07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 NİSAN 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ [email protected] 11 Ocak ayında işsizlik bir önceki aya göre yüzde 0.1 artarak yüzde 10.1 seviyesinde gerçekleşti Çift haneye demirledi Ekonomi Servisi Aralık 2013, Ocak, Şubat 2014 aylarını kapsayan dönemde geçen yılın aynı dönemine göre 0.5 puan azalışla yüzde 10.1’e gerilerken mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı ise bir önceki döneme göre 0.3 puan azalışla yüzde 9.1 oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Aralık 2013, Şubat ve Ocak 2014 aylarını kapsayan ocak ayı hanehalkı işgücü istatistiklerini açıkladı. 2014 ile birlikte işsizlik hesabında 3 temel değişikliğe giden TÜİK’e göre Türkiye genelinde işsiz sayısı 2014 yılı ocak döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 49 bin kişi azalarak 2 milyon 841 bin kişi olarak gerçekleşti. 2014 Ocak döneminde işsizlik oranı ise 0.5 puanlık azalışla yüzde 10.1 oldu. İşsizlik oranı 2014 yılı ocak ayında bir önceki aya göre 0.1 puan artış gösterdi. İşsiz sayısında ise bir önceki aya göre 32 bin kişilik artış yaşandı. Ocak döneminde tarım dışı işsizlik oranı geçen yılın aynı ayına göre 0.6 puanlık azalışla yüzde 12.3 düzeyinde gerçek Türkiye’de işsizlik oranları her geçen ay artıyor. 2014 Ocak ayında 32 bin kişi işsizler ordusuna katıldı. TÜİK verilerine göre ocak döneminde işsiz sayısı 2 milyon 841 binken DİSKAR’ın belirlemelerine göre 4 milyon 985 bin kişi işsizliğin pençesinde. leşti. Tarım dışı işsizlik bir önceki aya göre 0.2 puan artış gösterdi. 1524 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı ise ocak döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 1.7 puanlık azalışla yüzde 19 oldu. İstihdam edilenlerin sayısı 2014 yılı ocak döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre 761 bin kişi artarak 25 milyon 194 bin kişiye yükseldi. Bu dönemde, tarım sektöründe çalışan sayısı 91 bin kişi azalırken tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 852 bin kişi arttı. 162 bin kişi işten çıkarıldı Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSKAR) anketine göre, gerçek işsizlik oranı yüzde 16.5, gerçek işsiz sayısı ise 4 milyon 985 bin kişi olarak gerçekleşti. Yeni işsizlerin sayısının (12 aydır iş arayanlar) 966 bin kişi olduğunu belirten DİSKAR açıklamasında şu tespitlere yer verdi: Bu işsizlerin 362 binini, yani yüzde 37’sini geçici bir işte çalışan ve iş bittiği için işsiz kalanlar oluşturdu. Yeni işsizlerin 162 bini ise işten çıkartılanlar. Son bir yılda kısmi süreli çalışanların sayısındaki artış 75 bin olarak gerçekleşti. Geçici işlerde çalışanların sayısı da 151 bin kişi arttı. Çaresizler, umutsuzlar ve resmi işsizlerin toplam sayısı 6 milyon 26 bindir. Kadınlar için geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 23’tür. 50 saat ve üzerinde haftalık çalışma süresine sahip olanların sayısı 174 bin kişi artarak 9 milyon 622 bine yükseldi. Bu kişiler toplam iş başındaki çalışanların yüzde 40’ını oluşturdu. Her dört kişiden biri haftalık 60 saatin üzerinde çalıştı. Orta Gelir Tuzağı Meselesi “Orta gelir tuzağı” sorunu iktisat biliminin görece yeni kavramlarından. Ancak “uğraş” olarak iktisat biliminin tarihi kadar eski. Kavram, kabaca, büyümenin görece kolay olan ilk aşamaları aşıldıktan sonra üretkenlik kazanımlarına dayalı sürdürülebilir bir büyüme sürecine geçişin sıkıntı ve zorluklarını ifade etmek için kullanılmakta. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya ekonomisine ilişkin gözlemler, ülkelerin kabaca 15 bin dolarlık kişi başına gelir düzeyine ulaştığı noktadan sonra büyüme temposunda ciddi sıkıntı yaşamış olduklarını belirtiyor. Gözlemlere göre aralarında Güney Kore, Singapur, Japonya gibi ülkelerin bulunduğu sadece bir avuç ülke bu eşiğe takılmadan büyüme hızlarını koruyabilmişler. Türkiye ise “düşük orta gelirli ülke” düzeyine 1950’lerde ulaştıktan tam 50 sene sonra, 2006’da “yüksek orta gelirli ülke” düzeyine çıkabilmiş; yani henüz orta gelir tuzağını aşamamış durumda gözüküyor. Türkiye’nin kişi başına ulusal geliri 1998 ile 2003 arasında (dövizin fiyatına bağlı olarak ve 1999, 2001 krizleri sonucunda) 4 bin dolar düzeyi civarında salınmaktaydı. Sonra küresel para piyasalarında “büyük uyum çağı” diye adlandırdığımız döviz bolluğu dönemi başladı. Batı ekonomilerinde faizlerin yüzde 23 düzeyine kadar indiği bir ortamda Türkiye benzeri yükselen piyasa ekonomileri yüzde 10’u aşan faiz getirileri sunarak sıcak para akımlarına dayalı bir ivmelenme kaydettiler. Türkiye’nin kişi başına milli geliri 2008’e değin dolar bazında yıllık ortalama yüzde 20.1 artış gösterdi ve 10 bin dolar düzeyine çıktı. Halbuki TL bazında sabit fiyatlarla hesaplandığında gerçek büyüme hızı yılda ortalama sadece yüzde 4.1 idi. Sanal âlemin dövizin ucuzlamasına dayalı söz konusu hormonlu büyüme süreci 2008 Ekim’inde Lehman krizi ile son buldu. Türkiye’nin fert başına geliri son beş yıldır 10 bin dolar düzeyinde çakılı kaldı. Dikkat ederseniz, o günden bu yana ne zaman büyüme üzerine bir tahminde bulunulsa, ilk irdelenen soru “dövizin fiyatının ne olacağı” sorusudur. Eğer Amerikan Fed sistemi QE diye anılan para basma işlemini sürdürür de, dünya ekonomisini dolara boğmaya devam ederse Türkiye de bu olanaktan yararlanacak ve aslında “vasat” bir tempoda büyümesine rağmen, dolar bazında sanki hızlı büyüyen bir ekonomi algısı yaratacaktır. Türkiye’de büyüme, teknolojik gelişme ve eğitilmiş işgücüne dayalı üretkenlik kazanımlarından değil, uluslararası piyasalarda doların fiyatının ne olacağına indirgenmiş bir söz oyununa dönüşmüştür. HHH Türkiye’nin orta gelir tuzağı içine sıkışıp kalmış bu “vasat” görünümünün ardında ise parçalanmış bir ulusal ekonomi deseni yatmaktadır. Bir yanda İstanbul, Kocaeli, Bursa, Eskişehir havzasına sıkışmış “yüksek” gelirli Türkiye; diğer yanda ortalama eğitim süresi 4 yıldan az olan (ilkokuldan terk), kıt sermayeli, geri teknolojili ve ulusal ve uluslararası tekellerin açık sömürüsüne terk edilmiş olan bağımlı “yoksul” Türkiye. “Zengin” Türkiye, sürekli olarak “yoksul” Türkiye’yi üretmekte; yoksul Türkiye ise ucuz işgücü, ucuz hammadde ve toprak rantları aracılığıyla zengin Türkiye’ye kaynak aktarmaya devam etmektedir. “Yüksek gelirli Türkiye” ile “yoksul Türkiye” birbirinden kopuk görünmesine karşın, aralarındaki işgücü ve sermaye göçü, finansal bağımlılık, ulaştırma ağlarındaki karmaşık yapılaşma ve benzeri mekanizmalarla sürekli olarak birbirini besleyen ve yoksul Türkiye’yi kalıcı olarak yoksulluk tuzağına hapseden bir ikili tuzak (duality trap) yapısı sunmaktadır. Nitekim, Latin Amerika ekonomileri ile birlikte Türkiye, hem kişiler arasında gelir dağılımı hem de bölgeler arasında gelişmişlik farklarının en yüksek olduğu ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’nin yapısal olarak “Latin Amerikan” tarzı bir ekonomi görünümü farklı boyutlarda da karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda ilginç bir çalışma McKinsey Enstitüsü tarafından Meksika ekonomisi üzerine yayımlandı.(*) McKinsey Raporu, Meksika’da aslında “iki adet” Meksika ekonomisi olduğunu vurguluyor ve “modern” Meksika’nın çağdaş üretim, pazarlama ve finansman olanaklarına sahip olarak yılda yüzde 5.8’lik bir üretkenlik büyümesi yaşadığını belirtiyordu. Buna karşın, “geleneksel” Meksika’da üretkenlik sadece yüzde 0.8’lik bir gelişme kaydederek durgunluğun ve adaletsiz büyümenin ana kaynağını oluşturmaktaydı. Raporun bulgularına göre, geleneksel ve geri kalmış (bizce geri bıraktırılmış) Meksika, yüksek gelirli modern Meksika’yı da aşağı çekerek tüm Meksika ekonomisinin gelir ortalamasını da durgunluğa hapsetmekteydi. McKinsey Raporu’nda, “Meksika” sözcüğünün yerine “Türkiye” sözcüğünün kullanılması, ana bulguları değiştirmemektedir. Meksika ekonomisi Kuzey Amerika Ortak Ticaret Bölgesi’nin (NAFTA’nın) getirdiği ucuz dövize dayalı büyüme hamlesini yoksul/geleneksel Meksika’ya rağmen ve ona karşısürdürmektedir. Orta gelir tuzağı sorunu bir ortalama büyüme hızı sorunu değil, küresel kapitalizmin anarşik yapısının ve dengesiz büyüme sürecinin ürettiği ikili ve hatta çoklu parçalanmış yapıların sonucu olarak karşımızda durmaktadır. (*) Mexico: A Tale of A Two Speed Economy. http://www.mckinsey.com/ Insights/Americas/AtaleoftwoMexicos? İşçiye Türkİş MUSTAFA ÇAKIR Benzin yine 5 lirayı geçti Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, tavan fiyatı uygulamasında baz alınan İstanbul Avrupa yakasındaki benzinin tavan satış fiyatını 5.04 liraya çıkardı. Türkiye, yeni fiyatlarla Norveç, İtalya ve Hollanda’nın ardından dünyanın en pahalı benzinini kullanan 4. ülke durumuna geldi. Murat Kurum Özcan Tahinciolu sözü ANKARA Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerının satılmasına karşı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın önündeki eylemlerine devam eden işçiler dün ODTÜ’ye giderek öğrenci ve öğretim üyeleri ile buluştu. İşçiler her gün bir üniversiteye gitme kararı da aldı. İşçilerin bu süreçte daha aktif olmasını istedikleri Türkİş Başkanı Ergün Atalay da dün işçilere destek ziyaretinde bulundu. Atalay, özelleştirme ihalesi için başvuruda bulunan şirketlerin beklenilen düzeyde teklif veremeyeceklerini, bu nedenle de ihalelerin gerçekleşmeyeceğini söyledi. Türkİş olarak her zaman işçilerin yanında olduklarını belirten Atalay, “Her aşamada yanınızda olacağız. Birlikte yürüyeceğiz” dedi. Nidakule’den 620 milyon TL bekleniyor Ekonomi Servisi Tahincioğlu, Ataşehir’de A Plus ofis projesi ‘Nidakule Ataşehir’in ilk etabı Nidakule Ataşehir Kuzey’i hayata geçiriyor. TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO işbirliğiyle yapılacak 190 adet ofis, 21 adet ticari alan ve 1 adet konferans salonunun bulunacağı Nidakule Ataşehir Kuzey’den 620 milyon TL satış geliri bekleniyor. 13 bin 20 metrekare alanda inşa edilen Nidakule Ataşehir Kuzey lansmana özel metrekare fiyatları 5 bin 500 TL + KDV olacak. Nidakule Ataşehir Kuzey’in tanıtımında konuşan Tahincioğlu Gayrimenkul Yönetim Kurulu Başkanı Özcan Tahincioğlu, şirket olarak bu yıl iki projenin daha tanıtımını planladıklarını belirterek Emlak Konut GYO’nun ihalelerine daha agresif katılmayı amaçladıklarını söyledi. Emlak Konut Genel Müdürü Murat Kurum da Nidakule’de hasılat paylaşımı yöntemini kullandıklarını, Tahincioğlu’nun 190 milyon TL’yi kendilerine vermeyi taahhüt ettiğini aktardı. Kurum, Emlak Konut’un gerçekleştirdiği bazı projelerle ilgili yürütmenin durdurulması ile ilgili olarak da “Daha idare mahkemesiyle Danıştay anlaşamıyor. Projelerimizde problemler yoktur demiyorum. Varsa düzeltilmesi gerekiyorsa düzeltiriz. Açılan davalarla ilgili eksiklerimiz varsa yeni planlarda telafisini yapıyoruz. Ama bizim yaptığımız projeler yönetmelikler çerçevesinde yapılıyor” diye konuştu. Ekonomi Servisi AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında litresi 1.64 lira (1 dolar) olan benzine yine zam geldi. Böylelikle AKP döneminde benzin fiyatları tam yüzde 237 artmış oldu. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, tavan fiyatı uygulamasında baz alınan İstanbul Avrupa yakasında 1518 Nisan arasında benzinin tavan satış fiyatını 5.04 lira, motorinin tavan satış fiyatını 4.33 lira olarak belirledi. Bu tarihlerde İstanbul Anadolu yakasında benzinin litresi 5.04, motorinin litresi 4.34 liradan; Ankara’da benzinin litresi 5.05, motorin litresi 4.34 liradan; İzmir’de benzinin litresi 5.06, motorinin litresi 4.22 liradan satılacak. Türkiye’de yeni fiyatlarla benzinin litresi 2.37 dolara yükseldi. Bu durumda litresi 2.87 dolarla Norveç, 2.45 dolarla İtalya ve 2.44 dolarla Hollanda’nın ardından dünyanın en pahalı benzinini kullanan 4. ülke durumuna geldi. Kişi başına milli gelirin 100 bin doları aştığı Norveç’te bir depo benzinin bedeli, 6 bin dolar dolayındaki asgari ücretin yaklaşık yüzde 2’sine denk geliyor. Kişi başına milli gelirin 10 bin doları aşmadığı Türkiye de ise bir depo benzin doldurabilmek için asgari ücretin dörtte birini ödemek gerekiyor. Bankalara şikâyet yağdı Ekonomi Servisi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na (BDDK), şahsen ve eposta aracılığıy la ulaşan ihbar ve şikâyet sayısı, geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 23.8 artarak 16 bin 870’e ulaştı. BDDK’nin 2013 yılı Faaliyet Raporu’na göre, bireysel krediler konusundaki başvurular bir önceki yıla göre yüzde 1.9 artış gösterdi. Başvurular yeniden yapılandırma ile masraf ve komisyon konularında yoğunlaştı. Mevduat ve katılım fonları ile ilişkili ücret, masraf ve komisyon başvurularının payı bir önceki yıla göre yüzde 30.7’ye yükseldi. Zehra sabah aynada moraran gözünü, dudağının üzerindeki yarayı görünce bir an “Acaba işe telefon edip hastayım deyip gitmesem mi?” diye düşündü. Sonra vazgeçti. Birkaç hafta önce bir bahane bulup gitmemişti. Ama nereye kadar? Eninde sonunda kapının önüne koyarlardı onu. “Soran olursa kapıya çarptım derim” diye geçirdi aklından. Aslında bu olay birkaç ayda bir tekrarlandığı için artık pek soru soran da olmuyordu yakın birkaç mesai arkadaşı dışında. Kemikleri sızlıyordu, ama yine de bir kuvvet giyindi, bir pudra ile morlukları hafifletmeye çalıştı ve yola çıktı... Her 10 kadından 4’ünün hayatları boyunca şiddetin en az bir formuyla karşı karşıya kaldığı bir ülke Türkiye. İçlerinde en yaygını aile içi şiddet. Ve ne yazık ki azalacağına artıyor. Hem şiddet hem kadın cinayetleri. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü verilerine (2009 yılı araştırması sonuçları) göre ülke genelindeki kadınların yüzde 39’u fiziksel şiddet, yüzde 15’i cinsel şiddet yaşarken yüzde 42’si de iki şiddetten en az birini yaşadığını ifade ediyor. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre ise kadın cinayetleri son 7 yılda yüzde 1400 artmış durumda. Her ne kadar kadınların gelir düzeylerinin artması şiddetin yoğunluğunu azaltıyor olsa da her eğitim düzeyinden kadın şiddet mağduru olabiliyor. İş Dünyası Aile İçi Şiddeti Önleyebilecek mi? Önceleri tam bir tabu idi aile içi şiddet. Devlet kademelerinde bile. Polis müdahale etmezdi. Feminist hareketin yoğun çabaları sonucunda yasa değişiklikleri yapılarak devletin kadını korumasının yolu açıldı. Açıldı açılmasına ama hem kadını ne kadar koruduğu tartışılır hem de şiddet ülke geneline öylesine nüfus etmiş durumdaki tek başına devletin fazla yol kat edemeyeceği aşikâr. İş dünyası buradan hareketle önemli bir adım attı. Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu öncülüğünde “Aile İçi Şiddete Karşı İş Dünyası” isimli bir proje başlıyor. Burada amaç, şirketlerin bu konudaki duyarlılıklarını artırmak, kurumların şiddet gören çalışanlarına sahip çıkmaları ve toplumsal farkındalığın çoğalması... Anketlerle şiddetin boyutları öğrenilecek; uluslararası boyutta bu konuda şirketlerin iyi uygulamaları tespit edilecek ve Türkiye’deki şirketlerin bu modelleri benimsemeleri teşvik edilecek. Hollanda hükümetinin Matra Fonu’ndan sağlanan 20 bin Avro’luk destekle yürütülecek olan ve 1 yıl sürmesi planlanan projenin tanıtılması kapsamında düzenlenen çalıştayda STK’ler, iş ve akademi dünyası ile bir araya geldik. Projenin liderliğini üstlenen Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Melsa Ararat’a göre şirketlerin sorumluluğu mesai saatleri dışında da devam etmeli. Ararat “Şiddet uygulayan erkek, polisten ve devletten korkmuyor, ne yapacağını biliyor ve ona göre davranıyor ama kadının arkasında onu koruyan, sahip çıkan bir şirket olursa nasıl bir sonuçla karşılaşacağını bilmediği için kendine çeki düzen verir” diyor. Tabii burada kadının kendisine yönelik şiddeti hem anlatabilmesi hem de bu yüzden işten atılmaktan korkmaması gerekiyor. İş dünyasının bu konuya el atması son derece önemli. Sabancı Üniversitesi iyi bir ilk adımı attı ancak sadece bir avuç şirkette uygulamanın başlaması toplumsal dönüşüm için asla yeterli değil. Bir Kadın Hakları Savunucusu: Moroğlu Yaşamını kadın hakları mücadelesine adayan bir isim Prof. Dr. Nazan Moroğlu. Tam anlamıyla bir sivil toplum savaşçısı. 2 dönem başkanlığını yaptığı Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nde (TÜKD) koltuğunu Prof. Dr. Gaye Erbatur’a devretmeye hazırlanıyor. Geçen hafta bir veda buluşması düzenleyen Moroğlu, genel başkanlığı süresince kadınlara ve üniversite öğrencilerine yönelik projelerinin aile içi şiddetin önlenmesi, çocuk gelinler ve hukuk okuryazarlığı üzerine yoğunlaştığını kaydetti ve düzenli olarak kız çocuklarına burs verdiklerini belirtti. Moroğlu akademik çalışmalarına geri dönecek tabii kadın çalışmaları konusunda mücadeleyi de bırakmadan...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle