşu ve batışını görüp seyre koyulamayanların diyarından, aşkın ölümle tescillendiği yaşamın bu yakasından, dört duvar arasından, zulmün günbegün arttığı tecrit hanelerinden yazıyoruz. Kalemimizin dansında bizlere de yer verip yaşamı aşkla sevenleri aranızda tutabilin diye. Darağaçlarının, idam sehpalarının ülkemizdeki son ve yeni biçimi olan F tiplerinin direniş ve katliamlar eşliğinde hayata geçirilmesinin üzerinden an kadar taze 14 koca yıl geçti. 14 yılın her günü, her saati, her dakikası manipüle edilmeye çalışılan F tipi gerçeğini fazlasıyla gün yüzüne çıkardı. F tipi; tecrit ve izolasyon demektir, zulüm ve hastalık demektir, ölüm ve sessiz katliam demektir. Resmiyette idamın kaldırılmasına karşılık, gerçekte ise F tipleri ile birlikte idam/ölüm cezası daha da derinleştirilerek etkin kılınmış olundu. Bu etkin kılınmanın adı “sessiz katliam”dır ve gerçek tam olarak budur. 14 yıllık süre zarfında 2500’ü aşkın mahpus içeride son nefesini verdi. Yani kefenlere sarılı 2500’ü aşkın beden, tabutlar içinde içeriden dışarıya taşındı. Şu anda içeride 200’ü aşkın ağır olmak üzere 600’ü geçkin hasta mahpus bulunmaktadır. İçeri sapasağlam girenler zamanla hasta tutsak oldular ve hastalık ağır hastalığa, ağır hastalık ise tecrit işkencesi içindeki son nefese evrilerek ölümle sonuçlan(dırıl)makta. Bu listeye yeni yeni mahpuslar ekleniyor, sayı günbegün artıyor, katliam sürdürülerek büyütülüyor. Tecrit ve izolasyon hücrelerinde 30 Mart 2014 gecesi kalp krizi geçiren Aram Akyüz adlı arkadaşımız bizlerin yanı başında ama ailesinden uzakta son nefesini verdi. Tedavisinin yapılması amacıyla tahliye edilseydi şu anda yaşıyor olacaktı. Ama olmadı, yapılmadı. Çünkü yaşaması değil, ölmesi istenmiş ve de amaçlanmıştı. Tıpkı önceki ölümlerde de olduğu gibi! WernikeKorsakoff hastası olan ve üstüne bir de hücrede kalp krizi geçirmesi sonucu kalbinin çalışması yüzde 30’a düşen ve damarlarında da yüzde 40 ile yüzde 70 arasında daralma bulunan arkadaşımız Abdullah Kalay, yaşam ile ölüm arasındaki o çok ince çizginin son nefesinde. Fakat bütün bunlara rağmen Adli Tıp Kurumu “ceza ertelemesine gerek yoktur” yönlü karar vererek aslında arkadaşımızın ölüm kararını vermiştir. Yüzde 30’luk atış ritimleriyle yaşama aşkla tutunan/direnen bu kalp, ikinci bir krizi nasıl atlatacak? Sessiz kalarak buna izin vermeyelim, seyirci kalmayalım!.. Abdullah Kalay’ı yaşatalım. Ülkemizde hasta ve ağır hasta mahpusların olmadığı, tabutların çıkmadığı tek bir hapishane kalmadı. Bulunduğumuz hapishanede de bundan mustarip birçok hasta ve ağır hasta arkadaşımız var. 30 Mart gecesi son nefesini veren Aram Akyüz, ağır hasta arkadaşlarımızdan yalnızca biriydi. Zeynel Karabulut, Yusuf Kenan Dinçer, Tevfik Kalkan, Talet Şanlı, Resul Kocatürk, Orhan Eroğlu, Mehmet Polat ve Gıyasettin Aydın adlı arkadaşlarımız ise diğer ağır hasta mahpuslardır. Bizler, buradaki ve diğer tüm hapishanelerdeki tüm ağır hasta arkadaşlarımızın tam teşekküllü hastanelerde ve sağlıklı, hijyenik koşullarda tedavilerinin yapılarak sağlıklarına kavuşmaları için (ki artık sağlıkları hiçbir zaman eskisi gibi olamayacak), acilen tahliye edilmelerini istiyoruz. Bunun gerçekleşmesi için, öncelikli olarak gerekli olan “ceza ertelemesi” raporunun Adli Tıp Kurumu’nca verilmesi şartının kaldırılarak, bu rapor yetkisinin tam teşekküllü ve bağımsız üniversite hastanelerine verilmesi gerekmektedir. ATK bağımsız olmayıp siyasi olduğu için kararları da tamamen siyasidir. Yüzde 30’luk kalp bunun en açık ve çıplak bir örneğiydi yalnızca. Yaşamı uğruna ölecek kadar aşkla seven ağır hasta arkadaşlarımızın nefeslerine bir kez de bu vesileyle güçlü bir soluk katmanızı umut ediyoruz. “Sessiz katliama” sessiz kalmayalım, kanıksatılmasına hep beraber izin vermeyelim. “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın” şiarını güçlü şekilde hep birlikte haykıralım. Bir ölüm daha yaşanmadan, bir beden daha tabut içinde dışarıya çıkmadan kaleminiz sesimiz olsun. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz! Sevgilerimizle. HIDIR BAKIR F Tipi Hapishane C19 Kırıkkale beni dövmek serbest’ Gecenin bir yarısı, sokağın köşesinden ayaklarını sürüye sürüye yanınıza gelen, elindeki tineri ciğerine çekerken bakışlarını size diken, çorba içeceğini söyleyip para isteyen çocuklar var “sokak çocukları” diye kestirip attığımız. Her birinin hikâyesi farklı olsa da geçmişleri benzer: Parasızlık, geçimsizlik, sevgisizlik. Gelecekleri de ortak: Ortalama yaşam süreleri 35 yıl. Ailenin, toplumun, devletin sokağa terk ettiği çocuklar, hayatta kalmak için her geçen gün daha ağır mücadele veriyor... ‘Tinerci çocuk’ Ahmet’le birlikteyiz. 10 metrekarelik odada karşılıklı oturmuş birbirimizin gözünün içine bakıyor, nereden başlamak gerektiğini düşünüyoruz. “Gerçek adım bu değil ama gerçek olanı ağzımdan kaçırırsam da yazmayın Devletin “343. olur mu” diyor, “Tamam” diyoruz, mutlu oluyor. “Yanınızda şahıslar” diye tiner çekebilir miyim” diye soruyor, “Sakıncası yok” diye karkodladığı bu şılık veriyoruz, yine mutlu oluyor. “Ahmet” diyoruz, “seni mutçocuklar ger lu etmek bu kadar kolay mı?” Gülüyor... çekte şiddetin 19 yaşında Ahmet. Anne babası o çok küasıl mağdurları. çük yaştayken şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmış. Ahmet ve kardeşleri de Çocuk Esirgeme Kurumu’na bırakılmış. “Herkesin ailesi gelirdi, bizimkiler gelmezdi” diye hatırlıyor o günleri. Babasına çok öfkeli: “Babam var ya, bizi bıraktı oraya ama kendi keyfine baktı. Bugün duyuyorum, trilyoner olmuş. Ama hâlâ ne arıyor ne soruyor.” Sokağın acımasız bir yanı var. Otomobilinizin camını silmek isteyen bir sokak latıyor: Ahmet başını tinerden kaldırıp çocuğuna, “Hayır” diyerek ilk anda tepki verirse“Bireyleacı bir gülümsemeyle bakıniz, sizinle inatlaşacaktır. Ancak ona bir çocuk oldu ri topluma yor; bir anda, “Ben 343’üm ğunu hissettirirseniz iş değişir. Gözlerinin içine ba k a z a n d ı r abi, beni dövmek serkıp samimi bir şekilde, “İstemiyorum” ya da “Bu dık diyerek best” diyor. Tek isgün param yok” dediğinizde, o da gözlerinizin içi konuyu ka tediği şey kendisine bakıp size gülümseyerek “Bu da benden olsun patan bir sisne bir iş verilmesi. abi” diyecektir. Sokak çocukları, sokak köpekleri tem hiçbir me“O zaman tineni sever. Üzerinde düşünülmemiş bir dayanışmadır seleyi çözemez. ri de bırakabu. Sokak köpeği, soğuk kış gecelerinin battaniye Çocukların ço cağım, kötü sidir. Kimsesiz bir çocuk aynı zamanda “kendisini ğu kaybolup gi alışkanlıkkoruyan” bir köpeğe hiç tereddüt etmeden ekme derler. Bir fabrika ları da!” ğini uzatır bu yüzden. Türkiye’de çocuk olmak zor gibi problem üreten diyor. dur. Sokak çocuğu olmak ise akla hayale gelmeye bir mekanizmadır bu. cek kadar sert bir durumdur. Şehrinizin meydanın Sorunlu bireyler ortaya da, sizinle birlikte yaşlanan bir sokak çocuğu gör çıkarır. Onlar yok olunmeniz neredeyse olanaksızdır. Çünkü Türkiye’deki ca, yerlerine yenileri eklekimsesiz bir çocuğun “istisnalar dışında” 35 yaşı nir. Öncelikle ‘gerçekte mağna ulaşması çok zordur! Devlet, aile içi şiddet, an dur olan’ bu çocukları yakından nebabanın kaybı, cinsel ve fiziksel istismar nede tanımak, problemlerini anlamaya niyle sokakta yaşamaya mahkum olan bir çocuğa 18 çalışmak gerekir. Önyargılar ortadan yaşına kadar bakmak zorundadır. Rehabilite edildi kaldırılmalıdır. Çocukların geçmiş yaşamği ve “topluma kazandırıldığı” düşünülen genç, 21 ları ve oradan getirdikleri tortular ağırdır. yaşından itibaren tamamen sahipsiz ve kimsesizdir. Konuya, toplumun genel sorunu olarak yaklaşılır. Oysa ortada bir sorun varsa, bu çocukepsi kaybolup gidiyor’ lara aittir. En küçüğünün üzerinde 5 bıçak yaBeşiktaş Belediyesi çatısında, sosyal güvenlik uz rası bulunur. Devlet mekanizmasında, sadece manı olarak hizmet veren sosyolog Güven Dağıstan, sonuçlarla ilgilenme geleneği vardır. Ancak ‘ne“Esas öykü de tam bu noktada başlar” diyerek an den’ sorusuyla ilgilenmeden çözüme ulaşılmaz.” ‘Ben 343’üm abi, 5 bıçak yarası var En küçüğünde ‘H Aslında şiddetin mağdurları bu çocuklar Peki, devletin “343. şahıslar” diye kodladığı bu çocuklar neden bu durumda? Sosyolog Dağıstan, “Zaten sorunlu olan toplumsal yapının üzerine, ailede yaşanan problemleri eklerseniz sorular anlam kazanmaya başlar” diyerek sözlerini sürdürüyor: “Hemen hepsi şiddet mağdurudur. Şiddet ise her türlü ayrımcılığın bizzat kendisi, her türlü nefretin yansımasıdır. Çocukların dramı aileden başlar. Sonra kaldıkları çeşitli devlet kurumlarındaki personelden dayak yerler. Sokakta hemen her gün polis şiddetine maruz kalırlar. Çocuklar bize, polisin kendilerini MOBESE kameralarını kapatarak dövdüklerini söylüyorlar. Sokak çocuklarının ‘şiddetle’ birlikte anılması genel bir anlayış olmuştur. Bu denli mağdur olan bireylerin durdukları noktayı anlayabilmek gerekir. Her türlü güvensizlikleri, otorite ve kurallar karşısındaki tepkileri çok anlaşılırdır. Varlıklı kişilerin artıkları yoksullara kalır. Bu çocuklar ise tabağın son kısmını sıyırır. Aslında bu kadar itilip kakılan, bunca kötü muameleye uğrayan ve aç yatıp kalkan bu genç insanların nasıl olup da bir sosyal patlamaya yol açmadıklarına şaşmak gerekir.” ‘Onları ayrıştırıyoruz’ Tinerci, balici, sokak çocuğu… İlginçtir ki hiçbir toplumsal raporda, “sokak çocukları toplumdaki diğer bireylerden daha fazla şiddete meyillidir” diye bir veriye rastlanmıyor. Ancak her nedense, “aslında bizzat mağdur olan bu çocuklar” yanlarına yaklaşılması bile tehlikeli potansiyel suçlular olarak görülüyor. Acaba iyileştirici olmaktan çok uzak olan sistem, yanına çektiği medya gibi kanallarla kendini aklayabilmek için bu çocukları mı karalıyor? Problemleri çözemeyen devlet, “Onlarla biz bile uğraşamadık, bu çocuklar kötüdür” algısı yaratıp bunu yaymak için mi uğraşıyor? “Mekanizmanın böyle çalışmadığını umuyorum” diyen sosyolog Güven Dağıstan, “Sistemin kendisinden kaynaklanan bir sorun olduğunu da kabul etmek gerekir” diye anlatıyor: “Aslında bu çocukları tanımlarken farkında bile olmadan ‘tinerci’, ‘balici’ gibi ayrıştırıcı ve ötekileştiren bir dil kullanıyoruz. Siyaset figürleri bizim söylemlerimizi de belirliyor. Birileri çıkıp ‘Tinerci bir nesil istemiyoruz’ diyebiliyor önünü ardını düşünmeden. Bir sokak çocuğu bir suça karışmışsa bu manşet olur. Ancak söz konusu gazeteye dikkatli bakarsanız, o haberin hemen altında bulunan gasp, kadın cinayeti ve başka suç haberlerini de görürsünüz. Her nedense, medyada sokak çocuklarının karıştıkları olayları canlı tutma isteği vardır. Bu algı, toplumu olumsuz yönde besler. İnsanların trafikte bile birbirlerini boğazlama eğiliminde oldukları, her an birbirleriyle kavga ettikleri ve fiziksel olarak güçsüz olanların sürekli mağduriyete uğradıkları bir yapıda bu çocuklara herkesten çok yüklenilmesi ilginç bir durumdur.” YARIN: SOKAĞIN KADİM KURALLARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle