05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 KASIM 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ahiret İnancı Olmasaydı Eğer... Mezarlık Açmanın Maliyeti! Prof. Dr. ÇAĞATAY GÜLER B “Ahiret inancı olan hak yemez” diyor Ali Bulaç. Doğrudur, öbür dünyada hesap sorulacağına ilişkin derin kaygı, çoğu insanın barbarca davranmasını frenliyor ve bu yönüyle ahiret inancı olumlu bir işlev görüyor. Ama madalyonun bir de öbür yüzü var: Öbür dünyada hesap sorulacağına inananlar nasıl oluyor da bu dünyada ve ülkemizde gözlerini kırpmadan her türlü yolsuzluğu da barbarlığı da yapabiliyor? CAVLI ÇULFAZ Siyaset Bilimci “Ahiret inancı olan hak yemez” diyor Ali Bulaç. (Zaman gazetesi, 23 Ekim 2014) aşkalarını karıştırmadan doğrudan kendisine soralım: Ahiret inancınız olmasaydı siz hak yemeye kalkışacak mıydınız sayın Bulaç? Siz kendiniz hak yemeyi haklı görecek miydiniz? Haklı görmeyecek idiyseniz, demek ki, bunun ahiret inancıyla doğrudan bir ilgisi yok. Bütün Müslümanlar öbür dünyada hesap sorulacağı korkusu olmasaydı hiç çekinmeden hak mı yiyeceklerdi? Ahiret inancı olmayanlar ille hak mı yer? Peki, ahiret inancı olanlar hak yemezse, ayakkabı kutularına milyonlarca doları doldurup adaletten kaçan bunca din simsarına ne diyeceğiz? Devam ediyor Ali Bulaç: “Hakikatin kendini apaçık olarak ifşa edeceği yer ahirettir... Hakkı gaspedilenlerin, ezilenlerin, dışlananların, baskı ve zulüm altında yaşayanların haklarını alacağı, yani tam adaletin tesis edileceği ahiretteki büyük mahkemedir (mahkemei kübra).” de adaletin peşinde koşmak beyhude bir çabadır. Öyle midir sayın Bulaç? Devam ediyor Ali Bulaç: “Kısaca ahiret zaruridir ve eğer hakikaten Allah ve ahiret olmasaydı dünya hayatı gerçekten çekilemez olurdu. Kim kime güç yetirebilirse güç yetirir, kim, neyi, lezzet ve haz olarak alabilirse salt lezzet ve hazzın, iştah ve şehvetin peşine takılır, toplumsal hayatın kendisi sorumsuz hayvanların yaşadığı ormana dönerdi.” Siz sayın Bulaç, ahirete inanmasaydınız böyle mi davranırdınız? Güç yetirebildiğinize alabildiğine güç yetirmeye mi kalkışırdınız? Öbür dünyada hesap sorulur korkusuyla mı haz ve şehvetin peşinde koşmuyorsunuz? Böyle bir korku ya da kaygı olmasaydı, siz hep şehvet ve haz peşinde mi koşardınız? Mahkemei kübraya, öbür dünyada hesap sorulacağına inanmasaydınız buna inanmayanlar sorumsuz birer hayvan mı olacaktı? Çoğu belli bir sorumluluk içgüdüsüne sahip olan hayvanlara haksızlık etmeyelim. Hobbes’un deyişiyle, bütün insanlar ille birbirinin kurdu mu? Yoksa, Ataol Behramoğlu’nun dizeleriyle söyleyelim: Emekçi insan var, barıştan yana / Dünyayı kardeşçe yaratan, üreten... / Ve kurtlar savaşta çıkarları... / Vurarak, kırarak, ezerek sömüren. en ekonomiyi bilmem, bildiklerimin çoğunu da kavramakta zorluk çekmişimdir. Yıllar önce katıldığım uluslararası bir ekonomi kursunda sorulan problemin içinden çıkamayınca bizim grubu yönlendiren eğiticiye yakınmıştım: “Trafik kazaları arttıkça gayrı safi milli hasıla artıyor!” Ellerini çaresizlik içinde açarak fısıldamıştı kulağıma: “Ekonomi bu işte!” Bizde maliyet ve verimlilik hep karıştırılır bilinçli olarak. Anlayamadığım, her ikisinin de son erimde tek bir ortak çözüme ulaşması: Daha düşük ücrete daha uzun süre çalıştırmak! Koruma ve önleme ile ilgili harcamaların karşısına yazılan “kazançların” fiyatı yoktur! Bu nedenle koruyucu uygulamalar “zararmış” gibi algılanır. Sözgelimi Soma’da, Ermenek’te alınacak önlemlerin neyi önlediğine bakalım: “Babası ölmemiş çocuk, evladını yitirmemiş ana ya da baba...” Yıllık bilançonuza kaç para yazarsınız bu kazanımların karşılığı olarak? Çıkar odaklı kişilerin bu harcamaları “zarar” olarak görmeleri o kadar kolaydır ki. Yasal düzenlemeler umurumuzda değildir. Zaten amaçlı olarak birçok boşluklar bırakılmış, ayarlamalar yapılmıştır. Sözgelimi ölümcül durumları önlemek için getirilmiş kurallar “bir yıl sonra yürürlüğe girecektir!” Şu laf oyununa bakın: “Eksiklerin giderilmesi için bir ay süre verilmiştir!” İyi de zaten işletebilmenin önkoşulu değil miydi o eksiklerin olmaması. Gelişmiş ülkelerdeki mevzuat maddesini göstermeye kalkmayın. “Biz düzeltilemeyecek olursa patlamaya, yangına, ölüme yol açacak eksiklerin giderilmesi için bir ay süre veriyoruz ve işyeri çalışmasını sürdürüyor” dediğinizde herkes size acıyarak bakacaktır. Ülkemizdeki Suriyelilere çalışma izni verileceği açıklandığında Çalışma Bakanlığı yetkililerince “bazı işlerde eleman sıkıntısı çekildiği, bu açığın giderilmesine de katkıda bulunacağı” açıklanmıştı. Ülkemizde işsizlik sorunu azalma eğilimine girmediğine göre en çaresizimizin bile kaçındığı işler için daha çaresizini mi arıyorduk? Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeyi çok iyi biliriz. “Ya dediğim koşullarda çalışırsın ya da kapatırım! Mademki vakit nakittir, ne ishal olabilirsin ne de kum dökebilirsin!” “İşine gelmiyorsa sana verdiğimin yarısına çalışmaya hazır bir sürü kişi var!” Koruyucu hekimlik yaklaşımı en duyarlı, en kırılgan toplum bireyinin korunması esasına dayanır. Ancak bazı ekonomi kuramcıları daha fazla hastane açmanın daha ekonomik olacağını ileri sürmektedir. Bu durumda koruyucu önlemleri almamanın sağladığı ekonomik yarar yeni mezarlık açmanın maliyetinden çok fazladır. Evladını yitirmiş ana, eşini yitirmiş kadın, babasını yitirmiş çocuk ise üç sayın kişinin birkaç gününü alır: Biri koşuşturmaktan ter içinde kalır çamaşır bile değiştiremez, öbürü başına üşüşen elli kişiyi bahane ederek günah çıkarır, diğeri neyi ulaştıracaktır bilinmez! B u dünyada adalet beyhude bir çaba mı? Buradan, ne yapalım, bu dünyada hakkın pekâlâ gasp edilebileceği ve buna karşı, ne yazık ki, pek bir şey yapılamayacağı sonucu çıkmıyor mu? Demek ki, hakikat bu dünyada kendini apaçık ortaya koyamayacağı için gerçekler pekâlâ halının altına süpürülebilir. Örneğin “faili meçhul” cinayetler bu dünyada hiç açığa çıkmayabileceğinden, yeryüzün B ayatın sonrası var da niye öncesi yok? Ali Bulaç bu dünyadan sonra yeni bir hayatı olacağını peşinen veri kabul ediyor da, ni H ye acaba dünyaya gelmeden eski bir hayatı olmadığına hiç değinmiyor? Öldükten sonra dirilip yeniden yaşayacaksın da, niye doğmadan önce başka bir hayatın olmadı? Bu dünyadaki hayatının başka bir dünyada sonrası var da, niye acaba bunun hiç öncesi yok? Öldükten sonra bir daha dirileceğine inanıyorsun da, bu dünyaya gelmeden önce acaba niye daha önce başka bir dünyada hiç yaşamadın? Doğmadan önce bir birey olarak hiç yoktun da, öldükten sonra yeniden dirileceğini (basübadelmevt) nasıl böyle kolayca kabul edebiliyorsun? Ama herhalde Ali Bulaç ile bazı konularda anlaşabiliriz: Örneğin nefsi terbiye etmeye çalışmak, açların halinden anlamak, sadece ramazanda değil, her zaman haram lokmaya uzak durmak gibi... Ahiret düşüncesinin daha epeyce uzun bir süre bu dünyada insanların çoğu için gerekli olduğu görüşüne elbette katılabiliriz. Doğrudur, öbür dünyada hesap sorulacağına ilişkin derin kaygı, çoğu insanın barbarca davranmasını frenliyor ve bu yönüyle ahiret inancı olumlu bir işlev görüyor. Böyle bir ütopya (hayal ülke) daha ahlaklı bir yaşamın sürmesine, barbarlığı bir ölçüde engellemeye toplumsal yönden destek oluyor. Ama madalyonun bir de öteki yüzü var: Öbür dünyada hesap sorulacağına inananlar nasıl oluyor da bu dünyada ve ülkemizde gözlerini kırpmadan her türlü yolsuzluğu da, barbarlığı da yapabiliyor? Nasıl oluyor da kamu alanında bütün yetkeyi (otoriteyi) pervasızca ele geçirip topluma toptan egemen olmaya yelteniyor? Oysa toplum değişik görüşten insanlardan oluşan çoğulcu bir yapıya dayanıyor. Uzlaşmaz gibi gözüken bu keskin çelişki acaba çözülebilir mi? Çözülebilirse nasıl çözülür sorusunun yanıtını aramak, artık başka bir yazının konusu olabilir. 29 Ekim Söyleşisi Üzerine Yorumlar 2930 Ekim tarihlerinde Hürriyet’te yayımlanan, Ahmet Hakan’la yaptığımız söyleşi çok ses getirdi... Yorumlar genellikle olumlu değerlendirmeler ve katkılar biçimindeydi. Birkaç tane, “gözlükler”, “sakal”, “fular” gibi kavramlara dayalı, benim anlayışımı aşan “yüksek seviyeli”(!) eleştiri de vardı... Kültür seviyemin üstünde kaldıkları için onları pek algılayamadım, bu nedenle de üzerlerinde durmayacağım. HHH Ciddi bir eleştiri, “Bilim ve akıl” olarak tanımladığım Atatürkçülüğün konjonktürel olduğunu söylediğim hakkındaydı. Oysa ben Atatürkçülüğü değil, 1920’ler, 1930’lar Anadolusu’nda, bir din tarım toplumundan çağdaş bir toplum yaratmanın kısa yol reçetesini, yani “6 Ok”u konjonktürel olarak nitelemiştim. Söyleşinin kısaltılması sırasında belki de biraz anlam kayması meydana gelmiş olabilir diye bu noktayı yeniden vurgulamak gereksinmesi duyuyorum: “Bilim ve akıl” olarak nitelediğim Atatürkçülük, bu nitelikleriyle elbette evrenseldir... Bu evrensel yöntemi, yani aklı ve bilimi, o zamanlar feodal bir din tarım toplumunun egemen olduğu Anadolu’da kısa yoldan çağdaş bir devlet kurmak için kullanmak istediğinizde, karşınıza “6 Ok” çıkıyor... “6 Ok”, hem zamana yani o döneme, hem de mekâna yani o dönemin Anadolusu’ndaki toplumsal yapıya bağımlıdır... Bu anlamda tabii ki konjonktüreldir, çünkü o günkü azgelişmiş yapıyı hızla çağdaşlaştırmak için formüle edilmiştir. HHH Söyleşinin önemli bölümlerinden biri İsmet İnönü’nün demokrasinin kuruluşundaki rolüyle ilgiliydi... Bir “Tek adamın” kendi elleriyle Çok Partili Düzen kurmasının ve yaptığı serbest seçimlerle iktidarı devretmesinin tarihte bir başka örneği olmadığını vurgulamıştım... Bu nedenle de, kendisine yöneltilen diktatörlük suçlamalarının insafsızlık olduğunu belirtiyordum. İsmet Paşa’nın Türkiye’de demokrasinin yerleşmesinde sahip olduğu eşsiz rol ile ilgili olarak İstanbul’un eski belediye başkanlarından Ahmet İsvan’dan bir mektup aldım... İsmet İnönü’nün Çok Partili Düzen’e geçildikten sonra, muhalefette oynadığı demokratik rolü anlatıyordu... Bugünler için de bir ders niteliği taşıyan bu önemli mektubu, açıklamalarımla birlikte perşembe günü yayımlayacağım... Böylece AKP’nin farklı aktardığı, yozlaştırdığı, yakın tarihimizle ilgili önemli bir dönemin bazı gerçeklerini bir kez daha anımsatmayı ve ondan bazı dersler çıkarmayı umuyorum. Aidiyet Bağı Kuramama T Prof. Dr. NAZİFE GÜNGÖR Üsküdar Üniversitesi am da hayata atılma zamanıyken, kendi hayatının öznesi olmak üzereyken kayıplara karıştı, yitip gitti genç bir delikanlı. Neydi arayıp da bulamadığı bilmek zor, yorum yapmak ise kolay. Ama ortada tüm netliğiyle duran da bir gerçek var. Aidiyetsizlik. Çekip giderken bu dünyadan, teknolojinin olanaklarını kullanarak ağır bir ders vermeyi de ihmal etmedi Mehmet Pişkin. Veda edişi bile sıra dışı oldu. Pırıl pırıl, aydınlık, genç bir beynin serzenişleriydi geride kalan. Kimseyi suçlamıyor, yakınış yok, karar bildiriş var. Yarım kalmış bir film, senaryo kısa, anlam ise çok derin. Bu kadar kolay mı hayattan vazgeçiş? Bu kadar mı basit bitiriş? Değil elbet. Anlatmasa da biliyoruz ki sorun büyük. Yaşamış, ama belli ki ait hissetmemiş üniversiteli genç kendisini bu dünyaya. Anlamaya çalışmış ama anlamlandıramamış. Okuyup düşünmüş, ama somut bir gerçeklik bulamamış bildiklerini ilişkilendirecek. Bilgilendikçe daha çok anlamlandırmak yerine, anlamsızlığa yaklaşmış belli ki. Ve kıvranıp durmuş anlamsızlığın o kocaman boşluğunda. Tutunmaya çalışmış ama tutunacak ne bir dal, ne de dayanacak bir destek bulmuş anlaşılan. Beklenti yok, ümit çoktan tükenmiş. İlk değil Mehmet Pişkin intiharı, son da olmayacak. Medyaya yansımayan kaç intihar vakası var kim bilir. Eğer birileri hayattan bu kadar kolay vazgeçebiliyorlarsa, üstelik de o birileri üniversite eğitimi alan, hayatının henüz baharında gencecik insanlarsa burada herkesin durup ciddiyetle düşünmesi gerekiyor. Hayattan vazgeçebilmek için yaşanılmaya değer hiçbir şey kalmamış olmalı. Bireyin, hayatla, içerisinde yaşadığı dünyayla, çevresindeki insanlarla, dolayısıyla da kendi kendisiyle bir derdi olmalı, hem de büyük bir derdi. Hiçbir birey iyi ya da kötü, yaşadığı hayatın tek sorumlusu olamaz. Eğer bir insan kendi hayatına bu kadar kolay ve de kararlı biçimde son verebiliyorsa, bunun sorumluluğunu o kişinin hayatına öyle ya da böyle dokunan herkes paylaşmak zorundadır. Ne yaşıyor bu gençler? Hayatın neresinde takılıp kalıyorlar ki onu son landırmaya bu kadar ani karar verme noktasına geliyorlar? Ne istiyorlar da yapamıyorlar ki vazgeçmeyi seçiyorlar? Nasıl bir hayat beklentileri veya tasarımları var ki, kendi hayatlarına bile kendilerini ait hissetmiyorlar? Bir yandan çağdaş bir dünyada yaşıyoruz. Birçok getirisi olan, ileri teknolojiyle kuşatılmış bir dünya, büyük kentler, ışıl ışıl caddeler, alışveriş merkezleri vs. Birbiriyle ilişkisiz bir dolu görüntü geçip gidiyor gözlerimizin önünden, izleyip duruyoruz, ne izlediğimizi bilmeden. Hayat öyküleri akıyor televizyon ekranlarından. İzliyoruz, hangisinin gerçek, hangisinin kurmaca olduğuna aldırmaksızın. Farkı da yok zaten birbirinden. Teması yok nasılsa hiçbirinin bizim gerçekliğimizle. Başka dünyalara, başka hayatlara ya da aslında hiç olmayanlara ilişkin bir dolu bilgiyle donanırken kendi gerçekliğimiz kayıp gidiyor elimizin altından ve farkında bile olmuyoruz. Çıkış sunmak gerekir insanlara. Özellikle de yeni yetişen, hayata yeni yeni atılmaya çalışan gençlere çıkış yolları sunmak lazım. Onların coşkularını, duygularını, ideallerini izlemek ve uygun ortamlar yaratmak gerekir. Tutunacak bir dalları olmalı. Gençlik enerjiktir. Onların bu müthiş enerjilerini aktarabilecekleri yaşam alanları oluşturmak lazım. Hayatın içerisinde onlara gerçeklikle bağ kuracakları, hayat rotalarını kolayca belirleyebilecekleri patikalar açmak gerekir. Entelektüel ve duygusal zekâlarını yaratıcılığa dönüştürebilecekleri olanaklar vermek. İnsan ürettikçe kendisini gerçekleştirir ve de özgürleşir, güçlü bağlar atar hayatın kolonlarına. İçerisinde yaşadıkları dünyada kendilerini kanıtlama ve gerçekleştirme olanağı bulamayan gençlerin yaratıcı zekâları, coşkuları ve yaşam enerjileri içe dönüş yapar, birikir, sıkışır ve en sonunda da içe patlar. Bu içe patlamaları önleyerek insanların, enerjilerini yaratıcılığa dönüştürmelerini sağlamak ise toplumdaki herkesin, eğitim kurumlarının, ailelerin, toplumu yönetenlerin, bilgi aktarımı yapmakla görevli medyanın, sivil toplum kuruluşlarının vb. zorunlu görevidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle