07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 ARALIK 2014 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI megalomandı Hitler bir M egaloman kime denir? Kendini herkesten üstün gören ve hep ön plana çıkmak isteyen kişiye! Bu insanın temelinde çok güçlü ve bastırılmış bir aşağılık kompleksi vardır. İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük megalomanlarından biri de Adolf Hitler’di. Savaş sonrası Führer’in bu hastalığı üzerine kafa yoran sayısız psikiyatrist onun iki ruhlu bir insan olduğu üzerinde birleşir. Çift kişilikli oluşu onu yakın çevresi için zaman zaman anlaşılmaz yapardı. Davranışları çoğu kez esrarengizdi. Gözlerini boyadığı insanları peşine takmasını başaran bu megalomanın başlattığı savaş sadece altı yıl içinde 60 milyon insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştur! On yıllık yönetimi sırasında hep daha büyüğün peşinden koşan Hitler’in düşlerinden biri de yüz binleri ve kendinden sonrakileri etkileyecek dev mimarlık eserleri yaratmaktı! Mimarlarının önüne koyduğu planların çoğu gerçekdışıydı. Onunla anlaşamamış tek mimar Stuttgartlı Paul Bonatz’dı. Münih’e Hitler’in istediği dev tren istasyonunu yapmaya karşı çıktığı için Almanya’yı terk etmek zorunda kalan Bonatz savaş ve savaş sonrası yıllarını Ankara ve İstanbul’da geçirir. Anıtkabir jürisinin başkanlığını yapar, Türkiye’de birçok öğrenci yetiştirir. Hitler’in dev yapılarına günümüzde Berlin’de, Nürnberg’de, Münih’te, Regensburg’da hâlâ rastlanıyor. En son Salzburg ziyaretimizin ardından yakın Berchtesgaden’de yaşayan eski tanış bir aileyi ziyaret etmeden Stuttgart’a dönmek olmazdı. Havanın soğuk, fakat güneşli olmasından yararlanarak onlarla birlikte Obersalzberg tepesine çıktık. AlmanyaAvusturya sınırında, iki bin metreye yaklaşan bu tepenin 1933’ten bu yana kötü bir ünü var. Ülkede yönetimi ele alan Hitler kısa süre içinde Obersalzberg’deki tüm yapıları ele geçirir. Mülkünü satmak istemeyenleri “toplama kamplarına gönderirim” tehdidi ile inatlarından vazgeçirtir. Kendine “halkın başbakanı” dedirten Hitler Almanya’yı ve savaşı çoğu kez, bu tepeye oturttuğu dev merkezden yönetmiş, SALZBURG ülkelerarası politikacılarla, diplomatlarla görüşmelerini burada yapmıştır. Obersalzberg malikânesinin AHMET altına açtırttığı ARPAD beş kilometrelik gizli tünellerin bazılarını bugün ziyaret etmek mümkün. Amerikalılar 25 Nisan 1945’te sadece bu dev yapıyı bombalamadılar, Nazi subaylarıyla muhafızların konakladığı tüm binaları da yok ettiler. Birkaç duvarı bırakılan Hitler karargâhının az ötesine 2005 yılında Bavyera Eyalet Hükümeti 50 milyon Avro harcayarak dev bir otel kondurttu. Az ötede, uçurumun bağrına sipsivri saplanan bir kayanın üzerinde ilginç yapı var. Hitler’in çayevi! Diktatör büyük salonunda veya terasında Eva’sıyla keyif çatıp çayını yudumlar, ötelerdeki Salzburg’u ve ufuktaki karlı dorukları seyrederken kafasından yeni “kötülükler” geçiriyordu. Burası Alpler’de bir “kartal yuvası.” Rayh bakanı Martin Bormann düşsel bu yapıyı Führer’e 50. doğum günü hediyesi olarak sadece 13 ayda zirveye kondurtmuştur. Yaklaşık 150 metrelik bir kayanın sivri tepesinde. Ulaşmak için önce kayalara oyulmuş, tarihi abajurlarla aydınlatılmış 124 metrelik bir tünelde ilerliyorsunuz. Sonra, içini kocaman bir avizenin ve şamdanların pırıl pırıl aydınlattığı, her yanı pirinç levhalarla kaplı kırk yedi kişilik asansörle kayaların içinde yine 124 metre yükseliyorsunuz, sadece 41 saniyede. İnanılmaz bir manzara ayaklarınızın altında. Dimdik yükselen yamaçlar silme çam ormanlarıyla kaplı, aşağılarda, kayaların derinliğinde Königsee’nin yemyeşil suları, üzerinde gemicikler, göle akan pırıl pırıl dereler. Stefan Zweig “Dünün Dünyası”nda Salzburg yıllarını anlatırken şöyle söz eder: “Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra o küçük kentin kasvetli manzarasını anımsayıp damından yağmur suları akan evimizde soğuktan titreştiğimizi düşündükçe, bu barış yıllarının değerini daha iyi kavrıyorum. Dünyaya ve insanlara inanmamıza izin vardı o günlerde. Fakat sonra hemen karşımızda, Berchtesgaden dağında oturan bir adamın (!) bütün bunları tuzla buz edebileceğini hiç düşünmemiştik...” www.ahmetarpad.de S Diplomat cenneti Ottawa 2010 yılından beri NY’nin diplomatlara ait trafik cezaları 18 milyon doları aşmıştır, hiç kimsenin de ödeyeceği yoktur. Zira muhatapları diplomattır. Diplomat kartvizitiyle sokaklarda fahişe kovalayan, kavgaya girip tabanca, bıçak çeken, uyuşturucu işine yönelenlerin listesi epeyi kalabalıktır. Bu listenin başında yer alan diplomatlara ait ülkeleri yayımladılar. En başta Mısır, Kuveyt, Nijerya, ardından öteki Arap ülkeleri geliyordu. Şükürler olsun, Türkiye bu listede hiç yer almadı! Trafik suç ve cezaları bir yere kadar af görebilir, ancak köle trafiğine diplomatların karışması akıl alacak şey değildir. Ottawa’da bunlar da oluyor ve Kanadalı yetkililerin eli kolu bağlı OTTAWA kalıyor. Bu yılın ilk aylarında ortaya çıkan bir skandal sonucu öğrenildi ki Filipin Elçiliği’nin diplomatlarından Bueneflor Cruz’un evinde Uzakdoğu’dan getirilmiş iki ev hizmetçisi kadın, modernköle olarak MAHMUT çalıştırılmaktaydı. Çocuk bakıcısı ŞENOL diye getirilmiş kadınların sokak yüzü görmeden, dışarıdaki hayatla irtibatları kesik, akrabalarını aramak olanağından uzak, sadece boğaz tokluğuna çalıştırıldıkları ortaya çıkınca yapılacak bir şey bulunamadı: Zira diplomatik dokunulmazlıkları vardı. Ottawa polisi dışişleri aracılığıyla girişimde bulunmayı akıl etti, böylece köle hizmetçi çalıştıran diplomat karıkoca sınır dışı oldu. Haydi bunu da hoş gördünüz diyelim, ya 2012 yılında, adı açıklanmayan bir Ortadoğu ülkesinin Müslüman diplomatlarına pedofili suçlamasının yöneltildiği polis raporlarına ne dersiniz? Ottawa polisi, bunu yapan bir Kanadalı olsaydı gözünün yaşına bakmazdı. Fakat Arap diplomatlar söz konusu oldu mu, dosyayı rafa kaldırıyor, meseleyi sumenaltı yapıyordu; zira diplomatik dokunulmazlık vardı. Herkesin diline peleseng olmuş, 1814’ten beri birçok anlaşmanın imzalandığı ve 1961 yılında tazelenmiş bulunan meşhur Viyana Konferansı ile devlet temsilcilerine tanınan diplomatik dokunulmazlık hakkının Kanada’da bu ölçüde esnetilip gevşetilmesi, kötüye kullanılmasının altında Kanada Federal yasalarının buna açık kapı bırakması yatıyor. Diplomatız, ne yapsak hakkımızdır diyen bu güruhun her tür harcamadan vergi muafiyeti olması usulsüzlüğü de beraberinde getirmiş olmalı ki Kanada Maliyesi’nde biriken dosyaların kabarıklığı herkesi rahatsız ediyordu. Lüks arabaları sıfır vergiyle Ottawa’dan alıp harcını ödemeden kendi ülkesine taşıyan diplomatların bu ticareti her sene yapması ise bir başka meseleydi. Ev kirası, belediyeye ait her türden giderlerin faturası, borca alınmış malların hesabı, bankalara kredi kartı borçları gibi akla gelebilecek her şeyin üzerine sünger çeken diplomatları kovalamak şansı bulunmuyordu. Bu yüzden ev sahipleri diplomat kiracı gelince kapıyı kapatıyor, banka memurları uzun mola verip diplomat müşteriye görünmemeyi tercih ediyor, belediye sugazkanalizasyon memuru parasını alamayacağını bile bile abone işlemini mecburen yapıyordu. Hasılı, bu dünyada diplomat olacaksanız bir an evvel olunuz ve ar damarınız çatlamışsa, Ottawa’ya tayin bekleyiniz. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin elçiliğine dair tek bir şikâyetin gelmemiş olduğunu duyduğumuzdan, Türk diplomatlarını bu yazıdan tenzih eder, gurur duyarız! Zira onlar devlet terbiyesi almış ve Lozan’da kendi cebinden yemek yiyen İsmet Paşa’nın meşrebindendir. [email protected] özümüz meclisten dışarı ama diplomat olacaksan, Ottawa’da olunmalı. Bir elleri yağda, ötekisi balda! Ne karışanı var, ne görüşeni; dilediğince, sorumsuz yaşıyorlar bu şehirde... Birleşmiş Milletler’e üye 193 devletin birçok temsilcisine Ottawa’da yer var. Ne var ki altı binden fazla diplomata ev sahipliği yapan Kanada’nın Federal başkenti Ottawa’nın başı, yabancı elçiliklerin çalışanlarıyla derttedir. Elçilik mensuplarının diplomatik dokunulmazlık zırhı altına gizlenip her türden yaramazlığa kalkışması, artık Kanada makamlarının canına tak etti. Kanada Dışişleri Bakanlığı habire muhatap ülkelerin sekreterliğine şikâyet mektubu yazıyor, ancak yasal olarak ellerinden bir şey gelmiyor. Sarhoş kafayla araç sürüp kaza yapan diplomat çıkınca polisin eli kolu bağlanıyor, kestiği cezayı ödeyen çıkmıyor. Mahkemeye sevk etmek ise diplomatik skandal haline kolayca geliveriyor. Birkaç ay evvel, ülkesinde olsa kolonya dahi kullanamayan Suudi Arabistanlı diplomat, kör kütük sarhoş vaziyette aracıyla kaza yapmış, polis özel eskort yaparak elçiliğe kadar beyefendiye eşlik etmişti. Bu da bir şey mi? 2001’de votkayı gırtlağından boca edip sonra arabasına binerek kaldırımdaki yayayı ezen Rus diplomat, Catherine Maclean adlı genç avukat kadını öldürmüş, diplomatik dokunulmazlığı yüzünden sadece sınır dışı edilebilmiş, Rusya’da 4 yıl hapis yatıp ucuza yakayı kurtarmıştır. Bu haberi bugünlerde tekrar gündeme getiren Ottawa polisi, diplomatik dokunulmazlıktan illallah getiriyor. Sadece Ottawa’da otomobil park ve trafik cezalarından dolayı yabancı elçilik mensuplarının borcu yıllardan beri birike birike 2 milyon Kanada Doları’na erişmiş bulunmaktadır. Ottawa böyle deyince, ABD’nin New York’undan (NY) daha büyük bir rakam hemen göze çarpar: orlama, mahalle baskısı insanlara inanmadıklarını belki yaptırabilir ama bu geçicidir. İnsanlar benimsemedikleri eylemleri yerine getirmekten kurtulmak için fırsat bekledikleri gibi, zorlayıcı her ne ise ondan kurtulmanın yollarını da ararlar. Birçok insanın oruç tutar gözüktüğü halde lüplettiğini biliyorum. Olanakları elvermemesine rağmen kendilerini kurban kesmek zorunda hissedenlerin sayısı da az değil. Zekât ve kurban gibi, İslam dininin, yoksullara yardım amacını taşıyan kurallarına uymayanları kınayabilir misiniz?.. Kurban kesmenin gösteriye dönüştürüldüğü, kurban derilerinin kapanın elinde kaldığı günümüzde, bu iş samimiyetten uzak bir gösteri halini STOCKHOLM aldı. Eski çağlarda dinlerin toplum düzeninde düzenleyici rolleri OSMAN İKİZ oldu ama günümüze yoksulların sorunuyla uğraşmak modern devletin görevidir. İnsanlar arasındaki ilişkilerde zorlama ve baskı olamaz. Önemli olan toplumda ortak duygu ve davranışı oluşturacak atmosferi yaratmaktır. Birkaç gün önce Noel sırasında düşündüm bunları. Gözlemlediğim kadarıyla Hıristiyan olmayan çok sayıda yabancı da Noel bayramını kutluyor. Ama ne İsa Peygamber ne kilise ne de dinle ilgileri var. Zaten İsveç toplumunun büyük çoğunluğunun da dinle, kiliseyle ilgisi yok. Noel, ailelerin buluştuğu, hediyelerin verildiği, manevi tarafı ağır basan bir gün. Tabii modern toplumlarda bu gelenek aşınmaya başladı. Noel tatilini fırsat bilen on binlerce İsveçli güneşli diyarlara uçuyor. Boşanmalar da geleneksel kutlamaların önündeki başka bir engel. Yetişkin çocuklar Noel akşamını babalarıyla geçirse anneleri kıskanıyor, annelerine gitseler babaları öfkesinin üstesinden gelemeyip kafayı çekiyor. Yalnızlık, terk edilmişlik hissinin intihara kadar gittiği de oluyor. Bunalım çağında bizi daha iyi günlerin beklemediği belli. İnsanlığı yozlaşmaktan ancak insanın mutluluğunu temel alan bir sistemin kurtarabileceği bakalım ne zaman anlaşılacak. Aftonbladet gazetesinin başyazarı da Noel yazısında yozlaşmaya para hırsının yol açtığını yazdı. Muhafazakâr hükümet döneminde hastaneleri özelleştiren sorumlu politikacının şimdi sağlık sektöründe en büyük özel şirkete transfer olduğunu hatırlatan yazar eski politikacıyı Charles Dickens’ın Noel öyküsüyle iğneledi. İğnelenecek politikacı çok. Öyküyü hatırlayalım: Noel’in huzurlu mutluluğundan hoşlanmayan Ebeuezer Scrooge’ı bir gece rüyasında Z İnsanlığı hatırlamak Amerikalıların G kıyamet hazırlığı... üneşteki patlamalar mı, teröristlerin nükleer bomba ile saldırısı mı, 7.7 ölçeğinde deprem mi, nükleer savaş mı, meteor düşmesi mi, üçüncü dünya savaşı mı? Yellowstone Parkı’ndaki yanardağın patlaması mı, öldürücü virüs salgını mı?.. Eğer kıyamet günü yaklaştı, dünyanın sonu gelmek üzere diye bir inanca sahipseniz yukarıda saydığımız herhangi bir olayın gerçekleşeceğine inanıyorsunuz demektir. O durumda oturup seyirci kalacağınıza birtakım önlemler alırsınız. Bunlar arasında evinizin bahçesini kazıp kalın betonla korunak yapmak, kilerin duvarlarını güçlendirip içini konserve yiyeceklerle doldurmak, silahlanmak, derin dondurucuları tıka basa hazır yemek kutuları ve acil durumlar için gerekli ilaçlarla depo haline getirmek, galonlarla içme suyu saklamak. ABD’de binlerce kişi kıyamet korkusu ile bunları yapıyor. Kıyamet korkusunun giderek insanların ruh halini etkilediğini söyleyen uzmanlar, bunun yeni bir iş alanı yarattığını ve milyonlarca doları bulan pazarın giderek büyüdüğüne dikkat çekiyor. Yeni bir de terim üretmişler; “Doomsday PreppingKıyamet TEKSAS Hazırlığı.” Uzmanlar Amerikan halkının yüzde 22’sinin kendi yaşamları içinde dünyanın sonunun TEVFİK geleceğine DALGIÇ inandığını belirtiyor. Bu inanıştaki insanların elinde bilimsel hiçbir kanıt olmadığını, bir bakıma sadece “ümit ettiklerini” de ekliyorlar. Kimi uzman bu kişilerin yaşamlarından memnun olmadıklarını ve kıyamet günü gelirse hayatta kalmayı, kahraman olmayı umduklarını söylüyor. Bu arada “kıyamet korkusu” yaşayan “hazırlıkçıların” sayısı da artmaya devam ediyor. Eğer vaktiniz olur da internette arama motorundan “doomsday prepping” terimini yazarsanız bu konuda hazırlanmış siteleri, “kıyamet gününe” hazırlıklı olmak isteyenlere yiyecek, içecek, ilaç, silah ve giyim eşyaları satan şirketlerin ilanlarını görürsünüz... Avrupalılar Amerikan halkının bu kıyamet günü korkusunu çok ilginç buluyor. Önce Economist dergisi konuyu ele aldı, daha sonra da İngiliz Sky Televizyonu da program hazırladı. Tartışmalar süredursun şimdilerde ABD’nin değişik eyaletlerinde kendilerini kıyamet gününe hazırlayan binlerce kişi başta İncil olmak üzere ihtiyaç duyacaklarını düşündükleri herşeyi depolamakla meşgul. [email protected] üç ruh ziyaret eder. Birinci ruh kahramanımızı gençliğinin Noel’ine götürür. Ebeuezer Scrooge parayı çok sevdiği için büyük aşkını kaybetmiş, yalnızdır. İkinci ruh ise o tam o sırada başkalarının Noel’i nasıl kutladığını gösterir. Mutlu ve neşeli insanlar Noel’i birlikte kutlamaktadır. Yanındaki işçilerden Bob Cratchit’in küçük oğlu Tim de ağır hasta olmasına rağmen mutludur ve arkadaşlarıyla oynamaktadır. Üçüncü ruh ise Ebeuezer Scrooge’ı gelecekteki Noel’e götürür. Küçük Tim maddi olanaksızlık yüzünden tedavi edilememiş ve ölmüştür. Kahramanımız kendi mezarını da görmüştür. Öldükten sonra kimse gözyaşı dökmemiş, yokluğu hissedilmemiştir. Ebeuezer Scrooge ter içinde uyanır. Artık ne yapacağını bilmektedir. Tim’i tedavi ettirir. İnsanlığını hatırlayıp bencillikten kurtulur. Birkaç yıl önce radyoda bir taksi sürücüsü anlattı: Noel akşamı çağrıldığı adrese gitmiş. Çok yaşlı bir adam gelip ön koltuğa oturmuş. Sürücü nereye gideceğini sorunca, taksimetreyi çalıştırmasını ama orada kalacaklarını söylemiş. Yalnız yaşamaktaymış. Noel gecesi yalnızlığın cenderesinden kurtulup bir insan sesi duymak, sohbet etmek istemiş. Bir saat sohbetten sonra taksi ücretini ödeyip uçsuz bucaksız yalnızlığına geri dönmüş. İnsanlığın silkinip uyanması umuduyla yeni yılınızı kutlarım. [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle