29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 NİSAN 2014 PAZAR 8 GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK n Baştarafı 1. Sayfada uygulamaları karşısında apışıp kaldı. Söylemlerin sahibi muhalefet partisi liderleri değil ki, ne olacak sandıkta başarı kazanamayınca iftiralara başvurdular, diyebilsin... Karşısındaki adamın siyasetle uzak yakın ilgisi yok!.. Hatta köşeye sıkıştığı bir dönemdi; partisini kapatma girişimlerine muhalefet şerhi koyan ve AKP’yi kapatacak gazete kupürlerinden başka ciddi dayanak olmadığını savunan Anayasa Mahkenesi Başkanı’nı bağrına basıp öven RTE ile... ...mahkemenin aldığı, örneğin Twitter ve HSYK Yasası’nın bazı maddeleriyle ilgili iptal kararlarına saygı duymadığını, milli bulmadığını söyleyerek yüksek mahkemeyi aşağılayan RTE aynı insan. Ama bu terslikte bir garabet yok!.. Yok, zira yüksek mahkemenin aldığı kararların arkasında durduklarını söylerken Kılıç, unutulan bir RTE gerçeğini tek cümleyle yüzüne söyleyiverdi. “Gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız” dedi. İki binli yılların başlarında AKP’yi kurarken hocası Necmettin Erbakan’ın dinci eğilimlere ve amaçlara yol gösteren Milli Görüş düşüncesinden kurtulduğunu, gömlek değiştirdiğini söylemesi, o gün gizlediği, bugün açığa çıkan yüzünü yutturmak için kullandığı başlıca slogan olmuştu. RTE, Erbakan Hocasının izinde ve yolunda gitmediğini, gitmeyeceğini böyle açıkladı. Üstelik “ben değiştim” diyerek yine asıl amaçlarını gizledi ve... ...maalesef o günkü liderlerinin uygulamalarıyla, ekonomik ve toplumsal sıkıntıların darbeleri altında ezilen kitleler... ...bir umut gördükleri RTE’ye sarıldılar. Yüzde 34’le tek başına iktidar oldu. HHH 12 yılda RTE değişmedi değil, değişti. Değişe değişe, benden büyük yok bu ülkede diye diye, tek adamlıktan diktatörlük limanına doğru yol alıyor... Haşim Kılıç bugünkü zorba yönetime mesleğinden bir örnek verdi; “Yargı son dönemde paralel devlet ya da çete diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır suçlamayla karşı karşıya kaldı” dedi. Başbakan’a duymak istemediği bir kanıyı “bilgi belge olmadan yargıya yönelik paralel yapı iddiasının vicdan yolsuzluğu” olduğunun altını çizerek söyledi, yargıyı böylece delilsiz belgesiz iddialarla alabora etmeyi de vicdansızlık diye suçladı. Haşim Kılıç konuştukça oturduğu koltuğa adeta yapışıp kalan, yüzünden düşen bin parça olan bir Başbakan’ı izledik TV ekranlarında. Renk vermemeye çalıştı. Sözüm ona tepki göstermeye gerek veya layık görmediği bir konuşma izliyordu sanki. Ama... ...Haşim Kılıç’ın ülkeyi askeri vesayetten kurtardığı kıvancı ile yıllarca ortalıkta gezinen RTE’ye... sayei iktidarında askeri yerine sivil vesayet getirdiğiuyguladığı gerçeğini de cesaretle, devlet erkânının yüzüne fırlatıverdi. Bu gerçeği başka biçimde söyleyegelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yüzünde alaylı tebessümler uçuştu. Başbakanına bağlılığı kuşkusuz Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı yanına alarak Kılıç’a daha sonra kendisinin yapacağı suçlamalara öncelik edecek yanıtı vermesini emir buyurdu. O da yargıdaki saptamalara ve genelde sivil vesayete hukuksal yanıtlar vereceği yerde Anayasa Mahkemesi’nin görevinin Kılıç’ın söylemleri olmadığına değinen bir açıklama yaptı ve... ...Başbakan’ın, çıkarsınlar cüppelerini gelsinler, öyle siyaset yapsınlar vurgulamasına koşut bir de suçlamada bulundu: “Anayasa Mahkemesi yeni muhalefet oldu!” dedi. Lakin Kılıç böyle bir suçlamayı konuşmasında; “AYM kararlarının siyasi sonuçlar doğurması doğaldır. Buna bakarak AYM’nin siyasi amaçlarla hareket ettiğini söylemek ya da milli olmamakla suçlamak sığ eleştirilerdir” diyerek zaten önceden yanıtlamıştı. Kılıç, bugün iktidarın yargıya karşı takındığı olumsuz tavır nedeniyle ülkede yargıya güvenin sarsıldığını söyleyerek yaşamsal bir gerçeğe parmak bastı ve ders alır mı bilinmez, “demokratik devletlerde tehditle ve korkutarak sorunların çözülemeyeceğini” vurguladı. Kılıç’ın emekliliğe yakın olduğu için kendini yeni bir konumda görmeyi içeren bir konuşma yaptığını söylüyorlar şimdi... Gerçekleri yüzlerine sıralayan ve gerçekleri kamuoyuna yüksek mahkemeden açıklayan Başkan Kılıç’ın söylemlerini mutat siyasal kuralları gereği çamurla örtmeye çalışıyorlar. HHH Sivil vesayetin son şovu Cumhurbaşkanlığı adaylığını milletvekillerinden il ve kongre üyelerine, son olarak partisine yaptıracağı sonucu belli anket ile halka sormaya dek uzanan bir çizgide çoook demokratik yollardan saptamaya giriştiğini açıklayarak ve… ...sanki, aylarca önceden kafasında kararlaştırdığı adaylığını ancak bu danışmalardan sonra karar vereceğini söylüyor. Yahu huu, kim yutar düzenlediğin bu göstermelik kurguları?.. Cumhurbaşkanlığı adayı olmayacağını ya da olamaması olasılığını göz önünde tutsaydı... ...kendisini doğrudan bağlayan partisinin üç dönem milletvekilliği kuralının, aday olamayacağı olasılığını aklının ucundan bile geçirmediği için yürürlükten kaldırılmasına öncülük etmedi. Adaylığını ilan edebilmek için her sınıftan halkın istediğini kanıtlayacak üç beş perdelik bir tiyatro oyunu sahneledi. Halk istedi adaylığımı, halk seçti cumhurbaşkanı oldum demek için! Ne demokrat Başbakan ama!.. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, AKP’yi 2007’nin derin çalkantılı zamanlarında korumuştur. “Bizim mahalle” ona çok kızar; eşi türbanlı, Özal’ca oraya getirildi ve üstelik de hukukçu değil! Ayrıca AKP’nin kapatılmamasında başrolü oynadığı söylenir! Şüphesiz kapatılsaydı AKP, yeni bir parti ile bu kez belki de daha güçlü olarak seçimleri kazanırdı. AYM 12 yıl boyunca AKP’ye zorluklar çıkarmadı. AKP yasalarına yapılan “anayasaya aykırılık” iddialarını ne kadar nesnel değerlendirdiğinin hesabını yapamam ama son yıllarda AKP ile sürtüşmelere girdiğini biliyoruz. “Son yıllarda” sözü, RTE’nin müttefikleriyle giderek tüm bağlarını koparmaya yöneldiği, artık liberaller dahil hiçbir ittifaka ihtiyaç duymadığı, tek adam otoriter rejimini daha çok uygulamaya koyduğu ve üstüne üstlük hukuka karşı da savaş başlattığı zamanları kapsıyor. HHH Anayasa Mahkemesi ne zaman ön plana çıkmaya başladı? RTE hukuku tek geçerli hukuk yapılmaya başlandığında, yargıyı tamamen kendine bağlamaya yöneldiğinde, buna bağlı olarak da özgürlüklere sistematik saldırılarını artırdığında, yanıtını verebiliriz. Bu şu demektir: Artık kurumlar ve özgürlükler yoktur. Tek özgürlük, RTE’ye tüm siyasi kararlarında evet demek, her yaptırımına boyun eğmek özgürlüğüdür. RTE, ne diyorsa o! Ağzından çıkan her şey adeta kutsal cümlelere bürünüyor, TV ve gazete köşelerindeki adamları hemen görev başı yapıyor. Böyle koşullarda ya RTE’nin kulları olacaksınız ya da varlığınızı savunacaksınız. Ortası yok. Varlığınızı savunmanın yolu, şüphesiz ki özgürlükleri savunmaktan geçiyor. Mesela Twitter gibi sosyal medyada haberleşme özgürlüğünü... Anayasa Mahkemesi de böyle yaptı. Twitter’ın “açılması” kararı evrensel hukukun (AİHM) özgürlükleri genişletici içtihatlarına tamamen uygundu. Biliyorsunuz, RTE komik bir gerekçeyle buna “gayri milli karar” dedi! HHH Mahkemenin RTE’nin hiç hoşuna gitmeyen belki de ilk önemli kararı, Gül’ün ikinci kez HABERLER getirdiğiniz nokta, bir tek adamın her şeyi belirleyiciliğine ve keyfi yönetimine karşı, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir hukuk devleti olarak savunma noktasıdır. AYM’nin tüm üyeleriyle fikir birliği içinde olduğu belirtilen Haşim Kılıç’ın konuşması, RTE’nin umarım anayasal sistem olarak artık aşamayacağı bir sınırı belirlemektedir. Ama bildiğimiz RTE, bu “anayasal duvarı” da yıkmaya ve ötesine geçmeye çalışacaktır. Bakalım... GÜNDEM MUSTAFA BALBAY n Baştarafı 1. Sayfada tutuşmak gibi bir şeydir. Yok bu kez, baharı karşılayan tomurcuklardan, yağmur gibi yağan çiçeklerden, bereketli bir yaza hazırlanan at kestanelerinden söz etmeyeceğim. Kıyısı tel örgülerle çevrili, asfalt zeminli bir alanda koşarken tellerin öte yakasındaki çam ağaçlarının uç dalları yüzümü okşadı. Nasıl şaşırdım... Birden sevdiğim biriyle kucaklaşmışım gibi geldi. Yazı aramızda, o ağaçların çocukluğunu bilirim. Daha onlar yerden bitmeyken, yarım metre boy atmışken iğne yapraklarına dokunmuşluğum vardır. İlk yaprak doğumlarına tanıklık ettim. Çam ağaçlarının yaprak doğumlarını görmelisiniz; bir kuzunun daha doğar doğmaz hafif sektikten sonra ayaklarının üzerinde durması gibi dimdik çıkarlar. Yaprak kümelerinin ortasındaki kozalakların bir nokta gibi belirip adım adım büyümesi emeğin ne olduğunu anlatır... HHH Asıl emeğin, azmin, iradenin ne olduğunu ise tel örgüleri delen çam dalları anlatıyordu... Dedim ya, tel örgülerin kıyısında koşarken iğne çam yaprakları yüzümü okşayınca duraladım. Çok da yabancısı olmadığım tel örgülere yaslanıp dallarla kafa kafaya verdim. 5 yılda bu kadar çok büyümüş olmalarına elbette şaşırmadım ama tellerden dışarı başlarını uzatıp yaşamlarını bütün doğallığıyla sürdürmeleri, uzamaları beni alıp içlerine çekti. Zaten en doğal olan şey en büyük mucizedir. Tıpkı bir bebeğin doğumu gibi bir yaprağın doğumu da öyle değil midir? Tel örgünün öteki tarafı, yani ağacın gövdesinin olduğu tarafsa bir başka âlemdi... Dalların dışarıya uç vermeyenleri gövde ile tel örgü arasında yer açmışlar kendilerine. Onlar da, “Biz tel örgüleri delemedik ama yaşamımızı sürdürmeye devam ettik. Dallarımız gökyüzüne doğru özgürce yürüyemedi ama büyümeye devam ettik, içimizde büyüdük” diyordu. O yaprak yoğunluğu içinde iç içe geçmiş, S’ler hatta Z’ler çizmiş dallar yaşam alanları ne kadar daralmış olursa olsun dipdiri duruyorlardı. Tel örgünün boyunu aşan dallar ise gökyüzüne özgürce yükselmenin tadını yaşıyordu. Hafif bir rüzgârda sallanışları, arada konan serçelerle dansları tel örgülerin yüksekliğine inat, bizim evimizin tavanı gökyüzüdür diyordu... HHH Prof. Hikmet Birand’ın kitabında okuduğumu anımsıyorum, çam ağaçları denizden karaya ilk çıkan canlıların arasında yer alıyormuş... Bir de yıllar önce bir köylüyle yaptığım sohbeti anımsıyorum. “Çam kendini budar. Üst dalları büyüdükçe alt dallarını kendisi kurutur” demişti... Tel örgüleri delen çam dalları ise doğanın başka alanlarından aldığım derslerin üstüne yenilerini ekledi. Asıl olan önüne konan engel değildir, senin o engeli aşma iradendir. Eğer sen onu aşma iradesindeysen önüne çıkan engelleri bir bir ortadan kaldırırsın. Belki bazen duraklarsın; tıpkı akan bir suyun önünde yükseklik belirince o seviyeye gelinceye dek yükselmesi, sonra da akmaya devam etmesi gibi... Her şeyin kaynağı içimizdeki enerji, heyecan... Onu yitirdiğimiz an, önümüze dünyaları serseler yaşayacak yer bulamayız. Yitirmezsek eğer, önümüze duvarlar, teller örseler, o engeller bizi değil, biz onları örseleriz ve aşar geçeriz. Bu insanlar için de böyledir... Ülkeler için de... Varlık Yokluk Savaşı cumhurbaşkanlığına seçilemeyeceğini öngören RTE yasasını iptalidir (Haziran 2012). RTE, Gül’ü bir vuruşta tasfiye edecekken AYM buna engel olmuştu! Unutmadan: Gül’e bu fırsatı veren başvuruyu CHP yapmıştı! RTE bunu unutmadı, o zaman da AKP’nin ağır topları, mahkemeyi dövdüler. AYM, yargıyı iktidarın her türlü siyasi yaptırımına peşkeş çeken HSYK’yi, bakanlığın kuklası olmaktan da kurtaran kararlar verdi. Şüphesiz, bu da RTE ve adamlarının derin şimşeklerini çekti! Demiştim ki AYM bu kararlarıyla aslında, anayasal varoluşunu korumaya çalışıyor. AYM ya kendisini var eden anayasanın yüklediği görevleri titizlikle yapacak; böylece hem anayasayı hem kendi varlığını koruyacak, yargıyı RTE ve adamlarının tasallutundan koruyacak ya da sürekli tecavüz edilen, anayasal varlığı kuklaya dönüştürülen, kimliği yok edilmiş bir YokKurum derekesine düşecek. RTE anayasal kurumları tanımıyor. Son yerel seçimlerde de, “halk bize ne yapıyorsan doğru yapıyorsun, yürü yürüyebildiğin kadar” sözlerine benzer şeyler söyledi. HHH Adalet Bakanı, Haşim Kılıç’ın açıklamalarına kükredi. Her şeyin belirleyicisi olan Meclis’tir dedi. AYM, anayasal bir kurumdur, hükümetin yasallığını sürekli denetlemekle mükelleftir. Meclis ve halk, bu anayasal kurumu ortadan kaldırmadığı sürece, yapabileceğiniz tek şey varlığını kabul etmektir. İktidar olarak hukuka, yargıya durmadan saldırı halindesiniz ama bu kurumların yılda bir kez kendilerini savunmasını çok görüyorsunuz. Varoluşlarını savunmaları, neden size bir siyasi muhalefet olsun! Anayasa Mahkemesi’ni O Olmasaydı Orhan Karaveli yine tam zamanında yeni kitabıyla ortaya çıktı: “Çanakkale Olmasaydı, O Olmasaydı” (Doğan Kitap) Tam Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde, Karaveli bize tam okunması gereken, okunacak bir kitap hediye etti. Binlerce kişi Çanakkale’de 57. Alay olarak Conkbayırı’na yürürken kitabı okumak, kutsal bir olayı yeniden yaşamak duygusu verdi. Karaveli, kitabının ilk bölümünü, Çanakkale Savaşı’nda çarpışan bir askerin günlüklerine ayırdı. İlk kez böyle bir günlük okudum, savaşı içeriden ve yeniden izledim gibi. Karaveli, yorumlarıyla araya giriyor ve açıklamalarla tamamlayıcı rol oynuyor. Sonra geriye dönüp Mustafa Kemal’i sahneye çıkarıyor, Corinne Hanım’a mektuplarıyla! Atatürk, emir almış, Sofya’dan doğrudan doğruya Çanakkale’ye geçmiştir! Bu mektuplarda Atatürk’ü yapacaklarıyla, büyük asker yönüyle, kazanma hırsıyla, vatan sevgisi ve ülkeyi kurtarma azmiyle tanıyoruz.. Bakıyorum, ne kadar çok şeyin altını çizmişim! Ama bunları aktarmam zor burada.. Atatürk’ün Ruşen Eşref Ünaydın’a anlattığı Çanakkale Savaşı öyküsü, okumayanlar için müthiş heyecanlıdır. Karaveli bu söyleşiyi kendi diliyle kitabına alarak büyük iyilik etmiş ve kitabı bütünleştirmiş... Rahat, zafer günlerini yaşarken bir çırpıda okuyacaksınız. Teşekkür Karaveli! Rüşvet alan hacca gidebilir mi AYKUT KÜÇÜKKAYA 17 Aralık yolsuzluk dalgasının AKP’li Fatih Belediyesi’yle ilgili iddianamesine şüpheli sanıklar arasında geçen ilginç bir “rüşvet diyaloğu” damga vurdu. İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kabul ettiği iddianamede davanın bir numaralı şüphelisi Ali Tunç’un, “Rüşvet alan adam hacca gidebilir mi Ahmet?” diye sorduğu, Tunç’un sorduğu isimden “Valla zor gider” yanıtını aldığı 38 sayfalık iddianamede kayıt altına alındı. İddianameyi hazırlayan savcı Ekrem Aydıner rüşvet diyaloğuyla ilgili iddianameye “manidar bir soru” notu düştü. İddianamede Başbakan Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ile AKP’li Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in yönetiminde yer aldığı TÜRGEV için Fatih’te sit alanına yaptırılan yurt inşaatıyla ilgili iddialara yer verilmemesi ise dikkat çekti. AKP’li Fatih Belediyesi’yle ilgili yolsuzluk iddianamesi 17 Aralık dalgasıyla kabul edilen ilk iddianame olma özelliğini taşıyor. İddianamede şüpheli sanıklara “rüşvet almak ve vermek”, “yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama”, “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet” ve “ruhsatsız silah bulundurma” suçlaması yöneltiliyor. Daha önce bir kez iade edilen Fatih Belediyesi iddianamesinde haklarında dava açılan sanıklar şöyle sıralanıyor: 17 ARALIK OPERASYONUNDA ‘MANİDAR SORU’ l Şüpheli sanık Ali Tunç 17 Aralık yolsuzluk dalgası kapsamında 20 Aralık 2013 tarihinde tutuklanmış, 13 Şubat 2014 tarihinde tahliye edilmişti. İddianamede Tunç’a, “2863 sayılı Yasa’ya muhalefet, rüşvet vermek” suçlaması yöneltiliyor. Ali Tunç, Bakan Balki, Celalettin Basatemur, Günseli Aybay, Hasan Soyal, Hüseyin Başçetinçelik, İmren Özbey, Kader Demir, Mehmet Ak, Murat Akagündüz, Mustafa Bayhan, Nesrin Çiçek Akçıl, Oğuz Ceylan, Özcan Toplar, Raşit Şentürk, Ramazan Özyıldız, Sebahattin Demir, Sevinç Doğan, Şenol Şirin, Yener Çavdar ve Zeki Koçhisarlı. Cumhuriyet savcısı Ekrem Aydıner’in hazırladığı iddianamede yer alan bir rüşvet diyaloğu ise dikkat çekiyor. İşte İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilen iddianamede rüşvet davasına damga vuracak diyalog aynen şöyle yer alıyor: 4 Tarihi binada usulsüz olarak çalışma yapılabilmesi için KTVK görevlilerine rüşvet verilmesi, KTVK muhalefet edilmesi Muhammed AKARSU’ya ait ilimiz Beyoğlu ilçesi Merhamet Sokak Tunç tutuklanan isimlerdendi... İADE EDİLMİŞTİ... No: 17 ve No: 24 bulunan dört adet tarihi bina üzerinde tadilat, tamirat ve yıkım işlemleri yaptırılmak istendiği, tadilat, tamirat ve yıkım işlemlerinin Özcoşkunlar İnşaat tarafından yürütüldüğü, bu tarihi binalarda gerekli tadilat ve tamirat işlemlerinin yapılabilmesi için İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurul Müdürlüğü’nden rapor alınması gerektiği, Rapor alınması hususundaki işlemlerin takibini Beyoğlu Belediyesi’nde görevli mimar Murat Akagündüz’ün talebi doğrultusunda 175.000 TL karşılığında Tunç Mimarlık’ın sahibi Ali Tunç’un takip ettiği, bu paranın bir kısmının tadilat ve tamirat çalışmalarında kullanılacağı, geri kalan kısmının da raporun istedikleri şekilde tanzim edilebilmesi için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nda görevli memurlara rüşvet olarak verileceği, …. Gizli izleme esnasında Murat Akagündüz’ün bina sahibinden aldığı 50.000 TL olduğu değerlendirilen parayı 17.10.2012 günü Ali Tunç’a verdiği, Ali Tunç’un parayı aldıktan sonra uğradığı handa çalışan Ahmet isimli şahsa “Rüşvet alan adam hacca gidebilir mi Ahmet?” diyerek manidar bir soru sorduğu, aynı gün Ali Tunç’un, Hasan Soyal’ı aradığı görüşmede, Ali’nin, “Bende emanetin var onu şey yapacam, bekle beni bir yerde, handa, buluşalım halledelim” dediği… ? ERSÖZ: YÜZLERCE SUÇ DUYURUSU l ‘Sessiz Çığlık’ denizde Akan’dan Özel’e: deseydi n ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Balyoz davasından 16 yıl hapis cezasına çarptırılan ve cezasını Mamak Cezaevi’nde çeken Kurmay Albay Murat Özenalp, dün ailesiyle açık görüş yaptığı sırada beyin kanaması geçirdi. Eşi ve çocuklarının gözleri önünde düşen Özenalp, hapishane revirinin ardından GATA’ya kaldırıldı. Durumu kritik olan Özenalp’in yoğun bakımda uyutulduğu kaydedildi. Balyoz hükümlüsü Albay Özenalp beyin kanaması geçirdi ‘Gık’ yaptı. Oyuncu Tarık Akan “Söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi diye çok düşündüm. Ama söyleyeceğim. Genelkurmay başkanı olan şu andaki şahıs, ‘Gık’ deseydi, emin olun bunların hiçbiri olmazdı” dedi. Eyleme, eski başbakan yardımcılarından Murat Karayalçın, Ergenekon davasından mart ayı başında tahliye olan İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Orgeneral Hasan Iğsız ve Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar da destek verdi. Asker yakınları daha sonra “Adalet yoksa barış da olmaz” yazılı pankartın asıldığı tekne ile denize açıldı. (Fotoğraf: SERKAN YILDIZ) l İstanbul Haber Servisi Balyoz davası sanıklarının yakınları tarafından oluşturulan “Vardiya Bizde Platformu” üyeleri, dün eski Beşiktaş Adliyesi yakınındaki Beşiktaş İskelesi’nden denize çelenk bıraktı. Çocuklarının bir 23 Nisan’ı daha babalarından, dedelerinden ayrı geçirdiğine dikkat çeken asker yakınları “İsyanımız karada duyulmadı, denizde duyulur diye umut ediyoruz” diyerek İstanbul Boğazı’nda tekne turu yaptı. Vardiya Bizde Platformu üyeleri her cumartesi olduğu gibi dün de Beşiktaş’taki Demokrasi Anıtı önünde 83. kez toplanarak “Sessiz Çığlık” eylemi l İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasında sanık avukatlarından Hüseyin Ersöz, Adalet Bakanlığı’ndan kapatılan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin şikâyeti sonucu hakkında başlatılan soruşturmayla ilgili dava açılmasına izin vermemesini istedi. Avukat Ersöz, “Sanıklar hakkındaki davalar sonuçlanmış olsa da avukatlar hakkında yapılan yüzlerce suç duyurusuna ilişkin yargılama süreçleri Silivri’de devam etmektedir. Özel yetkili mahkemeler tarafından yapılan suç duyurularının avukatları baskı altına almak ve meşgul etmek amacını taşıdığı açık” dedi. Ergenekon davasında sanıklar gazeteci Tuncay Özkan ve emekli Albay Levent Göktaş’ın avukatı Ersöz, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne sunduğu dilekçede kapatılan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin yargılamanın her aşamasında “sistematik” hukuka aykırı karar ve uygulamalarda bulunduklarını ifade etti. Ergenekon davasının 11 Mart 2013 tarihli duruşmasında çıkan olaylar üzerine mahkemenin hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ve soruşturma açtığını belirten Ersöz, olayların mahkemenin dosyaya yeni giren yüzlerce evrak ve tanık beyanlarına karşı değerlendirme için 15 dakika konuşma süresine itiraza heyetin söz vermemesi üzerine çıktığını anlattı. Duruşma salonundan zor kullanılarak çıkartılmak istendiğini belirten Ersöz, Silivri İlçesi Jandarma Bölük Komutanı tarafından darp edildiğine dikkat çekti. Davaları sonuçlandı, avukatları yargılanıyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle