29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 ARALIK 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 ESKİ İBBŞTD GENEL SANAT YÖNETMENİ ORHAN ALKAYA 100 yıllık arşiv talan edilmiş İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın 100. yılında büyük skandal u Şehir Tiyatroları’nın 100 bin materyalden oluşan arşivinin üçte birinin talan edildiğini Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu ve Kütüphane Müdürü Enis Kayhan da doğruladı. Şehir Tiyatroları’nın kuruluş belgeleri, müzelik eşyalar, Vasfi Rıza Zobu ve Bedia Muvahhit gibi sanatçıların fotoğrafları kayıp. Darülbedayi’den bugüne 100 yıllık bir sanat kurumu olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İBBŞT) 100 yıllık arşivinin talan edildiği ortaya çıktı. En son “Cibali Karakolu” skandalıyla çalkalanan Şehir Tiyatroları’nda sular durulmuyor. 100 yıllık sanat kurumunun yaklaşık 100 bin materyalden oluşan arşivinin üçte birinin talan edildiği ortaya çıktı. Yaklaşık bir yıldır izini sürdüğümüz arşivin talan edildiği bilgisini kurumun Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu ile Kütüphane Müdürü Enis Kayhan doğruladı. Yazıcıoğlu, göreve geldiğinde arşivin talan edildiğinin tespit edildiğini, arşivi toparlamak ama“Macbeth” (193637) u Cibali Karakolu’na sansür tartışmasında Erhan Yazıcıoğlu, “Baskı ve sansür yok. Bu bir yıpratma politikası” derken, Zihni Göktay da “Baskı yok. Kıskanıyorlar” dedi. Nedim Saban ise sansüre karşı durduğunu, gerekirse Zihni Göktay’ın baskıyı dile getirdiği oyun sonrası konuşmasının videosunu yayımlayacağını söyledi. İstanbul Büyükşehir Belediyesu Şehir Tiyatroları’nda (İBBŞT), “Cibali Karakolu” tartışması sürüyor. Nedim Saban’ın İBBŞT’de oynanan “Cibali Karakolu”ndan fahişe rolünün ve oyuncusu Betül Kızılok Bavli’nin çıkarıldığını duyurmasıyla birlikte başlayan sürecin ardından, oyunda yer alan “Hep hükümet mi soyacak?” cümlesine de sansür geldiği ortaya çıkmıştı. Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’nden yapılan açıklamada, “Son günlerde sosyal medya ve bazı basın kuruluşlarında yer alan ‘orospu rolünün sansürlenmesi’ içerikli haberler, kurumumuzu yıpratma adına maksatlı girişilen kimi algı operasyonlarının çirkin neticesini göstermektedir” denildi. İBBŞT Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu ise “Cibali Karakolu”nun çok uzun olduğunu ve seyirciden gelen tepki üzerine oyunun kı saltıldığını, sansürün olmadığını söyledi. Oyunun başrol oyuncusu Zihni Göktay da verdiği bir söyleşide eleştirilerin alameti farikasının “kıskançlık” olduğunu dile getirdi. Göktay, söyleşide “O sahne kalkınca da ağızlara sakız oldu tabii. Kendi oyunları 45 sıra doluyor diye kıskançlıktan geberiyor millet. Dışarıdan tiyatroyu yıpratmak için yapıyorlar bunu. Erhan’ı da kıskanıyorlar” dedi. Nedim Saban ise bu süreçte yaşananlarla ilgili 19 Aralık gecesi Kâğıthane Sahnesi’ndeki oyunun ardından Zihni Göktay’ın yaptığı konuşmada, İBBŞT’nin son 10 yılının en kötü zamanları olduğunu, baskı yapıldığını ve laflarının oyundan çıkarıldığını söylediğini iddia etti. Saban, “Bu konuşmada Göktay, sansür ve baskı konusunda mı seyirciye dert yan Zihni Göktay İBBŞT’de sansür tartışmaları karşılıklı suçlamalarla sürüyor ‘Karakol’da vukuat var... ZUHAL AYTOLUN cıyla da arşivi kapattıklarını açıkladı. Yazıcıoğlu, “100. yılımızı kutlarken arşivde hiçbir şeye ulaşamadım. Dosyaların içinde en önemli belgeler, kuruluş belgeleri, 1900’lü yılların gelişimini gösteren belgeler, müzelik eşyaların kayıp olduğunu tespit ettik. Vasfı Rıza Zobu ile Bedia Muvahhit’in fotoğrafları da vardı mesela” dedi. Yazıcıoğlu, “İznim olmadan arşivden hiçbir şey çıkmayacak. Arşiv denetimde olacak. Bu arşiv artık yol geçen hanı değil. Dünyanın en önemli arşivine sahibiz” diye de ekledi. Şu günlerde envanter oluşturmakla uğraşan Kütüphane Müdürü Kayhan ise yaklaşık 100 bin materyalden oluşan arşivde, 1930’lardan kalma nadir Osmanlı el yaz maları, Osmanlıca oyun metinleri, yerli ve yabancı kitaplar, dergiler, afişler, fotoğraf albümleri, piyes metinleri bulunduğunu belirtti. Kayhan, arşivdeki birçok materyalin de sahaflarda bulunduğunu söyledi. Kayhan’ın arşivin halka açık bir arşiv olmadığını belirtmesi üzerine Yazıcıoğlu da bu nedenle arşivden belgelerin çalınmasının kurum içi çalışanlarla ilgili olabileceğine işaret etti. Şu günlerde arşivin envanterini hazırladıklarını, kayıp parçaları araştırdıklarını belirten Kayhan, arşivde kayda girmemiş, sağda solda kalmış materyaller de olduğunu vurguladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları arşivinin talan edildiğinin ortaya çıkması üzerine, Erhan Yazıcıoğlu’ndan önceki genel sanat yönetmenleri Orhan Alkaya ve Hilmi Zafer Şahin’in görüşlerine başvurduk. Hilmi Zafer Şahin, konuyla ilgili sorumuzu, “Eski süreçleri bilmiyorum. Geçmişteki süreçte yangın, taşınma vb. nedenlerle kayıplar olmuştur. Benim dönemimde arşivdeki materyallerin listesi çıkarıldı. Tarandı, düzenlendi” diye geçiştirdi. Kendi döneminde arşivdeki materyalleri korumaya almaya çalıştıklarını ve belli bir noktada da önünü kestiklerini belirten Orhan Alkaya ise, “Çalınan, alınıp geri getirilmeyen çok fazla belge var maalesef. Sadece arşivden atılanlar bile paha biçilmez” diyerek arşivdeki talan olayını doğruladı. Yıllar önce, arşivden çıkarılan 1928 tarihli evrakı hurdacıda bulduklarını, o evrakların kiloyla satıldığını öğrendiklerini açıklayan Alkaya, “Bu dağınıklığı anlatamam. Maalesef Türkiye’de arşiv yok etme alışkanlığı var. Biz elimizden geleni yaptık, en azından eldekileri kurtardık. Koruyoruz artık. Arşivdekiler kayda geçiyor” dedi. ‘Belgeler kiloyla satılmış’ Nâzım Hikmet, Orhan Pamuk ve ‘Hagiografi’ Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin açılışında Orhan Pamuk’un konuşacak olması tepki yarattı. Pamuk’un, öğrencilerin protestolarının da etkisiyle açılış törenine katılmayıp video kaydı yayımlanan konuşması da tepkilerin, eleştirilerin sürmesine neden oldu. Bence Türkiye’de bir üniversitede “Nâzım Hikmet”in adını taşıyan bir araştırma merkezinin açılmış olması önemlidir ve açan üniversitenin takdirle karşılanması gerekir. Üstelik bu merkez sadece büyük ustanın adını taşımakla kalmayacak. “Nâzım Hikmet’in anısını yaşatmak, arşivini ve bilgibelge merkezini oluşturmak, eserlerini çağdaş kitlelere ulaştırmak ve Türk edebiyatına, sanat ve kültür politikalarına yaptığı katkıları çok boyutlu bir biçimde değerlendirmek amacıyla kurulmuş”. Bu amaç ne kadar hayata geçirilebilecek merkezin çalışmalarını izleyip göreceğiz. Açılışa Orhan Pamuk’un konuşmacı olarak davet edilmiş olması ise garip değildir. Orhan Pamuk, Türkiye’nin Nobel Edebiyat Ödüllü tek yazarıdır. Orhan Pamuk’un katılması ve konuşma yapması, açılışı yapılan yere dikkati çekecek ve basının daha çok haber yapmasını sağlayacaktır. Böyle de olmuştur. Bence, hiçbir ünlü isim davet edilmeden de merkez açılabilirdi. Bu açılışa ilgi gösterilmesi için “Nâzım Hikmet”le Boğaziçi Üniversitesi’nin adlarının bir araya gelmesi yeterdi. Öğrencilerin Pamuk’u güncel siyasetle ilgili olarak aldığı tavırlar nedeniyle protesto etmelerini de doğaldır. Ama protestolar açılış sırasında da sürecek diye törene öğrencileri sokmamak doğru bir önlem değildir. Bu daveti yapanlar Orhan Pamuk’un tepki ile karşılanacağını da bilmeliydi. Orhan Pamuk’un konuşması sıradan bir açılış konuşması değildi. Bir üniversitede yapılması gereken cinsten bir konuşmaydı. Pamuk konuşmasında “Nâzım Hikmet”le ilgili bazı iddialar dile getirdi. Bunları söylerken bir tartışma yaratacağını da öngörmüştür. Orhan Pamuk’un ilk iddiası Türkçede Nâzım Hikmet’in doğru düzgün bir biyografisinin yazılmadığı, yazılmış olanların bir biyografiden çok aşırı övgülerden oluşan ve gerçekleri tahrif eden birer “hagiografi” olduğuydu. Bu hagiografiler Nâzım Hikmet’i kültleştirilip tartışılmaz hale getirmişti. Nâzım Hikmet’in yaşamı üzerine yapılmış birçok çalışma var. Bunlardan bazılarının gereksiz övgülerle dolu olduğu söylenebilir ama tümünü aynı kategoride “hagiografi” diye nitelemek toptancılık oluyor. Pamuk’un konuşmasında söz ettiği gibi Zekeriya Sertel’in “Nâzım Hikmet’in Son Yılları” adlı anılarında yazdıklarının tepki ile karşılandığı doğrudur. Ama Pamuk’un bu iddiasını Nâzım Hikmet hakkında yazılmış tüm biyografileri okuyarak ortaya attığını sanmıyorum. Örneğin Memet Fuat’ın 720 sayfalık “Nâzım Hikmet Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri” (Adam Yay. 2000) adlı çalışmasını okumuş olsa bu sözü etmezdi. Pamuk’un ikinci iddiası, “hapse gönderilmesine rağmen Atatürk’ü sevmeye devam eden Nâzım Hikmet’in, 1950’de hapisten çıktıktan sonra Kuvayi Milliye Destanı’nı yarım bıraktığı”. Zamanında Memet Fuat’ın şimdilerde M. Melih Güneş’in de dikkati çektiği gibi destanın sonunda “939 İstanbul Tevkifanesi, 940 Çankırı Hapisanesi, 941 Bursa Hapisanesi” ibaresi var (bkz. Nâzım Hikmet “Bütün Şiirleri” s. 613, Yapı Kredi Yay.). Güneş’in dediği gibi “Gerçek ve doğru için önce belgeye bakmak gerekir”. Pamuk, çarpıcı iddialar ortaya atacağım hevesiyle ikinci el bilgilere sarılacağına ana kaynaktan araştırsaydı bu yanlışlara düşmezdi. Büyük yazarlardan kendilerine has, özgün yargılar ve iddialar beklenir. Pamuk’un iddiaları araştırmacıları kışkırtacak niteliktedir ve Nâzım Hikmet araştırmaları yapmak amacıyla kurulmuş bir merkezin açılışında bu iddiaların ortaya atılmış olması, işin ruhuna uygundur. Bakalım hak ettiği ciddiyetle tartışılacak mı! dı yoksa kıskançlık konusunda mı?” dedi ve ekledi: “Benim Ahmet’le Mehmet’le ya da Erhan Yazıcıoğlu’yla bir sorunum yok. Benim sorunum sansürle. Sansüre karşı duruyorum. Bu konuşmaların ardından artık bana kalan, o gecenin videosunu bulup yayımlamak.” Hiçbir çıkarının olmadığını ve buna karşılık sansüre karşı duran bir meslektaş olarak neden kendisinin hedef alındığını da soran Saban, “Duayen bir oyuncunun bu videosunu yayımlatmasınlar bana. Bir özür bekliyoruz. ‘Seyirciye ihtiyacınız varsa gönderelim’ diyorlar. Seyirci satılık mı? Ayrıca bir oyunun başarısı seyircinin çokluğuyla mı ölçülüyor” diye sordu ve ekledi: “O koltuk Muhsin Ertuğrul’un koltuğu. Bunu kimse unutmasın.” Erhan Yazıcıoğlu ise Nedim Saban’a hakaret davası açacağını söyleyerek “İBBŞT’yi linç etmeye çalışıyorlar” dedi. “Dava içimizde” diyen Yazıcıoğlu, “Birkaç yönetmenin oyununu sahnelemeye değer bulmayınca, onlar da Nedim Saban’la arkadaş oldukları için birlikte bir yıpratma politikası uygulamaya başladılar. Bana yapılan baskı da yok, sansür de yok” diye ekledi. Sansüre karşı duruyorum ‘Bu bir linç girişimi’ C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle