27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 ARALIK 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 Big Chief insanların dinlenmesine bir kulp takıp cezaevine atılmalarını sağlayacak işleri, başka diyardan gelen bir örgüte vermiş Big Chief’in kulağı nefes alışları bile dinliyor Hiç kuşku yok Big Chief adaya hâkimdi. İç ve dış politikanın ipleri onun elindeydi. Medya, askerler, adı demokratik kuruluş olan kurumlar da her fırsatta Chief’i övüyorlardı. Refakatçim aracılığıyla bu konularda ya Chief’le ya da düşüncelerimi bilen birileriyle konuşmak istediğimi ilgililere ilettim. Bu konuda ilgililerden yanıt gelmeden refakatçim önümü kesti: “Boşuna yorma kendini” dedi, “Chief’in hele sana ayıracak vakti olmaz.” “Neden?” “Çok meşgul bu aralar.” “Nedir meşguliyeti?” “Görmek öğrenmek istersen meşguliyetini yarın mahalline gideriz, bizzat görürsün” dedi. Sevindim. “Fotoğraf da çekebilirim herhalde değil mi?” “Tabii, Chief kalkınma hamlelerinin fotoğraflanmasına ve yazılmasına çok sevinir” dedi. O gece heyecandan sabaha dek uyuyamadım, lakin... Şu Osmanlıca Meselesi Bu çetrefil meseleye bir telaş müdahil olmadan evvel hemen beyan edelim ki, “Osmanlıca diye bir dil yoktur” demekte ukala takımı. Derler ki; “Yoktur, çünkü Osmanlıca diye bir gramer yoktur. Türkçe, Arapça ve Farsçanın kuralları, karışık bir şekilde hemhal olmuş, bir ‘saray’, bir ‘devlet’ dili ortaya çıkmıştır. Bu aynı zamanda bütün saraylar gibi Saray’ın halkından yabancılaşmasının da tuhaf ama gerçek hikâyesidir. İmparatorlukta yaşayan Türk ahalinin dili hiçbir zaman Osmanlıca olmadı. İmparatorluk geniş bir coğrafyaya yayılmıştı; fethettiği yerlerin dillerine, kültürlerine de, ki epeyce gelişmiş diller, kültürlerdi, herhangi bir itirazı vaki değildir, olamazdı da zaten. Hem yayılmacılığı emperyal karakter taşımıyordu; yalnızca talandan, vergi almaktan ibaretti, hem de fethi tamamlayacak ekonomik bir sisteme sahip değildi. Büyük Britanya’nın ana unsuru İngilizler, gittikleri yere sömürüyle birlikte kendi dillerini götürdüler; emperyalist egemenliğe uygun davrandılar. Fransızlar, İspanyollar, Portekizliler de öyle yaptılar. Garip ve gururlu Osmanlı fütuhatın şerefinden gayrısının peşine zinhar düşmedi.” HHH Ukalada laf çok. Bu geveze takımı, “Eski yazı, yani Arap alfabesi de Osmanlıcanın olmazsa olmaz şartı değildir. Osmanlıca Latin alfabesi ile de yazılabilir. Şimdi ‘ille de öğrenilecek, öğretilecek’ diye tutturmalarının nedeni Arap alfabesinin geri getirilmesinin hayalidir ki, derin bir stratejinin icabındandır. Lakin boşunadır, imkânsızdır. Latin alfabesinin Türkiye’de görece kolay kabul edilmesinin nedeni, halkın zaten Arapça, Farsça, Türkçe kırması bu suni lisanı bilmemesi, Osmanlı deyimiyle ‘etrakı bi idrak’ akılsız Türk’ün kaba Türkçe konuşmakta ısrar etmesi, okuryazar oranının çok düşük olması idi; alfabe değişince kurtuldu da okuma yazma öğrendi” diyerek can sıkmakta, ısrar etmektedir. HHH Neyse ki Arap alfabesi, eski yazı, üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okutuluyor. Ortaöğretimde seçmeli ders olmasına da şükür itiraz eden yok gibidir. Lakin “stratejik derinlik”ten anlamayan zevat “dileyen Osmanlıcayı bir sözlük yardımıyla azıcık sökebilir; Divan şiirini anlayabilir, eski metinleri okuyabilir; tıpkı eski dönem İngilizcesini okuyarak modern İngilizceyi zenginleştiren akademisyenler gibi gelişkin Türkçesine bu kültürel hafızayı, zenginliği ekleyebilir; gerisi iktidarın gördüğü Osmanlı rüyası ve diğer panik atakları gibi ideolojik saldırıdan ibarettir; ham hayaldir” demekte ki benim de kafam karışmadı desem yalan olur mirim. HHH Gelin ham hayal mi, değil mi bir bakalım. İnternetin Wikipedia’sından aldığımız iki örnek bize bu konuda bir fikir verecektir. Şeyhülislam Esad Efendi’nin 172532 yılları arasında yazdığı Lehcetül Lugat isimli sözlüğün önsözünden 18. yüzyıl Osmanlı Türkçesinin rafine bir cümlesinden, tamamını nakletmeye yerimiz yetmez, bir iki satır alalım: “Amedi medid ve ahdi ba’iddir ki danişgâhı istifadede nihadei zanuyı taleb etmekle arzuyı kesbi edeb kılıp gerçi irrei aheni berdi guşişi bîmüzd zerrei fuladı fu’adı infihamı hıred edemeyip şecere bîsemerei isti’daddan yekbarı imkân intişarı nüşarei asarı hayrül me’ad as’abı minhartül katad olup ....” HHH Örneklere boğmayalım kendimizi de azıcık “halk” diline yaklaşalım. 1736 yılında İran sefaret heyetine müzisyen olarak katılan Tamburi Artin Efendi’nin Ermeni harfleriyle Türkçe yazdığı seyahatnamesine bir göz atalım: “Yezd ile Kerman arasında kum deryası dedikleri vardır ki (...) Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse guya kar yağmış sanır. Yol üzerinde bir buçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule gibi miller yapılıdır ki karşına tutar da öyle gidersin. Eğer o milleri sağına veya soluna alır isen, yolu şaşırırsın (...) Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider.” İşte ben de yoldan çıkmış durumdayım ki, bildiğim ne kadar kelam varsa unutmuş haldeyim. Korkarım bizim küheylanın ayakları da kum batağa girmek üzeredir. Endişe içindeyim; akıbet burada söylendiği gibi olmasın. Öyleyse eyvah ki eyvah: Çabaladıkça batmak mukadderdir vesselam. KUDETA 3 CÜNEYT ARCAYÜREK 3 l Adada Chief’in, her birine devrim veya reform dediği akla ziyan “eserlerini” görecek, her ülkede işbaşına gelenlerin zaten yapmaları gereken bu yatırımları sanki başka hiçbir ülke ve lideri yapamıyormuş gibi halka yutturduğuna tanık olacaktım. ON’lar Eyvah ki Eyvah Eyvah dedim. Bu örgüt benim ülkemde de dinlemelerle can yakmıyor mu? Üstelik Silvanyalı örgüt ülkemde varlığından söz edeni yazanı, eleştireni demokratik bir kulp takarak cezavlerine tıkılmalarına neden oluyordu. İçimi bir korku sardı. Silvanya bu adada olduğu gibi bizde de aynı marifetleri yönetimin gözü önünde, ola ki yönetimin onayı ile yapıyorsa, buradaki ve gazetemle yaptığım konuşmaları kaydediyor. Bakarsın bir gün ya da buradaki faaliyetlerini içeren maskesini düşüren yazımı gördükten sonra... Telaşla Nika’yı aradım. Kuşkumu anlattım. Dinledi: “Kaygılanma. Eski çamlar bardak oldu” dedi. “Yani?” “Yani Silvanya artık dik (1) (0) Kalkınma Hamlesini Görünce Nika’ya şişirerek anlattığım kalkınma hamlesini ve sonraki hayal kırıklığımı nasıl açıklayacağımı düşündüm. Bir meydana geldik. Etrafta kalkınma izleri ve çalışanlar görünmüyordu. “Galiba yanlış yere geldik. Kimseler yok burada.” Refakatçim, “bugünkü çalışmalar yer üstünde değil, altında” dedi. “Bilgisizlik işte” dedim. “Zararı yok” dedi merdivenden bir kat aşağıya indik. duramıyor” dedi. Rahatladım. Ertesi günü rekafatçime “Bizim orada Silvanya artık dik durmuyormuş” dedim. Yine güldü ve: “Big Chief’i hâlâ anlayamamışsın” dedi: “Silvanya’yı kullandı kullandı. Baktı ki artık işe yaramıyor. Kıçına bir tekme vurdu. Defetti buradan.” “Peki Chief’in gereksindiği insanları izleyen örgüt ne oldu?” “Chief enayi mi be! Silvanya’yı kovmaya hazırlanırken yerini dolduracak örgütü çoktaaan kurmuş, elemanları çoktaaan yetiştirmişti. Şimdi dinleme Chief’in taktığı Ulusal Güvenlik ismiyle faaliyet gösteriyor, adaya huzur sağlıyor. Yönetime muhalifleri yakalatıyor. Tabii bu örgüt çalışanları Chief’in çıkardığı yasa himayesinde canla başla Chief’e hizmet veriyorlar” dedi. Kenef Devrimi Karşıma çıkan duvarda “Big Chief’in emrinde Büyük Tuvalet Devrimi” yazılıydı. Sonra halk arasına çıktığımda devrimin Kenef Devrimi diye isimlendirildiğini öğrenecektim. Tabii yazının resmini çektim. Refakatçim açıkladı: “Big Chief geçenlerde ani bir karar verdi. Adadaki evler ve resmi daireler dahil, halkın evlerinde kullandığı ve bütün sokak aralarındaki genel tuvaletlerdeki Batı taklitçiliği alafranga, klozetli tuvaletler yıkılacak, yerine ecdadımızın iki ayağı üzerine çömelerek defi hacet yaptırdıkları, sonra köşedeki ibrikten sol eline su alarak orasını temizledikleri tuvalet devrimiyle, böylece aslımıza dönmüş olacağımızı ilan etti.” “Burada” dedi, “Tuvalet devriminin yapılmakta olan ilk eserinden birini görüyorsunuz. Bu mutluluk başka hiçbir gazeteciye nasip olmadı.” Baktım, klozetler sökülüp atılıyor. Yerine alaturka olanlar yerleştiriliyordu. Refakatçim, “Chief bütün gün tuvalet devriminin vakit yitirilmeksizin gerçekleşmesini kontrol ediyor. Yemek yemeğe bile zaman ayıramıyor. Yardımcılarından birinin söylediği gibi ada halkı için saçını süpürge etti. Gözlerinin altı çöktü. Çok üzülüyoruz” dedi ve böylece Chief’in bana olası bir görüşme için neden vakit ayıramayacağını hayranlık ifade eden bir sesle açıklamış oldu. “Chiefinizin bu haline üzülmekte haklısınız” dedim alaycı bir sesle. Sevindi. Daha sonra öğrendim ki adada yüzlerce hemen her sokak başında yeni genel tuvalet (kenef) yapılmış ve bu devrim de bir ya da iki kişiye çok kazandırmış, çok! Chief Yönetime Nasıl El Koydu? Ada yönetimini beş bekçinin nasıl ele geçirdiğini biliyordum, gazetemde yazmıştım. Kitaplaştı da. Ama Big Chief’in adaya yıllarca önce nasıl egemen olduğunu bilmiyordum. Refakatçime bu konuda bilgi sahibi biriyle konuşmamı sağlamasını rica ettim. 60 yıldır gazetecilik yapan biriyle tanıştırdı beni. Bu, yönetimi pek umursamayan yaşlı biriydi. Öğrenmek istediğim konuyu anlattım. “Çok basit” dedi ve açıkladı. “Bir önceki bekçiler yönetiminden ve onlardan sonraki yönetimlerin halkı bezdiren enayiliklerinden yararlandı Big Chief!” Devam etti: “Yani özetlersek öncekilerin olumsuz marifetlerinin ürünüdür Chief’in başarısı.” Seçime gidildi ve ada halkı daha sonraları başına geleceklerden habersiz Big Chief’e oy verdi ve o da yönetimi ele geçirdiği günün gecesi yönetim merkezinin balkonuna çıktı ve: “Bir kez yönetimi ele geçirdim ya. Nahh(!) bundan sonra yönetimi başkalarına bırakırım” diye bağırdı!.. “İyi ama sonraki ilk seçimde halk pekâlâ Chief’i indirebilirdi”. “Bu olasılığı bertaraf etmek için Chief, şeytanın aklına gelmeyen önlemler aldı. Bir TV dizisinde katile küfredeni ya da bu da artık sıktı diyeni o anda saptayıp bildiriyorlar. O da vay bana küfretti diye kara gözlüklü adamlarına hemen yakalatıyor ve... içeri atıveriyor...” “Örneğin ne gibi önlemler?” diye sordum gazeteciye. “İnsanlara yönetimi eleştirecek vakit bırakmıyor. Örneğin insanlar arasında öyle bir yarış kışkırttı ki, her gece evlerin ışıkları erkenden sönüyor. Yarışta derece alabilmek için eşleriyle aralıksız her yıl bir çocuk yapmaya gidiyorlar...” Nerede ve nasıl olduğunu artık sen tahmin et! “Mükafatı ne?” Açıkladı: “Üç çocuk yapanın maaşına yüzde derhal üç, beş çocuk yapanın maaşına yüzde beş zam yapılıyor. Ha bir de on çocuk yapanlar var. Onlar da çalışmadan, işe gitmeden her Big Chief’in Kulağı... Daha sonra Chief’in aklına gelen kenef devrimine benzer her birine devrim veya reform dediği akla ziyan “eserlerini” görecek, her ülkede işbaşına gelenlerin zaten yapmaları gereken bu yatırımları sanki başka hiçbir ülke ve lideri yapamıyormuş gibi halka yutturduğuna tanık olacaktım. Ve... helal olsun adama. Halkı kendine yalanla böyle bağlayarak yıllardır toplumun tepesinde demir bir yumruk olmuş oturuyor. Gazeteye göndereceğim yazılardan birinin konusu mutlaka bu olacaktı kuşkusuz. Refakatçime bu konuyu açtığımda bir soru aklıma geldi. “Yahu bu adada bu kadar eli kalem tutan var; şu benim yazmayı düşündüklerimi neden yazamıyorlar” dedim. “Yazmazlar değil, yazamazlar” diye karşılık verdi, üstelik saflığımdan alay edercesine güldü. “Ama asıl sorun nasıl engelleniyorlar?” “Zira” dedi, “bu adada ister yazı yazabilen olsun, ister düşünen olsun, ne yaptıklarını, ne söylediklerini, kısacası herkesin nefes alışlarını bile Chief izler. Yönetime ve tabii kendine aykırı bir şey görürse...” “Eeee?” “O kişiyi veya kişileri durmadan yenilerini yaptırdığı Eza Çekeceklere Sefa Evleri’ne gönderiverir.” Şaşkınlıkla söylediklerini izlediğimi görünce, “Sana kıyağım olsun. Chief’in her insanın nefes alışlarını bile saptayan merkezi göstereyim” dedi. İçeriye ancak pencereden göz atabildim. Bilemeyeceğim sayıdaki insanların her biri anlaşılan o gün izlemekle görevli olduklarının telefonlarını, evlerini, işyerlerini, sokakta, kahvedeki konuşmalarını dinleyecek o güne dek işitmediğim görmediğim araç ve gereçleri kullanıyorlardı. Bunu nasıl başarıyordu Chief? Sordum refakatçime: “Basit” dedi. “Herkese bir vatandaşlık numarası yazılı küçük, mutlaka ceket yakalarına takmaları, taşımaları mecburi bir rozet verilir. Oysa o rozet hem bir kimlik, hem de taşıyanın her konuşmasını bu merkeze anında nakleden bir araçtır. Kapiş!” dedi. “Anladım” dedim. “Yönetim mi işletiyor bu merkezi?” “Big Chief enayi mi? Hem masraftan sorumluluktan kurtulmak, hem de insanların dinlenmesine bir kulp takıp ezaevlerine atılmalarını sağlamak için, daha doğrusu yapmayı istediklerini ama yapamayacağı işlemleri başka diyardan gelen bir örgüte verdi. Kapiş!” “Kapiş olmasına kapiş de... Peki, hangi diyardan geldi bu örgüt?” Her harfinin üzerinde dura dura: “SİLVANYA”dan dedi refakatçim. ay maaşlarını alabiliyorlar.” “Bu kadar çocuğun Chief’e yararı ne?” “Doğduğu anda nüfus cüzdanıma hayatı boyunca Chief’e oy vereceğini silinmez mürekkeple kaydediyorlar. Zaten çocuk aklı başına geldiği yaşa ulaşınca, sıkıysa Chief’in aleyhinde konuşsun, yazabilsin. Chief daha doğuştan insanları böylece kendine bağlıyor. Sizler de Chief’in insanları mutlu ettiği için seçimleri sürekli seçimleri kazandığı kanısıyla burada çekilen toplumsal ıstırabı uzaktan izliyorsunuz.” Nöbette cinnet: 3 şehit Yarın: Chief’e İman Edenlerin Kılavuzu Yurt Haberleri Servisi Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde, Suriye sınırındaki Boztepe Karakolu’nda görev yapan Piyade Çavuş Umut Aslan, nöbet değişimi sırasında cinnet getirip arkadaşları Kadir Yıldız ve Ramazan Yel’i tüfeğiyle öldürdükten sonra intihar etti. Aslan’ın olaydan önce kız arkadaşıyla telefonda tartıştığı öne sürüldü. Suriye’nin Rasulayn bölgesinde zaman zaman yaşanan çatışmalar ve Şanlıurfa Valisi İzzetin Küçük’ün olayla ilgili ilk yaptığı açıklamada, “Sınırda nöbet tutan 3 askerimiz, silahla ateş açılmasıyla şehit oldu. Ateşin Suriye tarafından gelip gelmediği de araştırmalarımız dahilinde” yönündeki açıklaması, saldırı ihtimalini akıllara getirse de yapılan araştırmalarda olayın cinnet sonucu meydana geldiği anlaşıldı. Genelkurmay Başkanlığı Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı, 1 askerin cinnet getirerek, 2 askeri şehit ettiğini açıkladı. Onbaşı Kadir Yıldız’ın Kocaeli’nin Karamürsel ilçesindeki ailesi acı haberle yıkıldı. Oğlunun şehit olduğunu öğrenen baba Mustafa Yıldız baygınlık geçirdı. Anne Naciye Yıldız da evde doktor kontrolüne alındı. Piyade Çavuş Ramazan Yel’in (21) Kütahya’daki babaevinde de ateş düştü. Terhisine 158 gün kala şehit olan Yel’in annesi Hatice Yel ağıtlar yaktı. 2 arkadaşını şehit ettikten sonra intihar eden piyade çavuş Umut Aslan’ın İstanbul Ümraniye’de yaşayan ailesi de büyük acı yaşıyor. Baba Musa Aslan, yakınları ve komşuları tarafından teselli edildi. Haberi duyunca yıkıldıklarını söyleyen amca Bülent Aslan, “Neşeli bir çocuktu. Kız arkadaşı yoktu” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle