28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 NİSAN 2014 PAZAR [email protected] 16 KÜLTÜR Fotoğrafın heykeltıraşı... ASLI ULUSOYPANNUTİ Ünlü Amerikalı fotoğrafçı Robert Mapplethorpe’un retrospektifine Paris’te ilgi büyük Sergi, ikono ve ikonografların dünyasına bir bakış sunmayı amaçlıyor PARİS Paris’in 1900 tarihli, tümüyle cam ve çelik çatılı, gösterişli sergi sarayı Grand Palais bugünlerde fotoğraf sevdalılarının uğrağı! İnsan vücudunu neredeyse geometrik ve coğrafi şekillere büründüren, “fotoğraflarıyla heykeller yapan” sıra dışı bir fotoğrafçının, 70’li yılların “dandy”si Robert Mapplethorpe’un sergisinden söz ediyorum. Sanatçının 200’ü aşkın fotoğrafından oluşan serginin bir ilginçliği de “içeriği” nedeniyle 18 yaş altına yasak bölümü! “Yüziki yüz yıl önce doğsaydım şüphesiz heykeltıraş olurdum; bununla birlikte fotoğraf, görmenin ve heykeltıraşlığın hızlı bir şekli.” Mapplethorpe, “ruhu ve hayalgücüyle gerçek bir heykeltıraş” diye nitelendiğinden, dev Michelangelo ile karşılaştırılıyor; fotoğraflarında kullandığı modellerin, büyük heykeltıraşın modellerini andırdığı söyleniyor. Bunu basına verdiği röportajlarda kendisi de ifade ediyor: “Lisa Lyon mesela, Michelangelo’nun yaptığı kaslı kadınlara ne kadar da benziyor!” Ünlü fotoğrafçının esin kaynakları arasında Lyon’ın yanı sıra rock şarkıcısı, şair ve ressam Patti Smith de var. Mapplethorpe’la birlikte geçirdikleri yılları, Türkiye’de “Çoluk Çocuk” adıyla yayımlanan “Just Kids” başlıklı otobiyografik kitabında kaleme alan 1970’le Mapplethorpe’un esin kaynakları arasında rock şarkıcısı, şair ve ressam Patti Smith de var. Mapplethorpe’la birlikte geçirdikleri seneleri “Just Kids” başlıklı otobiyografik kitabında kaleme alan 1970’lerin “punk hareketinin anası” Smith, Paris’teki serginin açılış konuğuydu. “Thomas”,1987 rin “punk hareketinin anası” Smith, Paris’teki serginin açılış konuğuydu. Smith’in, sevgilisi Mapplethorpe’a gerek nü, gerek giyinik verdiği pozların hemen yanı başında bir de siyahbeyaz film gösteriliyor: Fotoğrafçı, sevgilisini stüdyo fotoğrafı çekercesine filme almış... Kimi tümüyle, kimi kısmen nü erkek modeller de objektifinin konusu. “Çıplak insan vücuduna büyük bir hayranlığım var, ona tapıyorum” diyor Amerikalı sanatçı. Hermes, uyuyan Küpid gibi mitolojik kahramanların heykellerini fotoğraflayıp bu heykelleri çağrıştıran modellerinin stüdyo fotoğraflarını çalışmış hep. Öyle ki kanatlı bir “sfenks” heykelinin yanı başına yerleştirdiği Lyon’ın nü fotoğrafında ister istemez modelin “kanatlarını” arıyor insan! Serginin bir özelliği de New York’un, 197080’lerdeki sanatsal ortamına tanıklık ediyor oluşu. Fotoğrafçı, “New York’ta olduğumun hep hissedildiği, içinde yaşadığım anı kaydetmeye çalışıyorum... Zaten bu görüntüler başka bir tarihte muhtemelen ortaya çıkamazdı” diyor bir konuşmasında. Man Ray’ın izinden giden ve kendisini fotoğrafçıdan çok “görüntü yaratıcısı”, belgeselciden çok “şair” hisseden Mapplethorpe, tıpkı Ray gibi, New York’ta dönemin entelektüellerini fotoğraflamış. Bir kısmı New York’ta yaşamış Susan Sontag, Susan Sarandon, Richard Gere, Truman Capote, Yoko Ono, Andy Warhol bu isimler arasında. Gençlere yasak bölüme gelince... 1989’da AIDS’den ölen sanatçının eşcinselliğini, sadomazoşist eğilimlerini vurgulayan fotoğraflar bunlar. Öpüşen iki genç adam, başlarında “kraliçe” taçları, sarılmış iki erkek bu bölümün açılış fotoğrafları. “Yasak” fotoğrafların meraklıları kimler mi? Tabii ki yakın zamanda Fransa’da kıyametler koparan “eşcinsel evliliği yasası”nın ana kahramanları, kadınerkek gay çiftler… [email protected] Rum Okulu, El Greco’yu ağırlıyor Kültür Servisi Galata Rum Okulu’nun, geçmişteki misyonuna uygun olarak bir eğitim ve kültür merkezi olma amacıyla düzenlediği “İmge ve Ötesi: Domenikos Theotokopoulos” adlı ilk araştırma bazı sergisi 14 Haziran’a kadar görülebilecek. “El Greco” olarak tanınan Domenikos Theotokopoulos’un, ölümünün 400. yılında, bilinmeyen ikonograf kimliğine odaklanan sergi, ikonoların yaşadığımız topraklara kadar uzanan tarihine de bir bakış sunuyor. Küratörlüğünü genç çağdaş sanatçı Hera Büyüktaşçiyan’ın, danışmanlığını ikonolar konusundaki akademik çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Eva Aleksandru Şarlak’ın üstlendiği sergi, Theotokopoulos’un çalışmaları üzerinden dinsel tasvirin ötesinde bir anlama ve derin bir felsefeye sahip olan ikono ile görünmez yaratıcısı olan ikonografların dünyasına ışık tutmayı amaçlıyor. Mekânda, tasvirler, doküman ve yerleştirme çalışmalarının yanı sıra “El Greco’ya Mektuplar” kitabının yazarı Nikos Kazancakis’e uzanan bir izlek yer alıyor. Sanat tarihi boyunca geçmişten bugüne birçok sanatçıyı derinden etkilemiş olan Girit doğumlu Domenikos Theotokopoulos, yaşamının ilk dönemlerinde Venedik’te sanatsal pratiğinin ilk adımı olan ikonografiye yoğunlaşmış ve Bizans ikona geleneğini benimseyerek ileriki dönemlerinde yaptığı resimlerinde de bu görsel dilin örneklerini sunmuştu. Terry GIllIam’In disTopya üçlemesinin son halkasI ‘sIfIr Teorisi’ ‘Operadaki Hayalet’ Burak Bedikyan ‘Circle of Life’ (Steeplechase) Besteci, caz piyanisti ve kökleri Anadolu Ermenilerine uzanan 36 yaşında bir Türk vatandaşı Burak Bedikyan. Saygın bir müzisyen olma yolunda güvenle ilerliyor, iyi markayla servis edilen New York’ta kaydettiği ilk albümü “Circle of Life” eşliğinde. Lirik özellikleri ağır basan, usta solocu özelliğine sahip, vizyonu geniş ilerici müzisyenlerle çalışıyor; saksofoncu Chris Potter, basçı Peter Washington ve davulcu Bill Stewart. Besteler yılların birikimi. Amerikan caz tarihinden beslenen kompozisyonlarında evrensel bir dili tercih ediyor. İki bölümden oluşan “Prayer For Forgiveness”, caz ve klasik müzik arasında yoğrulan hamuru sayesinde geleceğe uzanan köprüler kuruyor. Ruhani meltemler de esiyor, “Melancholia”da doğup büyüdüğü topraklardan kokular var. “TF” Tommy Flanagan için yazılmış, “19.01.2007” ise Hrant Dink için. Tek yorum Beatles imzalı “Here, There And Everywhere”. Gereksiz gövde gösterilerinden uzak bir performans, alabildiğine melodik. Eksiği fazlası yok; cümlelerinde fuzuli sözcükler yer almıyor, ifadeler yanlış anlamalara mahal vermeyecek kadar net ve dingin. Hayattan zevk aldığı belli olan genç bir adamın mutluluğundan pay almak isterseniz, “Circle of Life” sizi bekliyor. Tom Harrell ‘Colors of a Dream’ (High Note) Gidip gelen şizofrenik paranoyasıyla hayli ilginç bir karakter, 68 yaşındaki trompetçi Tom Harrell. Belki de kusursuz kompozisyon, virtüöz düzeyinde performans ve üst düzey yaratıcılığının kaynağı bu. Son albümü “Colors of a Dream” (her ne kadar Harrell’in kariyerinde orkestra anlamında bu albüme muadil teşkil edecek örnek olmasa da) bilinen tüm iyi özelliklerini taşıyor. Salvador Dali’nin gerçeküstücü tabloları gibi rüyalarından ilham almış, çağrıştırdığı renk dokularını sese dönüştürmüş usta burada. Piyanosuz projede iki bas (Esperanza Spalding ve Ugonna Okegwo), bir davul (Johnathan Blake) var; biri poliritmik yapılar kurarak bu boşluğu dolduruyor. Nefesliler ise (Jaleel Shaw ve Wayne Escoffery) çağdaş bir sound oluşturulması konusunda sınırsız hizmet sunuyor. Bu big band ile küçük topluluk arasında bir etki yaratıyor. Bu rüyalar güneşli bir günde ve yeşillik içinde bir parkta geçiyor; uzaktan deniz kenarı da görünüyor. Harrell bu izlenimci müzikal manzaralara hayal mahsulü dokunuşlarda bulunuyor; sıcak, zarif ve özgürlük hissi yoğun. Latin, funk, swing, bop arasında birden fazla ses öğesinin ahenkli bir bileşimi “Colors of a Dream”; hayal kırıklığı istemeyen dinleyiciler için... [email protected] geliyor Kâbus gibi gelecek SUNGU ÇAPAN Aslında her şeyin hiçbir şeye eşit olduğunun kanıtlanmaya çalışıldığı, “Sıfır Teorisi” denen bir bilimsel projeye dahil olan, nevrotik bilgisayar dâhisi ve varlık hesapları uzmanı Qohen Leth’in (Christopher Waltz) hayatın anlamını aradığı bir serüvene dönüşen hikâyesini anlatan “The Zero TheoremSıfır Teorisi”, Monty Python kökenli, ünlü yönetmen Terry Gilliam’ın yıllar önce “Brazil” ve “12 Monkeys”le başlattığı bilimkurgu üçlemesini tamamlıyor. Uluslararası tekellerle büyük bankaların sürekli reklam bombardımanı ve yoğun bir imaj saldırısı altındaki günümüz tüketim toplumu eleştirisi niteliğindeki görüntülerle başlayan film giderek inancı da sorgulayan, uçuk kaçık bir yergi atmosferine bürünüyor, George Orwell başyapıtı “1984”ü de çağrıştırarak. Yakın bir gelecekte Londra’da geçen filmde, sağlık sorunlarından mustarip, evde çalışmasının daha verimli olacağını belirten Qohen’den hipotezi kanıtlamasını isteyen amiri Joby (David Thewlis), toplumu gözetleyip denetleyen yönetimin (Mad Com) temsilcisidir. Patronun fırlama oğlu Bob’la (Lucas Hedges) hadi birlikte kaçalım önerisini reddettiği, işveli cilveli seksi Bainsley’nin (Melanie Thierry) ziyaretlerinin, insanlarla ilişki kurmaktan zaten haz etmeyen Qohen’in yalnızlığını bozduğu film, dev tekellerin egemenliğindeki kâbus gibi bir gelecek tasvirini yansıtıyor. Matt Damon’ın şirketin zalim patronunu, Tilda Swinton’un ise psikanalist Dr. ShrinkRom’u oynadığı filmde kahramanımızın karmaşık zihnine giren seyirci, Gilliam’ın kendine özgü, distopik dünyasının labirentlerinde çıkış arıyor 105 dakika süresince. Bilimkurgusal fantastik filmlerin ustası Terry Gilliam’ın distopya üçlemesinin bu son halkası, meraklısınca kaçırılmayacak bir seyirlik. Kültür Servisi Dünyaca ünlü Bro adway müzikalleri ni Türkiye’de ilk kez izleyiciyle buluşturan Zorlu Center PSM, gelecek sezon Andrew Lloyd Webber’ın başyapıtı “Phantom of the Opera” (Operadaki Hayalet) ile Disney’den “Beauty and the Beast”i (Güzel ile Çirkin) sahnesinde ağırlayacak. Bu iki başyapıtın biletleri kısa bir süre için özel bir indirimle satışa çıktı. Sanatseverler 20 Mayıs’a kadar yeni sezonun her iki müzikalinin biletlerini Zorlu Center PSM gişelerinden yüzde 15 indirimle satın alabilecek. Yönetmenliğini Rob Roth’un, koreografisini ise Matt West’in üstlendiği, Disney’in Tony ödüllü müzikali “Beauty and the Beast” iki yıl aradan sonra 20. yılı onuruna düzenlenen turnenin ilk durağında İstanbul’da sahne alacak. En uzun süreli ve en çok hasılat yapan Broadway gösterileri arasında bulunan müzikal dünyada 22 ülkede, 120 şehirde, 15 bin performansla, 8 ayrı dilde sahnelendi. Dünyanın en çok konuşulan müzikalleri arasında en üst sıralarda yer alan “Phantom of the Opera” müzikali ise dünyanın 27 ülkesinde 130 milyonun üzerinde izleyiciye ulaştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle