03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 28 MART 2014 CUMA 16 KÜLTÜR Masalsı bir aşk... ASLI SELÇUK ‘GÜZEL VE ÇİRKİN” BUGÜN GÖSTERİMDE ği 1. İmparatorluk dönemine, 1810’a taşıyan Gans, içeriğiyle günümüzü çağrıştırır. Belle’in babasının gemileri batınca aile sosyal statüsünü yitirip ormandaki kır evine taşınır. Kendi yorumunu ilkelle modernite arasına yerleştiren sinemacı güncel bir iletiyi vurgular: “Gün geçtikçe krize gömülen bir Avrupa var. Eskisi gibi Prens, Belle’i lüksün, zevkin olduğu bir krallığa da götüremez. Benim iletim daha pragmatik: Güçlüklerle, zorlu darbelerle baş etmenin tek yolu aşktır, düşselliktir, kesinlikle varsıllık, zenginlik değildir.” Bir aile filmi yapan yönetmen, her kuşağın bu masalı ayrı okuyacağını, yorumlayacağını belirtiyor. Güzel ve Çirkin, kadınerkek ilişkisinin, bekâreti yitirmenin metaforu. Mitolojinin en güçlü simgesi çocukluğun bunaltıcı düşlerinden kurtulduktan sonra cinsellik kirli olmaktan çıkıp uyarıcı, özgürleştirici oluyor. Hayvan’sa acıyı, öfkeyi, pişmanlığı simgeliyor, ikinci şansa, aşka kavuşunca yeniden insan oluyor. Bu masal aynı zamanda canavarlarımızdan nasıl kurtuluruz sorusunu da soruyor. Masalın özgün yalınlığını koruyan, her beyaz atlı prensin içinde bir hayvan vardır, bu hayvana karşın birliktelik nasıl sürdürülürü sorgulayan Güzel ve Çirkin, bugün gösterimde. Şair, ressam, oyun yazarı, boks menajeri, yönetmen Jean Cocteau’nun Madame Leprince de Beaumont’un La Belle et la Bete (Güzel ve Çirkin/1740) masalından uyarladığı fantastik film (1946) dünya sinemasının klasikleri içinde yerini aldı. İflasın eşiğindeki bir tüccar 3 kızı, bir oğluyla yaşamaktadır. Aile dostları Avenant (Jean Marais) Belle’le (Josette Day) evlenmek ister ama genç kız babasından ayrılmak istemez. Babası gizemli bir şatonun bahçesinden Belle için gül koparınca, yarı insan yarı hayvan bir yaratık onu ölümle tehdit eder. Babanın canını ancak kızlarından biri şatoya gelirse bağışlayacağını söyler. Babasının yerine şatoya giden Belle, “Hayvan”dan önce korkar, sonra ona alışıp acımaya başlar. Jean Cocteau’ya göre sinema, edebiyat ve resmin boyutlandırılmış ve açımlanmış formundadır, bu filmde açıkça gözlemlenir. Klasik mitolojinin özünü içselleştirmiş olan bilge Cocteau, bu pırıltısını Güzel ve Çirkin’in her sahnesi u Gans’ın yeni versiyonu “Güzel ve Çirkin”de Belle odaktadır. Babasına derinden bağlı genç kız muhteşem, dokunaklı bir yaratıkla gerçek aşkı tanıdıktan sonra kadın olur. Çağdaş film bir kadının yarı insan, yarı hayvan, yarı Tanrı bir yaratığa duyduğu tutkunun çevresinde gelişir. ne serpiştirmiştir. Gerçek aşkı ve onun kurtarıcı gücünü işleyen film aynı zamanda sinemacının esin perisi Jean Marais’ye yazdığı bir aşk mektubudur. Masalı canlı heykeller, elmas gözyaşları gibi gerçeküstü romantik öğelerle süsleyen Cocteau, fantastik sinemayı yüceltir. Cocteau’nun bu değerli klasiğini 68 yıl sonra Christophe Gans (Kurtların Kardeşliği, Sessiz Tepe) yeniden sinemaya uyarladı. “Cocteau’nun filmine hayranım. Masalı daha da zenginleştirdi. Bu film onu en kişisel yapı tı olan Orpheus’a hazırladı. Benzersiz bir yeniden yorumlama özüne sahip. Bu onun modernitesinin göstergesi” diyen Gans, özgün metnin ona insanla doğa arasındaki zorlu ilişkiye çağdaş bir bakışla bakmasını sağladığını belirtiyor. Masal, Latin ve Yunan mitlerinin bir çeşitlemesi. Ovidius’un Metamorfozlar’ındaki gibi tanrılar, özellikle Zeus, insanları baştan çıkarmak için hayvanlara dönüşürler. Cocteau’nun dünyasını oluşturan bu klasik kültür, doğanın güçlerini de içerir. Gans’ın yeni versiyonunda Belle (Léa Seydoux) odaktadır. Babasına derinden bağlı genç kız muhteşem, dokunaklı bir yaratıkla (Vincent Cassel) gerçek aşkı tanıdıktan sonra kadın olur. Çağdaş film bir kadının yarı insan, yarı hayvan, yarı Tanrı bir yaratığa duyduğu tutkunun çevresinde gelişir. Peri masallarının şiirsel içeriği tüm geleneklere karşı gelen boyutlarından ayrılamaz. Parmak Çocuk, Eşek Derisi gibi masallarda ensest, yamyamlık gibi karanlık konuları işlerler. Filmini, mitolojik resimsel betimlemenin yeniden boy verdi KÜLTÜR SANAT Mads Mikkelsen’i seyretmek adına kaçırılmayacak türden, farklı bir tarihsel film ‘Adalet İçin’ bugün gösterime giriyor 16. yüzyıldan bir başkaldırı hikâyesi Modern sinemanın temellerini atan Fransa’daki Yeni Dalga, İngiltere’deki Özgür Sinema akımlarının ardından 1970’lerde ortaya çıkan Yeni Alman Sineması’nın, özellikle “Der Jünge Törless” filmiyle ünlenen, önemli yönetmenlerinden Volker Schlöndorff’un uzun yıllar önce ülkemizde (ilkin Sinematek’te daha sonra sinemalarda) “Hak Mücadelesi” adıyla gösterilmiş olan, David Warner, Anna Karina, Anita Pallenberg gibi dönemin kimi gözde oyuncularının rol aldığı “Michael Kohlhaas, der Rebell” (1970) diye bir filmi vardı vaktiyle. Schlöndorff’un klasik Alman yazarı Heinrich von Kleist’ın, kısaca 16. yüzyılda geçen bir başkaldırı hikâyesi olarak özetlenebilecek (Kafka’nın da çok beğendiği) bir uzun hikâyesinden beyazperdeye aktardığı bu film, yetiştirdiği atlarına zorbaca el koyan derebeylerine karşı köylüleri de arkasına alarak başkaldıran, kendi halindeki sıradan bir at taciriyken, yol açtığı toplumsal isyan hareketinin dalga dalga tüm yöreye yayıldığı, giderek asi bir devrimci öndere dönüşen Michael Kohlhaas’ın hikâyesini, belirgin gişe kaygısıyla beylik ticari kalıplara da yeşil ışık yakan, uzlaşmacı bir sinema diliyle anlatıyordu anımsayabildiğim kadarıyla. Bugün “Adalet İçin” adıyla gösterime giren, Arnaud des Pallieres’in yönettiği “Michael Kohlhaas” işte bu konuyu yeniden ele alan, 2013 Cannes Festivali’nde yarışmış, 2 saatlik bir FransızAlman ortakyapımı. Paris ve banliyölerinden dışlanan Yahudiler üstüne felsefi, şiirsel ve tarihsel bir anket niteliğindeki ilk filmi “Drancy Avenir”i (1997) izleyen “Adieu” (2004), Amerikalı romancı John Cheever’in romanından uyarladığı “Parc” (2009) ve “Poussieres d’Amerique” (2011) gibi filmleriyle tanınan, 1961 doğumlu u Cannes Festivali’nde yarışmış “Michael KohlhaasAdalet İçin”, Montreal’de jüri özel ödülünü kazanmış, Juliette Binoche’lu, Norveçİsveç yapımı “A Thousand Times Good NightBinlerce Kez İyi Geceler”le birlikte haftanın öne çıkan, seyredeğer filmi. Fransız yönetmen ve senarist Arnaud des Pallieres’in, klasik Alman yazarı Heinrich von Kleist’ın en tanınmış hikâyelerinden Michael Kohlhaas yaklaşımı, 45 yıl öncesinin Schlöndorff filminden farklı olarak, toplumsal eleştiriden çok kişisel bir intikama odaklandığı izlenimi uyandırıyor seyrettiğimiz bu yeni Michael Kohlhaas versiyonunda. Michael rolündeki 1965, Kopenhag doğumlu oyuncu Mads Mikkelsen’in, canlandırdığı karakterin bütün ruh halini yansıtan performansıysa kuşkusuz görmelere değer! Slav asıllı, asker ağırlıklı, Prusyalı bir ailenin çocuğu olarak 1777’de doğan, 1799’da askerlikten ayrılıp felsefetarih eğitimi için gittiği Paris’te J.J. Rousseau’nun düşüncelerinden çokça etkilenen, 1803’te Weimar’da Goethe ve Schiller’le de tanışan, ama çıkardığı dergiler yüzünden maddi durumu bozulunca 1811’de genç yaşta (ölümcül hasta bir genç kızla birlikte) intihar eden Heinrich von Kleist, Alman romantik gerçekçi tiyatrosunun, dram ve tragedyalarının yanı sıra komediler de kaleme alarak en önemli yazarlarından biri oldu. Ardında Prens Von Homburg gibi tarihsel dramlar, Kırık Testi gibi komediler bırakmış Kleist’in dürüst, inanç sahibi bir at tüccarının hakkını aramak için silaha sarılarak isyan etmek zorunda kalışını, alın yazısının insanı nerelere sürükleyeceği temasıyla da kaynaştırarak anlattığı bu uzun hikâyesini, mekânları ve kostümleriyle alışılmış, yüksek bütçeli, gösterişli dönem filmi tarzından ayrılan, aksiyona, afra tafraya sırt çevirmiş, yalın, durgunca bir üslupla sinemalaştırmış Arnaud des Pallieres. Senaryosunu Christelle Berthevas’la beraber, Kleist’in ayrıntılı, zengin metninden eksiltmeler yaparak yazan yönetmen, kameramanı Jeanne Lapoirie’yle birlikte büyük bölümünü doğada, gün ışığında, açık havada çektiği filminde, görkemli tarihsel dekor kostümlerden, kılıç şakırtılı savaş sahnelerinden uzak durup Aydınlanma dönemi öncesindeki 16. yüzyıl insanının gündelik yaşamına yoğunlaşmış daha çok. Dönemin atmosferini, şimdiye kadar alışılageldiği gibi mekânlar, giysiler, eşyalar aracılığıyla değil de, otoritelerin ceberutlaştığı bir düzene isyan ederek sadece hakkını arayan kahramanımızın öteki insanlarla ilişkileri üzerinden yansıtarak vermeyi deneyen filmin lokomotifiyse, nerdeyse her karede yer alan, günümüz Danimarka sinemasının yönetmen Lars von Trier ile birlikte kuşkusuz en uluslararası ünlü figürü diyebileceğimiz, yönetmen Nicolas Winding Refn’in “Pusher” serisiyle 2000’li yıllarda tanıyıp sevdiğimiz, en son Hannibal adlı TV dizisinde Dr. Hannibal Lecter’i canlandıran büyük oyuncu Mads Mikkelsen. Beylik deyişle, en azından Mads Mikkelsen’i seyretmek adına kaçırılmayacak türden, farklı bir tarihsel film “Adalet İçin”.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle